27.12.20

Bir VEFÂ Hasbihali


VEFÂ ibaresinin hem sözlük anlamı hem de mana itibariyle içerdiği hakikatlerden söz etmek, çok da önemli olan ve neredeyse tüm hakikat rükünlerinin insani olan karşılığının ruhunu ihtiva eden esaslarına dikkat çekmek niyetiyle VEFÂ hasbihalimize başlıyoruz İnşallah.

VEFÂ Sözlük anlamıyla:

 1. Sözünde durma, verilen sözü yerine getirme

2. Dostluk ve muhabbette sebat etme, sevgide süreklilik, bağlılık ve sadâkat

3. Yetişmek, elvermek, kâfi gelmek

4. Sevgi ve dostluk göstermek gibi manaları içinde toplayan bir kelimedir.

Bu kelime ibare yapısından müspet manada beşeri fiillere döndüğünde aşağıda ifade edeceğimiz sıfatları tazammun eder.

1. Vefâ-dar (Vefâdar) : Vefâlı, dostluğunda ve sevgisinde sebat eden, dostluğuna bağlı olan kimse

2. Vefâ-kâr (Vefâkâr) : Vefâ gösteren, vefâ sâhibi, vefâlı kimse

3. Vefâ-perver : Sevgisinde sebat eden, sözünde duran, vefâlı kimse

4. Vefâ-şiar : Âdeti vefâ olan, vefâ ile sıfatlanmış vefâlı kimse anlamına gelmekle birlikte, zıddıyet itibariyle :

Vefâ-bîgâne : Sözünde, sevgisinde durmayan, vefâsız manasıyla kendine özgü bir yapıyı tanımlar.

VEFÂ ortak değerler çerçevesinde dünya ve ahirete kadar uzanan niteliği ile ;

1. Bezm-i elestte verilen fıtrat sözü üzerine Allah’a sâdık kalma ( bak: A'râf Suresi – 172)

·         Bu sadakatin alameti olarak:

·         Anlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir (2/177)

·         Verdiğiniz sözü de yerine getirin; çünkü verilen söz sorumluluğu gerektirir (17/34)

·         Ve onlar ki emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler (23/8)

·         Emanetlerine ve ahitlerine riayet edenler (70/32) gibi tarif edilen hasiyete uygun şuur ile hareket etmek.

2. Dini hakkı tebliğde, Marziyat-ı Rabbaniyeyi talimde, Güzel ahlâkı tesiste, Nefs ıslah ameliyesi ile terbiyede, yüksek hasletlerin derkinde söz ve yetkinlik sahibi olarak kendisine itaat edilmesi emredilen Peygamberimizin A.S.M gayreti, mücadelesi, fedakarlığı, feragati, şefkati ile ortaya koyduğu hizmete karşılık olarak sadakat ve vefa göstermek.

3. Müminlerden öyle erler vardır ki Allah'a verdikleri sözü yerine getirdiler; kimi adağını ödedi (canını verdi), kimi de beklemektedir; (verdikleri sözü) hiçbir şekilde değiştirmediler. Ahzâb Suresi – 23

Sahabe-i Güzin’in  (R.A.ecmain) gösterdiği sadakat ve vefadarlığa hürmeten cümle varlıklarına saygılı olmak ve onlardan mervi olan mesaile karşı tazim içinde bulmakla istifade kanallarını açık tutmak.

4. Allah’a C.C ve Resulüne S.A.V  ve tabi olanlara tabi olanlara ve elden ele asrımıza kadar bu hakikatleri Ehl-i Sünnet Vel Cemaat denilen sırat-ı müstakim ehli olarak istikametle taşıyan tüm zevat-ı mübarekeye hürmetkar olmak ve miraslarına sahip çıkmak.

5. Tartışmasız sadakat vefaya layık olan anne babaya vefadar olmak.

6. Yine emri ilahi ile belirlenmiş ve efendimizce mükerrer dikkat çekilmiş, aile, hısım, akraba mabeynindeki münasebeti muhafaza etmek.

7. Dostluk, arkadaşlık ve kardeşlik dairesinde olan kimselere karşı vefâlı olmak. Şeklinde özetleyebiliriz.

Bu özet açıklamanın anlam bütünlüğünü düşündüğümüzde VEFÂ’nın tek kelime ile bilinçli kulluğu ifade ettiğini görebiliriz.

Yine insan hayatını fesada veren, yaşam kalitesini düşüren şeyleri izlediğimiz hayat aynasının yüzünde VEFÂ’nın kendinde topladığı sorumluluklara uygun davranmamaktan doğan sonuçları rahatlıkla tespit edebiliriz.

Uyulmayan fıtrat ahidleri ile içtimai yükümlülüklerimize yönelik olarak gereğini yapmamakla VEFÂSIZLIK sınıfına dahil olmamız kaçınılmazdır.

Konuyu biraz daha derinleştirelim.

Amir makamca itaat emri verilen her şeyin , memur  makamınca itaati esastır. Bu meyanda Allah’tan C.C gelen her muhatap  emre itaat farzdır. İtaat etmemenin günahı ve cezai karşılığı olması katiyesinin yanı sıra; Fıtri ahdi bozmuş olmanın ve değerler arasında ki sıla-ı rahmi koparmanın acil bir cezası olarak kişinin yaşamını zorlaştıracak kaideler harekete geçecektir.

Örneğin:

·         Zekat vermeyenin, vermesi gerektiği zekat miktarının bir musibetle elinden çıkması,

·         Sadaka ve tasadduktan kaçınanlara hastalık ve müşkülatın isabet etmesi,

·         Ana baba hakkında riayet etmeyenlerin dünyevi işlerinin bozulması, ( bu esas ehl-i islâm arasındadır. tüm insaniyetini dünyaya feda edenler ve ahireti verip dünyaya talip olanlar ticaretleri gereği dünyevi olarak söz konusu durumlarla karşılaşmayabilirler. Çünkü onların bu ticaretlerine karşı Allah’ın taahhüt ettiği muvakkat galibiyet kendini gösterecektir.)

·         İbadette yapılan tembelliklerle, ubudiyet lezzetinin kaçması,

·         Uzun süren gaflet hallerinin çeşitli ruhi hastalıklara dönmesi,

·         Şeriatı fıtriyeye muhalefet etmekten doğan kazalar, belalar gibi birçok olumsuzluk.

Bu konuyu yukarıdaki başlıklar altında hülasa edersek vefa ve sadakat gereken her bir rükne karşı vefasız ve bigane kalmak, ahsen-i takvim hakikatine ters düşmek demektir. BU TERS DÜŞMENİN İNSAN HASİYETİNDE ERİTİP YOK ETTİĞİ ESAS, HİLKATİNDE OLAN FAZİLETTİR.

Fazilet kaybı ise insanlığın mümtaz şahsiyetini faziletsizlik denilen alçak bir kişilikle değiştirmesi anlamına gelir.

İtikadi olan ve bu çerçeveye bağlı sair rabıtalardan ayrılarak, yukarıda 7’nci tanımda bahsi geçen konuya muhtasaran değinip yazımızı bitireceğiz.

İnsanın yaşadığı sosyal hayat içinde üzerinde en çok konuşulan ve birçok vesile ile dile getirilen ve hakkında en çok şikâyet barından VEFASIZLARIN bile VEFASIZLIKTAN şikâyet ettiği bir durum gerçeği vardır.

“Bende yok sabru sükûn, sende vefadan zerre,

İki yoktan ne çıkar fikredelim bir kerre”.....................Nâbî

“Ehibbada vefâ yok âşinâ bîgânedir Hayrî

Bu âlem bildiğim âlem değil, bilmem ne hâl oldu.” .......Reisületıbba Hayrullah Efendi / 1866

“Lafz-ı vefayı yazsa da bilmez meâlini

Kimse güvenmesin bu zemâne kibarına”......Ahmed Cevdet Paşa

“Ey dost! Sen, gamlar içinde bulunduğun halde neşeli ol; vefasız olan, vefa nedir bilmeyen şu dünyada, sen vefalı ol! “.......... Hz.Mevlâna

Vb.

Efendimize A.S.M ait olan ve VEFAYA dikkat çeken bazı Hadis-i Şerifler

“İyiliklerin en değerlisi, insanın babası öldükten sonra, baba dostunun âilesini kollayıp gözetmesidir.” (Müslim, Birr ve Sıla, 11-13)

Hazret-i Âişe ile beraberken huzûr-i saâdetlerine ihtiyar bir hanım gelir………………………………….. Hazret-i Âişe efendimizin ona yaptığı ihtiramı merak ederek;

“‒Bu yaşlı hanım kimdi yâ Rasûlâllah?” diye sorar. O da;

“‒Hatice’nin arkadaşı olup onun sağlığında bize gelip giderdi. KUŞKUSUZ AHDE GÜZEL BİR ŞEKİLDE VEFÂ GÖSTERMEK ÎMANDANDIR.” buyurur. (Hâkim, Müstedrek, I, 20)

“ ‒ Ben ona merhamet ediyorum, çünkü onun kardeşi (Bi’r-i Maûne’de) benim (ashâbımla beraber şehid edilenler) arasında idi.” (Buhârî, Cihâd, 38)

Onlar benim ashâbıma iyilik yaptılar, ben de bizzat onlara iyilik yapmak istiyorum.”(İbn Kesîr, Bidâye, III, 99)

“‒Kanınız kanım, mezarlığınız mezarımdır. Ben sizdenim, siz de bendensiniz. Düşmanlarınız düşmanım, dostlarınız dostumdur.” (İbn-i Hanbel, III, 461)

Peygamber A.S.M Allah Teâlâ’nın;

“ ‒ Ben kıyâmet günü şu üç (kısım) insanın düşmanıyım.” buyurduğunu bildirmiş, ilk olarak da “Allah adına yemin ettikten sonra sözünden cayan kişi”yi zikretmiştir. (Buhârî, Buyû, 106)

“ ‒ Kıyâmet günü, ahdine vefâ göstermeyen kimselerin arkasında bir bayrak bulunacak ve vefâsızlığı ölçüsünde o bayrak yükseltilecektir.” (Müslim, Cihâd, 15)

“ ‒ Kim ahdini bozarsa, Allah mutlaka ona bir düşman musallat eder.” ( İbn-i Abbas R.A Muvatta, Cihâd, 4)

Resulullah (SAV) buyurdular ki:

" ‒ Allah eski dostluğu devam ettirmeyi sever. Öyle ise onu devam ettirin." (Camiussağir - 1874).

Gibi birçok hakikat meselenin ciddiyetini ve vefanın tüm sosyal hayat kalitesini belirleyen çeşitli yönlerini göstermek için yeterlidir.

Biz şimdi konuyu daha yakına taşıyalım. Şöyle ki:

Yaşadığımız sıkıntıları, yalnızlık hislerini, sadık dostluktan yakınmalarımızı, gördüğümüz ilgisizlik ve samimiyetsizlikleri insaf ölçüsü ile değerlendirdiğimizde, her şeyi bünyesinde toplayan VEFÂ hakikatine muhalefet ettiğimiz gerçeğini gayet açık göreceğiz.

Dostluklarımıza gerekli sadakat de olmamak ve dostluğun devam etmesini temin etmek için bir çaba göstermemekle içine düşeceğimiz mazeret bataklığı bir karşılık olarak bizi bulacaktır.

Kendini düşünmek hissinin galibiyeti sonucunda, kendini düşünmenin menfaat ötesi ağırlığı ruhu ezecek bir kütleye ulaşacaktır.

Kaçınılan fedakarlıklar sonucunda birçok fenalıklar ortaya çıkarak yeni ve sıkıntılı meşguliyetler olarak bizi saracaktır.

İlişkilerimizde korumadığımız nezaket ve sorumlu geri dönüşler olmadığında, muhalefet etmiş olduğumuz hayırlı karşılıklar yerine kaybettiğimiz şeylerin önemi çok fazladır.

Güzel ve bereketli bir ilişkiyi devam ettirmek için tercih edilecek sözlere olan dikkat bağlamında:

Şeytan, aralarını bozmaması için, kullarım güzel konuşsun! (İsra 53)

Ve en muhtaç olduğun bir zaman nimeti olarak:

“ ‒ Kıyamette hiçbir himayenin bulunmadığı zaman, Allahü teâlânın himayesinde bulunacak yedi kişiden biri, birbirini [sırf Allah rızası için] sevenlerdir. “ (Buhari) Gibi değerleri yitirmenin pişmanlığı sarsıcıdır.

Yine insanın vefâ planında sorumlu olduğu, fakat türlü bahanelerle görmezden geldiği ve bedbin niyetlerin bezediği birçok girişimin aksul-amel yapması yine peşin cezalardandır.

Hülasa huzursuzlukların, sıkıntıların, kargaşaların, istikrarsızlıkların ve daha nice olumsuzlukların sebebi ne görünürse görünsün, hakikati ilgili dairesine karşı yapılan VEFASIZLIKTIR.

Kaderle her efal’e bir karşılık takdir edilmiştir.

Meşru olmayan yollarla -pişmanlık ve vazgeçmek olmaksızın- doğru neticeye varmak imkansızıdır.

Hakikate ve şer-i şeraite RAĞMEN muhalefet etmenin bir özrü yoktur.

Gerçekler zanlarla mahiyetlerini değiştirmezler.

Kanunlar şahısların keyiflerini tabi değildir.

Teklife tabi tutulan insandır. Dolayısıyla sorumlu davranmak onun vazifesidir.

Tevile sapmak, özürler icat edip onlara sığınmanın karşılığı güzel yaşama konusunda birçok engele takılmak olacaktır.

Birçok sıkıntının beceriksizlik ve ortaya koyulan kabiliyetsizlik ve yanlış işlerle telebbüs etmekten neşet ettiği bir hakikattir.

Unutmamalı ki ; yalnız iyilik iyilik getirir.

Vefalı olanlar vefa bekleyebilir ve vefa umud edebilir.

Vefalılar velev vefa görmeseler de bu yüksek hasletlerine karşılık VAFî olan ALLAH onlara KÂFİ gelecektir.

İnsanın en büyük engeli kendi nefsi olduğu gibi düşmanı da emmare namıyla kulak verip her zaman dinlediği vesvastır.

YOKSA İNSAN FITRAT KANUNLARINA MUVAFIK DAVRANSA NEDEN BU ÇARKLARIN ALTINDA KALIP EZİLSİN Kİ…

BAŞINIZA GELEN HER MUSİBET KENDİ YAPIP ETTİKLERİNİZ YÜZÜNDENDİR; KALDI Kİ ALLAH BİRÇOĞUNU DA BAĞIŞLAR………. Şûrâ Suresi – 30

 

Vesselam

 

.

26.12.20

Bir ÜMİT ve ONARIM Hasbihali

Yaşanılan hayatın birikimleri..

Yükleri..

Geliş gidişler..

Tutunan ve dökülenler..

Alınan çentikler, derin izler ve çizgiler ..

Çeşitli ruh halleri..

Deneyimler…….vs…

Görünen yönüyle ömrün büyük kısmının geçmesi ve yaşanılanların oluşturduğu kalın ciltli kitabın ileri alem kütüphanesinden emanet yerini alması gerçeğinin iz düşümü ile ortaya çıkan endişeler.

Olgunluğun ağır çekişleri..

İç hesaplaşmanın köşe başı kalbi etkinlikleri..

Acabalar, firari hislerin asi direnişlerinin cuntası altında şaşkınlık çıkışları..

El hasıl düşünen veya yaşanmışlıkların dürtüsü ile düşünmeye sevk edilen insan…

Kaçınılmaz sonun mutlak hakikatine demir atmaya hazırlanan mütebaki dakikaların ihtar edici tiktakları…

Öleceğiz olarak tanımladığımız nihai noktanın asıl tanımı: ÖLDÜRÜLECEĞİZ.

Bu öldürülmek sonucunda asla geri dönmemiz mümkün olmayacak..

Keşkilerin toprağa karışması ile artık hiçbir anlamı kalmayacak..

Bir şeyleri yoluna koyma, eksiklikleri giderme, yanlışlıkları düzeltme , yapılan karalamaları silme , atılan söz oklarını geri alma , heybeye doldurulan had taşkınlıklarını gizleme vb…………imkanı olmayacak…

Yüzlemeden yüz kızartıp ortaya çıkmayan , baskın yemeden terletip benzi attırmayan , titretip soluk kesmeyen  bir çok tedirginlik ve telaş halinin ayakları bir birine doladığı firak çektirisinin aşikârlığının idraki  ile insan kendi gerçeğini yalın olarak görür.

Vehimleri, şüpheleri, ukalalıkları, aymaz tavırları , şımarık tutumları ve ona güç veren zan ve hayal besicileri el ayak çekmiştir.

Artık insan hiçbir şeyden kuşku duymaz. Uyanma vakti gelmiş , kendisine açılan teklif ona bakan tefrişatı ile  karşı sahile geçmiş ,kızıl denizin dalgaları tükenen olasılıkların  üzerine kapanmaktadır…

Mesela: Dünyadan ayrılacağı kendisine tıbbi olarak bildirilmiş akıllı bir insanın vicdan muhasebesinin tahayyül edebilmek veya böyle bir tecrübe edinilmişse tahattur etmek neyin ÖNEMLİ ve DEĞERLİ olduğunu çok net gösterir.

Ve aslında neyin DOĞRU ve YANLIŞ olduğu, nelerin ihmal edildiği, hangi yükümlülüklerden nasıl kaçıldığı bilinir. Ümit denilen şeyden istifade etmek ancak müstakim bir hayattan elde edilen güzel düşüncelerle mümkündür.

Hayatını çelişki içinde yaşamış , İslâmın ahlâk ilkelerinden hisse alamamış, Ruhunun da Muhammedi A.S.M bir terbiye nefesi esmemiş , Allah’ın emir ve yasaklarına karşı kalbi ürpermemiş , huzurda boyun bükmemiş ,kendi kusurunu görmemiş kişilerin ümit etmesi imkansızıdır.

Çünkü ümit, ancak hakikati teselli eden bir hasiyete sahiptir.

Yine ümit kendisine bilerek müracaat edenlerin şiarıdır.

Yani umut kuru kuru bir beklenti değildir. Hüsn-ü Zan sahibi olmak ve her şeyin iyisine bakmak, güzel tarafını görmekle kabiliyet kazanmış istidatların nemalandığı bir güven kaynağıdır.

Yine ümit, Allah’a dostluğunu ilan eden ve bir dost sadakatinde davranan, titizliği ile onun hukukuna ciddiyetle riayet edenlerin istimal edebileceği manevi bir nimettir.

Yine ümit , hasbihal konumuzun ömrün son çeyreği ve demlerine bakan veçhinde, ÇOK ÖNEMLİ onarım iştiyakını canlandıran bir mübarek emeldir.

Evet Dostlar:

Ne olduysa oldu..

Ne yaşandıysa yaşandı..

Kayıplar..

Zarar ziyanlar..

Sapılan yollar,batılan çamurlar..

Üzerimize ne sindi ise sindi..

Hangi zanlarla tadımız tuzumuz kaçtı ise kaçtı..

Henüz son satırları kapanmamış ömür kitabımıza ne yazıldı ise yazıldı..

SON BİR ONARIM HAREKETİNİ ÜMİT EDEBİLİRİZ.

Hiç kimseye ihtiyaç duymadan, kulağımızı kalbimizin üzerine eğmemizle bize itiraf edeceği gerçeğimizi duyabilir ve vicdani bir fıtrat dili ile alnımızı yere koyabilir her ne matlubumuz, korkumuz, özrümüz varsa mahfi bir seda ile dile getirebiliriz.

Yukarıda da değindiğimiz gibi, kendi hayat hakikatini ve akıbetini derk edebilen bir insanı aldatacak hiçbir şey yoktur. Kendi yanılgıları ve fikri halüsinasyonların illüzyon etkisi kaybolacaktır.

Yeter ki bahaneler ve şüpheler üreterek “an bu andır” idrakini boğacak bir ikileme fırsat vermeyelim.

Çünkü ahmaklığın halinden razı olma gibi bir handikabı vardır. Bu handikaba sahip çıkan bir aymazlık kendi çıkmaz sokak fermanını vermiş olur.

Oysa rahmetin ve ona yapılan ilticanın mutlak karşılığı merhamet ve şefkattir.

İtiraf kader planında bir haya karşılık örtüsüdür.

Yalvarmak hayır pınarlarını coşturma bereketine sahiptir.

Azmetmek cüz-i iradenin külli iradeden nasibini arttıran bir gerçektir.

Teveccüh etmek, arınmak ve bu meyanda  ÜMİT etmek, arefe gününden bayram gününü beklemek kadar sevimli bir güncedir.

El Hasıl………..BEKLENİYORUZ…

Vel Hasıl beklemeden gidelim…………..

 

.

 

19.12.20

Bir Şüphe Hasbihali

Birçok içsel çöküntü, istikrarsızlık ve kararsızlığın ana sebebi vehim ve zan temelli olan Şüphedir.

Bir insanın şüpheli olduğu durumdan çıkıp bir tercih oluşturması kolay bir şey değildir.

İlim şüpheyi geçici olarak kullanırken, bir veya birden fazla vesile ile düşünce merkezi bozulmuş birçok insan için ise bir saplantı nedenidir.

Şüphenin haddi aşması psikolojik bir çok rahatsızlığa sebep olmakla birlikte, mizaç sahibine açtığı  en derin yaraların başında:

Zihni faaliyetlerin karışıklığı,tereddüt,yorgunluğa sebep olacağı düşüncesi ortaya çıkan şeylere karşı nefret, yetmezlik gibi sancılı durumlar gelmektedir.


Yani şüphenin hakikatin tespiti adına yaptığı hareketin, muvakkat , çok yönlü , çelişkisiz ispatlanan ve doğrunun ortaya çıkışı ile bir delile dönen yönünün dışında kalan kısmı bir mizaç hastalığı demektir.

Bu hasbihalimizde şüphenin, benzemek ve benzerlik sebebiyle başka şeyle karışmak, belirsizlik, karışıklık ve kuşku.. konu veya durumla ilgili kesin bilgi ve kanaate varamamaktan doğan tereddüt ve kararsızlık.. sabit olmadığı halde sabite benzeyen veya hakikat olmadığı halde hakikate benzeyen şekler, zanlar, vehimler ,çatışmalar, hüküm boyutu, hukuk boyutu gibi geniş anlamlarının açılımlarından söz etmeyeceğiz.

Bizim ele alacağımız konu; şüphenin mizaç üzerinde hastalığa sebep olan baskı tarafıdır. Bu baskı içinde ise başlık olarak “düşünmeye sebep olacak ve böylelikle yorgunluk verecek konulardan nefret etme ve kaçış” hususunu değerlendireceğiz.

İnsan genel itibariyle tembellik meyli kuvvetli olan bir varlıktır. Sınıflar arasındaki basamakları irdelediğimizde, üretken olan insanların konumu ile tembel olan insanların konumları arasındaki maddi manevi derin fark hemen göze çarpar. Büyük bir şikayetçi kitlesi ile durumlarını korumak ve sürdürülebilirliği sağlamak için  gereğini yapma azminde olanlar fark edilir.

Tüketiciler her zaman üreticilerden fazladır.

Tüketici olan insanların sürekli kayıplar içinde olması,

Asli ihtiyaçlarını idrak edememesi,

Sürekli mazeret sahibi olması,

Eleştirel bir zaviyede kalması,

Ne kendisi ne çevresi için bir fayda üretecek iradeye sahip olamaması içine düştüğü şüphe bataklığının derinliğini gösterir.

Bu yoğunluğun davranış  psikoloji karşılığı ; şüpheden doğan bir inat tutamacına fikrini bağlayıp, tefekkür, iz'an, mütalaa, muhakeme, teveccüh, tevazu, talep ve edep gibi itminan alt yapısı için gerekli olan keyfiyetten bütünsel bir kaçıştır.

Oysa mücahedesiz kolay elde edilen şeylerin gerçek varlık karşılığı yoktur.

Böylelikle İddia edilen şeyin ademi olmasındaki kolaylık ile inkar edilen şeyin ispatlık yükü mübadele edilmiş olur. 

Ademi kabul olarak adlandırabileceğimiz tavırla elde ettiklerini düşündükleri, hüküm ve dava gibi görünen şeylerin aslı, yorucu ve emek isteyen şeylerden kaçıp,  hazır ve kolay olan, bir bağ ve efor gerektirmeyen  başka bir iddianın altına girmektir.

Yani üretici olamayanların kendi içtihatları ,dava ve ispatları yoktur. Kendi ataletlerine yardım edecek her şeyin  kuryeliğini yapmakla sorumluluktan firar ederler.

Çünkü tüm vücudi olan şeylerin: bilmek, anlamak, şahit olup kabul etmek  ve insaf gibi bir silsilesi vardır.

Oysa hastalıklı bir mizacı kemiren şüphe ise; ver kurtul tavrı ile duruma hâkim olur.

Basitleştir, şüphelen, inkâr et ve kaç……….

Acı olan bu döngünün oluşturduğu baskının ,sahibini zihni felce uğratana kadar devam edecek olmasıdır.

Tükenmiş olmaktan bile şüphe duyacağı için kendi ölümünü fark edemeyecek ve eriyip yok olmaya doğru akıp gidecektir.

Yukarıda geçen bir satırda değinildiği gibi, haddi aşan bir şüphe, çözümü imkânsız bir kaos içine girmiş demektir. Küçük adımlarla başlayan tereddütler öyle bir boyuta gelir ki; sonradan yaratılan bir insan, kendisine verileni sınırsız  zannetme şüphesine düşerek, kendisine teklif getirmesini kabullenemediği ilahı hakkında bile itikad budaması yapmaya başlar.

İlmi,

Kaderi,

Peygamberi..... hülasa ona ait olan ve keyfiyeti onun tarafından belirlenmiş şeyleri, basitlik ve noksanlıkla tanımlanan her şeye yapışır. Çünkü zayıflık çelişkisi ,ancak sürekli oyalayıcılığı olan ve hakkında devamlı konuşulup bir karara bağlanamayan karanlığın gölge oyunları ile avunabilir.

Hadis (yaratılan) olanın muhdisi (yaratanı) hakkında ağzına geleni söz söyleyebilmesi…

Onun ahkamını koyduğu ,tarifini getirdiği, önem tespiti ile irade edip dikkat çektiği ,bir değil milyonlarca musaddıkı olan bir hakikat bütününe karşı, yüzüne gözüne bulaştırdığı şüphe karası ile aralıksız zehir solunması...ne gariptir.

İmhal ve mühletin sessizliği beka kapısında konuşmaya başladığında ihtimaldir ki ilk kuracağı cümle  :

Kendi kıyametin  için ne hazırladın? olacaktır.

İnsan kendi ömür müddeti ile tanzim edilmiş hayat safha ve sayfalarından mürekkep kendi kitabını yazan şahit ve müşahit bir kalemdir…ve mutlaka kendi kitabını okumakla karşı karşıya kalacaktır.

Öyle ise  kendisi hakkında ki bütün şüpheler Allah C.C tarafından ortadan kaldırılan:

ve :

“(Ey Rasûlüm!) Şüphesiz ki Sen, yüce bir ahlâk üzeresin!” (el-Kalem, 4)

“(Ey mü’minler!) And olsun ki Rasûlullâh’ta sizin için, Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh’ı çok zikredenler için bir «üsve-i hasene» (iktidâya şâyan en güzel bir örnek) vardır.” (el-Ahzâb, 21)

“Şüphesiz ki Allâh ve melekleri, Peygamber’e (çokça) salât ederler. Ey mü’minler! Siz de O’na salevât getirin ve tam bir teslîmiyetle selâm verin!” (el-Ahzâb, 56)

“…Rasûl size ne verdiyse onu alın! Size neyi yasakladıysa ondan da kaçının ve Allâh’tan korkun! Çünkü Allâh’ın azâbı şiddetlidir.” (el-Haşr, 7)

“Ey îmân edenler! Allâh’a itâat edin ve Peygamber’e itâat edin ki amellerinizi boşa çıkarmayın!” (Muhammed, 33)

“Kim Allâh’a ve Rasûl’e itâat ederse, işte onlar, Allâh’ın kendilerine nîmet verdiği peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sâlihlerle berâberdir. Onlar ne güzel dost(lar)dır.” (en-Nisâ, 69)

“Onlar bilmiyorlar mı ki, kim Allâh’a ve Rasûlü’ne karşı koymaya kalkarsa, ona, içinde sürekli kalacağı cehennem ateşi vardır! İşte büyük rezillik budur.” (et-Tevbe, 63)

“(Rasûlüm!) Biz Sen’i ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (el-Enbiyâ, 107)

“And olsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’na çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (et-Tevbe, 128)

“(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allâh da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allâh son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Âl-i İmrân, 31)

“De ki: Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allâh kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmrân, 32)

“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allâh’ın Rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allâh her şeyi hakkıyla bilendir.” (el-Ahzâb, 40)

“Îmân edip sâlih amel işleyenlerin, Rableri tarafından hak olarak Muhammed’e indirilene inananların günahlarını Allâh örtmüş ve hâllerini düzeltmiştir.” (Muhammed, 2).................ifadeleri ile nübüvveti,şahsiyeti,sıdk ve hakkaniyeti desteklenen bu zat-ı nuraninin söylediği ile amel etmek kaçınılmaz bir hakikattir. O, A.S.M der:

“Şüpheliyi bırak, şüphe vermeyene bak. Zira gönül, (sözde ve iş de) doğrudan huzur, yalandan kuşku duyar” Hz Muhammed A.S.M

Evet dostlar:

Hayat ancak hayatın sahibine göre yaşanır.

İstikamet ve doğruluk onun gösterdiği izi takip etmekle mümkündür.

Rağmen diye bir hayat olması mümkün değildir.

Yaşantımızda kucağımızda bulduğumuz şeyler bize yaşam kalitemizin ne olduğu hakkında net bilgi verir.

Mutsuzluk, çelişki, çatışma İslâm dini ile son bulmuş ve kelam noktasında bağlanmıştır. Muğlak bir şey kalmamıştır. Bu asrın sahiline gelen her kargaşa ve sual keşmekeşi şüphelendirme  ve şüphelenme handikabı ile ortaya çıkmıştır.

Düşmanımız ve düşmanlarımız çoktur.

Ahmaklık çok boyutlu bir zindandır.

Aymak ve aydınlanmak ancak acz ile iftikar ve dua ile elde edilen bir şeydir.

İnat,öfke,nefret,nifak,bozgunculuk,terddüt,tenkid,gıybet,zulm,iftira,şek,şüphe,zan gibi gayri islami ve insani haller ile bu nur membaından bir damla su içmek mümkün değildir. 

İnsan muhabbet üzerine terkip edilmiş bir hasiyete sahiptir.

Bu fıtratın su-i istimali, adavet hücrelerini kanser hücreleri gibi tüm asaba yayar. Şüphe metastazı ile tüm kabiliyet kuşanır ve manevi ölüm gerçekleşir.

............Bu fakir Said, Eski Said'den çıkmaya çalıştığı bir zamanda, rehbersizlikten ve nefs-i emmarenin gururundan gayet müdhiş ve manevî bir fırtına içinde akıl ve kalbim hakaik içerisinde yuvarlandılar. Kâh süreyyadan seraya, kâh seradan süreyyaya kadar bir sukut ve suud içerisinde çalkanıyorlardı.

İşte o zaman müşahede ettim ki: Sünnet-i Seniyenin mes'eleleri, hattâ küçük âdâbları, gemilerde hatt-ı hareketi gösteren kıblenameli birer pusula gibi, hadsiz zararlı, zulümatlı yollar içinde birer düğme hükmünde görüyordum. 

Hem o seyahat-ı ruhiyede çok tazyikat altında gayet ağır yükler yüklenmiş bir vaziyette kendimi gördüğüm zamanda, Sünnet-i Seniyenin o vaziyete temas eden mes'elelerine ittiba ettikçe, benim bütün ağırlıklarımı alıyor gibi bir hıffet buluyordum. 

Bir teslimiyetle tereddüdlerden ve vesveselerden, yani "Acaba böyle hareket hak mıdır, maslahat mıdır?" diye endişelerden kurtuluyordum. 

Ne vakit elimi çektiysem, bakıyordum: Tazyikat çok. Nereye gittikleri anlaşılmayan çok yollar var. Yük ağır, ben de gayet âcizim. Nazarım da kısa, yol da zulümatlı. Ne vakit Sünnete yapışsam; yol aydınlaşıyor, selâmetli yol görünüyor, yük hafifleşiyor, tazyikat kalkıyor gibi bir halet hissediyordum……………………

Hazreti Muhammed A.S.M …………………âlem-i İslâmiyetin ve kemalâtının şehadetiyle ve mübelliğ ve tercüman olduğu Kur'an-ı Hakîm'in hakaikının tasdikiyle, en mükemmel bir insan-ı kâmil ve bir mürşid-i ekmeldir. 

Ve madem semere-i ittibaıyla milyonlar ehl-i kemal, meratib-i kemalâtta terakki edip saadet-i dâreyne vâsıl olmuşlardır. 

Elbette o zâtın sünneti, harekâtı, iktida edilecek en güzel nümunelerdir ve takib edilecek en sağlam rehberlerdir ve düstur ittihaz edilecek en muhkem kanunlardır.

Bahtiyar odur ki, bu ittiba-ı Sünnette hissesi ziyade ola. Sünnete ittiba etmeyen, tenbellik eder ise, hasaret-i azîme; ehemmiyetsiz görür ise, cinayet-i azîme; tekzibini işmam eden tenkid ise, dalalet-i azîmedir….. Bediüzzaman Said Nursî / Risale-i Nur Külliyatı Lem’alar


Vesselam


16.12.20

Bir Esef Hasbihali…

İnsanın donanımında olan özelliklere göre yaşayamaması, insan düşmanlığının başarısı gösteren en önemli gösterge…

Dikkat dağınıklığı denilen şeyin asıl karşılığı, dikkatin olmaması gereken yerdeki savurganlığıdır.

Yani birbirine bağlı olmayan ve bir gerçeğe çıkmayan, bir hakikate ve değere dayanmayan şeyler üzerindeki zihni dolaşım fikri ölümü netice verir. Ve böylelikle uçları hiçbir yere bağlı olmayan ve fantezi rüzgarları ile kurgusal esintilerin darmadağınık ettiği bir düşünce dünyası..düşünememe zehri ile yatalak bir hasta….

Bazı böcek türü hayvanların, kendi soyunu devam ettirmek için kısmi felce uğrattıkları başka hayvanların içine kendi yumurtalarını bırakması ve o bırakılan yumurtaların larva süreci ve gelişimi için barındıkları vücudu kemirmeleri…işte böyle bir ölgünlükle karşı karşıya olmaya çok benzer hallere giriftar olunan zamanlar….

Okuyamıyoruz mesela..

Biraz ilmi, edebi, felsefi konularla karşılaşsak boğazımız sıkılı veriyor. İçimiz patlıyor.

Çünkü tahammülümüz, sabrımız, öğrenmeye verilmesi gereken merak diyeti elimizden alındı.

İnsan düşmanlarının subliminal mesajları olgunluğunu tamamladı ve artık bilinç altı aktarımlar,ele geçirilen bilinçlerin yönetimi için açıkça süretlendi.Görünür oldu.

Bakmaman gereken şeyden gözünü alamamak,

Dinlememen gereken şeyden kulağını çekememek,

Bağımlı duyguların nöbet etkisi ile boynundan tutulup adem kuyularına çekilmek artık yüzüne güle güle yapılıyor.

İnsan düşmanları artık kendilerini saklamıyorlar.

Tutsaklığın getirdiği ezginlik cesareti rencide ettiğinden meydan okuyacak mecal de yok…

Menhus zevklerin kaybı ile edilen şantaj..

Alışkanlıkların ayak direyişinin düşmana verdiği güç daha pervasız saldırılara dönüşüyor.

Kabulleniyoruz.

Çünkü içimiz boşaldı.

O boşalan içimizi nasıl dolduracağımız konusunda müthiş şüpheler içindeyiz.

İşte bu ŞÜPHE sihri öyle boyutlara girip, öyle renklere boyandı ki; iddia ve davalarımız onun karşısında artık duramıyor.

Bu şüphelendirmek öyle stratejik kullanıldı ki…………Önce güvendiğimiz dağlarımıza kar yağdı. İnandığımız tepeler kuşatıldı. Biz fark etmeden düşman surları atladı…ve sızdı………

Artık herşeyin bir tanımı var. Bu tanımı olmak onu gerçek yapmamasına rağmen üzerine söylenmiş sözden dolayı kendine kimlik bulan birçok meselenin çokça da müşterisi var…

İspat gibi bir derdi olmayan konular iddia ile kimlik buldular. Savunucuları tahrip etmenin kolaylığından gelen bir istila sirayeti her yere bulaştır.

Özetle ŞÜPHE strateji ve iddia terminolojisi tüm argümanları ile dikkatini çekebildiği insanları girdabı içine aldı.

Birkaç saniyelik video anlatıları, görsel hızlılık, göz ucu haram hırsızlığı ve küllenmek…..Pişmanlık hissinin, özür dileme erdeminin, nezaket asaletinin kör bir çuvala tıkıldığı ağır zamanlar.

Sevemiyoruz mesela..fedakârca sevemiyoruz……….Çünkü ortak payda merkezi dağıldı…

Birbirimize katlanamıyoruz. Çünkü yalnızlığa alıştık...

Birbirimizden kaçıyor, görmekten ve görüşmekten gelen o çocukça heyecanı duyamıyoruz örneğin...çünkü yabancılaştık. Benlik hapishanesinin kalın duvarları sesimizi kesti…

Evet dostlar..can damarımız;

İlgisizlik hastalığı,

Bilgisizlik marazı,

Cehalet sendromu,

Ego atakları,

Kullanılmışlık tahrişi,

Duygusal ölüm,

Mantıksal çöküş sadmeleri ile tıkandı…………….

Ciddi bir onarım bekleyen sayılı nefeslerimiz var...


.

5.12.20

Bir Denge Hasbihali

İnsan hayat yolculuğu içinde bir çok menzile uğrar..bir çok şeye dokunur ve yine bir çok şeyle münasebet kurar. Yaradılış özelliği ile yaratalılmışlar arasında ilişkilendirilmiş bir dairesi de vardır.

İlgili olduğu her şeyden kendine bazı payeler çıkarır ve ister istemez hissedar olur. Edindiği bilgiler, biriktirdiği tecrübeler mizacı üzerinde kendine yer bulur. Karakter ve istidadının rengiyle boyanır. Veya kendi rengiyle onları boyar…

Böylelikle kişiden sudur eden ne varsa kendine özgü olarak hallendiği şekilde ortaya çıkar.

Kazanımların kârlılık göstergesi yaşanılabilir ölçülerle sahibini huzurlu vicdana taşıması ile belli olur.

Örneğin insanın aklı yorucu, karışık ve istikrarsızlık sendromları içinde olmamalı.

Kalbinde bir hastalık bitkinliği barınmayarak, muhabbet, sevinç ve merhamet yurt tutmalı.

Sürekli kargaşa ve çatışma hali hakikatin ortaya çıkmasında belirli bir zaman gerekli olmakla birlikte yerini itminana bırakmayıp devam etmesi bir şeylerin yolunda gitmediğinin işaretini verir.

İnancın en temel belirginliği sekinet ve gönül rahatlığıdır. İşin mücadele kısmının yer aldığı durumlarda ise cesaret ve güven ikliminin hakimiyeti vardır. Yani uzun süreli bulanıklıklar ve tatmin arayışları bir metot yanlışlığı ile birlikte, bir konum hatasını da ifade eder.

Bu çok teferruatlı meseleyi özetle anlatmak mümkündür. En kısa ifade ile insanın mana alemi, kâinat gibi bir ahenk içinde olmalı, zerreden yıldızlara kadar ne varsa, sistemli dayanışma ve işleyişlerinin ritmik yapısına benzer bir ünsiyet ve barış ortamı kişinin dünyasında karar kılmalı.

Çünkü kâinatta olan her şeyin her şeyle bağlılık ilkesi, insanın varlık programında da ayni planla bulunmaktadır. Sistem bozulduğunda ve iletişim koptuğunda fizyolojik hastalıklar nasıl ortaya çıkıyorsa, aynı şekilde manevi donanımlar arasındaki bağ ve doku zedelendiğinde, insanın manevi işlevselliği adeta kısmi felç geçirir. Sonuçsuz ve eylemsiz refleksler kendini istemsiz ataklar suretinde izhar eder.

Sürekli derin denizlerin sahil görmeyen yerlerinde rotasız bir şekilde kısır döngü akıntısına kapılıp belirsizlikle sürüklenip durulur.

Bu nedenle nerede olduğunu anlamanın en kısa yolu ne halde olduğuna bakmakla net görünür.

Mutsuzluk,

Başarısızlık,

İtibar kaybı,

Yalnızlık,

Kendi kendine yetmeme,

Beğenilme çabası,

Dikkat çekmeye çalışma,

Olduğundan farklı görünme gibi birçok kirli handikap sarmalından oluşan bir abluka altında hissediliyorsa, yukarıda söz edildiği gibi bir şeyler yanlış gidiyor ve doğruların yerleri değişmiştir.

Kabiliyetin yitirilmesi, idrak etme yetisinin zarar görmesi, iltibaslar ve tükenmek bilmeyen soru ve sorunların her an yediden gündem olması; “ne oluyor böyle” demenin vaktinin geldiğini haber veren son noktadır.

Eğer inanıyorsanız diye atfedilen gerçeğin vereceği eman ile iman ve tevekkülden gelen umut ..bilmek ve uygulamaktan gelen  işlemek neşesi gibi bir çok güzel duygunun kişiyi onurlu ve aziz kılması yerine, endişe ve tereddüt dolu bir ruh hali ne kadar yorucudur.

İnancın kabul süreci ile birlikte taşıdığı içerik ve önermelerindeki realiteyi benimsemekle başlayan ısınma süreci, yani hadisenin insanın his dünyasına sirayet etmesi belirli bir düzen içinde olur.

Bu işletim ağı içerisine karışan yapay ve niteliği olamayan metastaz gelişim çöküntü anlamına gelir. Bu nedenle aklın gereği olan istikamet çizgisi, kalbin iktizası olan muhabbet cilvesi, ruhun mahiyetinde olan sıla özlemi, vicdanı aydınlatan ilimin ve bilginin enerjisi, varlığı top yekin motive eden yerli yerinde olmanın  dışında bir yerlerde kalmak cehennemi bir durum olsa gerek.

Her şeyden etkilenmek,

Tesir altın girmek,

Vehmi olan sızmaların baskısı altında kalmak,

Üretim tarafı olmamak,

Çıkış ve çözüm bulmakta becerisiz olmak,

Hak ve insaf ölçüleri kaybetmek,

Zarafet ve nezaket fukaralığı,

Ve en önemlisi ne yapacağını bilmemekten gelen telaş ve bundan doğan gerginliğin oluşturduğu müvazenesizlikle sürekli kaybetmekten gelen üzüntü nasıl teskin edilebilir ki?.............

Özetle ve Genel hatları ile yeterli durumda savunma ve koruma yapısına sahip olmayan içsel bir bağışıklık sistemi, etkiye açık olduğundan her fikrin ve olumsuz düşüncenin sisteme karışmasına neden olur.

Böylelikle kaçınılmaz sonuç olan Fikri vertigo başladığında ise hakikati duymak ve anlamakta denge unsuru olan manevi kulak kristalleri yerinden oynamıştır. Artık ayakta durmak ve bir zaman var olan değerlerini sakınmak zorlaşır.

Kuvvet kaybı nedeni ile haksızda olsa kolay olan şeyler tercih edilir. İhtimallerin en zayıf olanı en güçlü olarak kabul edilir. Oysa bunların hepsi peşi sıra gelecek yeni mağlubiyetlere yataklık yapan düşkünlük halleridir.

Her şey böyle karıştığında, tükenmişlik ve yoksunluk hissiyatları karanlık örtüsünü çekmeye başladığında bulunduğunuz yerden kalkın ve masanın karşınsa geçin …Savaştığınız, didindiğiniz ve size mutluluk getirmeyen o sandalyeyi terk edip, düşman görüp, hasım ve adi değerlendirdiğiniz şeylerle yer değiştirin…