26.12.25

Mütalaa Ders Notları 1: Allah'ın hesabına kâinata bakan adam her ne müşahede ederse ilimdir.

 

Kainata , onu halk eden zatın ilminin eseri, kudretini, irade ve hikmetinin aksettiği bir  aynası nazarı ile bakan bir insan her neye baksa gördüğü her şey ; yaratılış gerçeğini , var oluşun anlamını, icad edip vücut vermenin maksadını,  mahlukatın, mevcudatın ve masnuatın konumlandırıldıkları yerlerdeki   vazifelerini,  yıldızlardan zerrelere  kadar  fıtratlarına uygun bir şekilde gerçekleştirdikleri faaliyetin amaç ve hedefini gösteren ve bildiren hakikat ilmindendir.

 

İnsan bu hakikat ilmine;  bizzat kendi bilinç ve iradesi ile yatılışın izlerini kasten takip etmek, müşahede ettiği hakikati olduğu tasdik etmek,  söz konusu hilkatteki gayeyi idrak ile malik ve mutasarrıfı namına takdir edilen işleyiş kurallarını ve yasalarını kabul etmekle erişebilir. Bu yönüyle ilim aynı zamanda Allah’a nispet edildiğinde iman anlamına gelir.

 

“ *İman ise, kasten ve bizzat takip ve kabul edilmekle kalbin içine bırakılır* ”. M.N

 

*İnsan, saray gibi bir binadır, temelleri erkân-ı imâniyedir. İnsan, bir şeceredir, kökü esâsât-ı imâniyedir. İmânın rükünlerinden en mühimmi, imân-ı billâhdır, Allah’a imândır. Sonra nübüvvet ve haşirdir. Bunun için, bir insanın en başta elde etmeye çalıştığı ilim, imân ilmidir. İlimlerin esası, ilimlerin şâhı ve padişahı, imân ilmidir*. S.

 

*Eğer gafletle esbab hesabına bakarsa ilim zannettiği şey de cehil olur*.

 

Eğer insan , bir aymazlık içinde , yaratılışta kullanılan sebepleri bizzat eşyanın meydana getirilmesinde etkin ve etki sahibi olarak görür ve bu perde nedeni ile ; tüm sebepleri ve sebepler eliyle yaratılan her şeyi bir yaratanın olduğu idrak ve intikal edemez ise bildiğini kavradığını düşündüğü ve iddia ettiği her şey sadece onun cehaletini gösterir.

 

Çünkü esbap denilen şeyler , şuursuz ve cansız şeylerdir. Ancak bir teşekkülün icadında görevlendirilmiş ve kudretin elinde istihdam edilen unsurlardan oluşmaktadırlar. İrade ve iktidarları bulunmaz.  Bu mahiyette istihdam edilen ve de ; afat,ölüm, değişimler, dağılmalar ve toplanmalarda gaflet ehlince hikmeti görünmeyen icraatlara karşı yapılacak isyan ve itirazların ,  Allah’ın rububiyetini eleştirmek ,hükmünü beğenmemek gibi noksan ve zülüm nazarının önünü kesmek ve böylece kendi helaketlerini rahmet ile engellemek için sahaya sürülen unsurlar iktidar ve işleyici kuvvet olarak görülemez.

 

Bununla birlikte, yatılış kaynağından kopartılmış, sahip ve ustası ile ilişkisi kesilmiş, var oluş amacının ifade eden ve işleyişine ait anlamlardan uzaklaştırılmış bir şeyin , kendi mahiyet ve  hakikatini göstermesi mümkün değildir.

 

İkinci olarak, sanatkârından mahrum her sanat ve icada dair beyanlar mana itibariyle hem noksan hem de yetimdir. Dolayısıyla ilimden kabul edilmez.

 

Çünkü işe bu yönüyle cehalet, dalalet , kast ve ihanet girmiştir. Böyle bir bakış açısı ve iddia ancak safsatadır. İlmi bir hükmü yoktur. Hikmet ve hakikatten  destek almayan her dava gerçeğe yapılmış bir iftiradır.

 

Evet, yukarıda da ifade edildiği gibi; ilim niteliği itibariyle her neyi vasfediyor ,tarif ediyor ve tanıtıyorsa onu delilleri ile nitelendirir. İddia ve dava ettiği her şeyi ispatlayabilir. Bu mahiyetiyle ilim, kendini malumattan kurtarmış hakikat bilgisidir.

 

Gaflet ve cehaletten ortaya çıkmış bir bakış açısının ahmaklık ve beyanlarının yalan olması nedeniyle hakikat bilgisinin yanında yeri yoktur.

 

*Kezalik iman ve tevhid ile bakan, âlemi nurlu görür ve illâ âlemi zulümat içerisinde görecektir*.

Mesnevî-i Nuriye

 

Bu satıra İkinci Şua’dan birkaç atıfla işaret edeceğiz ve muhtevi olduğu bir çok manayı Risale-i nur’un tüm İman ve Küfür Muvazeneleri , Hidayet ve Dalalet Mukayeseleri derslerine  havale edeceğiz…

 

ŞUALAR/ İKİNCİ ŞUA / BİRİNCİ MAKAMIN BİRİNCİ MEYVESİ

 

Allah’ın varlığını, birliğini, sonsuz kudretini, esmâ ve sıfatı ,tek ve eşsiz oluşunu, zâtının yüceliğini, bütün kâinatın ve mahlûkatın O’nun lutfuna olan ihtiyacını ve  tüm hacetlerini O’nun karşıladığını gösteren ………… *Tevhid ve vahdette cemâl-i İlâhî ve kemâl-i Rabbânî tezahür eder. Eğer vahdet olmazsa, o hazine-i ezeliye gizli kalır*.

 

*Evet*, ……….O’nun birlik ve hakimiyeti ile ortaya koyduğu…………*hadsiz cemâl ve kemâlât-ı İlâhiye ve nihayetsiz mehasin ve hüsn-ü Rabbânî ve hesapsız ihsanat ve bahâ-i Rahmânî ve gayetsiz kemâl-i cemâl-i Samedânî, ancak vahdet âyinesinde ve vahdet vasıtasıyla, şecere-i hilkatin nihâyâtındaki cüz’iyâtın simalarında temerküz eden cilve-i esmâda görünür*.

 

*Meselâ, iktidarsız ve ihtiyarsız bir yavrunun imdadına umulmadık bir yerden, yani kan ve fışkı ortasından beyaz, safi, temiz bir süt göndermek olan cüz’î fiil ise, tevhid nazarıyla bakıldığı vakit, birden, bütün yavruların pek çok harikulâde ve pek çok şefkatkârâne olan küllî ve umumî iaşeleri ve validelerini onlara musahhar etmeleriyle rahmet-i Rahmân’ın cemâl-i lâyezâlîsi kemâl-i şâşaa ile görünür*.

 

*Eğer tevhid nazarıyla*….herşeye Allah’ın mülkü ve hikmetli tasarrufua altında olduğu şekilde …. *bakılmazsa, o cemâl gizlenir ve o cüz’î iaşe dahi esbaba ve tesadüfe ve tabiata havale edilir, bütün bütün kıymetini, belki mahiyetini kaybeder*.

 

*Hem meselâ, müthiş bir hastalıktan şifa bulmak, eğer tevhid nazarıyla bakılsa, birden, zemin denilen hastahane-i kübrâda bulunan bütün dertlilere, âlem denilen eczahane-i ekberden ilâçları ve dermanlarıyla şifa ihsan etmek yüzünde, Rahîm-i Mutlakın cemâl-i şefkati ve mehasin-i rahîmiyeti küllî ve şâşaalı bir surette görünür*.

 

*Eğer tevhid nazarıyla bakılmazsa, o cüz’î fakat alîmâne, basîrâne, şuurkârâne olan şifa vermek dahi, câmid ilâçların hâsiyetlerine ve kör kuvvete ve şuursuz tabiata verilir, bütün bütün mahiyetini ve hikmetini ve kıymetini kaybeder*… Ş.

*Allah’ı tanımayan, her şeye, herkese nispetine göre bir rububiyet tevehhüm eder, başına musallat eder*." H.Ş

.