Kainata , onu halk eden zatın ilminin eseri, kudretini,
irade ve hikmetinin aksettiği bir aynası
nazarı ile bakan bir insan her neye baksa gördüğü her şey ; yaratılış gerçeğini
, var oluşun anlamını, icad edip vücut vermenin maksadını, mahlukatın, mevcudatın ve masnuatın
konumlandırıldıkları yerlerdeki
vazifelerini, yıldızlardan
zerrelere kadar fıtratlarına uygun bir şekilde
gerçekleştirdikleri faaliyetin amaç ve hedefini gösteren ve bildiren hakikat
ilmindendir.
İnsan bu hakikat ilmine;
bizzat kendi bilinç ve iradesi ile yatılışın izlerini kasten takip
etmek, müşahede ettiği hakikati olduğu tasdik etmek, söz konusu hilkatteki gayeyi idrak ile malik
ve mutasarrıfı namına takdir edilen işleyiş kurallarını ve yasalarını kabul
etmekle erişebilir. Bu yönüyle ilim aynı zamanda Allah’a nispet edildiğinde
iman anlamına gelir.
“ *İman ise, kasten ve bizzat takip ve kabul edilmekle
kalbin içine bırakılır* ”. M.N
*İnsan, saray gibi bir binadır, temelleri erkân-ı
imâniyedir. İnsan, bir şeceredir, kökü esâsât-ı imâniyedir. İmânın
rükünlerinden en mühimmi, imân-ı billâhdır, Allah’a imândır. Sonra nübüvvet ve
haşirdir. Bunun için, bir insanın en başta elde etmeye çalıştığı ilim, imân
ilmidir. İlimlerin esası, ilimlerin şâhı ve padişahı, imân ilmidir*. S.
*Eğer gafletle esbab
hesabına bakarsa ilim zannettiği şey de cehil olur*.
Eğer insan , bir aymazlık içinde , yaratılışta kullanılan
sebepleri bizzat eşyanın meydana getirilmesinde etkin ve etki sahibi olarak
görür ve bu perde nedeni ile ; tüm sebepleri ve sebepler eliyle yaratılan her şeyi
bir yaratanın olduğu idrak ve intikal edemez ise bildiğini kavradığını
düşündüğü ve iddia ettiği her şey sadece onun cehaletini gösterir.
Çünkü esbap denilen şeyler , şuursuz ve cansız şeylerdir.
Ancak bir teşekkülün icadında görevlendirilmiş ve kudretin elinde istihdam
edilen unsurlardan oluşmaktadırlar. İrade ve iktidarları bulunmaz. Bu mahiyette istihdam edilen ve de ;
afat,ölüm, değişimler, dağılmalar ve toplanmalarda gaflet ehlince hikmeti
görünmeyen icraatlara karşı yapılacak isyan ve itirazların , Allah’ın rububiyetini eleştirmek ,hükmünü
beğenmemek gibi noksan ve zülüm nazarının önünü kesmek ve böylece kendi
helaketlerini rahmet ile engellemek için sahaya sürülen unsurlar iktidar ve
işleyici kuvvet olarak görülemez.
Bununla birlikte, yatılış kaynağından kopartılmış, sahip ve
ustası ile ilişkisi kesilmiş, var oluş amacının ifade eden ve işleyişine ait
anlamlardan uzaklaştırılmış bir şeyin , kendi mahiyet ve hakikatini göstermesi mümkün değildir.
İkinci olarak, sanatkârından mahrum her sanat ve icada dair
beyanlar mana itibariyle hem noksan hem de yetimdir. Dolayısıyla ilimden kabul
edilmez.
Çünkü işe bu yönüyle cehalet, dalalet , kast ve ihanet
girmiştir. Böyle bir bakış açısı ve iddia ancak safsatadır. İlmi bir hükmü
yoktur. Hikmet ve hakikatten destek
almayan her dava gerçeğe yapılmış bir iftiradır.
Evet, yukarıda da ifade edildiği gibi; ilim niteliği
itibariyle her neyi vasfediyor ,tarif ediyor ve tanıtıyorsa onu delilleri ile nitelendirir.
İddia ve dava ettiği her şeyi ispatlayabilir. Bu mahiyetiyle ilim, kendini
malumattan kurtarmış hakikat bilgisidir.
Gaflet ve cehaletten ortaya çıkmış bir bakış açısının
ahmaklık ve beyanlarının yalan olması nedeniyle hakikat bilgisinin yanında yeri
yoktur.
*Kezalik iman ve
tevhid ile bakan, âlemi nurlu görür ve illâ âlemi zulümat içerisinde görecektir*.
Mesnevî-i Nuriye
Bu satıra İkinci Şua’dan birkaç atıfla işaret edeceğiz ve
muhtevi olduğu bir çok manayı Risale-i nur’un tüm İman ve Küfür Muvazeneleri ,
Hidayet ve Dalalet Mukayeseleri derslerine
havale edeceğiz…
ŞUALAR/ İKİNCİ ŞUA / BİRİNCİ MAKAMIN BİRİNCİ MEYVESİ
Allah’ın varlığını, birliğini, sonsuz kudretini, esmâ ve
sıfatı ,tek ve eşsiz oluşunu, zâtının yüceliğini, bütün kâinatın ve mahlûkatın
O’nun lutfuna olan ihtiyacını ve tüm
hacetlerini O’nun karşıladığını gösteren ………… *Tevhid ve vahdette cemâl-i İlâhî
ve kemâl-i Rabbânî tezahür eder. Eğer vahdet olmazsa, o hazine-i ezeliye gizli
kalır*.
*Evet*, ……….O’nun birlik ve hakimiyeti ile ortaya
koyduğu…………*hadsiz cemâl ve kemâlât-ı İlâhiye ve nihayetsiz mehasin ve hüsn-ü
Rabbânî ve hesapsız ihsanat ve bahâ-i Rahmânî ve gayetsiz kemâl-i cemâl-i
Samedânî, ancak vahdet âyinesinde ve vahdet vasıtasıyla, şecere-i hilkatin
nihâyâtındaki cüz’iyâtın simalarında temerküz eden cilve-i esmâda görünür*.
*Meselâ, iktidarsız ve ihtiyarsız bir yavrunun imdadına
umulmadık bir yerden, yani kan ve fışkı ortasından beyaz, safi, temiz bir süt
göndermek olan cüz’î fiil ise, tevhid nazarıyla bakıldığı vakit, birden, bütün
yavruların pek çok harikulâde ve pek çok şefkatkârâne olan küllî ve umumî
iaşeleri ve validelerini onlara musahhar etmeleriyle rahmet-i Rahmân’ın cemâl-i
lâyezâlîsi kemâl-i şâşaa ile görünür*.
*Eğer tevhid nazarıyla*….herşeye Allah’ın mülkü ve hikmetli
tasarrufua altında olduğu şekilde …. *bakılmazsa, o cemâl gizlenir ve o cüz’î
iaşe dahi esbaba ve tesadüfe ve tabiata havale edilir, bütün bütün kıymetini,
belki mahiyetini kaybeder*.
*Hem meselâ, müthiş bir hastalıktan şifa bulmak, eğer tevhid
nazarıyla bakılsa, birden, zemin denilen hastahane-i kübrâda bulunan bütün
dertlilere, âlem denilen eczahane-i ekberden ilâçları ve dermanlarıyla şifa
ihsan etmek yüzünde, Rahîm-i Mutlakın cemâl-i şefkati ve mehasin-i rahîmiyeti
küllî ve şâşaalı bir surette görünür*.
*Eğer tevhid nazarıyla bakılmazsa, o cüz’î fakat alîmâne,
basîrâne, şuurkârâne olan şifa vermek dahi, câmid ilâçların hâsiyetlerine ve
kör kuvvete ve şuursuz tabiata verilir, bütün bütün mahiyetini ve hikmetini ve
kıymetini kaybeder*… Ş.
…
*Allah’ı tanımayan, her şeye, herkese nispetine göre bir
rububiyet tevehhüm eder, başına musallat eder*." H.Ş
…
.