26.12.25

Mütalaa Ders Notları 2: Bu dünyadan aziz olarak çık...

İnsanları genel teveccühleri, hayata dair birçok şeyi o temayüllülerin kalıbına sokmaktadır.

 

İlgi alanları, isteklerin ve eğilimlerin nev’ine göre gelişir. Talep neye karşı oluşmuş ve onun vücuda gelmesine neden olmuşsa o şey kendi varlığını sürdürebilmek için daimi bir yenilenme içine girer. Farklı farklı versiyonlarını, dikkat çekecek detaylarını ilgi çekici bir şekilde ileri sürer.

 

Eğer insan hilkat ve fıtrat arasındaki ilişkiyi zedelemişse bu provokasyonun etkisi altına girer. Bağlandığı kıyı direklerinden ipi çözülmüş bir tekme gibi hadislerin dalgaları ile açık denizlere doğru sürüklenir.

 

Ve yolculuk esnasında maruz kalınan bazı hadiselerle gövde yara alır, taban delinir içeri su sızmaya başladıysa ve onaracak malzeme ve el atacak bir usta da yoksa geri dönmek imkânsızlaşır. belki daha yakın olan karşı kıyıya varır ve orada atıl vaziyette kıyıya çakılır.

 

İnsan için ortada bir durum yoktur. Hayat yolculuğunu ancak iyi ve kötü olarak iki şekilde bitirebilir. Ve yaşamak ciddi bir iştir. Her şeyin dönülmez ve meçhul sonucu;  hayatın muhtevi olduğu var oluş, yaratılış hakikatiyle ne kadar ciddiye alındığı ile ilgilidir.

 

Bu noktada nitelik, yani keyfiyet iradenin talip olması gereken en önemli esastır. Bu nedenle insanın kâinatla alakadar olan muhtelif rabıtaları, her şeyin en iyisine en değerlisine yönelmek ve oralarda ilgi bağları kurmak noktasında zorunludur.

 

Çünkü kısa bir ömür ve sonsuz bir ihtiyaçlar bileşeni ile yaşayıp kendisini mutlaka bekleyen ölümle yüzleşecektir.

 

Bu yüzleşmede deneyimleyip  hayattan el ettiklerini vukuat heybesine yüklenip, dokunduğu hissettiği her şey ile kurduğu ilişkinin neticelerini ruhuna yazıp , amellerinin ve niyetlerinin arkadaşlığıyla ahiret kapısının eşiğinden adım atar.

 

İşte bu eşikten geri dönüp arkaya bakmanın hiçbir anlam ve değeri yoktur.

 

Bu ebed yolculuğunda kimlerin ve nelerin bize refakat etmesini istiyorsak onlar ile tanışmalıyız. Onlarla birlikte olmanın yollarını aramalı, bulduğumuz kıymetli şeylere kaşı ihtimam, ihtiram ve sadakat göstermeliyiz.

 

Bize yük olacak, mutlak ayrılımızı zorlaştıracak, ruhumuzu yaralayacak, ayaklarımıza dolaşacak, arkamızdan tutup kendine çekecek, çeşitli mazeretler ile yolculuğumuzu olumsuz engelleyip başımızı belaya sokacak şeylerin kapısını açarak onlar için kendimizde bir ilgi bağı oluşturmaktan çekinmeliyiz.

 

Zaman zaman hakim olan nefsani hislerin kuşatması önündeki direniş engelini kaldırarak; ne olacaksa olsun, battı balık yan gider, bir defadan bir şey olmaz, herkes yapıyor, Allah affeder, bunda ne var ki , keşke bu bana karşı bir sorumluluk içermeseydi gibi kaotik düşüncelerin asaba nüfuz edip, muhakemeyi tutsak almasına izin verecek sınır aşımlarında uzak durmalıyız.

 

İnsanın canını en çok yakan şeyler insanın dünyasını maddi manevi olarak şekillendirmiş, dem ve damarlara karışarak adeta onun için bir âleme dönmüş olan mülk ile melekûtun bir birinden ayrılma anlarıdır.

 

Yani mecaz derisinin hakikatin üzerinden sıyrılmasıdır.

 

Şiddetli muhabbet ve alakadarlıkla hayalden çıkıp suret giyen, değersiz iken vaz geçilmez şeylere dönen şeyler, elde ettikleri bu vücudu kaybetmek istemezler. Mikroplar bile öldürücü varlığını sürdürebilmek için ne kadar tedbirler aldığı, gizlendiği, ilaçlara karşı bağışıklık kazanarak tutunmaya çalıştığı herkesin malumudur. Menhiyat ve nefis penceresinden içeri girmiş tiryakilikler de kendilerini alışkanlıklar diliyle savunup varlığını devam ettirecek bir duygusal etkiyle, insandaki değişim ve dönüşüm gereğinin önüne çıkarlar.

 

İşte bu nokta;  limandan pusulasız ve kaptansız ayrılan bir geminin başıboş seyrinden ibarettir. Bundan sonra karşılaşacağı her şey onun batışı için gayret gösteren şeyle olacaktır. Yani gafletin istilası, ademin yıkıcı unsurlarını harekete geçirecektir.

 

Akıl olan insan lehinde olanla aleyhinde olanı bir birinden ayıran insandır.

 

Mü’min, kendine tanımlanmış doğru ve yanlışı akli bir muhakeme ve vicdani bir onaylama ile tasdik etmiş ve bu yönüyle hakla batılı, faydalı ile zararlıyı tam bir itminan ile idrak edip kabul etmiş bir kul olarak hidayete mazhar olan kişidir.

 

Hayatının değerinin farkına varıp onu sus-i istimal etmeyerek yaratılış ahdine sadık kalmış olanlar , dünyada ki misafirliğini bilir ve o doğrultuda misafirhane sahibinin rızası doğrultusunda davranır.

Misafir olduğu yerden bir şey alıp götüremeyeceğini bilir.

Kimseyi rahatsız edecek şekilde davranmaz.

Kendine kullanması için emanet verilen şeyleri saçıp savuramaz, başkasına hibe edemez.

Sınırlarını aşmaz, misafirhane sahibinin izni olmayan yerlere girip çıkamaz.

İdrak ettiği misafirlik geçici durumuna bağlı olarak onunla gelmeyecek , dışarı çıkaramayacağı şeyle kalıcı bir duygu ve düşünce  rabıtası kurmaz.

Kendisine ait olmayan hiçbir şeye göz koymaz.

Edebini muhafaza ederek misafirliğin hakkını verir.

Böylelikle misafirhane sahibinin diğer zenginliklerini görmeye, ikramlarına ulaşma, ziyafetlerinde bulunup tad almaya istihkak kesbeder.

 

Eğer böyle yapmaz,

Misafir olduğunu unutur, buradan başka bir yere gideceğini düşünmez ise,

Beraberce götüremediği şeylere kalbini bağlarsa,

 Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacağını hatırına getirmezse,

Dünyanı faniliğini ve kendi ile beraber her şeyin geçiciliğini hatırından çıkarırsa; hilkaten  fıtraten, insaniyeten çok zarar eder.

 

Öyle ise, bu dünyadan kulluk izzetini korumuş, dünyanın faniliğine aldanmamış, misafir olduğunu ve bu dünyanın bir gün ona haydi dışarı diyeceğini hatırdan çıkarmamış  , misafirhane sahibin emir dairesinde hareket ederek, sadece onun kendi hakkında rızasını ve Rablik hukukunu gözetmiş ve bu hassasiyet ve titizlikle var oluş onurunun üzerinde olan ahdini ve hakkını yerine getirmiş, "Şüphesiz, Allah müminlerden nefis ve mallarını cennet karşılığı olarak satın aldı..." (Tevbe, 111)  buyrulan bu azim ticaret için varlığına tevdi edilen tüm nitelik ve özellikleri emir dairesinde kullanan   bir aziz olarak çıkmaya hak kazanma istek ve iradesinden ayrılmamak lazımdır.

 

Çünkü bu izzetli yaşam ve onurlu ayrılış için gösterilen titizlik karşılığında , gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hayalin tasavvur edemediği ..Sadik'ul Va'd tarafından vaat edilen büyük bir ücret, sâdikul va'dil emîn (A.S.M) tarafında tebşir edilmiştir.

 

Eğer doğru istikamette gitmeyip, bu vaade kulak ve gönül kapatılırsa , yaratılış ve sonu ile ilgili şaşırmaz ve ertelenmez ve mutlaka gerçekleşir bir akıbet ile tüm sonsuz kazanç vesileleri elden kaçar. İnsana bir faydası kalmaz. Dünya daki tüm nimetler gibi vazifesini ve manasını ifa ve ifade etmiş bir şekilde  sahibinin hazinesine; ilim ,irade ve emir dairesine geri döner.

 

İnsan bu büyük ihsan sofrasından istifade edememenin pişmanlığı ve hüsranı içinde ebedi bir hasretle onların arkasından bakar…………..

 

Öyleyse……….. "Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem'a, bir işarette, bir öpmekte batma. Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma."…………

 

……."Mihmandar-ı Kerim'in izni dairesinde ye, iç, şükret. Kanunu dairesinde işle, hareket et. Sonra arkana bakma, çık git..."

 

Hem hayata imanı ve gereği olan amel-i salihayı rehber yapmanın ve sünnet-i seniye dairesinde yaşamanın ………………….Hiç öyle ağırlığı yoktur. Zira helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Ferâiz-i İlâhiye ise hafiftir, azdır. Allah’a abd ve asker olmak öyle lezzetli bir şereftir ki, tarif edilmez. Vazife ise, yalnız bir asker gibi, Allah namına işlemeli, başlamalı. Ve Allah hesabıyla vermeli ve almalı. Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı. Kusur etse, istiğfar etmeli.

 

Evet,

 

“Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmin” demeli ve Ona yalvarmalı.

 ..

.


Mütalaa Ders Notları 1: Allah'ın hesabına kâinata bakan adam her ne müşahede ederse ilimdir.

 

Kainata , onu halk eden zatın ilminin eseri, kudretini, irade ve hikmetinin aksettiği bir  aynası nazarı ile bakan bir insan her neye baksa gördüğü her şey ; yaratılış gerçeğini , var oluşun anlamını, icad edip vücut vermenin maksadını,  mahlukatın, mevcudatın ve masnuatın konumlandırıldıkları yerlerdeki   vazifelerini,  yıldızlardan zerrelere  kadar  fıtratlarına uygun bir şekilde gerçekleştirdikleri faaliyetin amaç ve hedefini gösteren ve bildiren hakikat ilmindendir.

 

İnsan bu hakikat ilmine;  bizzat kendi bilinç ve iradesi ile yatılışın izlerini kasten takip etmek, müşahede ettiği hakikati olduğu tasdik etmek,  söz konusu hilkatteki gayeyi idrak ile malik ve mutasarrıfı namına takdir edilen işleyiş kurallarını ve yasalarını kabul etmekle erişebilir. Bu yönüyle ilim aynı zamanda Allah’a nispet edildiğinde iman anlamına gelir.

 

“ *İman ise, kasten ve bizzat takip ve kabul edilmekle kalbin içine bırakılır* ”. M.N

 

*İnsan, saray gibi bir binadır, temelleri erkân-ı imâniyedir. İnsan, bir şeceredir, kökü esâsât-ı imâniyedir. İmânın rükünlerinden en mühimmi, imân-ı billâhdır, Allah’a imândır. Sonra nübüvvet ve haşirdir. Bunun için, bir insanın en başta elde etmeye çalıştığı ilim, imân ilmidir. İlimlerin esası, ilimlerin şâhı ve padişahı, imân ilmidir*. S.

 

*Eğer gafletle esbab hesabına bakarsa ilim zannettiği şey de cehil olur*.

 

Eğer insan , bir aymazlık içinde , yaratılışta kullanılan sebepleri bizzat eşyanın meydana getirilmesinde etkin ve etki sahibi olarak görür ve bu perde nedeni ile ; tüm sebepleri ve sebepler eliyle yaratılan her şeyi bir yaratanın olduğu idrak ve intikal edemez ise bildiğini kavradığını düşündüğü ve iddia ettiği her şey sadece onun cehaletini gösterir.

 

Çünkü esbap denilen şeyler , şuursuz ve cansız şeylerdir. Ancak bir teşekkülün icadında görevlendirilmiş ve kudretin elinde istihdam edilen unsurlardan oluşmaktadırlar. İrade ve iktidarları bulunmaz.  Bu mahiyette istihdam edilen ve de ; afat,ölüm, değişimler, dağılmalar ve toplanmalarda gaflet ehlince hikmeti görünmeyen icraatlara karşı yapılacak isyan ve itirazların ,  Allah’ın rububiyetini eleştirmek ,hükmünü beğenmemek gibi noksan ve zülüm nazarının önünü kesmek ve böylece kendi helaketlerini rahmet ile engellemek için sahaya sürülen unsurlar iktidar ve işleyici kuvvet olarak görülemez.

 

Bununla birlikte, yatılış kaynağından kopartılmış, sahip ve ustası ile ilişkisi kesilmiş, var oluş amacının ifade eden ve işleyişine ait anlamlardan uzaklaştırılmış bir şeyin , kendi mahiyet ve  hakikatini göstermesi mümkün değildir.

 

İkinci olarak, sanatkârından mahrum her sanat ve icada dair beyanlar mana itibariyle hem noksan hem de yetimdir. Dolayısıyla ilimden kabul edilmez.

 

Çünkü işe bu yönüyle cehalet, dalalet , kast ve ihanet girmiştir. Böyle bir bakış açısı ve iddia ancak safsatadır. İlmi bir hükmü yoktur. Hikmet ve hakikatten  destek almayan her dava gerçeğe yapılmış bir iftiradır.

 

Evet, yukarıda da ifade edildiği gibi; ilim niteliği itibariyle her neyi vasfediyor ,tarif ediyor ve tanıtıyorsa onu delilleri ile nitelendirir. İddia ve dava ettiği her şeyi ispatlayabilir. Bu mahiyetiyle ilim, kendini malumattan kurtarmış hakikat bilgisidir.

 

Gaflet ve cehaletten ortaya çıkmış bir bakış açısının ahmaklık ve beyanlarının yalan olması nedeniyle hakikat bilgisinin yanında yeri yoktur.

 

*Kezalik iman ve tevhid ile bakan, âlemi nurlu görür ve illâ âlemi zulümat içerisinde görecektir*.

Mesnevî-i Nuriye

 

Bu satıra İkinci Şua’dan birkaç atıfla işaret edeceğiz ve muhtevi olduğu bir çok manayı Risale-i nur’un tüm İman ve Küfür Muvazeneleri , Hidayet ve Dalalet Mukayeseleri derslerine  havale edeceğiz…

 

ŞUALAR/ İKİNCİ ŞUA / BİRİNCİ MAKAMIN BİRİNCİ MEYVESİ

 

Allah’ın varlığını, birliğini, sonsuz kudretini, esmâ ve sıfatı ,tek ve eşsiz oluşunu, zâtının yüceliğini, bütün kâinatın ve mahlûkatın O’nun lutfuna olan ihtiyacını ve  tüm hacetlerini O’nun karşıladığını gösteren ………… *Tevhid ve vahdette cemâl-i İlâhî ve kemâl-i Rabbânî tezahür eder. Eğer vahdet olmazsa, o hazine-i ezeliye gizli kalır*.

 

*Evet*, ……….O’nun birlik ve hakimiyeti ile ortaya koyduğu…………*hadsiz cemâl ve kemâlât-ı İlâhiye ve nihayetsiz mehasin ve hüsn-ü Rabbânî ve hesapsız ihsanat ve bahâ-i Rahmânî ve gayetsiz kemâl-i cemâl-i Samedânî, ancak vahdet âyinesinde ve vahdet vasıtasıyla, şecere-i hilkatin nihâyâtındaki cüz’iyâtın simalarında temerküz eden cilve-i esmâda görünür*.

 

*Meselâ, iktidarsız ve ihtiyarsız bir yavrunun imdadına umulmadık bir yerden, yani kan ve fışkı ortasından beyaz, safi, temiz bir süt göndermek olan cüz’î fiil ise, tevhid nazarıyla bakıldığı vakit, birden, bütün yavruların pek çok harikulâde ve pek çok şefkatkârâne olan küllî ve umumî iaşeleri ve validelerini onlara musahhar etmeleriyle rahmet-i Rahmân’ın cemâl-i lâyezâlîsi kemâl-i şâşaa ile görünür*.

 

*Eğer tevhid nazarıyla*….herşeye Allah’ın mülkü ve hikmetli tasarrufua altında olduğu şekilde …. *bakılmazsa, o cemâl gizlenir ve o cüz’î iaşe dahi esbaba ve tesadüfe ve tabiata havale edilir, bütün bütün kıymetini, belki mahiyetini kaybeder*.

 

*Hem meselâ, müthiş bir hastalıktan şifa bulmak, eğer tevhid nazarıyla bakılsa, birden, zemin denilen hastahane-i kübrâda bulunan bütün dertlilere, âlem denilen eczahane-i ekberden ilâçları ve dermanlarıyla şifa ihsan etmek yüzünde, Rahîm-i Mutlakın cemâl-i şefkati ve mehasin-i rahîmiyeti küllî ve şâşaalı bir surette görünür*.

 

*Eğer tevhid nazarıyla bakılmazsa, o cüz’î fakat alîmâne, basîrâne, şuurkârâne olan şifa vermek dahi, câmid ilâçların hâsiyetlerine ve kör kuvvete ve şuursuz tabiata verilir, bütün bütün mahiyetini ve hikmetini ve kıymetini kaybeder*… Ş.

*Allah’ı tanımayan, her şeye, herkese nispetine göre bir rububiyet tevehhüm eder, başına musallat eder*." H.Ş

.

29.11.25

"Gelişiniz güle güle Gidişiniz güle güle Her işiniz güle güle" Hz. Pir Şeyh Şaban-ı Veli

İnsan fikirsel ve duygusal olarak hayatın öz varlığına bakan yönünü fark ettiğinde kendisi için bir şeyler yapmak ister.

Kısa olan ömrünü değerli kılmak, edinimlerini zenginleştirecek çareler düşünmeye başlar. Her şeyin başlangıç noktası olacak bu eğilimler alışkanlıkların direnişi ile karşılaşır.

Aslında tüm yapıcı ve onarıcı kabul edilen girişimlerin genelde aynı mazeretlerle engellenmesi, durumun bir emek istediğini anlatan oluşumlardır.

Örneğin ümitsizliğin analizine takılan heyecanlar,

Konudan uzaklaşmak için hayali olarak belirlenen yeni lokasyon,

Aceleciliğin ani acarlığı,

Sorumluluk dürtüsünün diz bağını çözdüğü anlar,

Geleneksellik bariyerlerinin tuttuğu sokaklar,

Kanıksanmış konforun bozulma korkusu,

Ve zanlardan müteşekkil fesat şebekesinin müdahalesi ile başlamadan biten onlarca hikâye…

Örneklediğimiz negatif değerlendirmenin pozitif olarak ele alınmasında ise durum başka bir forma girer.

Örneğin,

1- Ümitli olmak, olmasını istediğimiz şeylerin ilk olma şartıdır. Ümit tüm kazanımsal edinimleri şüphelerden arındıran nitelikli bir düşünce şeklidir. Aleyhimize olan tüm engelleri yol üstünden kaldıran bir inanç gücüdür.


2- İnsanın öncül ve bencil savunması kurgusal kaçışı hayal bağlamında yaparak, durum algısını değiştirecek farazi bir lokasyon belirler. Böylelikle düşüncenin oluşturacağını var saydığı baskıdan kendini kurtarmaya çalışır. Oysa yüzleşmek durumun hakikatini anlayarak gerçekçi yaklaşımı mümkün kılar. Reel planlamalar ile belirlenen hedeflere erişim, sonuçsuz farazi kaçışlardan ve asla gelmeyecek tahayyül beklentilerinden daha kolay sağlanır.


3- İnsan iradesine hareket meyli veren fikrin önemli bir engeli, birden bir şey yapma isteği olarak kendini gösteren manilerdir. Çünkü hiçbir yapıcı süreç raslantısal etkiyle oluşmaz. Her şeyin doğru gelişimi ve amaç sonucu hayat kanunlarının hâkim olduğu proseslere bağlıdır. Aniden meydana gelen şeylerin temel yapısı yıkıcıdır. Bu nedenle doğru durum değerlendirmeleri ile uygun ve sabırlı adımlar atmak gereklidir. 


4- Sorumluluk her ne kadar bir yük gibi görünse de insanın kendisi için bir varlık görevidir. Bu bağlamda yapılmayan her ödevin maliyeti, sorumluluk yükünden çok fazla olacağı bilinmedir. Kaçınılmayacak en önemli vazife, kişinin kendisine karşı olan ve çıktıları itibariyle tüm hayatını ilgilendiren yükümlükleri yerine getirmesidir.


5- Toplumsal baskı, çevresel faktörlerin kurduğu baskı, kişinin kendinde yaptığı ve yapacağı değişimin maruz kalacağı sorgulamalardır. Genel anlamıyla; Ne derler? Durumudur. Oysa toplum, insanın kendi ihtiyaç –sorun ve çözüm arayış gerçeğine karşı sanal bir etkiye sahiptir. Vehim tabir edebileceğimiz geleneksel literatürden alınan sıradan kanılarla sadece durağanlık pompalayan bir duruma sahiptir.  İnsan kendi varlık ve yaşam menfaati için çıkış yoluna gerilmiş olan bu zinciri inanç ve cesaret gücü ile kırmalıdır. Çünkü faydalılığı kesin olan bir amaca ulaşama gayreti, olasılıkların asalak baskısı için feda edilemez.


6- İnsanın alıştığı yaşam tarzının harekete geçme fikri üzerinde baskılayıcı etkisi büyüktür. Ancak yapılacak gerçekçi bir durum değerlendirmesi, sonuçları itibariyle karşılaşılacak akibeti anlamaya yardımcı olacaktır. Bugün cesaret gösteremediğimiz ve terk edemediğimiz konfor elimizden başka sebeplerle gidecek ve neticesi bir şekilde kaybolacaktır. Yani insanın kendi zararına olan pozisyonunu değiştirmemesi, yaşadığı zararın eliyle sağlanacaktır. Bu nedenle öncelikli vaz geçiş iradesini göstermek geleceğin oluşumu için kazanımsal veri anlamına gelir. Ve insanı karar olma noktasında olumlu bir şekilde destekleyen deneyim demektir.


7- Ve zanlar.. İçinde iyi düşünce ve sanılar barındırmayan zanlar, kurgusal beslenerek zehirlenmiş ölümcül yapılardır. Bu nedenle değerlendirilen her şey deliller ışığında ele alınmalıdır. Ölçümlemeler objektif olmalı ve sadece hakikate dayanmalıdır. İhtimaller üzerinden yapılan iz sürümleri kaosa neden olur. İnsan kendini bu denli yoracak durumlarda aklıselim ile uzak kalmayı kanıksamalı ve ona göre tavır almalıdır. 

 

Özetle; tüm yeni başlangıç ve değişim gereklerini engelleyen vehmi direnişlere karşı, korkusuzca, yılmadan, çekinmeden kararlı bir şekilde direnişler göstermek, yeni ve yenilenmiş veya yenilenmeye hazır bir yaşamın güç aldığı devrimci iradeyi temsil eden pozitif eylemler bütünüdür.


M.Safitürk


25.2.24

2024 BERAT GECESİ

Ey Lutf-u Cemaliye üstümüzdeki kubbeye tecelli eden Rabb-i Rahîmimiz ve ey Hâlık-ı Kerim'imimiz!

Kalbimizin asumanına mahsus rahmetini indir.

Bu gece ihsan  murad ettiğin itâna meccanen erdir.

Çeşitli kördüğümlerle bağlı talimizi manialarından necat ettir.

Yıpranmışlığımızı onar, zilletimizi  izzetinle zengin kıl.

Yitikliğimize imdat et, 

Varlık nurunun devletine erdir..

Uzaklığımızı yakin kıl,

Beladan, cefadan, ezadan, her cins  âda’dan eman ve  selâmet ver..  gerçek esenliğe erdir…

Aşikare veya  gizli olarak  zahir ve batınımıza sirayet etmiş ,asab dizginlerini eline geçirmiş çeşitli maraz ve hastalıklardan ,maddi ve manevi illetlerden halas eyle…

Alışkanlık perdesine sarınmış, ülfet kisvesine bürünmüş, şuurumuzun üstünü örtüp ruhumuza çökmüş tüm kirden pastan azad edip merhamet sağanağında tüm lekelerimizden  arındır .

Güzel ahlâkın ile süsle, hilkaten güzel olan özümüzü zevalsiz ebedileştir.

Dil sürçmelerimizi, tökezlemelerimizi, iki lafı safiyen bir araya getirip maruzatımızı arz edemeyeşimizi, hayırla şerri karıştırıp yüzümüze gözümüze bulaştırıp ne isteyeceğimizi ve nasıl isteyeceğimizi bilememizi affet.

Yâ Rabbi!

Yeryüzüne serpiştirilmiş , türlü türlü desiseler ile ihtilafa düşmüş , birliği dağıldığından keyfiyeten küçülmüş, saygınlığını kaybetmiş, celal ve heybeti elinden gitmiş , hamiyet ve gayret mefküresi çürümüş  , çeşit çeşit sârî dertlere giriftar olmuş Ümmet-i  Merhume-i Muhammed'e  A.S.M yardım et.  

Çünkü bunlar; 

yetimken bulup himaye ettiğin, 

kalbini yarıp içine hikmet ve nur doldurduğun, 

kenz-i mahfinden çıkartıp eflâka gösterdiğin, 

avucunda taşları tesbih ettirdiğin , 

miraç ile huzuna,visale  erdirdiğin, 

canlı cansız mahlukatını risaletine şehadet ettirip selâm verdirdiğin, 

görünmez ordularında desteklediğin, 

sözünü ağzına koyduğun ,

marziyatını söylettirdiğin, 

seninle aramızda ,bizimle aranızda bir nurdan köprü kurduğun………..yanındaki   itibarını tüm  mülk ve melekût alemlerinde ilan ettirdiğin , 

Cebrailin ayaklarının tabanından öpüp uyandırdığı, kitabını kıraat edip mukabele yaptığı, 

dağların adıyla dile geldiği, 

acıların ismiyle dindiği,

lebinden bir katre ile  kör kuyuların coştuğu, 

bulutların peşinden koşup gölgelediği, 

istirahatı  bozulmaması için felek çaklarının durduğu ,

ağaçların şak edip yol verdiği,  

kuru direklerin bile müferakatından deve gibi inleyip ağladığı,

ins ve cinnin elinden dilinden, enfasından ve nazarından şifa bulduğu .. Resulün Muhammed Mustafa’ın  S.A.V  üzerine titrediği  aciz  kullarındır.

Sen , Allah-u Azimüşşansın.. Hem çok merhametli hem sonsuz kerem sahibisin… Bizi bu gece ,şu şefi-i ruz-i cezaya bağışla. A.S.M 

Âmin Âmin Âmin

16.3.22

Nefes

Bugünler de veya dünlerden bugünlere alıp getiremediğimiz büyük yoksunluklardan birisi, belki de en önemlisi dostluk olsa gerek.

Küçük şeylerin bile sevgiyle bir araya getirdiği insanları, artık kocaman şeyler bir araya getiremiyor.

Sanki bir birimiz için ağır sorumluluklar oluşturacakmışız gibi kaçışıyoruz bir birimizden.

Kendi şahsi dünyamıza bağımlılığımız ve bu bağımlılığın yönlendirdiği problemlerimiz var artık. İçinde kimse için kaygılanmanın barınamadığı. Aklımızı kuşatan önceliklerin kimseye bir pencere açmadığı…

……….

Çehremizde donan sevinç renkli yapay mutluluklar.

İçimizi kardeşçe acıtmayan ayrılıklar.

Özlemin adını yitirdiği beklentisizlik ufukları…

Başımızın göğsümüze abandığı belirsizlik ve boynumuza asılmış endişeler…

Karabulutlar gibi gönül semamızı kaplamış karanlık düşünceler.

Şüphe ve tereddüt sultasının tuttuğu köşelerden güven duygusuna gölge düşüren esaret…

Ömür sayfaları çevrildikçe kalbimize daha derin atılan çentikler.

Yılgınlığımızı bastırmak için içimize çektiğimiz boşluk tünelleri.

Eşkalsiz uğultuların kol gezdiği ruh sokakları…

Hiçbir yalnızlığa benzemeyen yalnızlıkların belki on öğün sofra kurup kaldırdığı gündüz ve geceler.

Yine de hiç bir şey yokmuş gibi verdiğimiz maskeli yaşam belirtileri.

Hayat nabzının üzerine yığılmış yıkımların altında son nefesini  veren mavera.

Hissiz bir bencilliğin benlik bile yapamadığı çaresiz gururlar.

Ve için için tükendiğimiz gerçeğinin denge bozan eriyişlerini seyrettiğimiz çaresizlik…

……………..

Bir omuzluk teselli,

Bir dua avucunda içtenlikle yer bulamamak..

Bir kürek kül için olsun kimsenin kapısını çalamamak..

Ahde vefası silinmiş bir veresiye defterini alacaklılık koynunda taşımak ..

Ve yarayıştan uzaklaşarak ,yavaşça her şeyden el çektirilmek..

Yolları arkadaşsız bırakmak ve yollarda yarensiz kalmak..

…….

Bu yakıcılık bir Özyurt daveti midir?

Yoksa gurbet dolu zemheri bir ceza mı?

……..

Bu bir çökmüş mü ?

Kapısı kapanıklığın en açık şekli bu mudur?

Göz göre göre içinde kaybolunan şeyler, alışkanlık yenilgisine neden olan ve en ortada bulduklarımız mıdır?

Yaşam tarzımız aslımıza geçişimizi engellemekte midir?

Yoksa onarıcı kaynaklardan birisi olan, edilemeyenlerin ve tutulamayanların insan kalbine bıraktığı hüzünden mahrum muyuz?

İnsanı erdemli kılan ve kendi kendi yetinmesini sağlayan güç merkezinden biri olan maddi manevi cömertliğimizi, vicdani varlığımızı çöle çeviren cimrilikten kurtulamadık mı?

Yüzlerce dikeni ile canımızı yakan gizli ve açık kibrimizi alçak gönüllük toprağında gömemedik mi?  

Ki ; gerçek hayat oradan filizlenir derler…

……..

Kabuğunu kırmak mı?

Yoksa kabuğunla beraber kırılıp ezilmek midir başımıza gelen…

………

M. Safitürk

İnsana Dair

İnsan yaratılışı itibariyle saygın bir varlıktır.
Ve bu niteliğe erişmek için yaşam yolcuğuna başlatılmıştır.

Hayata ilk adım attığı gün ile birlikte kendi hikâyesini ömür sayfalarına yazan bir kaleme döner. Arayışları ve aranışları arasında kurulan denklem sebebi ile birçok inişler çıkışlar yaşar.

Çatışma ve çarpışmalar ile birlikte zıtların kuşattığı alan hareketliliğinin çekici gücü bir kasırga gibi önünde bulduğu her şeyi içine alır. Bazısını savurur, kimini başkalaştırır, değiştir,
 kimini de kendine özgü bir sınama ile konumlandır.

Her hadisenin gelişimi ve etkisi bir plana bağlı olduğunu gösteren yapıdadır.

Her şey bir düzen içinde işler.

İnsanın karşılaştığı her hadise insana göredir.

Savunma, çekilme, onarma, mücadele etme, kayıtsız kalma, dikkate almaya kadar ne varsa hepsinin durumu, olaylara yönelik gelişen fıtrat planında bulunan refleksleridir.

Yani insan var edilişinin gereksinimi olan tüm donanımına sahiptir. Bu nedenle insanın kendi gerçeğini öğrenmesi, ruhsal bağlarını bilmesi ciddi önem taşır.

Bu anlamda bilgisizliğin olması, insanı sorumlu kılar.

Örneğin yüzme bilmeyen birinin, yüzme bilen birine oranla aynı derinlikte riske edebileceği yaşamı gibi.

Veya eğitim sürecinde yeterli öğrenimini temin edememiş birinin sınav sonucunda karşılaşacağı durum benzeri.

Ve yaşam tüm yaratılış özelliği ve içeriği ile tanımlanmıştır.

Davranışlar ve karşılıkları belirlenmiş ve yürürlüğe koyulmuştur.

Yasalar bütün fonksiyonlarıyla aktif ve etkilidir.

İnsanı bu işleyişe yabancı kılan ise herhangi bir nedenle farkındalığın oluşmaması,

Belki bu gerçeğin tercih öncelik sırasında kendine yer bulamaması,

Belki ilgisizlik, belki de yüzlerce sebeplerdir…

Oysa mazeret gibi görünen engelleyici nedenler de yaşam planının bir parçasıdır.

Çünkü insanı değerli kılan öğrenmek gayreti, keşfetme heyecanı ve kararlılık dirayetidir.

Hiçbir değerli maden yeryüzüne yakın değildir.

Her kıymetli sanat eseri fiziki ve hissi yüzlerce hareket ve durum barındırır.

Söz konusu olan bu hilkat projesi,  hem insanın hem de ilgili kılındığı diğer varlıkların ve hedeflenen sonuçların kaliteli oluşu ile ilgilidir.

Bunun dışında kalan ve bilinçli bir amaç taşımayan tüm unsurların varlık içindeki konumu, planın işlevsel ve tamamlayıcı yerleşimine dairdir.

Bu nedenle insan kendi hakikatinin dışında kalan varlıklara bakarak yaşam modellemesi yapamaz.

Ayrıştırıcı niteliğini belirleyen bilinç ve kâr zarar ayrıştırması, lehinde olana yöneliş ve aleyhinde olandan çekinme gibi özelliklerine uygun davranmalıdır.

Eğer insan; akıl, ruh, vicdan ve duygular ile biçimlendirilmiş bu yapısını, sadece sınırlı ve bedensel gereksinim edinimleri için kullanırsa varlık planında belirlenmiş mükemmellik sonucuna ulaşamaz. Ve sorumlu tutulması kaçınılmazdır.

Çünkü uygun davranmak ve davranmamayı belirleyen tek şey iradedir. Ve bunun için tüm plan içeriği tanımlanmış ve tercih serbest bırakılmıştır. Ve insan kendi yaptığı alış verişten, heybesine ne doldurduğundan yükümlü kılınmıştır.

Bu sorumluluk ve kazanımlarımızın ne olduğu hakkında yaşamımıza bazı iz düşümleri olur.

Örneğin; sıkıntılar, karamsarlıklar veya sevinçler, huzur halleri gibi…

İnsanın hayatından kalıcı hazlar alabilmesi mümkündür.

Bu ise, tüm var oluş ve işlevsel özellik niteliğinin korunmasıyla, olaylara karşı bilinçli muhatap olma etkinliği ile sağlanabilir.

Asli özelliğini kaybetmiş  ya da doğru gelişimi temin edilememiş, ihtiyaçları belirlenmemiş, içeriği tanımlanmamış bir insan dünyası ise, hiç kimseyi ayıt etmeyen döngünün çarkları içinde kargaşa ile baş başa kalacaktır.

Çünkü uyum ve bütünleşmenin verimli işleyişini sağlayacak yegâne husus; belirlenmiş ve belirtilmiş olan şartlar üzerinde kabul ile temin edilen mutabakat ve inanç ile elde edilen uzlaşıdır.

Bununla birlikte bazen; istemsiz gelişmeler, beklenmedik şekilde ortaya çıkan etkileyici durumlar da olur.

İnsanın ne yapacağını bilemediği, belki hiçbir deneyiminin olmadığı şaşkınlık verici gelişmeler…

Çıktı ne olursa olsun mutlaka bir anlamı ve cevabı vardır. Çünkü hayat tesadüf barındırmaz. Rastlantı zannedilen ve betimlenen her şey, düşünmenin ve anlamının önüne getirilen bir an’lık durumlardır. Olayın şekillenmesinde rol olan unsurların sahip olduğu nitelik ve işlevsel özellik tesadüfen sonuçlar vermez.

Evet, bir var oluş amacı tüm yaşamı kuşatmıştır.

Sonuç olarak hedeflenen, sınırlı ve sınırsız yaşamımızın gereksinimlerini en elverişli şekilde edinimimizdir.

İnsan erdemliliğini belirleyen, yaratılış prensiplerine ciddiyet ve zarafet ile uyum göstermek, vefalı olmak, varlık hakkını gözetmek ile teşekkür sahip olmaktır.

Yoksa bu gerçeğin dışında bir yaşam sürerek, adalet işleyişinin kucağına bıraktığı sonuçları kabul etmeyip, ruhunu daha da hırçınlaştırarak içinden çıkılmaz çukurlar ve geri dönülemez yollar açmak demek değildir.

Yanlışlar, doğruya gidişin bir parçasıdır.

Hatalar, güzel şeyleri yapma ve sürdürebilme becerini kazandırır.

Pişmanlıklar, hep yeni başlangıçların temiz adımlarıdır.

Umut, tevekkül ile hayata temiz bir sayfa açmanın inanlı enerji kaynağıdır.

Tüm bunların insanın başına gelmesi, yaratılışı itibariyle SAYGIN kılınmış olmasıdır.

Bu farkındalıkla yaşayan her insan kendisine YAKIŞAN onurlu mutluluğa mutlaka erdirilecektir.

Her ne olursa olsun sadece bir kez yaşama hakkımız bulunan hayat;  VAZGEÇİLECEK, değerleri TERKEDİLECEK, elde edilmesi zor zannedilerek ellerimizin GEVŞETİLECEĞİ bir şey değildir.

Editör / M.Safitürk

23.9.21

Çekirdek

Yaşadığımız zaman diliminde mevcut şatları olduğu gibi kabullendiren bir akış izliyoruz.

Sanki gözümüzü hayat yeni açtık ve hiçbir şey bilmiyoruz ve öğrenmek içinde ayıracak vaktimiz yok.

Güya fast  food  bir kültür beslenmesi ile ruhsal açlığımızı doyurmaya çalışıyoruz. Öğün atlatmak da diye biliriz.

Bu renkli dayatmadın ve süslü içeriğin değer alt yapısına bu kadar kolay nüfuz etmesinin en birinci sebebi; insanın ulaşması en kolay olana düşkünlüğüdür.  

Oysa bütün gelişim süreçlerinde belirli aşamalar bulunmaktadır. Birçok evreden geçen yetenekler sonuç verene kadar birçok mesafe kat ederler. Mükemmellik noktası şartlar ile birlikte kazanılan olgunluktur.

Örneğin bir çekirdeğin yolculuğu kabuğunu kırmak ile birlikte başlar. Köklenmesi, havayla buluşması, filizlenmesi ve kabiliyetinde olan fidan ve ağaç olma merhalelerini geçmesi, bu süreç içinde göreceği mevsimler, maruz kalacağı yağmurlar, kar altında beklemeler, geçireceği yıllar gibi birçok menzile uğrayarak meyve verir. Bu çekirdeğe ait mükemmelliğin en tepe noktası ise o meyvenin kalbinde sakladığı, kendi özünden meydana gelen, ağaç olup meyve verebilecek bir başka bir çekirdektir.

Tüm canlı varlıkların hayat döngülerinde bu durumu izleyebiliriz. Cansız varlıkların ise tabiatta gelişen olaylarla sürekli başka bir görünüme bürünmeleri, onların bu devir ve devinim içinde en uygun konumu aldıkları gözlenir. Yani büyük bir işleyişin kuşatıcı etkisi her şeyi kapsamıştır.

İyi şeyleri meydana getiren sebepler ile iyi olmayan sonuçları meydana getiren nedenlerde rastlantıya atfedilemez.

Çünkü onarım ve kırım unsurları da bir teknik ve kendi mahiyetlerinde olan bir programa ile iş görürler.

Bugün tüm doğal süreçle elde edilen şeylere, orijinal, natürel, organik gibi tabirler kullanıyoruz. Kast ettiğimiz şey anlam itibariyle oluşum sürecini kendi tabiatıyla dışarıdan bir yapay bir etki olmadan tamamladığına dikkat çekmektir.

Yani aslında neyin değerli olduğunu biliyoruz.

Eksikliklerimizin de ihtiyaçlarımızın da farkındayız.

Fakat bir şeyleri değiştirmenin enerjisini ortaya çıkaracak, amaç, tepki, kararlılık gibi destekleyici duygu ve düşünceler sürekli bir baskı altında..

Buna alışkanlıklar, vaz geçilmez konfor diyebiliriz. Kendimizi mazur da görebiliriz. Ancak bunların hiç birisi gerçek mazeret olmadığından, bir gün ki, -o gün mutlaka gelecek- biriktirdiğimiz boşlukların havaleli yükünün ağırlığı altında kalabiliriz.

Hayatı sarsan fırtınalar, engellenemez değişimler, karşısında duramadığımız çeşitli hadiselere karşı dayanacak gücü bulamayabilir ve aşırı yorulabiliriz.

İşte hayatın kaçınılmaz getirilerine karşı insan sadece hayatı tanımak, yaşamın gerçek içeriğini bilmek, neden ve niçinlerin içerdiği asli unsurları özümsemekle mukabele edebilir.

Bu kaotik gibi görünen durum, çekirdeğin başına gelenler ile aynıdır aslında. Eğer o çekirdek kökleri vasıtasıyla kendisini geliştirecek maddeler yerine, kendine zarar verecek maddeleri özümseseydi, olduğu yerde çürüyüp gidecekti. Ne meyve verebilecek, ne mükemmelleşebilecek, ne de yaşamının harika sonucunu görebilecekti.

Evet,  genetiği değiştirilmiş gıdalar, insan sağlığına zararlı madde ve işlemler ile üretilen tüketim malzemelerini, nasıl hiçbir kaygı taşımadan, hiçbir insan sınıfını ayırt etmeden piyasaya sürenler var ise, sanal âlem tacirleri de öyle.

Örneğin 1-2 saatlik okuma alışkanlığı insana odaklanma kabiliyeti ile birlikte farkındalık yetisi kazandırır. Doğru ve yanlışı ayırt edebilecek muhakeme gücüne ulaştırır. Böyle bir insan ise kendisine zarar verecek olan şeylerden uzak durması gerektiğinin hem bilincine hem de karşı koyma iradesine sahiptir.

Dolayısıyla mevcut tüketici sistemin devamı için okuma alışkanlığı edinmemelidir.

Fakat bu alışkanlığın tamamen terk edilmesi kimsenin işine yaramayacağından, hiç olmazsa etiket ve fiyat okuyabilmeli, yorumlara göz atabilmelidir. Tüm proje bunun üzerinde şekillenmiştir.

Kısa cümleler ve amansız fotoğraflar ve de ilginç videolar.

Gayet sınırlı saniyeler ve satırların peşi sıra gelen değişikliklerle süreklilik kazandırılması, rağbet ve ilginin çokluğu bağlayıcılığı sağlamaktadır. 2 saatlik bir sanal gezinti sonunda kimse kolaylıkla mantıklı ve anlamlı bir cümle ile ne yaptığını izah edemez.

Bu kayıplar meyveye ve kalbimizdeki çekirdeğe giden yolculuğumuzu engelleyecek durumdadır. İşin sonunda hiç bir şey kazanma şansının olmadığı, insan tüketiminin tüm merhametsizlikle yapıldığı bir arena içinde kendine yer aramak ve bunun için hiç gereklilik ve gerçeklilikle bağdaşmayan korkunç bir zayiat olsa gerek.

Şuurlu olmak, farkına varmak, bu bağlamda neticesiz şeyleri terk edecek irade gücünü tetikler. Ve insan aleyhinde olan şeylerden akıl gereği ile uzaklaşıp kendi gerçeğine doğru ilerlemeye başlar.

Özetle, uzun uzun okumalı, uzun uzun gerçek dünyaya bakmalı, uzun uzun düşünerek huzur bulmalı insan…