Derdimiz büyük..devamızda…
Davamız büyük..iddiamızda…
Yolumuz belli..yolculuğumuzda…
Ancak yürünmüyor azizim..yürünemiyor bir türlü.Bin türlü telaşemiz var.
Ve içinde bulunduğumuz zaman ne kadar acayip..ve bunu da biliyoruz aslında..zaman
ahir zamandır…
Neredeyse tüm kıyamet alametleri çıktı..bak bundan da haber
vermişti..demişti..söylemişti diyoruz.
Günler belki çok inanan insan için yarın emelli geçiyor..belki çoğu için o
yarın bile bir emel değil…Ve her gün yer yüzünden sürülen dörtyüzbin cenaze ile
devri alem devam ederken sıramızı sanki hiçbir şeyin farkında olmayan koyunlar
gibi bekliyoruz.Ecel acele gel ve al bizi…
Umuda dair tasavvur mu elimizde olan..yoksa ümit gelinliği giymiş gulyabani bir
hayal mi?Acaba ummanın ferasete ait bir bakış açısı varmı?
Allah büyüktür derken bu büyüklükle ilgili sözün giydiği libas veya ekrana
düşen Kibriya şahitliği nedir?
Mesela Hz. Muhammed (Al ve ashabına, ehli beytine, tabi olanlarına,
sadıklarına, hâdimlerine, sur dibinde medfun olanlarına selam olsun)Hendek
savaşı hazırlığında kazma sallarken, İslam’ın geleceği ile ilgili müjdeler
vermiş…
Üstad Bediüzzaman şark illerinde aşiretler mabeyninde sürdürdüğü münazaralarda”
zaman ahir zamandır gittikçe fenalaşacak”olan bir fikre muhalefet ederek..Neden
herkese terakki dünyası olsunda bize tedenni dünyası olsun diyerek..hamiyetli
bir nesle hitaben,hakimiyet-i diniye ve mehasini medeniyeyi hakikiyeye ait,
orada ve değişik değişik yerlerde “sözlerini irad etmiş…
Veya İstanbula geldiğinde bir alimin”Avrupa ve Osmanlının”istikbaline dair
sorduğu ufuk sorusuna tarihi cevap vererek Bediüzzaman ünvanına basireti ve
ferasetiyle layık olduğu göstermiş…
Feleği okumak basiret işi..feraset işçiliği…
Düşmanı fark etmek..dostlara savunma temin etmek..müdafaa teçhizatı üretmek
hepimizin anyalabileceği şeyler değil demek ki…
Yani bilsek ki..Avrupa dessas zalimleri,Asya münafıkları,İnsi ve cini şeytanlar
el ele vererek,Şeytanın Allah’tan mühlet istediği ve kendisine mühlet verilen
yoldan çıkarma imtihanı için,hiç yorulmadan,bir an bile vaz geçmeden,sürekli
yeni yollar geliştirerek,insanı etki altına alacak,özendirme,müptela
etme,korkutma,yıldırma,vehmini tahrik etme,hevalarını uyandırma vb..insanın
helaketine sebep olabilecek her türlü çalışmayı yaptıklarını.
Yani Allah’a bana mühlet ver ben onlara değişik cihetlerinden yaklaşacağın ve
yoldan çıkaracağım ve sen onları şükreder bulamayacaksın… Ve ona verilen
mühlete ait gayretini elden hiç bırakmadığını…
Mesela bu mühlet meselesine biz şahit olsaydık..ve şeytanın bu sözüne karşı
cevabımız ne olurdu?
Büyük ihtimalle “ey kovulmuş şeytan sen bizi Rabbimizin yolundan çevirmezsin”
derdik..Her halde fıtratımıza tevdi edilen cihazatın yüksekli mücadeleye
mümkün,ihanete uygun değildi ve ancak şeytanın safına bilerek geçen zümre
insanlığını çoktan terk etmişti.
O nedenle Allah..sana tabi olanlarla seni cehenneme dolduracağım diyerek,samimi
kullarını,yani kendilerine verilen emaneti basit bir hevese,bir oyuna bir zulme
bağlamayanları kurtaracağını..şeytanın ağzına parmak çalarak kudurttuklarını
ise onunla beraber gayet feci bir akıbete sürükleyeceğini söyledi.
Akla şöyle bir şey geliyor ki;Şeytan insan kadar Allah’a karşı isyan etmekte
cesur değil..veya akıllı değil..İnsanın şeytanlaşmışları kadar Allah’a isyan
edemez.Ve kendine tabi olanların daha çok Allah’tan korkar.Bununla ilgi
bahisler Kur’anda bulunmaktadır.
Fakat insan şeytanın kulvar kenarından ona verdiği bayrağa sahip çıkarak o
yarışı o kadar ileri götürür ki..şeytan onu ayakta alkışlar…İmrenir özenir…
Evet bugün dünya bu bayrak yarışının hızla koşulduğu bir alan
durumunda.Şeytanın askerleri ağır silahları..hafif ama tesirli oyunlarıyla hiç
durmadan Allah’a teslim olduklarını ifade eden ve şehadet getiren Müslümanların
üzerinde kılıç sallıyorlar.
Ele ele verdikleri münafıklar ve o münafıkların kolayca aldattığı fasıklarla
berber köşeye sıkışmış bu toplumu yaralıyorlar.
Ve biraz hamiyeti olanları ise çok kolay şekilde oyalıyorlar. Hiç aralarında
kargaşa olmayan toplulukları vehmi bir tahrikle bir birini boğazlayabilir duruma
getirebiliyorlar.
Meleklerin İnsan yaratıldığında Allah’a “yeryüzünde kan dökecek fesat çıkaracak
bir şey yaratıyorsun”meyanında ki soru ve meraklarının çıkış kaynağı olarak
gösterilen sebeplerden biri “insanın özelliklerine bakıp bu kanaate vardıkları
ifade edilmiş” Şeytan da “ insana vakıf olduğundan onun cihazatını yanlış
kullanmasıyla ortaya çıkacak dehşeti stratejisine konu yapmış ve planını bunun
üzerinden yapılandırmış.
Yani insan kendine verilen ölçü ve cihazları fıtratı üzerine kullanırsa Allah’ın
muradı olan maksada hizmet eder ve Ahsen-ül takvim kıymetini alır.Ancak böyle
kullanması engellenirse..cehennemim en derin yerine hayvanlardan daha aşağı bir
kimlikle düşer.Proje bunun üzerine yapılandırıldı.Ve kendine tabi olanlar,ona
kulak verenler,söyledikleri ve gösterdiği şeyleri süslü görenler “insanlık
denilen hiçbir olguyu tanıyamaz hale geldiler…
Savaş suçlarına bakıldığında bu suçları işleyenler,işledikleri insanları bir
insan olarak görmediklerini o nedenle bir acıma duygusu vs hiçbir şey hissetmediklerini
söylerler.Bu sıfat şeytanın sıfatıdır.Demek ki öyle şeytanlaşıyorlar ki
insaniyete dair hiçbir duygu ve düşünce o insanda barınmıyor.
Şeytan bu projesini birkaç adımda gerçekleştirir. Önemli olan kaosun ortaya
çıkması, insanların bilgisiz olması ve değer yargılarının kaybolması yeterli.
Tutunacak bir dalı olmayan bir insan en kolay bir hedeftir.
Bu manzaraları ne kadar çok seyrediyoruz değil mi? Eğer ölümlü bir netice
istiyorsa en etkin silah ırkçılık..Eğer temel ve ahlaki bozulma isteniyorsa
“kadınları dışarı çıkarmak ve onları çağdaşlık,özgürlük gibi dejenere edici bir
çukura taşımak”..Diziler,basın,internet vs bütün ahlaksızlığı mübah ve bütün
ulvi değerleri basite indirgemek üzere faaliyetlerini sürdürmektedirler.Ve bunu
benimsedik..
TV’de kur’an tilaveti olurken bir bir vucut losyonu reklamıyla
karşılaşabilirsiniz.Bir İslam ülkesinde bir bomba haberinde onlarca telef olan
insanların feryadının arasında ,şen şakrak bir eğlence programının fragmanını
görebilirsiniz.Öyle muhteşem zamanlamalar ki bunlar..
Bak böyle bir şey var ama önemli değil sen keyfine bak..
Bir birlerini yiyorlar gör..
Abd oraya müdahale etti özgürlük gelecek merak etme..
Ramazan sofranda kola olsun iç..sen asla kendine gelme ..asla hiçbir şeyi merak
etme,asla İslam alemiyle ilgili hiç bir şeyi dert etme..Onlar
ahmaklar..demokrasiye muhtaçlar..biz bu işi düzelteceğiz vs vs vs…
Böylelikle uyuşmuş, düşünemez bir zümre…
Cemaatler meşrep ayrılığında..
Aydınların önlerine kasıtlı konulmuş politikalarla uğraşmalarından beyni sulanmış..
Her yaştan insanlar olarak sosyal ağlarda hangi akla hitap eder bilinme
meşguliyetler içerisindeyiz.
Güya çok ciddi şeyler yaptığımızı düşünürken, bir ayeti paylaşırken, bir ezan
dinlerken reklam pencerelerinde önemsizleştirme hareketi hiç bıkmadan devam
etmektedir. Ve eninde sonunda bizim o pencerelerden birini tıklayacağımızı
bilirler.
Bütün kullandığımız online sistem ve dil onların.Ey bizim gerçek dostlarımız
diyebilir miyiz.Bankalar,kredi kartları vs vs vs..Hangisinden vaz geçebilir
hangi alışkanlığımızı terk ederek bir boykot oluşturabiliriz…
Bizim her şeyimiz biliniyor dostlar..hangi saatlerde ne yediğimiz ne
seyrettiğimiz neleri takip ettiğimiz biliniyor.
Hangi videoları seyrediyorsak o videolar arama motorunda yönlendirilir..Hey
hat..düşman nerede?Düşman var mı? Abartıyor muyuz? Komplo teorileri mi?
Hayır Dostlar..Bu savaş gerçek..Dünya siyaseti olarak bu güç düşmanların
elinde…Para ve iktidar..ve bitmeyen hakimiyet davaları.
Bu savaşın arkasında kimin olduğu önemli değil..ABD ,İngiltere,Fransa,Almaya
vs..Küfrün tek millet olduğu bu oluşumun hedefi ise tek.
İslamiyet ve Müslümanlık, bunların saldırı misyonunu oluşturduğu gibi, zayıflık
ise iştahlarını kabartan bir diğer unsur. Gayet korkak olan ve ancak elinde
tahrip etkinliği bulunan bu güce karşı her hangi bir şekilde tepki verilmez ise
bu şımarıklık devam edecek ve kedi ile fare oyununun kurbanı olmak bize yazgı.
Dikkat edilirse tüm dünya politikası egemen güçlerin çıkarları üzerine
kurulu.Ve tüm diğer unsurla bu güce petrolüyle,yer altı üstü kaynaklarıyla,kan
ve can,ırz ve namuslarıyla hizmet etmek zorunda..peki neden?
Birlik olamamaktan mı?
Değerlerimizi özümsememekten mi?
Düşmanlarımızı tanımamak, hilelerini sezmemekten mi?
Kardeş olamamaktan mı?
Devam etmesi gereken dikkat ve temkinliliği elden bırakmak mı?
Kurânı..ahireti bilmemekten mi?
Allahın kanunlarına karşı tembellik etmek mi?
Bile bile bu zalimlerin zulumlerine taraftar olmak mı?
Yoksa Allah Alemi islamın intikamını alacak onu mu bekliyoruz? Böyleyse
yanılıyoruz dostlar? İslam mücadele tarihine baktığımızda hiçbir zaferin
oturarak kazanılmadığını görürüz…
Neyse..Satırların baş tarfında gerek Hz.Muhammed’in ki “tüm enfası ümmet
adedince ona a- ve ashabına ve tabi olanlarına selam olsun” hendek içinde iken
müjdelediği İslam istikbali..Bediüzzaman’nın ümitvar olunuz şu istikbal
inkılabı diye ,dünyanın teslim olacağı İslam hakikatinin nasıl beşaret
verdiklerini..hangi feraset ve basiret işe gördüklerini bu kanlı ve karışık
tablo içinde görmek mümkün mü?
Eğer İslam dünyaya hâkim olacak veya İslamlar içinde hükümleri uygulanacak
sağlayacağı ittihad güzel gümlerin yaşanmasına sebep olacaksa ve vaktinden
evvel bir kıyamet kopmaz ise bu nasıl olur?
Yani Müslümanlar nasıl bir tutum içerisine girecek ki,reva görülen bu
ezilmişlik tablosu yerini güzelliklere bırakır?
Ya da mübarek zevat-ı nuraniye istikbaldeki nurun beşaretini verirken ne
yapmışlar ve ne yaparak geleceğin İslam adına şekilleneceği öngörüsüne sahip
olmuşlar.
Sorunun cevabı verilen mücahedenin içinde olsa gerek?Savaşmışlar..İlim olarak
gelişmişler..Ellerinde bürhanlarla küfrün dayandığı kalaleri yıkıp zir-ü zeber
etmişler.Ne felsefelerini ne de isnitalarını bırakmışlar.
Dahilde olan ahmakların savlarını çürütmüşler..bidatlarını reddedip asıl ve
esas üzerinde mesai teksif edip,Allah’ın bir’e on verdiğine olan itimad ile say
ve gayretlerinin neticelerinin ne olacağını görüp işaret etmişler.Bunun için
adam yetiştirmek üzerine gitmişler..Bilerek,anlayarak sadakatle hizmetlerini
sürdürecek ve rıza-i ilahiden başka bir gaye gütmeyecek fıtrat-ı maksad üzerine
erler yetiştirmişler…
Bu karşılık, vazife yapmamak, zulme taraftar olmak, cehlin arkasına sığınmak,
Allah’ın sevmediği, dinin tasvip etmediği şeyleri meşru görmek, hakikate karşı
kulakları tıkamak büyük ve mesuliyetli bir hatadır.
Değerli Dostlar!
Düşman uyumuyor..Aileyi bozmaya..ahlaksızlığı yaymaya..değerleri
basitleştirmeye türlü fantezilerle çalışıyor.Sürekli tüketen,üretmek için
zihninde hiç bir şey bırakılmayan insanlar yetiştiriliyor.Kurt gövdenin içinde
ve en kötüsü düşman seviliyor.Bu ne yazık ki insanlara kabul ettirildi..döven
ve seven bir baskı benimsendi maalesef.Oysa onlar yaşayabilmek için bizden
düşmanlar oluşturdular bizler ise onları yaşatmak için elimizden gelen desteği
veriyoruz.Tüm İslam aleminin tepkilerine baksanız belki şuurlu bir tekzip
duyamazsınız.
Mefkûremiz kaybolmuş desek pekte yersiz bir şey söylemiş olmayız.
Burada sözü daha fazla uzatmadan tek bir şey söyleyerek konuyu noktalarsak..bu
zalim ve emperyalist güçlerle mücadele etmenin en tesirli silahı ve ilk adımı
“İKTİSAD”dır desek arif’e işaret kabilinden bir şey söyleyebildiğimizi
umarız…Çünkü bu kuvvet zaruri olmayan gereksinimlere ait bir sistemi yönetiyor
ve gücünü buradan alıyor.Tüm yapay dünya bunların elinde.Bisküviden iletişime
kadar bir çok tüketim alışkanlığı bu sefillerin yaşam kaynağını
oluşturuyor…Allah rızası için bu alışkanlıkları terk etmek,dükkanı iflas etmeye
zorlayabileceği gibi bizler içinde bir vizyon zenginliğine sebep olur.Bu
zenginlik ve karakteristik davranış ise şuurlu bir misyona sermaye olur.
Bu savaş Allah’a iman edenler ile şeytan ve ona tabi olanların arasında olan
bir savaştır.Asla barış ihtimali olmayan kazanan ve kaybedenin haşir meydanında
net belli olacağı bir mücadeledir.Ehli iman cennete ehli şeytan cehenneme
dökülünceye kadar sürecek bir savaş.Gaye odur ki fazla can telef etmeden zafer
dolu günler yaşamak.
Evet, bir soruyla satırları bitirmiş olalım “Gelecek nasıl güzel olacak”Ve ya
gelecek güzel olacaksa bizim bu çorbaya katacağımız tuz miktarı ve envaı nedir?
…
Bediüzzaman Said Nursî, İstanbul'da çok hareketli bir siyasî
hayat yaşıyor, cemiyetlere üye oluyor, gazetelere makale yazıyor, konferanslara
ve toplantılara katılıyor, kendisine yakın bulduğu topluluklara nasihat
ediyordu. Yine bir gün Şehzadebaşı'ndaki Ferah Tiyatrosu'nda Ahrardan Mizan
gazetesi başyazarı Murat Bey'in bir konferansı sırasında İttihatçılar bir
kargaşa çıkarmış ve Murat Bey'i vurmaya teşebbüs edecek kadar ileri
gitmişlerdi. Kargaşanın kötü sonuçlar doğuracağını gören Said Nursî, oturduğu iskemlenin
üstüne çıkarak, fikre saygı gösterilmesi ve hatibin dinlenmesi gerektiğini
anlatıp, salondaki heyecanı yatıştırmış ve büyük bir kavgayı önlemişti.
O dönem İstanbul'u, birçok siyasî ve sosyal olaylarla kaynıyordu. Hamalların,
İttihatçılara ve Meşrutiyete karşı bir ekonomik engelleme hareketi olarak
başlattıkları boykot da bu olaylardan biriydi. Böyle hareketli bir ortamda,
İstanbul'da yaşayan ve hamallık yapan Kürtlerin kandırılarak siyasî ve anarşik
olayların içine çekilmesinden endişe eden Said Nursî, hamalların yoğun olarak
bulunduğu yerleri, özellikle kahvehaneleri gezerek onlara meşrutiyeti anlatıyor
ve boykotu o sıralarda Bosna-Hersek'i ilhak eden Avusturya'nın mallarına karşı
yapmalarını tavsiye ediyordu. Bu görüşmeler sonucunda hamallar ikna olarak
boykotlarını yalnızca Avusturya mallarına karşı uygulamışlardı. Böylelikle
Bediüzzaman, hem çıkması beklenen muhtemel anarşiyi önlemiş, hem de Avusturya
mallarına karşı boykot başlatarak Osmanlı Devleti'nin devletlerarası politikada
Avusturya'ya karşı mesafe kazanmasına öncülük etmişti.
Kaynak:Risale-i Nur Enstütüsü /Bediüzzaman Biyografisi
İşte o hammalların, Avusturya’ya karşı, benim gibi bütün Avrupa’ya karşı
boykotları ve en müşevveş ve heyecanlı zamanlarda akılane hareketlerinde bu
nasihatin tesiri olmuştur.
Bediüzzaman
Konunun dip notunda ise;
"Siz Avusturya’ya güya boykot yapıyorsunuz, hem onun gönderdiği kalpakları
giyiyorsunuz. Ben ise, bütün Avrupa’ya boykot yapıyorum, onun için yalnız
memleketimin maddî ve manevî mamülatını giyiyorum"
demiş.
Uyumayan düşman yazımızda değindiğimiz Avrupa dessas zalimleri, Asya
münafıkları gibi, Âlem-i İslam’ın düşmanlarına karşı iktisadi bir boykotun
tesirli bir direniş fikri olduğu hakkındaki kanaate devam etmek niyeti ile bu
yazımıza devam ediyoruz.
Ayrıca bugün tüm dünyayı ekonomik gücü ile etki altına alan Çin’in Müslümanlara
karşı olan zulüm ve işkencesi de göz ardı edilemez büyük bir
cinayettir.Enterasan olan Uygur Müslümanlarını katl eden bu zalimler,İslami
tüketim mallarını üretmekte dünya lideridir...Hac ve ümreden gelen
takkelerimiz,otomatik zikir aletleri,seccadeler vs vs vs.......
Müminlerin inanmakla Allah tarafından ilan edilen üstünlüğü..ve imanın
mizacında olan kardeşlerine karşı azami şefkat,düşmanlarına karşı korkusuzluk
ve az kuvvetle galip kılınmak gibi ilahi destekler bugün bu şartlarda var olan
ama ulaşılmazlık noktasında görmek mümkün.Fakat tevekkül ve mücadelenin
kararlılığı bu potansiyel gücün,müminler açısından lehde bir inayete
çevrilmesinin, Rahmeti İlahiyeden ümid edilmesi gayet haklı bir bekleyişi ifade
edebilir.
Safların ayrışması cephelerinde belirginleşmesini gösterir.Ancak bugün bir
sıraya gelmiş,aynı tezgaha konulmuş ve karakterleri bir biri içine
girmiş,dahilde dal budak hatta kök salmış olan yapılanmayı ayrıştırmak ve genel
anlamda bir cephe oluşturmak pek kolay görülmemektedir.
Ortada dem ve damarlara sirayet etmiş bir tiryakilik hükümferma olduğundan bu
bağımlılıktan kurtulma azmini göstermek ve bir ulvi idealin dava kabul edilmesi
ile Milliye-yi İslamiye ile hareket edebilmek gerçekten kahramanlıktır.
Kişisel kalite ölçülerimizde esas olduğundan burada yine aynı kıstasla ferdi
olarak bir direnişi insan şahsi âleminde başarsa, Alem-i İslam kadar külli bir
niyeti ve alemi asgarında ise o millet kadar küçük bir devleti islamiyeti
barındırmış olur. O nedenle bu emperyalist, Siyonist güçlerle mücadele edilmez
vehmini bir kenara bırakarak, hamiyeti milliye-yi diniye ile safını belli etmek
noktasında bir keyfiyeti düşüncemize esas tutuyoruz.
Bediüzzaman’ın 1952 yılında Eşref Edip ile söyleşisi sırasında ifade ettiği;
"Bana ıztırap veren," dedi, "yalnız Islâmın mâruz kaldığı
tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi; onun için mukavemet
kolaydı. şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. şimdi,
mukavemet güçleşti. Korkarım ki, cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü,
düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost
zanneder. Cemiyetin basîret gözü böyle körleşirse, îman kalesi tehlikededir.
Işte benim ıztırâbım, yegâne ıztırâbım budur. Yoksa, şahsımın mâruz kaldığı
zahmet ve meşakkatleri düşünmeye bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli
meşakkate mâruz kalsam da, îman kalesinin istikbâli selâmette olsa!"
Yüz binlerce îmanlı talebeleriniz size âtî için ümit ve tesellî vermiyor
mu?"
Evet, büsbütün ümitsiz değilim…
Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan Garb
cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir vebâ, bir tâun felâketi, gittikçe
yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sâri illete karşı İslâm cemiyeti ne gibi
çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl
formülleriyle mi? Yoksa, İslâm cemiyetinin ter ü taze îman esaslarıyla mı?
Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. Îman kalesini küfrün çürük direkleri
tutamaz. Onun için, ben yalnız îman üzerine mesâimi teksif etmiş bulunuyorum.
"Risâle-i Nur'u anlamıyorlar yahut anlamak istemiyorlar. Beni skolastik
bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, bütün müsbet
ilimlerle, asr-ı hâzır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin
meseleleri hallettim. Hattâ bu hususta da bâzı eserler telif eyledim. Fakat,
ben öyle mantık oyunları bilmiyorum, felsefe düzenbazlıklarına da kulak vermem.
Ben, cemiyetin iç hayatını, mânevî varlığını, vicdan ve îmânını terennüm ediyorum,
yalnız Kur'ân'ın tesis ettiği Tevhid ve îman esâsı üzerinde işliyorum ki; İslâm
cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur.
Diyerek ruhundaki fevaranı ve hizmet-i diniye ve imaniyesinin çerçevesini
gösteriyor.
Fakat ne yazık ki birçok insan bu önemli gelişmeyi, kanser gibi yayılan
önemsizleştirme ve nazarı dünyaya çevirme strajesini kavrayamadı. Küfür, nefsin
mahiyetinde olan peşincilik ve hazır lezzet tutkusunu güzel kullandı.
Modadan, yiyip içmeye, yiyip içmekten gezip tozmaya ve gezip tozmaktan bireysel
yaşamın bencil dünyasına toplumu sürükledi.
Yaşlılar huzur evlerine,bayram günleri Kış aylarına denk geldiğinde Avrupa,yaz
aylarına geldiğinde sahil kıyılarına seyahatler başladı.Oruç aylarının
2010-2013’lü yılları bu ayın hürmetini saymayan insanların aleni olarak baş
kaldırışlarına sahne oldu.Camilerde içki içe bilme ve daha bir çok rezalete
tevvesül edebilme isyanı kendini gösterir oldu.Bu ifadeler bir şikayeti dile
getirmek maksadını gütmüyor..asıl ifade edilmek istenen Şeytan’ın Âdemoğluyla
olan mücadelesinde ne kadar başarılı olduğuna dikkat çekmek.Ve kendi ordusuyla
zayıf toplumlar ve Müslümanlar üzerindeki bombardımanında ne kadar etkili
olduğunu göstermek.50-60 yıl önce Bediüzzaman’ın ifade ettiği dünyanın buhran geçiriyor
olmasında nasibimizin ne kadar ziyade olduğunu bilmek.
Ülkemizdeki boşanmalar..Uyuşturucu kullanma yaşı..Hapishanelerin doluluk
oranı..Suç çeşitliliğindeki artış..Dolandırıcılıklar..Organ
mafyası..Tacizler..Anarşi..Her yıl artan intihar vakaları vs vs vs…
İnkişaf etmeyen ne? Yüz yıl önce yaşanmadığında gizlenmiş İslamiyet’in
elimizden tutacak merhameti bugün de mi küsmüş durumda..?
Allah’tan hangi küresel mutluluğu ve saadeti bekleyebiliriz..dileklerimiz
hakkında şefaatçi olarak sunabileceğimiz gözyaşı ve pişmanlıklarımız yeterli
mi?
Dilerse bizi affedebilecek olan Allah bizi affetmeyi dileyebilir mi?
Bir diğer mana ile “İrade-i Külliye hangi İrade-i cüz’iye üzerine
taalluk”edecek…
Yani ortaya koyulmuş, hamiyet, muavenet bekleyen bir irade var mı?
Yoksa sürekli bir ihtiyaç dairemiz var ve tüm himmetimiz o ihtiyaç dairesini
kutsallaştırmak üzeremi hamiyetini göstermekte.
Önce can mı?
Eve lazım olan camiye haram mı?
Allah versin mi?
Bana dokunmayan yılanın bir hakkı hayatı var mı?
Bir haber programında saçlarını sarıya boyatmış bir genç kıza habercinin
sorduğu neden sorusuna genç kızın verdiği cevap çok enteresandı..Şöyle demişti:
Özendik ve boyadık..sonra baktık ki bu biz olmuşuz…
Tüketim alışkanlıkları karakter oluşturmakta çok etkilidir. Az çok bir şeyler
araştırma merakı olanlar bu bilgilere ulaşabilir. Geçen yazdığımız “su damlası”
satırlarındaki ihtiyar hoca çocukların dışarıdan bir şey yemelerinin onların
karakterleri üzerinde olumsuz etkilerine değinmiş ve besmeleyle hazırlanan
yemeklerin mizaç üzerindeki olumlu etkisinin öneminden bahsetmişti…
Konumuza dönersek..bugün tüm İslam alemini tahripleriyle ele geçiren ve inleten
ve siyasetlerini ele geçirdikleri ülkedeki kukla iktidarın zulümlerini besleyen
ülkelerin asıl gücü dünya üzerinde hakim oldukları ekonomik baskı parasal güç
iktidarıdır.
Oluşturdukları zaruret politikaları ve finansal sömürü ile iktisadi hayatın
kontrolünü elde tutmaktadırlar.
Bireysel etkileşim olarak ve kısmen baktığımızda bile bu kültürün hayatın bütün
alanlarına sirayet ettiği ve her şey bulaştığını görürüz.
Seyrettiğimiz sinemalar..özgürleşen kadınlar..asi gençler ve herkesçe malum
olan çöküntü artık bacalarımıza sarmış durumda.
Hepimizin paçasını kaptırdığı bir banka..alışkanlık yaptığımız bir
kafeterya..müptela olduğumuz bir online oyun..saatlerimizi geçirdiğimiz bir
internet tarrakası..acı bir facebook,twetter davası vardır.
Ve bunun acısını hissedebilecek bir baskı onlarca teville tarafımızdan
geçiştirilmiş veya geçiştirebilmemiz için organize edilmiştir.
Hepimiz iki satırda meramını anlatabilir bir duruma geldiğimiz gibi iki
satırdan fazlasını okuma kabiliyet ve tahammülünü de kaybettik. Kelimelerimizi
bize ait cümleleri yazdığımızda sistem onları hatalı kelimeler olarak
gösteriyor. Ve uzun yazıların vurgusuzluğu sıkıcı bir durumda uzun konulara
ilgiyi azaltıyor.Ve bunlara alıştık.Çünkü hızlı ve anlamsızca tüketmeli ve aynı
anlamsızlıkla tüketilmeliydik.
Evet Dostlar! Kendi yaşamları için yaşamamıza izin veren ve sürek avı keyifleri
için bizi öldüren bu zalimler topluluğuna karşı belki bugün siyaseten bir şey
yapmak kolay bir şey değil veya siyasetin böyle bir düşüncesi olmayabilir.
Global politika ve karşılıklı çıkarlar dava misyonu olarak küresel arenada bir
etkilik yapması söz konusu değildir vs vs vs. Dünyanın gelmiş olduğu süreç bazı
ilahi yasaları çiğnemek noktasında ruhsatlar temin edebilir bu böyle gelip
böyle gidebilir…
Ancak gerçek iman sahipleri için bu böyle değildir. Hakkın hatırı âlidir hiçbir
hatıra vb. duruma feda edilmez.
İmandan medet alacak, İslam ahlakından beslenecek bir yapılanma idari noktada
olmadığından küçücük bir cereyan menfi bir akımda siyaset ve kurumlar aciz
kalmaktadır.
Agresif bir ahlak hareketi başlatma noktasında bir kararlılık ve strateji başı
dik bir şekilde ortaya çıkamamaktadır..maalesef…
Çünkü halka olan güven siyasete olan güveni sarsacağından politika bu açık
sözlülüğe yanaşmamaktadır.
Yani Dostlar! Hükümet hiçbir Çin malını, Fransız müskirini, İsveç çikolatası,
ABD kolası, Yahudi bilmem nesini Boykot etmeyecek edemeyecektir. Dünya
politikası ve siyasetin küresel ve hâkim baronları ipleri elinde tutmaktadır.
Ülke içerisinde olan ve bu pis ahlakı benimsemiş bazı firmalarında maalesef
kontrolü yapılamamaktadır. Bu millete yedirmedikleri halt kalmayan yerli
münafıklar ayrıca dikkat edilmesi gereken, kâfirlerden daha şiddetli, seciyesi
bozuk, İslam ahlak zincirinden çıkmış şeytanlaşmış insanlarda vardır. Devlet
bunlarla kalıcı bir şekilde mücadele edememektedir. Kontroller ve gerekli
mevzuat ve düzenlemeler ne yazık ki yürütülememektedir. Çıkarılan kontrol ve
denetim yasaları sürekli ötelenmekte, ceza ve yaptırımlar tarihi olan gelenekle
sürekli pas geçilmektedir. Bu nedenle akıllı tüketim sadece, dinsiz imansızlara
karşı değil, dinini ve imanını dünyaya satanlara karşıda geçerlidir.
Ancak ne olursa olsun..halk yani bizler sabretmeye ve vazgeçmeye karar
verdiğimizde işte bunların buna karşı yapabilecekleri bir şey yoktur.Kimsenin
burnunu sıkıp ağzını açtıramazlar.Rabbimizin Şeytana karşı “Senin benim ihlaslı
kullarımın üzerinde bir etkin tesirin ve yaptırım gücün yoktur”meyanındaki
ifadesi bunu isbat eden bir Rabbani kaynak olsa gerek.
Evet Dostlar! Kendi içimizde olan münafık sanayici ve üreticileri
beslemeyeceğimiz gibi, dünyayı fesada vermiş, kana bulamış bu canavarların,
kanımızı içerek bize sundukları şeyleri kullanmayalım.
Zaruri olmayan ihtiyaçları zaruri hale getirerek kurdukları imparatorluklara
güç sağlamaya devam etmeyelim.
Alışkanlıklarımızı terk edelim. Değişimi kabul edelim. Allah’ın sevmediği
müsrifliklerle ve bu bu müsrifliği düşmanlarımız elinden alarak yapmış
olmayalım…
Kitaplara dokunalım..çok çok okuyalım..biraz fazla yürüyelim..yapay hiçbir şeyi
tüketmeyelim..Dostlarımızı yüz yüze ziyaret edelim..dualarımızı tüm Alem-i
İslâmı içine alacak şekilde genişletelim…Hayırlar kurtuluşlar temenni
edelim.Bazı gecelerimizin yarılarını bu manevi mesaiye ayıralım.Ki Rabbimiz
beklemek yüzümüzün olacağı günleri bize ihsan etsin diyebilelim…
El Hasıl..Bediüzzaman’ın ;
"Siz Avusturya’ya güya boykot yapıyorsunuz, hem onun gönderdiği kalpakları
giyiyorsunuz. Ben ise, bütün Avrupa’ya boykot yapıyorum, onun için yalnız
memleketimin maddî ve manevî mamülatını giyiyorum"
Boykotu nevinden yalnızca maddi manevi İslam memleketinin mamülatından istifade
edelim…