26.12.25

Mütalaa Ders Notları 2: Bu dünyadan aziz olarak çık...

İnsanları genel teveccühleri, hayata dair birçok şeyi o temayüllülerin kalıbına sokmaktadır.

 

İlgi alanları, isteklerin ve eğilimlerin nev’ine göre gelişir. Talep neye karşı oluşmuş ve onun vücuda gelmesine neden olmuşsa o şey kendi varlığını sürdürebilmek için daimi bir yenilenme içine girer. Farklı farklı versiyonlarını, dikkat çekecek detaylarını ilgi çekici bir şekilde ileri sürer.

 

Eğer insan hilkat ve fıtrat arasındaki ilişkiyi zedelemişse bu provokasyonun etkisi altına girer. Bağlandığı kıyı direklerinden ipi çözülmüş bir tekme gibi hadislerin dalgaları ile açık denizlere doğru sürüklenir.

 

Ve yolculuk esnasında maruz kalınan bazı hadiselerle gövde yara alır, taban delinir içeri su sızmaya başladıysa ve onaracak malzeme ve el atacak bir usta da yoksa geri dönmek imkânsızlaşır. belki daha yakın olan karşı kıyıya varır ve orada atıl vaziyette kıyıya çakılır.

 

İnsan için ortada bir durum yoktur. Hayat yolculuğunu ancak iyi ve kötü olarak iki şekilde bitirebilir. Ve yaşamak ciddi bir iştir. Her şeyin dönülmez ve meçhul sonucu;  hayatın muhtevi olduğu var oluş, yaratılış hakikatiyle ne kadar ciddiye alındığı ile ilgilidir.

 

Bu noktada nitelik, yani keyfiyet iradenin talip olması gereken en önemli esastır. Bu nedenle insanın kâinatla alakadar olan muhtelif rabıtaları, her şeyin en iyisine en değerlisine yönelmek ve oralarda ilgi bağları kurmak noktasında zorunludur.

 

Çünkü kısa bir ömür ve sonsuz bir ihtiyaçlar bileşeni ile yaşayıp kendisini mutlaka bekleyen ölümle yüzleşecektir.

 

Bu yüzleşmede deneyimleyip  hayattan el ettiklerini vukuat heybesine yüklenip, dokunduğu hissettiği her şey ile kurduğu ilişkinin neticelerini ruhuna yazıp , amellerinin ve niyetlerinin arkadaşlığıyla ahiret kapısının eşiğinden adım atar.

 

İşte bu eşikten geri dönüp arkaya bakmanın hiçbir anlam ve değeri yoktur.

 

Bu ebed yolculuğunda kimlerin ve nelerin bize refakat etmesini istiyorsak onlar ile tanışmalıyız. Onlarla birlikte olmanın yollarını aramalı, bulduğumuz kıymetli şeylere kaşı ihtimam, ihtiram ve sadakat göstermeliyiz.

 

Bize yük olacak, mutlak ayrılımızı zorlaştıracak, ruhumuzu yaralayacak, ayaklarımıza dolaşacak, arkamızdan tutup kendine çekecek, çeşitli mazeretler ile yolculuğumuzu olumsuz engelleyip başımızı belaya sokacak şeylerin kapısını açarak onlar için kendimizde bir ilgi bağı oluşturmaktan çekinmeliyiz.

 

Zaman zaman hakim olan nefsani hislerin kuşatması önündeki direniş engelini kaldırarak; ne olacaksa olsun, battı balık yan gider, bir defadan bir şey olmaz, herkes yapıyor, Allah affeder, bunda ne var ki , keşke bu bana karşı bir sorumluluk içermeseydi gibi kaotik düşüncelerin asaba nüfuz edip, muhakemeyi tutsak almasına izin verecek sınır aşımlarında uzak durmalıyız.

 

İnsanın canını en çok yakan şeyler insanın dünyasını maddi manevi olarak şekillendirmiş, dem ve damarlara karışarak adeta onun için bir âleme dönmüş olan mülk ile melekûtun bir birinden ayrılma anlarıdır.

 

Yani mecaz derisinin hakikatin üzerinden sıyrılmasıdır.

 

Şiddetli muhabbet ve alakadarlıkla hayalden çıkıp suret giyen, değersiz iken vaz geçilmez şeylere dönen şeyler, elde ettikleri bu vücudu kaybetmek istemezler. Mikroplar bile öldürücü varlığını sürdürebilmek için ne kadar tedbirler aldığı, gizlendiği, ilaçlara karşı bağışıklık kazanarak tutunmaya çalıştığı herkesin malumudur. Menhiyat ve nefis penceresinden içeri girmiş tiryakilikler de kendilerini alışkanlıklar diliyle savunup varlığını devam ettirecek bir duygusal etkiyle, insandaki değişim ve dönüşüm gereğinin önüne çıkarlar.

 

İşte bu nokta;  limandan pusulasız ve kaptansız ayrılan bir geminin başıboş seyrinden ibarettir. Bundan sonra karşılaşacağı her şey onun batışı için gayret gösteren şeyle olacaktır. Yani gafletin istilası, ademin yıkıcı unsurlarını harekete geçirecektir.

 

Akıl olan insan lehinde olanla aleyhinde olanı bir birinden ayıran insandır.

 

Mü’min, kendine tanımlanmış doğru ve yanlışı akli bir muhakeme ve vicdani bir onaylama ile tasdik etmiş ve bu yönüyle hakla batılı, faydalı ile zararlıyı tam bir itminan ile idrak edip kabul etmiş bir kul olarak hidayete mazhar olan kişidir.

 

Hayatının değerinin farkına varıp onu sus-i istimal etmeyerek yaratılış ahdine sadık kalmış olanlar , dünyada ki misafirliğini bilir ve o doğrultuda misafirhane sahibinin rızası doğrultusunda davranır.

Misafir olduğu yerden bir şey alıp götüremeyeceğini bilir.

Kimseyi rahatsız edecek şekilde davranmaz.

Kendine kullanması için emanet verilen şeyleri saçıp savuramaz, başkasına hibe edemez.

Sınırlarını aşmaz, misafirhane sahibinin izni olmayan yerlere girip çıkamaz.

İdrak ettiği misafirlik geçici durumuna bağlı olarak onunla gelmeyecek , dışarı çıkaramayacağı şeyle kalıcı bir duygu ve düşünce  rabıtası kurmaz.

Kendisine ait olmayan hiçbir şeye göz koymaz.

Edebini muhafaza ederek misafirliğin hakkını verir.

Böylelikle misafirhane sahibinin diğer zenginliklerini görmeye, ikramlarına ulaşma, ziyafetlerinde bulunup tad almaya istihkak kesbeder.

 

Eğer böyle yapmaz,

Misafir olduğunu unutur, buradan başka bir yere gideceğini düşünmez ise,

Beraberce götüremediği şeylere kalbini bağlarsa,

 Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacağını hatırına getirmezse,

Dünyanı faniliğini ve kendi ile beraber her şeyin geçiciliğini hatırından çıkarırsa; hilkaten  fıtraten, insaniyeten çok zarar eder.

 

Öyle ise, bu dünyadan kulluk izzetini korumuş, dünyanın faniliğine aldanmamış, misafir olduğunu ve bu dünyanın bir gün ona haydi dışarı diyeceğini hatırdan çıkarmamış  , misafirhane sahibin emir dairesinde hareket ederek, sadece onun kendi hakkında rızasını ve Rablik hukukunu gözetmiş ve bu hassasiyet ve titizlikle var oluş onurunun üzerinde olan ahdini ve hakkını yerine getirmiş, "Şüphesiz, Allah müminlerden nefis ve mallarını cennet karşılığı olarak satın aldı..." (Tevbe, 111)  buyrulan bu azim ticaret için varlığına tevdi edilen tüm nitelik ve özellikleri emir dairesinde kullanan   bir aziz olarak çıkmaya hak kazanma istek ve iradesinden ayrılmamak lazımdır.

 

Çünkü bu izzetli yaşam ve onurlu ayrılış için gösterilen titizlik karşılığında , gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hayalin tasavvur edemediği ..Sadik'ul Va'd tarafından vaat edilen büyük bir ücret, sâdikul va'dil emîn (A.S.M) tarafında tebşir edilmiştir.

 

Eğer doğru istikamette gitmeyip, bu vaade kulak ve gönül kapatılırsa , yaratılış ve sonu ile ilgili şaşırmaz ve ertelenmez ve mutlaka gerçekleşir bir akıbet ile tüm sonsuz kazanç vesileleri elden kaçar. İnsana bir faydası kalmaz. Dünya daki tüm nimetler gibi vazifesini ve manasını ifa ve ifade etmiş bir şekilde  sahibinin hazinesine; ilim ,irade ve emir dairesine geri döner.

 

İnsan bu büyük ihsan sofrasından istifade edememenin pişmanlığı ve hüsranı içinde ebedi bir hasretle onların arkasından bakar…………..

 

Öyleyse……….. "Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem'a, bir işarette, bir öpmekte batma. Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma."…………

 

……."Mihmandar-ı Kerim'in izni dairesinde ye, iç, şükret. Kanunu dairesinde işle, hareket et. Sonra arkana bakma, çık git..."

 

Hem hayata imanı ve gereği olan amel-i salihayı rehber yapmanın ve sünnet-i seniye dairesinde yaşamanın ………………….Hiç öyle ağırlığı yoktur. Zira helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Ferâiz-i İlâhiye ise hafiftir, azdır. Allah’a abd ve asker olmak öyle lezzetli bir şereftir ki, tarif edilmez. Vazife ise, yalnız bir asker gibi, Allah namına işlemeli, başlamalı. Ve Allah hesabıyla vermeli ve almalı. Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı. Kusur etse, istiğfar etmeli.

 

Evet,

 

“Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmin” demeli ve Ona yalvarmalı.

 ..

.