26.12.25

Mütalaa Ders notları 4: Tefani (denginde fani olmak)

 

İhlâs dersi penceresinden talim edilen Risale-i Nur Hizmet prensiplerine dair 21. LEM’ADA GEÇEN DÖRDÜNCÜ TEMEL KAİDE, UYULMASI ZORUNLU OLAN KURAL  ………..

 

Bir hakikat yolcusu için Uhuvvet dairesi içinde en zor durumlardan biri DENGİNDE FANİ OLMAKTIR.

 

Belki insanın en çok zorlanacağı konuların başında bu gelir.

 

Ve bu önemi ve zorluğu nedeni ile eserlerde özel olarak bir risale neşredilmiş, birçok mektupta bu konu nazara verilmiştir.

 

Çünkü Risale-i nur hizmetinin aksiyon planı içinde bu husus en ciddi esaslardan birdir.

 

Çünkü hizmet, şahs-i manevi üzerine tesis edilmiştir ve bu şahs-ı manevinin rükünleri ise daire içinde; aynı ders, aynı üstad, aynı amaç, aynı hedef doğrultusunda bir araya gelmiş kişilerdir.

 

Bu bağlamda kardeşlik, dayanışma, birlikte düşünme ve hareket edebilme kabiliyeti olmazsa olmaz bir şart olduğundan bu konunun ihtiyaç duyduğu, gerektirdiği en varsa onun nurcular arasında karşılanması kaçınılmaz bir sorumluluktur.

 

Eğer bu konu anlaşılmaz ve iktiza ettiği hususlar icra edilmez ise orada ne bir sahsı maneviden ne de hizmet-i hakikiyeden söz edilebilir.

 

Şahsi meziyetlerin, şöhret bulmuş kişilerin ve tembel talebeler beyninde kendine has mahiyet geliştirmiş akim gurup oluşumları meydana gelir. Bunlar ise iç çekişmeler, rekabet, birbirinin önünü kesmek, haset gibi İslam’ın ruhuna uymayan, hizmet-i diniye içinde yeri olmayan deni davranışlardır.

 

Ve bu oluşumlar zamanla mesuliyetli bir şekilde ortadan kaybolur. Çok az insan oradan aldığı yaralardan kurtulup kendine istikametli bir daire bulabilir. Bu nedenle bu düsturda geçen konular diğer düsturlarda olduğu gibi azami bağlayıcıdır ve dikkat isteyen bir hasiyete sahiptir.

 

Bu hizmet kaidesinde belirtilen ulvi hasletler çok nadir insanda fıtraten bulunabilir. Ekseri insanlar bu hasletlere iradi ve kasdi hareket, nefsani mücadele, ısrarlı istikamet, bilinç tedbir ve istikrar gibi davranışlara terettüp eden nimetler, ihsanlar   sonucunda ulaşır.

 

Mesela   burada “*Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirane iftihar etmektir.*”…..diye bir kaide belirtilmiştir.

 

Yani eğer nefsinizde kardeşlerinizin meziyetlerine yönelik bir çekememezlik, bir  rekabet arzusu , bir tekaddüm meyli, bir kıskançlık duygusu açığa çıkarsa …o zaman kardeşlerinizde olan o özellikleri ; davanın birliği, amacın birliği, hedefin, kaynağın birliği ve daha bir çok birliğin hatır ve iktizasınca ve hakikatçe kendinizinmiş gibi telakki ediniz. Çünkü hizmetimize ait ne varsa o umumundur. Çünkü umumu bir araya getiren, dersini verip kabul ettiren, kimlik ve şahsiyet tanımlayan hizmetin kendisidir. Dolayısıyla hizmetkarın malikiyet ve rüçhaniyet iddiası olamaz. Doğru olan davranış şahsi manevi prensibini kabul etmek, nefsini o esas ile terbiye ederek ittihadı muhafaza etmek tam bir sorumluluk dairesindedir.

 

Yani…………. *Sakın birbirinize tenkit kapısını açmayınız. Tenkit edilecek şeyler kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var. Ben nasıl sizin meziyetinizle iftihar ediyorum, o meziyetlerden ben mahrum kaldıkça, sizde bulunduğundan memnun oluyorum, kendimindir telâkkî ediyorum. Siz de Üstadınızın nazarıyla birbirinize bakmalısınız. Adeta, her biriniz ötekinin faziletlerine naşir olunuz*… Barla Lahikası…………….Onların hizmetle kazandıkları şereflerini takdir ediniz, onlardan şakirane söz ediniz ve böyle kardeşleriniz olduğu için iftihar ediniz….

 

Bir hatıra:

 

Gittiğimiz medreseye, heyecanlı, biraz politik yeni bir kardeşi davet etmiştik. O medresede sözünü sakınmayan, biraz münekkit tavırlı ve cerbezeli bir zat vardı. Bu zat güzel bir kitap okuyuşuna sahipti. Yani o kitap okuduğunda izaha gerek kalmazdı. Bu durum muhtemelen bir sırdır. Sizlerde böyle eşhasa şahit olmuşsunuzdur.

Yani bazıları izahla memurdur bazıları da kıraatla. Bu zat kıraatla memurdu.

Fakat tavırları insanları tedirgin eder, bazısını kızdırır, bazılar tarafından da beğenilmezdi.

Bizde onun o tavırlarını beğenmez, ders okuduğu hale nazar etmeye çalışırdık.

Bu yeni gelen kardeşimiz bir iki gelişinden sonra ondan rahatsız olanlar kervanına katıldı ve bir gün , bize bu rahatsızlığını , o kişiyi sevmediğini ,kızdığını söyledi.

Onun yeni gelmiş olması ve yıllardır bu medresede olan birine karşı tenkid ile kanaat beyan etmesi bize yakışıksız geldi. Ve onu ihtar etme iradesi ile:

Bu ağabeyimiz, bu kadar zamandır buradadır. İstikrarla gelir.Meseleye vukufiyeti vardır..şöyle hizmet etmiştir, şurada bulunmuştur…vs vs vs.. şeklinde onu savunmaya başladığımızda ; önce bizim alemimizde olan zan perdesi kalktı, memnuniyetsizlik perdesi yırtıldı ve kalbimizde o kişiye karşı bir  muhabbet hasıl oldu…bizde kendi dünyamızın bu değişimini hayretle izledik.. ve “*onların şerefleriyle şâkirane iftihar etmektir*”…. dersi hakikatinin uygulama sonucunda evvelden bilinmeyen ve görünmeyen nasıl bir sonuca terettüp ettiğini yakin ile yaşamış olduk…

 

 

Evet yukarıda değinildiği gibi , uhuvveti rencide edecek olan davranışlara karşı yapıcı tavır almak hem nefsin terbiyesine imkan sağlayan bir nimet hem de kardeşliğin devamı için bir tiryak olduğu ve ancak uygulamayla zahir olacağı ayni hak bir hakikattir.

 

Evet, imtihan seçeneklerin irade edilmesinden sonra sonuçlanan ve netice veren bir hakikattir. Eğer üzerinde çalışılmaz ve şıklar boş bırakılır ya da yanlış tercihler ile hatalı işaretlemeler yapılır  ise oradan bir başarı elde etmek bir yana , azarlanma ve muvaffakiyetsizliğe terettüp eden üzüntüler söz konusu olacaktır.

 

Evet ilgili konu üzerinden devam edersek.. orada demiş:

 

*Ehl-i tasavvufun mabeyninde "fena fi'ş-şeyh*, (müridin velî olan hocasının arzû ve isteklerine tâbi olması, irâdesini isteğini onun eline bırakması. Ölü yıkayıcının elindeki meyyit gibi olması. Ona hiçbir işinde muhâlefet etmeyip herşeyi ile kendini şeyhine sorgusuz sualsiz teslim etmesi) *fena fi'r-resul"* -HAŞİYE- (müridin Hz. Peygamber’in S.A.V sevgisinde fâni olması, Bütün varlığını Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) manevi şahsiyetinde yok etmesi, O’nu S.A.V malından ve canından daha çok sevmesi) *ıstılahatı* ( kabul edilmiş, belirlenmiş ortaya çıkmış, kanıksanmış  bir durum) *var*.

 

HAŞİYE:  "fena fi'ş-şeyh ve fena fi'r-resul” gibi makamlar Tasavvuf dairesi olan kalbi meslekte, müridinin nefsi hastalıkların kurtulması, arınması, terke dayalı berzahları ve perdeleri bir kılavuzun talimiyle geçmesine bağlı olan birçok fena meratibinden sonra vasıl olunması umulan ve onun için çalışılan   son üç makamdan evvel ikisidir. Bunlardan sonra “fenâfillâh” makamı gelir.

 

*Ben sofi değilim*. (Yani, ben tasavvuf prensiplerine bağlı bir hayat tarzı ile hareket eden biri değilim)

*Fakat onların bu* ("fena fi'ş-şeyh ve fena fi'r-resul” ) *düsturu*, bizim meslekte "*fena fi'l-ihvan*" *suretinde güzel bir düsturdur*……………….Demek ki, tasavvufun bu temel düsturlarına mukabil bizim mesleğimizde FENA makamı  olan  fena fi'l-ihvan ( kardeşinin meziyetine, şahsiyetine, faziletine karşı  kendi varlığına ait duygu ve düşünceleri bırakıp , onun duygu ve düşünceleri önceleyen bir tarz ile yaşamak, onu sevmek ,onun muhabbetini nefsine kabul ettirmiş olmak) gibi bir keyfiyet  düsturu vardır. Bu düstur mesleğimizi Sahabe mesleği yapan en mühim esastır.

 

Evet,

 

*Kardeşler arasında buna "tefani" denilir. Yani, birbirinde fâni olmaktır. Yani: Kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır*…

 

Evet tefani sırrının  nasıl ortaya çıkacağı, zihnimize ve kalbimize nasıl yerleşeceği diğer düsturlarda talim edilen ve devam eden düsturlarda da devam edeceğine nazaran bu paragraftaki işleyiş sıralamasını iki  temel başlıkta şöyle ifade edebiliriz:

 

1-      Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirane iftihar etmektir.

 

2-      Kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır.

 

Bu ulvi hissiyat ve hasiyete ulaşmak için ; tenkit, fazilet istibdadı, hoşgörüsüzlük, çok bilmişlik, kabalık, gösteriş, aleyhte bulunmak, haset etmek  gibi olumsuz duygu ve düşüncelerin içimize yerleşmemesi için;  İslâm kardeşliği, dava arkadaşlığı ,şefkat ve sevgi değerlerini hatırda tutmak, müfritane irtibat halinde bulunmak, bir biri ile ilgilenmek, kederli kalbini okşamak, derdini paylaşmak , istişare etmek , birlikte hareket etmek gibi bağlayıcı kaynaştırıcı şeyleri işlemek ve işlettirmeyi hiçbir zaman hatırdan çıkarmamalıyız.

..

.