26.12.25

Mütalaa Ders Notları 3: Tabiat

Tabiat meselesi insanı sebeplere bağlayıp, zahire sürükleyip ,hakikati perdelemeye müstaid , dalalete saptıracak kadar önemli.. hem marifete mehaz olacak kadar değerli , Rabbani nakış ve mektupların yazıldığı bir sanat ve kudret levhası , hem rızka merkez ,hem bir hilkat harikası olması esasından gayet mühim ve çok geniş bir meseledir. Konuyu sadet noktasında ilgili mektubun satırları arasında kalmaya çalışarak muhtasar tutma niyetiyle hareket edeceğiz.

 

*İKİNCİ MES'ELE*:  

 

*(Bir kardeşimizin uzun bir sualine kısa bir cevabdır.)* 

 

 *Eğer desen*:  

 

*Nedir şu tabiat ki, ehl-i dalalet ve gaflet ona saplanmışlar, küfr ü küfrana girip, ahsen-i takvimden esfel-i safilîne sukut etmişler*? 

 

Evet, bu soru ciddi bir sorudur. Eğer insanı istikametten çıkaracak ve Allah’ın hikmetli yaratışından uzaklaştırıp karanlıklarda bırakacak bir meseleye hak ve hakikat namına bir tanım getirilmez ve bu alan iman namına zapt edilmez ise birçok insanın felâketine sebep olacaktır. Bu nedenle bu konu eserlerin hem çok yerinde bir marifet kapısı olarak ders verilmiş hem de tüm yönleri ile müstakil olarak ele alınmıştır.

 

  Elcevab:  

 

*Tabiat namı verdikleri şey; şeriat-ı fıtriye-i kübra-yı İlahiyedir ki, mevcudatta zuhur eden ef'al-i İlahiyenin tanzim ve nizamını gösteren âdetullahın mecmu'-u kavanininden ibarettir*.

 

Yani tabiat diye isimlendirilen ve yaratılmış her şeyi içine alıp ona zemin olan, hayatını sürdürmesine yarıyan, hane ve matbah vazifesini gören ,  mahlukat ve masnuatın sergilendiği ,nefeslendiği , telkih edip çoğaldığı, işleyiş yasalarına sahip, çok cazip , göz alıcı, bir kısım insanları kendine bağlayıp aşık kılan, renkli, zevkli manzaraları olan sırlı, perdeli, altında binler manayı tazammun eden, Allah’ın bütün kainatı kuşatmış büyük yaratılış kanunlarının işlediği ve hakim olduğu bir ayna.. ilahi fiillerin düzen ve intizam ve işleyiş prensiplerini gösteren, bu bağlamda ki bütün sevk ve idare kanunların toplandığı görsel, işitsel, duyusal yayımlar yapan bir hilkat ve marifet merkezidir.

 

*Malûmdur ki, kavanin umûr-u itibariyedir; vücud-u ilmîsi var, haricîsi yok. Gaflet veya dalalet saikasıyla Kâtib ve Nakkaş-ı Ezelî'yi tanımadıklarından, kitabı ve kitabeti kâtib ve nakşı nakkaş, kanunu kudret, mistarı masdar, nizamı nazzam, san'atı sâni' tevehhüm etmişler*. 

 

Yani, kainatta var edilen kanunlar, gerçekte vucudi olarak olmadığı halde var sayılan olgulardır. Paralel meridyenler ,sağ ve sol olan yönler gibi. Yani hakikatte var olan yöne bakmayı var olanı görmeyi temin eden isale edici tanım ve komutlardır. Var sayılışları ilmidir ve onlar vücutları olan mahlûklar değildir. Ki, bir şeyi icat edip onda tasarruf etsinler, onlara bir suret ve şekil versinler.

 

Tabiatperestler ve tabiata nazar edenler , gaflet ve dalalatleri sebebiyle ,onu (tabiatı) nakışlayıp süsleyen ve onu bir kitap gibi yazıp anlam yükleyen ezeli olan Allah’ı tanımadıklarından; bu yazılan kitabı ve içindeki hitap satırlarını aynı Katip gibi, işlenmiş olan nakışları aynı Nakkaş gibi, bir kudretle hareket eden ve emri yerine getirmek için bir yol ve yöntem suretinde hareket eden  ,emirden başka keyfiyeti olmayan kanunları Kudret sahibi, ölçülendirilmiş biçimlendirilmiş olanları işin Kaynağı, koyulup işlevsel hale getirilmiş düzeni bizzat düzen koyucu güç, zuhur ettirilip enzara arz-ı endam eden sanatlı eserleri de sanatkar olarak vehmetmişler.

 

*Nasılki bir vahşi ve insanların içtimaiyatını görmemiş bir adam muhteşem bir kışlaya girse, bir ordunun nizamat-ı maneviye ile muttarid hareketini temaşa etse, maddî ipler ile bağlı tahayyül eder. Veyahut o vahşi, muazzam bir câmi'e dâhil olsa görse ki, Müslümanların cemaat ve îdlerde muntazam, mübarek vaziyetlerini görse seyretse, maddî rabıtalarla bağlanmalarını tevehhüm eder*. 

 

Yani, bir dağ adamı ki hiç sosyal hayat içine girmemiş, insanların toplu hareketlerine muttali olmamış haliyle bir askeri kışla  içine girse .. o kışla içindeki askerlerin  manevi bir emrin komutu ile düzenli hareketlerini görse , amir ve emrin mahiyetini bilmediğinden, belki öğrenmediğinden , belki cehli ile intikal edemediğinden, belki sadece kendi vahşi tecrübesi ile bildiğine ve gördüğüne itimat etmesinden o muvazzaf insanları bir birine bağlayan emri ve ilmi rabıtaları idrak edemez ve o neferatın maddi iplerle bağlı olduğunu hayal eder. 

 

Veya o sosyal hayat deneyim ve medeniyete dair  bilgisi olmayan yabani adam ,  büyük bir cami içine girse  ve görse ki, Müslümanlar cemaatle ibadet etmeyi gerektiren namazlarda birlikte hareket ediyorlar.. yine imamı ve rükünleri bilmediğinden ve o bilgisiliğin kaynağı olan gaflet ve cehlinden dolayı  o mübarek cemaatin toplu olarak yaptıkları fiillerde fiziki bağlar ve bağlılıkların var olduğunu tahayyül eder.

 

*Öyle de, vahşiden çok vahşi olan ehl-i dalaletin, cünud-u semavat ve arza mâlik olan Sultan-ı Ezel ve Ebed'in muhteşem kışlası olan şu kâinata ve Mabud-u Ezelî'nin mescid-i kebiri olan şu âleme girdikleri vakit; o Sultan'ın nizamatını tabiat namıyla yâd etse ve nihayet hikmetlerle meşhun şeriat-ı kübrasını, kuvvet ve madde gibi sağır ve kör ve camid, karmakarışık tezahürattan ibaret tahayyül etse, elbette ona insan demek değil, belki vahşi hayvan dahi denilmez*.

 

*Çünki o tevehhüm ettiği tabiat için, geçen Sözler'de ve sair risalelerimde yüz yerde, dirilmeyecek bir surette o tabiat fikr-i küfrîsi öldürüldüğü ve Yirmiikinci Söz'de gayet kat'î bir surette isbat edildiği gibi; her zerrede, her sebebde bütün mevcudatı halk edecek bir kudret, bir ilim vermek, belki Vâcib-ül Vücud'un bütün sıfâtını onda kabul etmek gibi nihayetsiz muhal ender muhal bir dalalet, belki dalaletin divaneliğinden gelen manasız hezeyanlardır*. 

 

"EVET, TABİATIN PERDESİYLE ALLAH'IN NURUNU GÖRMEYEN İNSAN, HER ŞEYE BİR ULUHİYET VERİP KENDİ BAŞINA MUSALLAT EDER."…… Otuzuncu Söz

 

Bu sakil nazarın insanın başına neler getirdiği ve onu çıldırtacak derecede bir karanlık baskı altında tuttuğu ve çeşitli inkar ve sarhoşluklar bataklığına sürüklediği nurları bütün müvazene ve mukayese derslerinde izah edilmiştir. Biz burada bu manaya işareten İşârât’ül İ’caz’dan bir bab ekleyeceğiz.

 

*Ey arkadaş! Bütün lezzetler imanda olduğu gibi, bütün elemler de dalâlettedir. Bunun izahı ise*:

 

*Bir şahıs, kudret-i Ezeliye tarafından, adem zulümatından şu korkunç dünya sahrasına atılırken gözünü açar, bakar*.

 

*Bir lütuf beklediği zaman, birden bire, düşmanlar gibi, hastalıklar, elemler, belâlar hücum etmeye başlarlar*.

 

*Bir medet, bir yardım için müsterhimâne TABİATA VE ANÂSIRA baktığı vakit, kasavet-i kalble, merhametsizikle karşılaşır*.

 

*Ecram-ı semaviyeden istimdat etmek üzere başını havaya kaldırır. O ecram, atom bombaları gibi dehşetli ve heybetli halleriyle gözüne görünür. Hemen gözünü yumar, başını eğer, düşünmeye başlar*.

 

*Bakar ki, hayatî hâcetleri bağırıp çağırmaya başlarlar. Bütün bütün tevahhuş ederek hemen kulaklarını tıkar, vicdanına iltica eder*.

 

*Bakar ki, vicdanı, binler âmâl (emeller) ve emanî ile dolu gürültülerinden cinnet getirecek bir hale gelir*.

 

*Acaba, hiçbir cihetten hiçbir tesellî çaresini bulamayan o zavallı şahıs, mebde ile meâdı, Sâni ile haşri itikad etmezse, onun o vaziyetinden Cehennem daha serin olmaz mı*?

 

Evet , yaratılmış herşey (insanın kendi dahil) ancak mana-yı harfi nazarını kabul eder………Yani;

 

………. *mevcudatı kendileri hesabına hizmetten azlederek Fâtır-ı Zülcelâl hesabına istihdam edip Esmâ-i Hüsnâsının mazhariyet ve âyinedarlık vazifesinde istimal ederek, MÂNÂ-YI HARFÎ NAZARIYLA ONLARA BAKIP, MUTLAK GAFLETTEN KURTULUP HUZUR-U DAİMÎYE GİRMEKTİR; herşeyde Cenâb-ı Hakka bir yol bulmaktır. ELHASIL, MEVCUDATI MEVCUDAT HESABINA HİZMETTEN AZLEDEREK, MÂNÂ-YI İSMİYLE BAKMAMAKTIR*.

 

*Elhasıl: O Sözlerde ( tabiatla ilgili yüzler derslerde) gayet kat'î bir surette isbat edilmiş ki; tabiatperest adam bir İlah-ı Vâhid'i kabul etmediği için, gayr-ı mütenahî ilahları kabul etmeye mecburdur*.

 

*O ilahlar her birisi herşeye muktedir olmakla beraber, bütün ilahlara hem zıd, hem misil olarak şu kâinatın intizamı içinde birleşsin. Halbuki bir sineğin kanadından tut, tâ manzume-i şemsiyeye kadar hiçbir yerde bir sinek kanadı kadar şerike yer yoktur ki, parmak karıştırsın*.

 

 *ÇÜNKÜ İNTİZAM MÜKEMMELDİR*. Sözler

 

Evet,

 

……….. *tabiat misalî bir matbaadır, tâbi' değil; nakıştır, nakkaş değil; kàbildir, fâil değil; mistardır, masdar değil; nizamdır, nâzım değil; kanundur, kudret değil; şeriat-ı iradiyedir, hakikat-i hariciye değil* ….. Mesnevî-i Nuriye

 

" *Eğer göklerde ve yerde Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harap olup giderdi. Arşın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları şeylerden tamamen münezzehtir*." Enbiyâ Sûresi, 21:22. *ferman-ı kat'î, şirk ve iştirakin esasatını kat'î bir bürhanla keser*. (Barla Lâhikası 271.sh - Risale-i Nur)

 

Haşiye

 

*Fakat sukuttan sonra tabiat tevbe etti*.( Yani ona isnat edilen farazi şirklerin üzerinde bıraktığı izlerden, vehimler ile telebbüs edilen zan ve kirlerden , kader noktasında teklifte aldığı vazife nedeniyle işleyip işlenirken gaflet ve dalalet ile isnat edilen güç ve kudretten çıkan is ve dumanın   muhtemel sirayetinden edip) *Hakikî vazifesi tesir ve fiil olmadığını, belki kabul ve infial olduğunu anladı. Ve kendisi kader-i İlâhînin bir nevi defteri-fakat tebeddül ve tagayyüre kabil bir defteri-ve kudret-i Rabbâniyenin bir nevi programı ve Kadîr-i Zülcelâlin bir nevi fıtrî şeriati ve bir nevi mecmua-i kavânîni olduğunu bildi. Kemâl-i acz ve inkıyadla vazife-i ubûdiyetini takındı ve "fıtrat-ı İlâhiye" ve "san'at-ı Rabbâniye" ismini aldı*… Tabiat Risalesi

 

"Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin." Bakara Sûresi, 2:32.

 

Allahım! Mahlûkatının kesret daireleri içinde sirâc-ı vahdetin ve kâinatının meşherinde dellâl-ı vahdâniyetin olan Efendimiz Muhammed'e ve bütün âl ve ashabına salât ve selâm olsun….Lem’alar

 

.