19.11.17

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL- MUSAVVİR

EL- MUSAVVİR

ANLAMI: Yokluktan vücuda çıkarttığı her mahlûku, sonsuz hikmeti ile muhtelif sıfatlar ve şekillerde yaratan ve onu en uygun ve en güzel şekilde biçimlendiren. Her varlığa ayrı bir şekil ve özellik vererek onu diğer mahlûklardan hatta kendi cinsi içinde ayıran ve hakîmane terbiye ile rububiyetine mazhar eden manasına gelmektedir…..

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

En temel bağlamda, EL MUSAVVİR olan Rabbimizin tasvir ettiği, kimseye benzemez sıfat, suret ve özellikler ile yekdiğerlerimizden temyiz ile tefrik ettiği, hassas mizanlar, ölçülerle tertip ettiği bir mahlûku olmak şerefidir. Bununla beraber EL MUSAVVİR ismine mazhariyetin manevi boyutundaki tecellisi ise; akla gelen fikirlerin ve kalbe doğan manaların anlaşılması, alakadar olunan muhteviyatın mahiyetlerinin tasavvuru niteliklerinin kavranması şekliyle insanda tezahür eder.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Allah CC Musavvir ismi ile yarattığı mahlûkata uygun suretleri ve sıfatlar vermiş ve onu tüm mahlûkatı içinde bu özelliği ile farklı kılmış ve ebna-yı cinsinden tefrik ederek kendi şahsına münhasır bir kimlikle teçhiz etmiştir. Bu tecellinin verilen sıfatlar ve sima-i manevi olarak tefekkür edilmesi kolay bir şey olmadığından, zahirdeki bürhanlardan elde edilen marifet ile görmek, görünmek ve bilinmek isteyen bu Kudret ve Sanat sahibinin marziyatına mukabele etmek, onu enfüsi ve afaki eserleri ve delilleri ile aramak, bulmaya çalışmak bu ismin hakikati ile bir münasebet içine girmek anlamına gelir.

Bu ismin hakikati yaratılan mahlûkat üzerinde cilvesi görünen EL-MUSAVVİR isminin tecellilerini tefekkür edebilmektir.

…İşte, Sâni-i Zülcelâl, bütün masnuatını öyle bir tarzda yapmış ki, ekserisi, hususan zîhayat kısmı, çok esmâ-i İlâhiyeyi okutturur.…..Sözler

“O Allah ki, Hâlık’tır, Bâri’dir, Musavvir’dir. En güzel isimler O’nundur.” (Haşr, 59/24)

"Zira gökleri ve yeri hak ile yarattı. Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı. Dönüş ancak O'nadır." (Tegâbün sûresi (64), 3)

"O Allah ki seni yarattı, seni düzgün yapılı kılıp ölçülü bir biçim verdi. Seni dilediği her hangi bir şekilde parçalardan oluşturdu." İnfitâr sûresi (82), 7, 8

"Sizi, rahimlerde dilediği gibi şekillendiren O'dur. Kendisinden başka ilâh olmayan, şan, şeref ve hikmet sahibi olan O'dur." Âl-i İmrân sûresi (3), 6

"Evet, bizim onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter." Kıyâmet sûresi (75), 4

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Görünen eşya, hissedilen maneviyat ve çeşitli ruh halleri gibi, maddi ve manevi şeyleri Allah’ı CC tanımak adına tefekkür edip mahiyet ve hakikatlerine nüfuz ederek.. O’nun Zati rıza ve hoşnutluğuna ulaşmaya çalışmak, EL-MUSAVVİR isminin hem tecelli hem de marziyatından hissemizin olduğuna bir delildir. Ve bu isimle bağımız noktasında ifade edilen, anlayış, kavrayış ve tasavvur istidadımız tezahür eder.

Yine bununla birlikte Allah’a iman, marifet, muhabbet ve itaat ile Sünnet-i Seniyeye ittiba etmenin alametleri olarak, özel bir hususiyet ile Müminleri diğer insanlardan ayıran, suret sıfat gibi hasiyetler kendini manen gösterir. Ve bu istikametli ve de şefkatli ruh hallerinin, himmet ve gayret olarak diğer din kardeşlerinin İslam ahlâkı ile ahlâklanması ve manen ayrıcalıklı bir konuma gelmeleri noktasında kendisini hizmet olarak göstermesi ulvi bir gayedir.

.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-ĞAFFÂR

 EL-ĞAFFÂR

ANLAMI: Kulun işlediği günahları örten, örttüğü günahlar ile azarlamayı tekdiri âhirete terk edici ve günahları yargılayan manasına gelmektedir… Günahları - yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât /Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışlarda bulunanlar başka; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.” Furkan 70… -Sırrı ile sevaplara çeviren esma GAFUR esmasıdır, sorumluluk kalmayacak kadar silen esma AFÜVV esmasıdır. Kendisine yönelip tevbe edenlerin yönelişini kabul eden TEVVAB esmasıdır. Yani bu Esmaların her biri tüm yöneliş aşamalarındaki durumları karşılayan ve mukabele den mahiyete sahiptir. İstiğfar etmek, tekrar günah işlemek, bir günahtan pişman olmak ama işlemeye devam etmek, tevbe edip bir daha hiçbir şekilde günaha dönmemek gibi konu muhteliftir. İleride konu geldikçe işlenecektir inşallah.

“Rabbinizden mağfiret isteyin; çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır.” (Nuh, 71/10)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

En temel şekliyle kul kendisini ebediyen mutsuz edecek, aklını tazip edecek, kalbini taciz edecek, ruhunu sıkacak her çeşit seyyiattan sakınmak ve yüz kızartıcı neticesinden korunmak için bu ismin tecellisine muhtaç ve bağlıdır.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Rabbimiz ; bir çok sebepler ile günahlara giren kullarının kusurlarını ve ĞAFFÂR  ismi ile örter..ve bu örttüğü günahlarının pişmalıklarla,özürler ile bir daha işlememek iradesi ile terkini ister.Bunun için insana affedici bir çok esmasını yardımcı verir ve onu şefkati ile destekler. Bu meyanda bir çok müjdeli Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şerif vardır…

Yani ĞAFFÂR esması yeniden başlamak için ayak bağı olacak dağınıklığı setreder….O’nun yardımı ile de muvaffak olunmasını destekler… Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm …

 ĞAFFÂR isminin hakikatinden bir diğer şube ise; mahlukatın icadı ile beraber onları, fenaya, yokluğu, hiçliğe, ademe, karanlıklara düşmekten koruyan ve zarar verecek şeylerden uzaklaştıran olmasıdır. Yani olumsuz durumlarla mahlûkatı arasına perde çeken, örtülmesi gereken şey neyse onun üzerini örten diyebiliriz…

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Öncelikle insan kendi kusurlarından Ğaffar olan Rabbine sığınmalıdır. İşlediği hatalardan vazgeçmeye çalışmalıdır. Terk etmesi gereken tüm kötü durumları terk etmelidir. Ve tüm bu yönelişte onun yardımını dilemelidir. Çünkü bilmelidir ki kökünü kazıyamadığı, sürdürdüğü her günahın örtüsü ahirette kaldırılacaktır. Bu nedenle ahlakını güzelleştirecek ve günahları ve kusurları ile arasını açacak vaziyetlerde bulunmalıdır. Giriş bölümünde bahsettiğimiz gibi, günahlarından hiçbir iz bırakamayacak şekilde affa mazhar olmanın samimi dönüşünü yapmalıdır. ( Günahlarını severek işleyen kâfirler, münafıklar mevzumuzdan hariçtir.)

İkinci olarak; başkalarının kusurlarını gizlemek, örtmek, şahit olduğu ayıplarını setretmek, ifşa etmemek ve de kimsenin hatalarını araştırmamak hiçbir şekilde meşgul olmamaktır.

Üçüncü olarak ise biraz daha özel bir durumdan söz edebiliriz. Şöyle ki; Kişinin, imanı ve ameli muvaffakiyeti ile elde ettiği manevi makam ve halleri ihlas noktası ile gizlemesidir. Meziyetlerini kardeşleri mabeyninde setretmesi uhuvvetin inkişafı ve başka kabiliyetlerin tezahürü için ehemmiyetlidir. Yine bununla birlikte tahdis-i nimet olarak izharı önemlidir… gibi muhtelif mesail bulunmaktadır. İhlas Risalesi, Uhuvvet Risalesi ve Risale-i Nur’un Lahikaları ve derslerinde bu konu ile ilgili müşahhas örnekler vardır…. Okunmasını tavsiye ediyoruz inşallah…




.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-KAHHÂR

EL-KAHHÂR

ANLAMI: Kahrolmaya istihkak kesp edenleri, düşmanlarını zelil ve kahreden, yenilmeyen, güç sahibi, her şeye istediğini yapacak sûrette yegâne gâlip ve tüm mevcudatı kudret elinde emrine ram edip, hâkim olan manasına gelmektedir.

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

İnsan iç ve dış âlemde düşmanlarına galip olmak için bu ismin desteğine muhtaçtır. Çünkü nefsi olsun, şeytani olsun, afaki olsun düşmanlarının hilesini sezmekte kolay muvaffak olamaz. Bu isim, kalbinin göz bebeğine Rabbinin aks-i nurunu yerleştiren insanda tecelli ettiğinde, kendisini desiselerle kötü yollara sevk eden iç ve dıştan gelen hileleri hisseder. Nefsinin ilzam ve tezkiye eder, onu hevaya değil hüdaya sevk edecek iradi ve fiili bir güce sahip olur. Himmet ve hamiyeti gayrete gelir. Ehli dalalet ve fesat komitelerine karşı hakikat cephesine manen kuvvet verir. İman, salih ameller ve güzel ahlak ile de kendisini perişan etmek için çalışan şeytanı kahreder. Böylelikle de mücadelenin bir lazımı olan Allah’ın kahrına hedef olanları kahretmekle cihad vazifesini yerine getirmiş olur.

“Herkes; kendi âleminde bir kumandan olduğundan, âlem-i asgarında cihad-ı ekber ile mükelleftir ve ahlâk-ı Ahmediye ile tahalluk ve sünnet-i nebeviyyeyi ihya ile muvazzaftır.”Bediüzzaman

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Kahhar isminin hakiki tecellisi ile görüneceği yer cehennemdir. Ve burada tüm azameti ile kâfir, münafık, müşrikleri perişan edecektir. Hukukuna tecavüz edilmiş tüm mahlûkatın haklarını alarak, bu durumun faillerini layık oldukları kahra duçar edecektir.

“Yerin başka bir yere, göklerin de (başka göklere) dönüştürüldüğü gün, onlar tek olan, Kahhar olan Allah’ın huzuruna çıkarılacaklardır.” (İbrahim14/, 48)

Bu ismin farklı bir yöndeki tecellisi ise; Ulûhiyet iddiasında olan firavun ve firavuncukları zelil ederek, teslim ettiği akıbet ile onların sefil ve zalim varlıklar olduğunu göstermesidir.

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Öncelikle insan nefis ve şeytanla mücadelesinde Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve Sünnet-i Seniye dairesinde hareket ederek elde ettiği kalbi ve ruhi terakki ile azılı bu iki düşmana galip gelmesidir.

İkinci olarak Kahhâr-ı Zül Celâlinden korkarak günahlara giden yolu kapatmasıdır.

Üçüncü olarak; Zayıfları desteklemek, hakikatin ortaya çıkması ve yaşanmasında cehd ve gayret sahibi olmaktır.

Böylelikle insan; dâhili ve harici düşmanlarına karşı kahredici manevi bir kuvvet ve üstünlük elde eder. Ve iç ve dış düşmanlarının ablukasına karşı bu ismin kendi imanlı mahiyetindeki tecellisinden istifade etmeye ihtiyacı vardır. Bunun için ise imani ve İslâmi hassasiyete sahip olmalıdır.

.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-VEHHÂB

EL-VEHHÂB

ANLAMI: İkramı bağışı çok olan,hibe eden, sonsuz nimetler sahibi, insan,hayvan,mümin kafir ayrımı yapmadan, bütün mahlûkuna nimetlerini seren, ihsânda bulunan, hadsiz nimetlerine karşı, onun adıyla tasarruf edilmesini, nimetler sahibinin düşünülmesini ve  sadece şükür edilmesini isteyendir. Ki; bu mukabele-i imaniye ve vazifeyi fıtriyeyi insaniye de ancak onun merhametinin ve muhabbetinin tezahürü noktasında kulun kendi içindir. Çünkü bu muamelenin karşılığı ebedi saadettir. Allah her türlü övgüye layık olup asla muhtaç değildir.

“Yoksa, Azîz, Vehhab olan Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır?” (Sâd, 38/9)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Kulun bu isimle em temel bağlantısı bu ismin tecellisine hiçbir bedel ödemeden mazhar olmasıdır. Kendisine ihsan edilen tüm nimetler, onu bilen, ihtiyaçlarını gören ve tedarik etmeye takat yettiremeyeceği nimetleri kendisine karşılık veren birisinin olmasıdır. Bununla birlikte yaşadığı dünyayı da çok çeşitli ve mutlak faydalı nimetleri ile doldurup yaşanır kılan ve hayatı her şey ile bir birine bağlayıp o mükemmel döngüyü temin etmesidir. İnsanın bu isme sonsuz derece ihtiyacı vardır ve bu isimle bu nisbette bağlıdır.

"İhtiyaç dairesi, nazar dairesi kadar büyüktür, geniştir. Hattâ hayal nereye gitse, ihtiyaç dairesi dahi oraya gider. Orada da hâcet vardır. Belki her ne ki elde yok, ihtiyaçta vardır. Elde olmayan, ihtiyaçta vardır. Elde bulunmayan ise hadsiz." Bediüzzaman

Ayrıca insanın gidermesi gereken ihtiyaçlarının suhuletle ve aracısız giderilmesi bu ismin tecellisindendir.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

EL-VEHHÂB ismi sadece Allah’a C.C mahsustur! Çünkü onun vermesi zatındandır bağışı çok olandır. Bütün kâinat tüm muhteviyatı ve işleyişi ile buna şahittir.

“Şu meşhud saltanat-ı insaniyet ve terakkiyat-ı beşeriye ve kemâlât-ı medeniyet; celb ile değil, galebe ile değil, cidal ile değil, belki ona onun zaafı için teshir edilmiş, onun aczi için ona muavenet edilmiş, onun fakrı için ona ihsan edilmiş, onun cehli için ona ilham edilmiş, onun ihtiyacı için ona ikram edilmiş.” (Sözler)

“(Hem onlar derler ki:) “Ey Rabbimiz! Bize ihsan ettiğin hidayetten sonra kalplerimizi haktan saptırma, bize kendi katından rahmet ihsan eyle! Şüphesiz Vehhâb (çok ihsân edici olan) Sensin Sen!” Âl-i İmrân sûresi / 8

“Eğer, gayet mebzuliyetle elimize geçen şu san’atlı meyveler Vâhid-i Ehad’in malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik bir tek narı yiyemezdik.” Bediüzzaman

Evet, O; hiçbir ihtiyacı olmayan, bir sebebe bağlı bulunmayan, hiç bir şey kendisini hiç bir şeye zorlayamayan ve var etmek için hiçbir koşula gereksinim duymayan ve var ettiği her şeyi Uluhiyet ve Rububiyetinin iktizasıyla kendinden başka hiçbir şeye muhtaç etmeyen VEHHÂB’tır. Ve tüm mahlukat hakkında hüküm ve söz sahibi O’dur.

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Öncelikle Mün’imi hatıra getirmek. İnamını tahdis-i nimet olarak ikrar etmek. Kendine, ebnayı cinsine ve tüm mahlukata verilen nimetleri tefekkür etmek. Onun ihsanının şahidi olmak ve zikir fikir şükür ile mukabelede bulunmak hasiyetine sahip olmaktır. Sonsuz minnet duygusunu kazanmaktır.

İkinci olarak; Ebnayı cinsine ve mahlûkata mukabelesiz ikram etmek ve cömertlikle, ihtiyaç sahiplerinin nefislerini nefsine tercih etmektir.



Bu tezahürlerin göründüğü insanlar Vehhâb ismine ahlâk kazanımı olarak mazhar olan insanlardır. Ve bu İnsanlar; Allah’ın ihsanını muhtaç olanlara ulaştırmakta istihdam olmakta ve çalıştırılmaktadırlar. Ve bu vesileliğe layık olan ihlas ve nimet sahiplerdir.


.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / ER-REZZÂK

ER-REZZÂK ( Çok geniş bir konu olduğundan elden geldiği kadar muhtasar tutulmaya çalışılmıştır)

ANLAMI: Rızık veren. Maddi ve manevî her türlü rızkı ve bu rızıklara muhtaçları yaratan. Yarattığı hayat sahiplerinin rızkını dilediği şekilde veren anlamına gelmektedir.

“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı Allah’a aittir.” Hûd 6

 “Hiç şüphesiz, Allah Rezzak’tır; O, kuvvet sahibi, Metîn’dir.”(Zâriyât, 51/58)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Allah CC Bediüzzaman’ın ifadesiyle Rızkı hayatın merkezine koymuştur. Zahiri rızık münasebetiyle aşağıda hulasa alıntı yaptığımız mesele bu rızkın mahiyeti ifade eden bir kısımdır…

“Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır.” Zâriyat Sûresi, 51:58. 2 sırrıyla,  “Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek Allah’a ait olmasın.” Hûd Sûresi, .. sarahatiyle, ummadığı tarzda, yaşayacak kadar rızkını bulacak. Çünkü şu âyet taahhüt ediyor. Evet, rızık ikidir: Biri; hakikî rızıktır ki, onunla yaşayacak. Bu âyetin hükmü ile, o rızık taahhüd-ü Rabbânî altındadır. Beşerin sû-i ihtiyarı karışmazsa, o zarurî rızkı herhalde bulabilir. Ne dinini, ne namusunu, ne izzetini feda etmeye mecbur olmaz. İkincisi; rızk-ı mecazîdir ki, sû-i istimâlâtla hâcâtı gayr-ı zaruriye hâcât-ı zaruriye hükmüne geçip, görenek belâsıyla tiryaki olup, terk edemiyor. İşte bu rızık taahhüd-ü Rabbânî altında olmadığı için, bu rızkı tahsil etmek, hususan bu zamanda çok pahalıdır…………. On Dokuzuncu Lem'a

Bununla birlikte Veysel Karani hazretlerinin münacatından iktibas ile ifade edildiği şekil bu bağlantıyı en güzel ifade eden hususlardandır.

“Hem Rezzâk Sensin. Çünkü biz rızka muhtacız; elimiz yetişmiyor. Demek bizi yapan ve rızkımızı veren Sensin.

İnsan maddi rızka muhtaç olduğu gibi manevi rızka da muhtaçtır. Aklın, kalbin, ruhun, vicdanın kendi mahiyetlerine uygun rızıkları vardır. İman, marifetullah, muhabbetullah, şefkat, muhabbet, dua, istinad ve istimdat gibi her şey manevi rızıktandır. İnsanda ne kadar latife var ise her biri kendine mahsus ihtiyaç içindedir. Bu ihtiyaçları ise mazhar oldukları esmanın nurlu tecellisi ile giderilir. İnsaniyeti sukut etmiş insanların bu rızk-ı maneviden hisseleri cehennemin zakkum ağacı kabilindendir. Hırs, hased, kin, inad, tahkir, tahrip, zulüm gibi her pes ahlakın itminansız elemli bir zırzkı menhusu bulunur. Ve o iştiha sahipleri manen bu rızıktan beslenerek ebedi bir hastalığa yakalanırlar.

Hulasa insan ve diğer canlılar var olmak ve maddi manevi hayatını sürdürebilmek için bu ismin tecellisine muhtaçtır.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Yani, umum zemin yüzünde ve içinde ve havasında ve denizinde bütün zîhayatın ve bilhassa zîruhun ve bilhassa âciz ve zayıfların ve bilhassa yavruların, hem maddî ve midevî, hem mânevî bütün rızıklarını, şefkatkârâne, kuru ve basit bir topraktan ve câmid ve kemik gibi kuru odun parçalarından yapılan ve bilhassa en lâtifi kan ve fışkı ortasından gelen ve bir dirhem kemik gibi birtek çekirdekten yapılan binlerle okka taamların, vakti vaktine, mukannen bir surette, hiçbirini unutmayarak ve şaşırmayarak, gözümüz önünde, bir dest-i gaybî tarafından verilmesi hakikatidir. Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah’tır." Zâriyat Sûresi, 51:58. âyeti, iâşeyi ve infakı Cenâb-ı Hakka tahsis edip hasrettiği gibi, Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek Allah’a âit olmasın. Allah oların rahimlerdeki yerini de bilir, yaşayıp öleceği yeri de. Bunların hepsi ap açık bir kitapta yazılmıştır." Hûd Sûresi, 11:6. âyeti dahi, bütün insanların ve hayvanların rızıklarını taahhüd ve tekeffül-ü Rabbânî altına aldığı, hem, Yeryüzünde yürüyen ve kendi rızkını yüklenemeyen nice canlının ve sizin rızkınızı Allah verir. O herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla bilendir."Ankebut Sûresi, 29:60. âyeti de, rızkı tedarik edemeyen, âciz ve iktidarsız olan zayıf biçarelerin rızıklarını umulmadık yerden, belki gaybdan, belki hiçten, meselâ, denizin dibindeki böceklere hiçten ve bütün yavrulara umulmadık yerlerden ve bütün hayvanlara her baharda âdetâ sırf gaybdan infaklarını bilfiil tekeffül ederek bilmüşahede vermekle, esbabperest insanlara dahi, esbab perdesi altında yine o veriyor diye ispat ve ilân ettiği gibi, pek çok âyât-ı Kur’âniye ve hadsiz şevâhid-i kevniye, bil’ittifak herbir zîhayatın birtek Rezzâk-ı Zülcelâlin rahîmiyeti ile beslendiklerini gösteriyorlar…Şualar ..Risale-i Nurda Rezzakiyet hakikati ile ilgili bir çok ders bulunmaktadır.Bu hakikat ve tazanmun ettiği bir çok münasebet eserlerde bulunmaktadır. Tavsiye edilir

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Öncelikle insanın zahiri ve batıni olarak her ne rızka muhtaç ise onu verenin Allah olduğunu bilmelidir. Rezzak-ı hakikiden gafil olmamalı, sebeplere takılmamalıdır. Maddi ve manevi her rızkı için Rezzak’ına iltica etmelidir.

….Hem veren Bismillâh demeli, hem alan Bismillâh demeli. Eğer o Bismillâh demiyor, fakat sen de almaya muhtaçsan, sen Bismillâh de, onun başı üstünde rahmet-i İlâhiyenin elini gör, şükürle öp, ondan al. Yani, nimetten in’âma bak, in’amdan Mün’im-i Hakikîyi düşün. Bu düşünmek bir şükürdür. Sonra o zâhirî vasıtaya istersen dua et; çünkü o nimet onun eliyle size gönderildi….Onyedinci Lem’adan

Bir diğer mana olarak ise şunları ifade edebiliriz:

Allah’ın Rezzak ismine itimat ve takdir ettiğine rıza ile kanaat etmelidir. Ve kendisine ihsan edilen maddi manevi rızkından infak etmelidir….mal sahibi olmak ve o mal ile nasıl muhtaçların ihtiyaçları giderilebiliyorsa, ilim dahi bu nevidendir…

"En faziletli en üstün sadaka, müslüman kişinin ilim öğrenmesi, sonra da Müslüman kardeşine öğretmesidir." (Kütüb-i Sitte)

"Sadaka nasıl mal ile olur. İlim ile dâhi olur. Kavl ile, fiil ile, nasihat ile de oluyor." (25. Söz)

Namazlarını kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah için) harcarlar./ Enfal 3



Böylelikle insan verdikçe azalmayan artan maddi ve manevi nimetlere sahip olur. Allah rızasına giden her yolda en önemli esas ihlas olduğu gibi bu konuda da en büyük rükün İhlasdır.



.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-FETTÂH

EL-FETTÂH 

ANLAMI: Rahmet, hayır, rızık kapılarını açan, mazlumlara yardım edip mü'min kullarını zafere ulaştıran, her zorluğa çare bulan, engelleri kaldıran, kullarına hidayeti ile iman, marifet ve muhabbet gibi manevi kapıları açıp, yüreklerden tasaları, kederleri gideren demektir.

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Fettâh isminin zahiri tecellisi ile üzerimizdeki tasarrufuna, gözümüzün açılması, kulağımızın açılması gibi tüm organlarımızın mahiyetlerine koyulan özelliklere ait programla işleyişi, muhtaç oldukları rızıkların birçok kapıdan geçip hayatın yardıma gönderilmesi şeklinde görünür.

Bununla birlikte manevi ihtiyaçların kapılarının açılması anlamındadır. Kalp ruh, akıl insanda hangi cihazat varsa ona uygun nimetlerin insana ulaştırılması, hidayet, intibah, ikazat, ihtarat, idrak, izan, şuur, muhakeme, mütalaa, müzakere gibi manevi perdelerin kaldırılması noktasındaki tezahürdür.

Bir diğer husus ise, insan; yaşayışı süresince keşfetmeye ihtiyacı olduğu şeyleri, açması gerektiği muhtelif kapıların anahtarını elde etmek ve sahip olduğu şeylerde tasarrufta bulunmak için bu ismin tecellisine muhtaçtır.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Bu isim ile ilgili olarak aşağıda bir kısmını alıntıladığımız  Şualar Kitabı/Yedinci Şua/ Beşinci Hakikatta, muhteşem bir izah vardır. Konuyu inşallah oradaki derse havale ediyoruz..

"Fettâhiyet" hakikatıdır."

"Yani Fettâh isminin tecellîsiyle, basit bir maddeden ayrı ayrı, çeşit çeşit, hadsiz muntazam suretlerin, beraber, her tarafta, bir anda, bir fiil ile açılmasıdır."

"Evet, nasıl ki umum kâinatın bağistanında ayrı ayrı hadsiz mevcudatı, çiçekler misilli, Fettâh ismiyle her birisine münasip bir tarz-ı muntazam ve bir şahsiyet-i mümtâze kudret-i fâtıra açmış, vermiş. Aynen öyle de, fakat daha mucizatlı olarak, zemin bahçesinde dört yüz bin enva-ı zîhayata dahi, her birisine gayet san'atlı ve hikmetli bir suret-i mevzune ve müzeyyene ve mümtâze vermiş………………

……………………

Bir başka açıdan İnsan, kalp ve ruhun derece-i hayatına ait manevi mertebelerdeki terakkisi bu ismin tecellisi iledir…

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Bu ismin buradaki anlamdaki tecellisine en ziyade Allah’ın seçkin kulları mazhar olurlar. Yani fetihler yapmak, devirler açıp kapamak, içtihad sahibi olmak, çığır açmak gibi kitlesel hareketlerin yanında, manevi fetihler yapmak, insanlar için hayır kapılarını açmak, cehenneme giden kapıları yolları kapayıp, rızaya ve cennete açılan kapıları açmak gibi kendilerine fetih verilenlerdir.

Ancak özel mana da bu isim insanın kendi mahfi âlemini feth etmesi için çok önemlidir. Ve ameli anlamda kişinin kendi ibadetlerinde getireceği istikrar ve ciddi süreklilik, gaflet örtüsünün kaldırılması ve hayırlı kapıların açılması anlamında tezahürü vardır.

Bir diğer önemli. Belki kişisel bazda en önemli açı ise ;

“Kâinatın miftahı, anahtarı insanın elindedir. Âlemin kapıları açık ise de manen kapalıdır. Cenâb-ı Hak bütün o kapıları ve kenz-i mahfîyi açan ‘ene’ namında bir miftahı insanın eline vermiştir.” (Mesnevî-i Nuriye) ………..bu hakikatin tahakkukudur. Bu dersin ehemmiyetli muhteviyatı Otuzuncu Söz’dedir. Tavsiye edilir.

Efkârımızda bugün 19’ncusunu işlediğimiz esma notları bir nebze olsun kendimizdeki kapının açılmasına bir nebze katkı sağlamak ve cüz-i de olsa zikrederek bu kapının taliplisi olduğumuzu izhar etmektir.

Ve minallahi't-tevfik

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-ALÎM

 EL-ALÎM  ( Konu muhteviyatı çok geniş olduğundan hulasa ve atıflarla sınırlı tutulmuştur)

ANLAMI: Mevcutları, ma’dumları, azları, çokları, mümkün ve muhalleri, daimi olanları değişkenleri, içte dışta olanları, düşünceleri, geçenleri gelecekleri, her şeyi zaman ve mekân kaydı olmaksızın hakkıyla ezelî ilmiyle bilen ve ihata altına alandır. “Yaratan bilmez olur mu? O, Latîf ve Habîr’dir.”(Mülk Sûresi, 67/14)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Allah’ın CC sonsuz ilminin, irade ve kudretinin eseriyiz. Şuur sahibi mahlûklar olarak hayatımızın maddi ve manevi alanlarında öğrenmeye, bilmeye ve ifade etmeye lazım her durumda bu ismin tecellisi ile hareket ederiz.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Bu isim ile ilgili aşağıda küçük bir alıntı ile paylaştığımız hakikate dair geniş izahata ait risale-i nurda birçok konu vardır. Ve bu konu ilgili muhteviyatı İnşallah onun derslerine havale ediyoruz.

…herbiri birer mu’cize-i san’at olan mevcudata bakıyoruz ki, hayretnümâ bir derecede suhuletle, kolaylıkla, külfetsiz, dağdağasız, kısa bir zamanda, fakat mu’ciznümâ bir surette icad edilir. Demek hadsiz bir ilim vardır ki, hadsiz suhuletle yapılır. Ve hâkezâ, mezkûr emâreler gibi binler alâmet-i sadıka var ki, şu kâinatta tasarruf eden Zâtın muhît bir ilmi vardır. Ve herşeyi bütün şuûnâtıyla bilir, sonra yapar.

Madem şu Kâinat Sahibinin böyle bir ilmi vardır. Elbette insanları ve insanların amellerini görür ve insanlar neye lâyık ve müstehak olduklarını bilir; hikmet ve rahmetinin muktezasına göre onlarla muamele eder ve edecek. Ey insan! Aklını başına al, dikkat et: Nasıl bir Zât seni bilir ve bakar, bil ve ayıl! …………………… Bediüzzaman

"Şu kâinatın sahip ve mutasarrıfı, elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor ve her tarafı görerek tedvir ediyor ve her şeyi bilerek, görerek terbiye ediyor ve her şeyde görünen hikmetleri, gayeleri, faydaları irade ederek tedvir ediyor." Mektubat/Bediüzzaman

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

"Demek, insan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidat itibarıyla herşey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu marifetullahtır ve onun üssü’l-esası da iman-ı billâhtır." 23’ncü Söz

İşte, Cenâb-ı Hakkın, ilim ve kudret, Hakîm ve Rahîm gibi sıfât ve esmâsı muhit, hudutsuz, şeriksiz olduğu için, onlara hükmedilmez ve ne oldukları bilinmez ve hissolunmaz. Öyle ise, hakikî nihayet ve hadleri olmadığından, farazî ve vehmî bir haddi çizmek lâzım geliyor. Onu da enaniyet yapar. Kendinde bir rububiyet-i mevhume, bir mâlikiyet, bir kudret, bir ilim tasavvur eder, bir had çizer, onunla muhit sıfatlara bir hadd-i mevhum vaz eder. “Buraya kadar benim, ondan sonra Onundur” diye bir taksimat yapar. Kendindeki ölçücüklerle onların mahiyetini yavaş yavaş anlar.

Meselâ, daire-i mülkünde mevhum rububiyetiyle, daire-i mümkinatta Hâlıkının rububiyetini anlar. Ve zâhir mâlikiyetiyle, Hâlıkının hakikî mâlikiyetini fehmeder ve “Bu haneye mâlik olduğum gibi, Hâlık da şu kâinatın mâlikidir” der. Ve cüz’î ilmiyle Onun ilmini fehmeder. Ve kisbî san’atçığıyla O Sâni-i Zülcelâlin ibdâ-i san’atını anlar. Meselâ, “Ben şu evi nasıl yaptım ve tanzim ettim. Öyle de, şu dünya hanesini birisi yapmış ve tanzim etmiş” der. Ve hâkezâ, bütün sıfât ve şuûnât-ı İlâhiyeyi bir derece bildirecek, gösterecek binler esrarlı ahval ve sıfât ve hissiyat, enede münderiçtir….Sözler 30’ncu söz

Tezahür manasında hususi olarak şunlarıda ifade edebiliriz..

İlmin faydalılığı esastır. Faydasız ilim kişinin başına beladır. Ve ilim insanın çabası ve hakikate yönelişi ile Allah’ın o say ve gayreti kabul etmesi elde edilen bir şeydir. İlmin talibi olmak gereklidir. «Rabbim! benim ilmimi artır» de. Taha/114

Faydalı ilim sahipleri gerçek Alîm ismine mazhar olanlardır. Bu dairede geniş bir dairedir. Ancak bu dairenin önemli bir yerini Ârif olanlar tutar. Arif anlaması, kavraması, sezgisi güçlü, anlayışlı kimseye denir. Bu bağlamda Ârif; Allah’ı bilen ve her şeyi Allah’tan bilendir. Ve bu mahiyeti ile ilminden istifade edilendir. Allah’ı’ razı olduğu şekilde bilmek ve şuur sahibi olmak ile ilgili mühim derslerden biri Sözler 11’nci sözdür. Bu dersteki hasiyeti anlamak ve idraki için çalışmak yüksek kulluk değerleri kazanılmasına sebep olur inşallah.. De ki: «Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?» Ancak temiz akıl sahibi olanlar anlar… Zümer /9

Bununla birlikte, kulun kendisinin ilmi ilahide olduğunu bilmesi, hata ve kusurlarına tevbe edip, günahtan çekinmesi. Daim huzurunda olduğunu idrak etmesi, hayatına sabır ve şükrü kazandırması bu ismin tecellisinden istifade ettiğini gösterir.


.