İnsan kendi ömür müddeti ile tanzim edilmiş hayat safha ve sayfalarından mürekkep kendi kitabını yazan şahit ve müşahit bir kalemdir…
1.12.18
28.11.18
Merkez-i Muhabbet A.S.M
"Allah'ım,Senin Habibin,benim perişan ve kararmış kalbimin nur kandili Muhammed'e,gerek muhabbetle,gerek şefkatle,gerek hüzünle,gerekse mesruriyet ve memnuniyetle ile döktüğü gözyaşlarından ıslanan kirpikleri sayısınca salât ve selâm eyle..Âmin
.
.
23.11.18
Ey insan!
Fâtır-ı Hakîmin senin mahiyetine koyduğu en garip
bir hâlet şudur ki:
Bazan dünyaya yerleşemiyorsun, zindanda boğazı sıkılmış adam
gibi "of, of" deyip dünyadan daha geniş bir yer istediğin halde; bir
zerrecik, bir iş, bir hatıra, bir dakika içine girip yerleşiyorsun. Koca
dünyaya yerleşemeyen kalb ve fikrin o zerrecikte yerleşir. En şiddetli
hissiyatınla o dakikacık, o hatıracıkta dolaşıyorsun.
Hem senin mahiyetine öyle mânevî cihazat ve lâtifeler vermiş
ki, bazıları dünyayı yutsa tok olmaz; bazıları bir zerreyi kendinde
yerleştiremiyor. Baş bir batman taşı kaldırdığı halde, göz bir saçı
kaldıramadığı gibi; o lâtife, bir saç kadar bir sıkleti, yani, gaflet ve
dalâletten gelen küçük bir hâlete dayanamıyor. Hattâ bazan söner ve ölür.
Madem öyledir, hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir
lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma.
Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma. Çünkü çok küçük şeyler var, çok
büyükleri bir cihette yutar. Nasıl küçük bir cam parçasında gök, yıldızlarıyla
beraber içine girip gark oluyor. Hardal gibi küçük kuvve-i hafızanda, senin
sahife-i a’mâlin ekseri ve sahaif-i ömrün ağlebi içine girdiği gibi, çok cüz’î
küçük şeyler var, öyle büyük eşyayı bir cihette yutar, istiab eder.
Mesnevi-i Nuriye Zühre
21.11.18
Ey biçare insan!
…Biz dahi Kur'ân namına diyoruz ki: Ey biçare insan! Aklını başına al, ehl-i dalâletin vekilini dinleme. Eğer onu dinlersen hasâretin o kadar büyük olur ki, tasavvurundan ruh, akıl ve kalb ürperir.
Senin önünde iki yol var: Birisi, ehl-i dalâletin vekilinin
gösterdiği şekavetli yoldur. Diğeri, Kur'ân-ı Hakîmin tarif ettiği saadetli
yoldur.
İşte, o iki yolun pek çok muvazenelerini, çok Sözlerde,
hususan Küçük Sözlerde gördün ve anladın. Şimdi, makam münasebetiyle, binde bir
muvazenelerini yine gör, anla. Şöyle ki:
Şirk ve dalâletin ve fısk ve sefahetin yolu, insanı nihayet
derecede sukut ettiriyor.
Hadsiz elemler içinde nihayetsiz ağır bir yükü, zayıf ve
âciz beline yükletir. Çünkü, insan Cenâb-ı Hakkı tanımazsa ve Ona tevekkül
etmezse, o vakit, insan, gayet derecede âciz ve zayıf, nihayet derecede muhtaç,
fakir, hadsiz musibetlere maruz, elemli, kederli bir fâni hayvan hükmünde olup,bütün
sevdiği ve alâka peydâ ettiği bütün eşyadan mütemadiyen firak elemini çeke
çeke, nihayette, bâki kalan bütün ahbabını bir firak-ı elîm içinde bırakıp,
kabrin zulümatına yalnız olarak gider. Hem müddet-i hayatında gayet cüz'î bir
ihtiyar ve küçük bir iktidar ve kısacık bir hayat ve az bir ömür ve sönük bir
fikir ile, nihayetsiz elemlerle ve emellerle faidesiz çarpışır ve hadsiz
arzuların ve makàsıdın tahsiline, semeresiz, boşu boşuna çalışır. Hem kendi
vücudunu yükleyemediği halde, koca dünya yükünü biçare beline ve kafasına
yüklenir. Daha Cehenneme gitmeden Cehennem azâbını çeker.
Evet, şu elîm elemi ve dehşetli mânevî azâbı hissetmemek
için, ehl-i dalâlet, iptal-i his nev'inden gaflet sarhoşluğuyla muvakkaten
hissetmez. Fakat hissedeceği zaman, kabre yakın olduğu vakit, birden hisseder.
Çünkü, Cenâb-ı Hakka hakikî abd olmazsa, kendi kendine mâlik zannedecek.
Halbuki, o cüz'î ihtiyar, o küçük iktidarı ile şu fırtınalı dünyada vücudunu
idare edemiyor. Hayatına muzır mikroptan tut, tâ zelzeleye kadar binler taife
düşmanları, hayatına karşı tehacüm vaziyetinde görür. Elîm bir korku dehşeti
içinde, her vakit kendine müthiş görünen kabir kapısına bakıyor…………….Sözler
19.11.18
Hz. Muhammed A.S.M
14.11.18
Ey insan-ı müştekî!

Ey nankör! Daha sen nerede hak kazanıyorsun ki, Cenâb-ı
Hakkın sana verdiği mahz-ı nimet olan vücut mertebelerine mukàbil
şükretmeyerek, imkânât ve ademiyat nev’inde ve senin eline geçmediği ve sen
lâyık olmadığın yüksek nimetlerin sana verilmediğinden, bâtıl bir hırsla
Cenâb-ı Haktan şekvâ ediyorsun ve küfrân-ı nimet ediyorsun?
Acaba bir adam, minare başına çıkmak gibi âli derecatlı bir
mertebeye çıksın, büyük makam bulsun, her basamakta büyük bir nimet görsün; o
nimetleri verene şükretmesin ve desin: “Niçin o minareden daha yükseğine
çıkamadım?” diye şekvâ ederek ağlayıp sızlasın ne kadar haksızlık eder ve ne
kadar küfrân-ı nimete düşer, ne kadar büyük divanelik eder; divaneler dahi
anlar.
Ey kanaatsiz, hırslı ve iktisatsız, israflı ve haksız,
şekvâlı, gafil insan!
Kat’iyen bil ki, kanaat, ticaretli bir şükrandır; hırs,
hasâretli bir küfrandır. Ve iktisat, nimete güzel ve menfaatli bir ihtiramdır.
İsraf ise, nimete çirkin ve zararlı bir istihfaftır. Eğer
aklın varsa kanaate alış ve rızaya çalış. Tahammül etmezsen, “Yâ Sabûr” de ve
sabır iste, hakkına razı ol, teşekkî etme.
Kimden kime şekvâ ettiğini bil, sus. Herhalde şekvâ etmek
istersen, nefsini Cenâb-ı Hakka şekvâ et; çünkü kusur ondadır.
Mektubat
7.11.18
Cüz-i iradeden dahi vazgeçip, işini irade-i İlahiyyeye bırakmak..
Yâ Rab! Tevekkülsüz, gafletle, iktidar ve ihtiyarıma dayanıp derdime derman aramak için
cihât-ı sitte denilen altı cihette nazar gezdirdim. Maatteessüf derdime derman bulamadım. Mânen bana denildi ki: "Yetmez mi dert, derman sana."
İşte şu altı cihette ünsiyet ve teselli değil, belki dehşet ve vahşet aldığım onlara mukabil, benim elimde bir cüz-i ihtiyarîden başka hiçbir şey yoktur ki, ona dayanıp onunla mukabele edeyim.
Halbuki o cüz-i ihtiyarî denilen silâh-ı insanî hem âciz, hem kısadır. Hem ayarı noksandır. İcad edemez. Kisbden başka hiçbir şey elinden gelmez.
O cüz-i ihtiyarînin meydan-ı cevelânı, kısacık şu zaman-ı hazır ve bir ân-ı seyyaldir.
İşte, şu bütün ihtiyaçlarımla ve zayıflığımla ve fakr ve aczimle beraber, altı cihetten gelen dehşetler ve vahşetlerle perişan bir halde iken, kalem-i kudretle sahife-i fıtratımda ebede uzanan arzular ve sermede yayılan emeller âşikâre bir surette yazılmıştır, mahiyetimde derc edilmiştir.
Belki dünyada ne varsa, nümuneleri fıtratımda vardır. Umum onlara karşı alâkadarım. Onlar için çalıştırıyorum, çalışıyorum.
İhtiyaç dairesi, nazar dairesi kadar büyüktür, geniştir.
Hattâ, hayal nereye gitse, ihtiyaç dairesi dahi oraya gider; orada da hâcet vardır. Belki, her ne ki elde yok, ihtiyaçta vardır. Elde olmayan ihtiyaçta vardır; elde bulunmayan ise hadsizdir.
Halbuki daire-i iktidar, kısa elimin dairesi kadar kısa ve dardır.
Demek, fakr ve ihtiyaçlarım dünya kadardır.
Sermayem ise, cüz-i lâyetecezzâ gibi cüz'î bir şeydir.
İşte, şu cihan kadar ve milyarlar ile ancak tahsil edilen hâcet nerede? Ve bu beş paralık cüz-ü ihtiyarî nerede? Bununla onların mübayaasına gidilmez, bununla onlar kazanılmaz. Öyleyse başka bir çare aramak gerektir.
O çare ise şudur ki: O cüz-i ihtiyarîden dahi vaz geçip, irade-i İlâhiyeye işini bırakıp, kendi havl ve kuvvetinden teberri edip, Cenâb-ı Hakkın havl ve kuvvetine iltica ederek hakikat-i tevekküle yapışmaktır. Yâ Rab! Madem çare-i necat budur; Senin yolunda o cüz-i ihtiyarîden vaz geçiyorum ve enaniyetimden teberri ediyorum.
Ta, Senin inayetin, acz ve zaafıma merhameten elimi tutsun. Hem, ta Senin rahmetin, fakr ve ihtiyacıma şefkat edip bana istinadgâh olabilsin, kendi kapısını bana açsın.
Cüz-i iradenin mahiyetini evsafıyla üstadımız 17.nci sözde izah etmiş ve Risale-i Nur'un; 30.ncu söz "ENE BAHSİNDE" insan irade ve iktidar hissinin mahiyetinden de söz edilmiş.
Ayrıca, 26.ncı söz KADER RİSALESİNDE imtihan içersindeki sorumluluk ve fiil dairesi beyan edimiş.
İşaret-ül İ'caz mühürlenen kalplerde, müreccih ve tercih manalarında ki mahiyeti küfür içersindeki efali, ve irade-i külliyenin talebe taalluku gibi izahlarla İrade-i meydan ve meyalanı belirtilmiş...
Mahiyetinin külli izahı ile anlaşılan şu ki; bu hadsiz ihtiyaç karşılığındaki hadsiz zaaf iradi olarak irade-i cüz-iyi terki iktiza ediyor...
Yine bu sözün devamında, yok yokun varlığında... Kendinden geçmekle varlıkta var olmanın ehemmiyeti gösteriliyor.
Bize bakan cephesi ise; Bu derslere olan muhatabiyetimiz noktasındadır. Ve ihtiyacımızın iştiyakıyla ve şevkine olan şuurumuzla istifade etmeye kanaatimizle manalar dahada anlaşılır.
Cüz-i İrade bir meyl-i husussidir. İnsanın istemesine, daire-i imtihanda adaletli ve hikmetli fıtri, varlığıyla yokluğu belli olmayan bir kanundur.
Bu mahiyet imam ve itminan ile ya halıka veya halka rucu ettiğinde mahiyeti değişik görünür. Halıka olan meylinde; Böyle mutlak bir acz, böyle bir kudrete kendi havl ve kuvvetinden vaz geçerek istinad ve istimdadı iktiza eder.Bilerek ve görerek şuhudi olan imanın muktezası budur.
Bediüzzaman hazretleri, İrade-i cüziyyesini kullanmadan terk etmiyor. Dikkat edersek altı cihette onun penceresinden; geçmişe, geleceğe ve hakeza bakıp, irade-i cüziyyenin mahiyetini ilmen, yakinen, hakkan idrak ederek, irade-i Külliyenin Rahmet kapısına tevdi ediyor.
Şimdi bu tarzda bir fikri ve ilmi tasarrufu istimal etmeden, bu manaya nufuz mesaisini yapmadan ve teveccüh mahiyetini almadan; Ben irademden vaz geçiyorum denildiğinde, iradi varlığımızı ortaya koymuş oluruz. İçinde bizimde olduğumuz bir mana, yokluk manası olmayacağından, luzumsuz ifadelerden başka birşey olmaz...
İrade-i Cüziyye ve İrade-i Külliye; Tecalliyat-ı Esma ile Meyelan-ı beşeriye dairesinde hallakıyetin ve imtihanın en hareketli müessesesidir.
Halka raci olan kısmı 30.NCU SÖZ penceresinden göründüğü gibi müthiş hatalar ve felsefi ve şedit zulümları netice verir bir meyelan-ı habisedir.
Kısaca; Kendi mahiyetinde derc edilen, acz ve fakr, ihyaç ve zayıflığı, ilmen fark eden insan; iman-ı tahkikiyle de Rabbi Rahiminin marifet nurundan istifade ettiğinde, bendilikten Allah'a firar etmesi, hem kendi hakikatinin gereğidir, Hem de İmanın tezahür ve kanat cephesinde fiilinin elzem-i zarurrisidir.
17.NCİ SÖZ, Cüz-i İradenin muazzam teslim ve tesellüm usulünü gösterir. Ve Risal-i Nur, Tevhidin mertebelerini ders verirken; İstifade, kanaat, itminan, itimat, istimdat, istinad gibi fıtri ve vicdani yapıyı ele alarak uygular.
İnsan fıtratını manevi yapısı binler alemlerle bağlıdır. İman bu alemleri hem keşif eden hem mahiyeti gösteren nurdur.
Bu manevi irtibat ilmin ve marifetullahın aleme girmesiyle diğer karanlık noktarın da aydınlatır keyfiyettedir. Maddi alemde olduğu gibi manevi alemde de herşey herşeyle bağlıdır.
Cüz-i İradenin İmanı Billah Meyline İman. Ve İman marifetullahı netice verdiğinden ve marifetullah meyli, Muhebbetullahı netice verir. Allah'ı tanıyan ve seven Kendi iktidarıyla, kainatta duruyorum zannıyla yaşaması ne garip olur. Ne kadar çelişkidir.
İnsan ayinesini nereye çevirirse oradaki görüntüyü alır. Üstadımız; MESNEVİ-İ NURİYEDE kısmen değindiği, İnsanın doğumundan ölümüne kadar olan sürede -Lahavle vela kuvvete illa billaha- olan ihtiyacı fıtrısinden bahseder.
"Evet, her kim ki rahmetin nihayetsiz denizini bulsa, elbette bir katre serap hükmünde olan cüz-i ihtiyarına itimat etmez, rahmeti bırakıp ona müracaat etmez."
Terk etmek için o kadar sebeb varki...
Allah (C.C.) bilerek, şahit olarak, hakikaten bizi emaneti teslim edenlerden eylesin...
ALTINCI SÖZ'DEN.. "Beşinci hasâret:
Hayat-ı ebediye esasatını ve saadet-i uhreviye levazımatını tedarik etmek için verilen akıl, kalb, göz ve dil gibi güzel hediye-i Rahmâniyeyi, Cehennem kapılarını sana açacak çirkin bir surete çevirmektir.
Şimdi satmaya bakacağız. Acaba o kadar ağır birşey midir ki, çokları satmaktan kaçıyorlar?
Yok, kat'a ve asla! Hiç öyle ağırlığı yoktur. Zira helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Ferâiz-i İlâhiye ise hafiftir, azdır. Allah'a abd ve asker olmak öyle lezzetli bir şereftir ki, tarif edilmez. Vazife ise, yalnız bir asker gibi, Allah namına işlemeli, başlamalı. Ve Allah hesabıyla vermeli ve almalı. Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı. Kusur etse, istiğfar etmeli.
"Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmin" demeli ve Ona yalvarmalı.
Selam ve dua ile
2;
İnsanın gözünün gördüğü ve elinin tuttuğu,fikrinin hayalinin ulaştığı her yerle ilişkisi var.Kainat sabit kanunlarla durmuyor.
Her halk edilmiş mahlukat masnuat mevcudat,bir ilanname hükmünde.Maddi vucutları gibi,niyet nazar ve manayı harfi ve manayı ismi ile de manevi vucutlarının neşri var.
İnsan kainata karşı duruşu ile,istidadına göre o alemden,onun marifet ayinesine manalar aks ederler.İnsanın benliğinin rengine göre de görünürler.
İşte bu büyük sahifeye;hem fikir ile hem hayat ile duran insan,bu azim mecmuada hayrete ve dehşete düşmemesi mümkün değil.
Burada Allah'ı tanımakla tanınmak arasında şuuri bir ilişki var.Ve bu ilişkide bir kanundan diğer bir kanuna intikal,bir tecelliden diğerine bir firar söz konusu.
İlim bilmekle yaşamanın en suhuletli yolu...Herşey öyle yerli yerinde ki.Bu bizlerin aynasının kabiliyetiyle renklenen sentezde elbette karanlık noktalar olacak.
"Siz ne yaparsanız yapın Din muhakkak galip gelecektir"Hadis olarak hatırımızda kalmış.İnsanın acizliği ile Dinin mükemmelliğini gösteren harika bir mirat...
Bundan dolayı;İnsan yapabildiğinin en güzelini yapmaya ve yapamadıklarına büyük niyetlerle ulaşmaya çalışmalı...
Alemde ne varsa ve elin ve fikrin neye ulaşıyorsa,bilmek için dokunmak cesaretle sorgulamak gerekiyorki;o manalar bize açılsın...
"İnsan samimiyetle ne isterse Allah verir"diyor Bediüzzaman.İlmin talibi Rahmanın talibidir diyor Peygamberimiz...
Bu müjdelerle hayata ümidle hayata iştiyakla sarılmak ve sonsuzluğun müdakkik sevdalısı olmak gerekiyor.
Talep etmek istemekle çok kapılar açılır.Çalmanın adabını edeple ve rızayla yerine getirebilene Allah Muin'dir Muin olur.
Bütün keşf ettiğimiz kabileyetlerimizle,Alemde var olanlar arasında hayattar bir ilişki var.Bu sebeple cüz-i irademiz bizi aczin kapısına götürür.Acz kapısında fakrın ve ihlasın edebiyle durduğumuzda,kapı açılır.Mesele bize verilen cihazatı kullanmakla,mükemmelliği görmek ve emaneti sahibine vermektir.
Altıncı ve Otuzuncu Sözler bunların muazzam izahını yaparlar.Otuzuncu sözde benlik rasatını kullandıktan ve marifet manasına ulaştıktan sonra teslimat"LEHÜLMÜLKÜ VELEHÜLHAMDÜ VELEHÜLHÜKMÜ VEİLEYHİ TURCEÜN"Şeklinde ifade edilmiş.
Kabiliyetlerimizi ve cüz-i irademizi Rabbimizin istediği gibi kullanacağız.Zaten ister istemez bunları bizden geri alacak..İşlemiş olarak vermek daha güzel olur İnşallah..
Feryat gibi görünen şeyler hakkında Üstadımız "İşlemek neşesinden gelen nağamattır"diyor.Ve Allah'ın hayat emirlerine itaat eden ve o itaatte telef olan ve zahir nazardan gizlenip ebedi vucudu ve nuru kazanan nice varlıklar var.
Yaşamak bir niyet ve nazar işi olduğu gibi ilim de sual ve duadan mürekkep bir macun-u nuranidir...
Selam ve dua
cihât-ı sitte denilen altı cihette nazar gezdirdim. Maatteessüf derdime derman bulamadım. Mânen bana denildi ki: "Yetmez mi dert, derman sana."
İşte şu altı cihette ünsiyet ve teselli değil, belki dehşet ve vahşet aldığım onlara mukabil, benim elimde bir cüz-i ihtiyarîden başka hiçbir şey yoktur ki, ona dayanıp onunla mukabele edeyim.
Halbuki o cüz-i ihtiyarî denilen silâh-ı insanî hem âciz, hem kısadır. Hem ayarı noksandır. İcad edemez. Kisbden başka hiçbir şey elinden gelmez.
O cüz-i ihtiyarînin meydan-ı cevelânı, kısacık şu zaman-ı hazır ve bir ân-ı seyyaldir.
İşte, şu bütün ihtiyaçlarımla ve zayıflığımla ve fakr ve aczimle beraber, altı cihetten gelen dehşetler ve vahşetlerle perişan bir halde iken, kalem-i kudretle sahife-i fıtratımda ebede uzanan arzular ve sermede yayılan emeller âşikâre bir surette yazılmıştır, mahiyetimde derc edilmiştir.
Belki dünyada ne varsa, nümuneleri fıtratımda vardır. Umum onlara karşı alâkadarım. Onlar için çalıştırıyorum, çalışıyorum.
İhtiyaç dairesi, nazar dairesi kadar büyüktür, geniştir.
Hattâ, hayal nereye gitse, ihtiyaç dairesi dahi oraya gider; orada da hâcet vardır. Belki, her ne ki elde yok, ihtiyaçta vardır. Elde olmayan ihtiyaçta vardır; elde bulunmayan ise hadsizdir.
Halbuki daire-i iktidar, kısa elimin dairesi kadar kısa ve dardır.
Demek, fakr ve ihtiyaçlarım dünya kadardır.
Sermayem ise, cüz-i lâyetecezzâ gibi cüz'î bir şeydir.
İşte, şu cihan kadar ve milyarlar ile ancak tahsil edilen hâcet nerede? Ve bu beş paralık cüz-ü ihtiyarî nerede? Bununla onların mübayaasına gidilmez, bununla onlar kazanılmaz. Öyleyse başka bir çare aramak gerektir.
O çare ise şudur ki: O cüz-i ihtiyarîden dahi vaz geçip, irade-i İlâhiyeye işini bırakıp, kendi havl ve kuvvetinden teberri edip, Cenâb-ı Hakkın havl ve kuvvetine iltica ederek hakikat-i tevekküle yapışmaktır. Yâ Rab! Madem çare-i necat budur; Senin yolunda o cüz-i ihtiyarîden vaz geçiyorum ve enaniyetimden teberri ediyorum.
Ta, Senin inayetin, acz ve zaafıma merhameten elimi tutsun. Hem, ta Senin rahmetin, fakr ve ihtiyacıma şefkat edip bana istinadgâh olabilsin, kendi kapısını bana açsın.
Cüz-i iradenin mahiyetini evsafıyla üstadımız 17.nci sözde izah etmiş ve Risale-i Nur'un; 30.ncu söz "ENE BAHSİNDE" insan irade ve iktidar hissinin mahiyetinden de söz edilmiş.
Ayrıca, 26.ncı söz KADER RİSALESİNDE imtihan içersindeki sorumluluk ve fiil dairesi beyan edimiş.
İşaret-ül İ'caz mühürlenen kalplerde, müreccih ve tercih manalarında ki mahiyeti küfür içersindeki efali, ve irade-i külliyenin talebe taalluku gibi izahlarla İrade-i meydan ve meyalanı belirtilmiş...
Mahiyetinin külli izahı ile anlaşılan şu ki; bu hadsiz ihtiyaç karşılığındaki hadsiz zaaf iradi olarak irade-i cüz-iyi terki iktiza ediyor...
Yine bu sözün devamında, yok yokun varlığında... Kendinden geçmekle varlıkta var olmanın ehemmiyeti gösteriliyor.
Bize bakan cephesi ise; Bu derslere olan muhatabiyetimiz noktasındadır. Ve ihtiyacımızın iştiyakıyla ve şevkine olan şuurumuzla istifade etmeye kanaatimizle manalar dahada anlaşılır.
Cüz-i İrade bir meyl-i husussidir. İnsanın istemesine, daire-i imtihanda adaletli ve hikmetli fıtri, varlığıyla yokluğu belli olmayan bir kanundur.
Bu mahiyet imam ve itminan ile ya halıka veya halka rucu ettiğinde mahiyeti değişik görünür. Halıka olan meylinde; Böyle mutlak bir acz, böyle bir kudrete kendi havl ve kuvvetinden vaz geçerek istinad ve istimdadı iktiza eder.Bilerek ve görerek şuhudi olan imanın muktezası budur.
Bediüzzaman hazretleri, İrade-i cüziyyesini kullanmadan terk etmiyor. Dikkat edersek altı cihette onun penceresinden; geçmişe, geleceğe ve hakeza bakıp, irade-i cüziyyenin mahiyetini ilmen, yakinen, hakkan idrak ederek, irade-i Külliyenin Rahmet kapısına tevdi ediyor.
Şimdi bu tarzda bir fikri ve ilmi tasarrufu istimal etmeden, bu manaya nufuz mesaisini yapmadan ve teveccüh mahiyetini almadan; Ben irademden vaz geçiyorum denildiğinde, iradi varlığımızı ortaya koymuş oluruz. İçinde bizimde olduğumuz bir mana, yokluk manası olmayacağından, luzumsuz ifadelerden başka birşey olmaz...
İrade-i Cüziyye ve İrade-i Külliye; Tecalliyat-ı Esma ile Meyelan-ı beşeriye dairesinde hallakıyetin ve imtihanın en hareketli müessesesidir.
Halka raci olan kısmı 30.NCU SÖZ penceresinden göründüğü gibi müthiş hatalar ve felsefi ve şedit zulümları netice verir bir meyelan-ı habisedir.
Kısaca; Kendi mahiyetinde derc edilen, acz ve fakr, ihyaç ve zayıflığı, ilmen fark eden insan; iman-ı tahkikiyle de Rabbi Rahiminin marifet nurundan istifade ettiğinde, bendilikten Allah'a firar etmesi, hem kendi hakikatinin gereğidir, Hem de İmanın tezahür ve kanat cephesinde fiilinin elzem-i zarurrisidir.
17.NCİ SÖZ, Cüz-i İradenin muazzam teslim ve tesellüm usulünü gösterir. Ve Risal-i Nur, Tevhidin mertebelerini ders verirken; İstifade, kanaat, itminan, itimat, istimdat, istinad gibi fıtri ve vicdani yapıyı ele alarak uygular.
İnsan fıtratını manevi yapısı binler alemlerle bağlıdır. İman bu alemleri hem keşif eden hem mahiyeti gösteren nurdur.
Bu manevi irtibat ilmin ve marifetullahın aleme girmesiyle diğer karanlık noktarın da aydınlatır keyfiyettedir. Maddi alemde olduğu gibi manevi alemde de herşey herşeyle bağlıdır.
Cüz-i İradenin İmanı Billah Meyline İman. Ve İman marifetullahı netice verdiğinden ve marifetullah meyli, Muhebbetullahı netice verir. Allah'ı tanıyan ve seven Kendi iktidarıyla, kainatta duruyorum zannıyla yaşaması ne garip olur. Ne kadar çelişkidir.
İnsan ayinesini nereye çevirirse oradaki görüntüyü alır. Üstadımız; MESNEVİ-İ NURİYEDE kısmen değindiği, İnsanın doğumundan ölümüne kadar olan sürede -Lahavle vela kuvvete illa billaha- olan ihtiyacı fıtrısinden bahseder.
"Evet, her kim ki rahmetin nihayetsiz denizini bulsa, elbette bir katre serap hükmünde olan cüz-i ihtiyarına itimat etmez, rahmeti bırakıp ona müracaat etmez."
Terk etmek için o kadar sebeb varki...
Allah (C.C.) bilerek, şahit olarak, hakikaten bizi emaneti teslim edenlerden eylesin...
ALTINCI SÖZ'DEN.. "Beşinci hasâret:
Hayat-ı ebediye esasatını ve saadet-i uhreviye levazımatını tedarik etmek için verilen akıl, kalb, göz ve dil gibi güzel hediye-i Rahmâniyeyi, Cehennem kapılarını sana açacak çirkin bir surete çevirmektir.
Şimdi satmaya bakacağız. Acaba o kadar ağır birşey midir ki, çokları satmaktan kaçıyorlar?
Yok, kat'a ve asla! Hiç öyle ağırlığı yoktur. Zira helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Ferâiz-i İlâhiye ise hafiftir, azdır. Allah'a abd ve asker olmak öyle lezzetli bir şereftir ki, tarif edilmez. Vazife ise, yalnız bir asker gibi, Allah namına işlemeli, başlamalı. Ve Allah hesabıyla vermeli ve almalı. Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı. Kusur etse, istiğfar etmeli.
"Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmin" demeli ve Ona yalvarmalı.
Selam ve dua ile
2;
İnsanın gözünün gördüğü ve elinin tuttuğu,fikrinin hayalinin ulaştığı her yerle ilişkisi var.Kainat sabit kanunlarla durmuyor.
Her halk edilmiş mahlukat masnuat mevcudat,bir ilanname hükmünde.Maddi vucutları gibi,niyet nazar ve manayı harfi ve manayı ismi ile de manevi vucutlarının neşri var.
İnsan kainata karşı duruşu ile,istidadına göre o alemden,onun marifet ayinesine manalar aks ederler.İnsanın benliğinin rengine göre de görünürler.
İşte bu büyük sahifeye;hem fikir ile hem hayat ile duran insan,bu azim mecmuada hayrete ve dehşete düşmemesi mümkün değil.
Burada Allah'ı tanımakla tanınmak arasında şuuri bir ilişki var.Ve bu ilişkide bir kanundan diğer bir kanuna intikal,bir tecelliden diğerine bir firar söz konusu.
İlim bilmekle yaşamanın en suhuletli yolu...Herşey öyle yerli yerinde ki.Bu bizlerin aynasının kabiliyetiyle renklenen sentezde elbette karanlık noktalar olacak.
"Siz ne yaparsanız yapın Din muhakkak galip gelecektir"Hadis olarak hatırımızda kalmış.İnsanın acizliği ile Dinin mükemmelliğini gösteren harika bir mirat...
Bundan dolayı;İnsan yapabildiğinin en güzelini yapmaya ve yapamadıklarına büyük niyetlerle ulaşmaya çalışmalı...
Alemde ne varsa ve elin ve fikrin neye ulaşıyorsa,bilmek için dokunmak cesaretle sorgulamak gerekiyorki;o manalar bize açılsın...
"İnsan samimiyetle ne isterse Allah verir"diyor Bediüzzaman.İlmin talibi Rahmanın talibidir diyor Peygamberimiz...
Bu müjdelerle hayata ümidle hayata iştiyakla sarılmak ve sonsuzluğun müdakkik sevdalısı olmak gerekiyor.
Talep etmek istemekle çok kapılar açılır.Çalmanın adabını edeple ve rızayla yerine getirebilene Allah Muin'dir Muin olur.
Bütün keşf ettiğimiz kabileyetlerimizle,Alemde var olanlar arasında hayattar bir ilişki var.Bu sebeple cüz-i irademiz bizi aczin kapısına götürür.Acz kapısında fakrın ve ihlasın edebiyle durduğumuzda,kapı açılır.Mesele bize verilen cihazatı kullanmakla,mükemmelliği görmek ve emaneti sahibine vermektir.
Altıncı ve Otuzuncu Sözler bunların muazzam izahını yaparlar.Otuzuncu sözde benlik rasatını kullandıktan ve marifet manasına ulaştıktan sonra teslimat"LEHÜLMÜLKÜ VELEHÜLHAMDÜ VELEHÜLHÜKMÜ VEİLEYHİ TURCEÜN"Şeklinde ifade edilmiş.
Kabiliyetlerimizi ve cüz-i irademizi Rabbimizin istediği gibi kullanacağız.Zaten ister istemez bunları bizden geri alacak..İşlemiş olarak vermek daha güzel olur İnşallah..
Feryat gibi görünen şeyler hakkında Üstadımız "İşlemek neşesinden gelen nağamattır"diyor.Ve Allah'ın hayat emirlerine itaat eden ve o itaatte telef olan ve zahir nazardan gizlenip ebedi vucudu ve nuru kazanan nice varlıklar var.
Yaşamak bir niyet ve nazar işi olduğu gibi ilim de sual ve duadan mürekkep bir macun-u nuranidir...
Selam ve dua
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)