İhlâs dersi penceresinden talim edilen Risale-i Nur Hizmet
prensiplerine dair 21. LEM’ADA GEÇEN DÖRDÜNCÜ TEMEL KAİDE, UYULMASI ZORUNLU
OLAN KURAL ………..
Bir hakikat yolcusu için Uhuvvet dairesi içinde en zor
durumlardan biri DENGİNDE FANİ OLMAKTIR.
Belki insanın en çok zorlanacağı konuların başında bu gelir.
Ve bu önemi ve zorluğu nedeni ile eserlerde özel olarak bir
risale neşredilmiş, birçok mektupta bu konu nazara verilmiştir.
Çünkü Risale-i nur hizmetinin aksiyon planı içinde bu husus
en ciddi esaslardan birdir.
Çünkü hizmet, şahs-i manevi üzerine tesis edilmiştir ve bu
şahs-ı manevinin rükünleri ise daire içinde; aynı ders, aynı üstad, aynı amaç, aynı
hedef doğrultusunda bir araya gelmiş kişilerdir.
Bu bağlamda kardeşlik, dayanışma, birlikte düşünme ve
hareket edebilme kabiliyeti olmazsa olmaz bir şart olduğundan bu konunun
ihtiyaç duyduğu, gerektirdiği en varsa onun nurcular arasında karşılanması
kaçınılmaz bir sorumluluktur.
Eğer bu konu anlaşılmaz ve iktiza ettiği hususlar icra
edilmez ise orada ne bir sahsı maneviden ne de hizmet-i hakikiyeden söz
edilebilir.
Şahsi meziyetlerin, şöhret bulmuş kişilerin ve tembel
talebeler beyninde kendine has mahiyet geliştirmiş akim gurup oluşumları
meydana gelir. Bunlar ise iç çekişmeler, rekabet, birbirinin önünü kesmek,
haset gibi İslam’ın ruhuna uymayan, hizmet-i diniye içinde yeri olmayan deni
davranışlardır.
Ve bu oluşumlar zamanla mesuliyetli bir şekilde ortadan
kaybolur. Çok az insan oradan aldığı yaralardan kurtulup kendine istikametli
bir daire bulabilir. Bu nedenle bu düsturda geçen konular diğer düsturlarda
olduğu gibi azami bağlayıcıdır ve dikkat isteyen bir hasiyete sahiptir.
Bu hizmet kaidesinde belirtilen ulvi hasletler çok nadir
insanda fıtraten bulunabilir. Ekseri insanlar bu hasletlere iradi ve kasdi
hareket, nefsani mücadele, ısrarlı istikamet, bilinç tedbir ve istikrar gibi
davranışlara terettüp eden nimetler, ihsanlar
sonucunda ulaşır.
Mesela burada “*Kardeşlerinizin
meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların
şerefleriyle şâkirane iftihar etmektir.*”…..diye bir kaide belirtilmiştir.
Yani eğer nefsinizde kardeşlerinizin meziyetlerine yönelik
bir çekememezlik, bir rekabet arzusu ,
bir tekaddüm meyli, bir kıskançlık duygusu açığa çıkarsa …o zaman
kardeşlerinizde olan o özellikleri ; davanın birliği, amacın birliği, hedefin,
kaynağın birliği ve daha bir çok birliğin hatır ve iktizasınca ve hakikatçe
kendinizinmiş gibi telakki ediniz. Çünkü hizmetimize ait ne varsa o umumundur.
Çünkü umumu bir araya getiren, dersini verip kabul ettiren, kimlik ve şahsiyet
tanımlayan hizmetin kendisidir. Dolayısıyla hizmetkarın malikiyet ve rüçhaniyet
iddiası olamaz. Doğru olan davranış şahsi manevi prensibini kabul etmek,
nefsini o esas ile terbiye ederek ittihadı muhafaza etmek tam bir sorumluluk
dairesindedir.
Yani…………. *Sakın birbirinize tenkit kapısını açmayınız.
Tenkit edilecek şeyler kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var. Ben nasıl
sizin meziyetinizle iftihar ediyorum, o meziyetlerden ben mahrum kaldıkça,
sizde bulunduğundan memnun oluyorum, kendimindir telâkkî ediyorum. Siz de
Üstadınızın nazarıyla birbirinize bakmalısınız. Adeta, her biriniz ötekinin
faziletlerine naşir olunuz*… Barla Lahikası…………….Onların hizmetle
kazandıkları şereflerini takdir ediniz, onlardan şakirane söz ediniz ve böyle
kardeşleriniz olduğu için iftihar ediniz….
Bir hatıra:
Gittiğimiz medreseye, heyecanlı, biraz politik yeni bir
kardeşi davet etmiştik. O medresede sözünü sakınmayan, biraz münekkit tavırlı
ve cerbezeli bir zat vardı. Bu zat güzel bir kitap okuyuşuna sahipti. Yani o
kitap okuduğunda izaha gerek kalmazdı. Bu durum muhtemelen bir sırdır. Sizlerde
böyle eşhasa şahit olmuşsunuzdur.
Yani bazıları izahla memurdur bazıları da kıraatla. Bu zat
kıraatla memurdu.
Fakat tavırları insanları tedirgin eder, bazısını kızdırır,
bazılar tarafından da beğenilmezdi.
Bizde onun o tavırlarını beğenmez, ders okuduğu hale nazar
etmeye çalışırdık.
Bu yeni gelen kardeşimiz bir iki gelişinden sonra ondan
rahatsız olanlar kervanına katıldı ve bir gün , bize bu rahatsızlığını , o
kişiyi sevmediğini ,kızdığını söyledi.
Onun yeni gelmiş olması ve yıllardır bu medresede olan
birine karşı tenkid ile kanaat beyan etmesi bize yakışıksız geldi. Ve onu ihtar
etme iradesi ile:
Bu ağabeyimiz, bu kadar zamandır buradadır. İstikrarla
gelir.Meseleye vukufiyeti vardır..şöyle hizmet etmiştir, şurada bulunmuştur…vs
vs vs.. şeklinde onu savunmaya başladığımızda ; önce bizim alemimizde olan zan
perdesi kalktı, memnuniyetsizlik perdesi yırtıldı ve kalbimizde o kişiye karşı
bir muhabbet hasıl oldu…bizde kendi
dünyamızın bu değişimini hayretle izledik.. ve “*onların şerefleriyle
şâkirane iftihar etmektir*”…. dersi hakikatinin uygulama sonucunda evvelden
bilinmeyen ve görünmeyen nasıl bir sonuca terettüp ettiğini yakin ile yaşamış
olduk…
Evet yukarıda değinildiği gibi , uhuvveti rencide edecek
olan davranışlara karşı yapıcı tavır almak hem nefsin terbiyesine imkan
sağlayan bir nimet hem de kardeşliğin devamı için bir tiryak olduğu ve ancak
uygulamayla zahir olacağı ayni hak bir hakikattir.
Evet, imtihan seçeneklerin irade edilmesinden sonra
sonuçlanan ve netice veren bir hakikattir. Eğer üzerinde çalışılmaz ve şıklar
boş bırakılır ya da yanlış tercihler ile hatalı işaretlemeler yapılır ise oradan bir başarı elde etmek bir yana , azarlanma
ve muvaffakiyetsizliğe terettüp eden üzüntüler söz konusu olacaktır.
Evet ilgili konu üzerinden devam edersek.. orada demiş:
*Ehl-i tasavvufun mabeyninde "fena fi'ş-şeyh*, (müridin
velî olan hocasının arzû ve isteklerine tâbi olması, irâdesini isteğini onun
eline bırakması. Ölü yıkayıcının elindeki meyyit gibi olması. Ona hiçbir işinde
muhâlefet etmeyip herşeyi ile kendini şeyhine sorgusuz sualsiz teslim etmesi) *fena
fi'r-resul"* -HAŞİYE- (müridin Hz. Peygamber’in S.A.V sevgisinde fâni
olması, Bütün varlığını Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) manevi şahsiyetinde yok
etmesi, O’nu S.A.V malından ve canından daha çok sevmesi) *ıstılahatı* (
kabul edilmiş, belirlenmiş ortaya çıkmış, kanıksanmış bir durum) *var*.
HAŞİYE: "fena
fi'ş-şeyh ve fena fi'r-resul” gibi makamlar Tasavvuf dairesi olan kalbi meslekte,
müridinin nefsi hastalıkların kurtulması, arınması, terke dayalı berzahları ve
perdeleri bir kılavuzun talimiyle geçmesine bağlı olan birçok fena meratibinden
sonra vasıl olunması umulan ve onun için çalışılan son üç
makamdan evvel ikisidir. Bunlardan sonra “fenâfillâh” makamı gelir.
*Ben sofi değilim*. (Yani, ben tasavvuf prensiplerine
bağlı bir hayat tarzı ile hareket eden biri değilim)
*Fakat onların bu* ("fena fi'ş-şeyh ve fena
fi'r-resul” ) *düsturu*, bizim meslekte "*fena fi'l-ihvan*"
*suretinde güzel bir düsturdur*……………….Demek ki, tasavvufun bu temel
düsturlarına mukabil bizim mesleğimizde FENA makamı olan fena
fi'l-ihvan ( kardeşinin meziyetine, şahsiyetine, faziletine karşı kendi varlığına ait duygu ve düşünceleri bırakıp
, onun duygu ve düşünceleri önceleyen bir tarz ile yaşamak, onu sevmek ,onun
muhabbetini nefsine kabul ettirmiş olmak) gibi bir keyfiyet düsturu vardır. Bu düstur mesleğimizi Sahabe
mesleği yapan en mühim esastır.
Evet,
*Kardeşler arasında buna "tefani" denilir.
Yani, birbirinde fâni olmaktır. Yani: Kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup,
kardeşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır*…
Evet tefani sırrının
nasıl ortaya çıkacağı, zihnimize ve kalbimize nasıl yerleşeceği diğer
düsturlarda talim edilen ve devam eden düsturlarda da devam edeceğine nazaran
bu paragraftaki işleyiş sıralamasını iki temel başlıkta şöyle ifade edebiliriz:
1-
Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve
faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirane iftihar
etmektir.
2-
Kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup,
kardeşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır.
Bu ulvi hissiyat ve hasiyete ulaşmak için ; tenkit, fazilet
istibdadı, hoşgörüsüzlük, çok bilmişlik, kabalık, gösteriş, aleyhte bulunmak,
haset etmek gibi olumsuz duygu ve
düşüncelerin içimize yerleşmemesi için;
İslâm kardeşliği, dava arkadaşlığı ,şefkat ve sevgi değerlerini hatırda
tutmak, müfritane irtibat halinde bulunmak, bir biri ile ilgilenmek, kederli
kalbini okşamak, derdini paylaşmak , istişare etmek , birlikte hareket etmek
gibi bağlayıcı kaynaştırıcı şeyleri işlemek ve işlettirmeyi hiçbir zaman
hatırdan çıkarmamalıyız.
..
.