19.11.17

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-MUHYÎ

EL-MUHYÎ

ANLAMI: Dilediğini hayatlandırıp canlandıran, kalb ve ruhu, marifeti, zikri ve muhabbeti ile diriltip ihya eden anlamına gelmektedir.

“O, diriltir ve öldürür. Ve O’na döndürüleceksiniz.” (Yunus Sûresi, 10/56)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Rabbimizin irade edip bizi yoktan var etmesi, canlandırıp hayata mazhar etmesi, hadsiz şükre layık olan bu isimle ne kadar külli bir bağımızın olduğunu göstermek için yeterlidir…

………Ey insan-ı müştekî! Sen mâdum kalmadın, vücut nimetini giydin, hayatı tattın, câmid kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalâlette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün, ve hâkezâ................Yirmi Dördüncü Mektup

İkinci olarak, ismin anlamının ifade edildiği yerde de belirtildiği gibi; İnsanın kalp ruhunun manen hayat bulması, iman, İslamiyet, ibadet ile dirilmesi bu ismin tecellisi ile ihsan  edilen en kıymetli nimettir.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Tüm mahlûkat tarafından maddi manevi hayat mertebelerine mazhar olmak bu ismin can verici, diriltici tecellisi iledir. Dolayısıyla nerede bir canlı var ise Muhyî ismi onda tecelli etmiştir. Ve bu isimle birlikte mazharlardan maksud olan tezahür ne ise onlara münasip birçok esma da o teşekkülde mütecellidir. Risale-i Nur’un birçok dersinde bu ismin ve bu isimle birlikte maksad ve mahiyete göre tecelli eden sair esmaların hakikati ile ilgili bahisler bulunmaktadır. Onlara atfen kısa notlar şekilde bir iki hatırlatıcı konuyu paylaşıyoruz…

……….Adeta Zât-ı Hayy ve muhyî, bu makine-i hayat vasıtasıyla, bu karanlıklı ve fâni ve süflî olan âlem-i dünyayı lâtifleştiriyor, ışıklandırıyor, bir nevi bekà veriyor, bâki bir âleme gitmeye hazırlattırıyor……….Otuzuncu Lem’a Beşinci Nükte

……. Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun muhyî isminin cilve-i âzamıyla berrin yüzünde ve bahrin içinde zîhayatların kudret-i İlâhiye ile parlayıp……….. Otuzuncu Lem’a Beşinci Nükte

………… DOKUZUNCU HAKİKAT : Bâb-ı İhyâ ve İmâtedir. İsm-i Hayy-ı Kayyûmun, muhyî ve Mümîtin cilvesidir.Hiç mümkün müdür ki, ölmüş, kurumuş koca arzı ihyâ eden……….. Onuncu Söz | Mukaddime

……………. Meselâ, muhyî ismi birşeye tecellî ettiği vakit ve hayat verdiği dakikada, Hakîm ismi dahi tecellî ediyor, o zîhayatın yuvası olan cesedini hikmetle tanzim ediyor. Aynı halde Kerîm ismi dahi tecellî ediyor, yuvasını tezyin eder. Aynı anda Rahîm isminin dahi tecellîsi görünüyor; o cesedin şefkatle havâicini ihzar eder. Aynı zamanda Rezzâk ismi tecellîsi görünüyor; o zîhayatın bekàsına lâzım maddî ve mânevî rızkını ummadığı tarzda veriyor, ve hâkezâ...

Demek, muhyî kimin ismi ise, kâinatta nurlu ve muhît olan Hakîm ismi de Onundur ve bütün mahlûkatı şefkatle terbiye eden Rahîm ismi de Onundur ve bütün zîhayatları keremiyle iaşe eden Rezzâk ismi dahi Onun ismidir, ünvanıdır, ve hâkezâ........... Mektubat | Yirmi Altıncı Mektup | Dördüncü Mebhas

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

….Ölü olmayanlar veyahut diri olmak isteyenler, hayatın mahiyetini ve hakikatini ve hakikî hukukunu o dört mesele içinde arasınlar, bulsunlar ve dirilsinler. Hülâsası şudur ki: Hayat, Zât-ı Hayy-ı Kayyûma baktıkça ve iman dahi hayata hayat ve ruh oldukça bekà bulur, hem bâki meyveler verir.Hem öyle yükseklenir ki, sermediyet cilvesini alır; daha ömrün kısalığına ve uzunluğuna bakılmaz… Beşinci Mertebe-İ Nuriye-İ Hasbiye

Evet, hayata mazhar olmakla maddi hayatımız bu isimden hissesini almıştır. Tüm mahlukatta öyle..yaratılacak olanlarda hisselerini alacaklardır…Belki burada en büyük hisse manen bir dirilişe mazhar olmaktır.

Bunun için nefsin kötü arzularını terk etmek, benlik davasını bırakmak, hayatın fani ve geçiciliğini unutmayıp ebedi hayat bilinci ile yaşamak bu ihyaya mazhar olunduğunun en müstakim göstergesidir.

Yine bununla birlikte hidayete vesile olmak, ölmüş kalplerin dirilişine hizmet etmek, bu esmanın taşıyıcısı olmanın en şerefli tarafı olsa gerek…..



Rabbimizi hakiki ve razı olduğu ve de olacağı dirilişi bizlere kolaylıkla meccanen nasip etsin ve inayet ile ihyayı din hizmetinde istihdamımızı lütfeylesin… Âmîn


.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-MÜMÎT

EL-MÜMÎT ( bu ismin tecellisi ile ilgili Risale-i Nur’da birçok ders olduğundan o bahislere atıflar ile iktifa edeceğiz)

ANLAMI: Ölümü yaratan, ecelleri geldiğinde yarattığı canlılara ölümü tarttıran, Mahlûkatına ihsan ettiği maddi ve manevi hayat rabıtalarını kesen anlamına gelmektedir.

"O, kulları üzerinde hükümranlığı sürdürür ve size koruyucular gönderir, sonunda sizden birinize ölüm geldiği vakit elçilerimiz, hiç eksiklik yapmadan, onun canını alırlar." ( En'âm sûresi /61 )

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

“(Allah, o zâttır ki,) hayatı ve ölümü yarattı” (Mülk Sûresi, 67/2)

“Nasıl ki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdir iledir. Öyle de dünyadan gitmesi de bir halk ve takdir ile, bir hikmet ve tedbir iledir.” (Mektûbat)

Gençlik Rehberinde izah edildiği gibi, gençlik hiç şüphe yok ki gidecek. Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat’iyetinde, gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecek.

Eğer o fâni ve geçici gençliğini iffetle hayrata istikamet dairesinde sarf etse, onunla ebedî, bâki bir gençliği kazanacağını bütün semâvî fermanlar müjde veriyorlar…. Asa-yı Musa — Beşinci Mesele

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

"İnsan-ı mümine nur-u iman ile gösterir ki: Mevt, idam değil; tebdil-i mekândır. Kabir ise, zulümatlı bir kuyu ağzı değil; nuraniyetli âlemlerin kapısıdır. Dünya ise, bütün şaşaasıyla âhirete nisbeten bir zindan hükmündedir. Elbette zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana çıkmak ve müziç dağdağa-i hayat-ı cismaniyeden âlem-i rahata ve meydan-ı tayeran-ı ervaha geçmek ve mahlukatın sıkıntılı gürültüsünden sıyrılıp huzur-u Rahmana gitmek; bin can ile arzu edilir bir seyahattir, belki bir saadettir." (Sözler, s.204)

"İşte en edna tabaka-i hayat olan hayat-ı nebatiyenin mevti; böyle mahluk, hikmetli ve intizamlı olsa, tabaka-i hayatın en ulvîsi olan hayat-ı insaniyenin başına gelen mevt, elbette yer altına girmiş bir çekirdeğin hava âleminde bir ağaç olması gibi, yer altına giren bir insan da, Âlem-i Berzahta, elbette bir hayat-ı bâkiye sünbülü verecektir." (Mektubat)

“Mevt, vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuddur, hayat-ı bâkiyeye bir davettir, bir mebde’dir, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesidir. Nasılki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdir iledir; öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdir ile, bir hikmet ve tedbir iledir.” (Mektubat)

"Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir inidam değil. Belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i Ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır." (Mektubat)

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

"Hiç şüphesiz, göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. O, diriltir de, öldürür de. Size O'ndan başka ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı." (Tevbe sûresi / 116)

Öncelikle insan ölümün mutlak hakikatini tefekkür etmeli ve kalbini fani dünya ile bağlayan lüzumsuz ilişkileri kesmelidir.

“… farazî ve hayalî suretinde yapmaya mecbur değiliz. Hem meslek-i hakikate uygun gelmiyor. Belki, âkıbeti düşünmek suretinde müstakbeli zaman-ı hazıra getirmek değil, belki hakikat noktasında zaman-ı hazırdan istikbale fikren gitmek, nazaran bakmaktır. Evet, hiç hayale, faraza lüzum kalmadan, bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan kendi cenazesine bakabilir. Onunla yalnız kendi şahsının mevtini gördüğü gibi, bir parça öbür tarafa gitse asrının ölümünü de görür; daha bir parça öbür tarafa gitse dünyanın ölümünü de müşahede eder, ihlâs-ı etemme yol açar.” Lem'alar, Yirmi Birinci Lem'a

İkinci olarak gafletin ve olumsuz şeylerin istilası ile kalp ve ruhun ve de nurani latifelerin ölümünden çekinmek gerekmektedir.

Üçüncü olarak, nefsin kötü isteklerinin önünün kesilmesi, yüzünün hayra çevrilmesine, istikamet dairesinde kalınmasına gayret edilmelidir.



Evet, bu isteklilik ve fillerde muvaffak olmak veya yolunda bulunmak, dünyanın mahiyetini idrak etmek gibi duygu ve fikirlere sahip olmak bu ismin olumlu tecelli ve telkinlerinden istifade edildiğini gösterir.

.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-HAYY

EL-HAYY

( bu ismin mahiyeti ile ilgili geniş izah Otuzuncu Lem’anın Beşinci Nüktesi “ İsm-i Hayy’ın bir cilvesi “ dersinde emsalsiz bir nitelikle izah edilmiştir. Bizde konun genişliği ve hakikatinin yüksek talimi cihetinden o ders ile iktifa edeceğiz… )

ANLAMI: Hayatı, ezelî ve ebedî olarak ihata eden, zatı ile Hayy olan, zevalden münezzeh, bütün hayatların kaynağı anlamına gelmektedir.

“ Allah Teâlâ ki, Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O Hayy ve Kayyûmdur. Onu ne uyuklama ve ne de uyku tutmaz, gafletin hiçbir çeşidi hiçbir zaman Ona ârız olamaz.” Bakara 255/ Âyete'l-Kürsî )..

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Hayat nurunu O’nun Hayy oluşundan alır. Hayatımız O’nun hayy oluşundan medet alır ve devam eder. Yine hayatımız sonsuzluk cilvesini O’nun ezeli ve ebedi hayat sahibi oluşundan kazanır. Hayat-ı veren ve idare eden o’dur buyurulduğu gibi, tüm hayat sahiplerinin hayatları Hayy isminin tecellisi ile bağlıdır.

Evet dünya ve ahiret  hayat yolculuğumuz bu ismin tecellisinden mahzar olduğumuz nimet sayesindedir…

…………” Hattâ mü'min olan bir insanın dünyanın kuruluşundan sonuna kadar uzanan mânevî bir ömrü vardır. Ve insanın bu mânevî ömrü, ezelden ebede uzanan bir hayat nurundan medet ve yardım alır."..Yirmidokuzuncu Lem’a..

“ O, Hayy’dır. O’ndan başka ilâh yoktur; öyleyse dini O’na halis kılanlar olarak hep O’na dua edin...” (Mü’min Sûresi, 40/65)

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Bu konuyu; Hayy isimin hakikati, tecellisi, şuunatı, ihatası, mahzarlardaki cilveleri gibi birçok özelliğin izah edildiği derse havale ediyoruz.

…………….İsm-i Hayy ve ism-i Muhyînin bir cilve-i âzamından olan “Hayat nedir? Ve mahiyeti ve vazifesi nedir?” sualine karşı, fihristevâri cevap şudur ki: Hayat,

             şu kâinatın en ehemmiyetli gayesi,

             hem en büyük neticesi,

             hem en parlak nuru,

             hem en lâtif mâyesi,

             hem gayet süzülmüş bir hülâsası,

             hem en mükemmel meyvesi,

             hem en yüksek kemâli,

             hem en güzel cemâli,

             hem en güzel ziyneti,

             hem sırr-ı vahdeti,

             hem rabıta-i ittihadı,

             hem kemâlâtının menşei,

             hem san’at ve mahiyetçe en harika bir zîruhu,

             hem en küçük bir mahlûku bir kâinat hükmüne getiren mu’cizekâr bir hakikati,

             hem güya kâinatın küçük bir zîhayatta yerleşmesine vesile oluyor gibi, koca kâinatın bir nevi fihristesini o zîhayatta göstermekle beraber, o zîhayatı ekser mevcudatla münasebettar ve küçük bir kâinat hükmüne getiren en harika bir mu’cize-i kudrettir…………… Bakınız:Risale-i Nur Külliyatı | Lem'alar | Otuzuncu Lem'a | Beşinci Nükte

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Bu isimden kazanımlar elde etme de öncelik, İnsanın yaratılışındaki ahsen-i takvim hakikatinde kendi gerçek hayatını bulmasıdır.

Böylelikle kendine emanet verilen tüm cihazlarını Rabbimizin razı olacağı, hayata ve hayatı verene layık işlerde istimal ve istihdam etse:………………..(yirmiüçüncü söz’ün tekrar tekrar okunması tavsiye edilir.Bu söz insanın kendi hakikatini anlamasında önemli bir derstir.)

………….Eğer o istidat çekirdeğini İslâmiyet suyuyla, imanın ziyasıyla, ubûdiyet toprağı altında terbiye ederek, evâmir-i Kur’âniyeyi imtisal edip cihâzât-ı mâneviyesini hakikî gayelerine tevcih etse; elbette âlem-i misal ve berzahta dal ve budak verecek ve âlem-i âhiret ve Cennette hadsiz kemâlât ve nimetlere medar olacak bir şecere-i bâkiyenin ve bir hakikat-i daimenin cihâzâtına cami’, kıymettar bir çekirdek ve revnakdâr bir makine ve bu şecere-i kâinatın mübarek ve münevver bir meyvesi olacaktır.

Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır……………

 …….. " Eğer iman hayata hayat olsa, o vakit hem geçmiş, hem gelecek zamanlar imanın nuruyla ışıklanır ve vücut bulur..." Sözler

Netice: Madem dünyada hayat var; elbette insanlardan hayatın sırrını anlayanlar ve hayatını sû-i istimal etmeyenler, dâr-ı bekàda ve Cennet-i bâkiyede hayat-ı bâkiyeye mazhar olacaklardır. Âmennâ.




.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-KAYYÛM

EL-KAYYÛM

( bu ismin mahiyeti ile ilgili geniş izah Otuzuncu Lem’anın Altıncı Nüktesi “ İsm-i Kayyuma bakar “ dersinde emsalsiz bir nitelikle izah edilmiştir. Bizde konun genişliği ve hakikatinin yüksek talimi cihetinden o ders ile iktifa edeceğiz… )

ANLAMI: Zevalden Müberra, varlığı kendinden ve kaim olan ve her şeyin sevk ve idaresini yapan,hıfzını, gözetilmesini, hayati ihtiyaçlarını deruhte eden, yarattıklarında irade ettiği şekliyle tasarruf eden, kendi meşieti ile hükmeden anlamına gelmektedir.

"Bütün yüzler (Allah'ın dışındaki herkes) Hayy/daima diri olan ve Kayyûm/bütün yarattıklarını gözetip duran Allah'a baş eğmiştir..." (Tâ-Hâ sûresi (20), 111)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

İnsanın maddi ve manevi varlığı ve tüm hayatını sürdürdüğü alemin kıyam ve bekası onun Kayyumiyet tecellisine bağlıdır…Ve insan zerrelerinden tut manevi hayatı ile ilgili olarak yerine getirmesi gereken her nevi işe kadar her şey onun gözetimindedir…Ve İnsan ve kainatta olan her şeyin bu ismin tecellisine sonsuz ihtiyacı vardır.

…..Kâinata tecellî eden kayyûmiyetin cilvesi, vâhidiyet ve celâl noktasında olduğu gibi, kâinatın merkezi ve medarı ve zîşuur meyvesi olan insanda dahi, kayyûmiyetin cilvesi, ehadiyet ve cemal noktasında tezahürü var.

Yani, nasıl ki kâinat sırr-ı kayyûmiyetle kaimdir; öyle de, ism-i Kayyûmun mazhar-ı ekmeli olan insan ile, bir cihette kâinat kıyam bulur.

Yani, kâinatın ekser hikmetleri, maslahatları, gayeleri insana baktığı için, güya insandaki cilve-i kayyûmiyet, kâinata bir direktir…

Evet, Zât-ı Hayy-ı Kayyûm, bu kâinatta insanı irade etmiş ve kâinatı onun için yaratmış denilebilir. Çünkü insan, câmiiyet-i tâmme ile bütün esmâ-i İlâhiyeyi anlar, zevk eder…Otuzuncu Lem’a Altıncı Nükte

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Bu konuyu kısa bir nottan sonra;Kayyum isimin hakikati, tecellisi, şuunatı, ihatası, mahzarlardaki cilveleri gibi birçok özelliğin izah edildiği Otuzuncu Lem’anın Altıncı Nüktesinede ki derse havale ediyoruz.

Allah (c.c) Zati olarak kaimdir. Hiç bir varlığa muhtaç olmayandır. Tüm yarattıklarının hayatları, hayati ihtiyaçları, nefesleri, ömürleri kabza-yı tasarrufundadır. Ve o bu işlere hükmederken asla bir yorgunluk ve acz içinde değildir….

…….Bu kâinatın Hâlık-ı Zülcelâli Kayyûmdur, yani, bizatihî kaimdir, daimdir, bâkidir. Bütün eşya Onunla kaimdir, devam eder ve vücutta kalır, bekà Bulur. Eğer kâinattan bir dakikacık olsun o nisbet-i kayyûmiyet kesilse, kâinat mahvolur.

Hem o Zât-ı Zülcelâl kayyûmiyetiyle beraber, Kur’ân-ı Azîmüşşanda ferman ettiği gibi لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَىْءٌ dür. Yani, ne zâtında, ne sıfâtında, ne ef’âlinde nazîri yoktur, misli olmaz, şebîhi yoktur, şerîki olmaz. Evet, bütün kâinatı bütün şuûnâtıyla ve keyfiyâtıyla kabza-i ruBubiyetinde tutup bir hane ve bir saray hükmünde, kemâl-i intizamla tedbir ve idare ve terbiye eden bir Zât-ı Akdese, misil ve mesîl ve şerîk ve şebîh olmaz, muhaldir.

Evet, bir Zât ki,

             Ona yıldızların icadı zerreler kadar kolay gele,

             ve en büyük şey, en küçük şey gibi kudretine musahhar ola,

             ve hiçbir şey hiçbir şeye, hiçbir fiil hiçbir fiile mâni olmaya,

             ve hadsiz efrad, bir fert gibi nazarında hazır ola,

             ve bütün sesleri birden işite,

             ve umumun hadsiz hâcâtını birden yapabile,

             ve kâinatın mevcudatındaki bütün intizamat ve mizanların şehadetiyle, hiçbir şey, hiçbir hal daire-i meşiet ve iradesinden hariç olmaya,

             ve hiçbir mekânda olmadığı halde, herbir yerde ve herbir mekânda kudretiyle, ilmiyle hazır ola,

             ve herşey Ondan nihayet derecede uzak olduğu halde, O ise herşeye nihayet derecede yakın olabilen bir Zât-ı Hayy-ı Kayyûm-u Zülcelâlin elbette hiçbir cihetle misli, nazîri, şerîki, veziri, zıddı, niddi olmaz ve olması muhaldir.


BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Öncelikli olarak iman ve marifetimiz noktasında bilmeli ve kat-i idrak etmeliyiz ki; O tüm varlığımızın Kayyumdur..O’na itimad etmeli ve hayatımız boyunca ihtiyacımız olacak şeyler hakkında bir endişe yaşamamalı ve sebepler dairesinde boğulmamalıyız. Ve hayatımızı bu eman ve emniyet içinde sürdürerek rızasını kazanma yolunda gayret etmeliyiz.



Ve maddi, manevi, uhrevi ve dünyevi tüm ihtiyaçlarımızı bilen, sair mahlûkat ve mevcudatın hacetlerini de yerine getiren, yıldızları ve zerreleri ile kâinatı ayakta tutan Rabbimizin nimetlerini tefekkür etmeli ve külli şükürlerde bulunmalıyız.


.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-VÂCİD

EL-VÂCİD

ANLAMI: Kendisinden hiçbir şey eksilip kaybolmayan, dilediğini yaratıp, ihtiyaçtan muaf ve münezzeh olan, her şeyin sahibi kendisine acizlik ve yoksulluk arız olmayandır.

"O'nun emri, bir şeyi dileyince ona sadece "Ol!" demektir. O da hemen oluverir." Yâ-Sîn sûresi /82

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

……….. Evet, emr-i “Künfeye Kün’e” mâlik bir Sultan-ı Cihana acz tezkeresiyle istinad eden bir adamın ne pervası olabilir?..........Sözler/Yedinci Söz

Ve ihtiyaçların dile getirilmeden giderilmesi bu ismin tecellisindendir….


BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

"(O) iki doğunun ve iki batının Rabbidir." (Rahmân sûresi / 17)

"Son da ilk de (ahiret de dünya da) Allah'ındır." (Necm sûresi 25)

"Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah'ındır." (Necm sûresi 31)

……. Yani, herşeye kadîr öyle bir kudreti var ki, bütün eşyayı ihata etmiş ve Zât-ı Vâcibü’l-Vücuda lüzum-u zâtî ile fenn-i mantık tabirince “zaruriyet-i nâşie” ile lâzımdır, vâciptir, infikâki muhâldir, imkânı yoktur. Madem böyle bir lüzumla böyle bir kudret Zât-ı Akdestedir; elbette onun zıddı olan acz hiçbir cihetle içine giremez, Zât-ı Kadîre ârız olamaz…………….Şualar /Onbeşinci Şua

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Öncelikle Allah C.C  ile iktifa, O’ndan gayrısından istiğna  etmek,  O’na güvenmek ve yalnız O’na iltica etmek, ihtiyaçları noktasında suhulet ve inayetler ve ikramlara mazhar olmak, Ve kendilerine verilen imkanlar ile cömert olmak. Başkalarının ihtiyaçlarını görmek, İnsanın  bu isimden müstefid olduğunu gösterir………………..

…………..Evet, zeminin yüzü ve yüzündeki eşcârın kıştaki vaziyet-i fakirâneleri ve baharda şâşaa-pâş olan servet ve gınâları, gayet kat’î bir surette, bir Kadîr-i Mutlak ve Ganiyy-i Ale’l-Itlakın kudret ve rahmetine âyinedarlık eder. Evet, bütün mevcudat, güya lisan-ı hal ile, Veyse’l-Karanî gibi şöyle münâcât ederler, derler ki:

             “Yâ İlâhenâ! Rabbimiz Sensin. Çünkü biz abdiz. Nefsimizin terbiyesinden âciziz. Demek bizi terbiye eden Sensin.

             “Hem Sensin Hâlık. Çünkü biz mahlûkuz, yapılıyoruz.

             “Hem Rezzâk Sensin. Çünkü biz rızka muhtacız; elimiz yetişmiyor. Demek bizi yapan ve rızkımızı veren Sensin.

             “Hem Sensin Mâlik. Çünkü biz memlûküz. Bizden başkası bizde tasarruf ediyor. Demek Mâlikimiz Sensin.

             “Hem Sen Azizsin, izzet ve azamet sahibisin. Biz zilletimize bakıyoruz; üstümüzde bir izzet cilveleri var. Demek Senin izzetinin âyinesiyiz.

             “Hem Sensin Ganiyy-i Mutlak. Çünkü biz fakiriz; fakrımızın eline yetişmediği bir gınâ veriliyor. Demek Ganî Sensin, veren Sensin.

             “Hem Sen Hayy-ı Bâkîsin. Çünkü biz ölüyoruz; ölmemizde ve dirilmemizde bir daimî hayat verici cilvesini görüyoruz.

             “Hem Sen Bâkîsin. Çünkü biz, fenâ ve zevâlimizde, Senin devam ve bekànı görüyoruz.

             “Hem cevap veren, atiyye veren Sensin. Çünkü biz, umum mevcudat, kalî ve hâlî dillerimizle daimî bağırıp istiyoruz, niyaz edip yalvarıyoruz. Arzularımız yerlerine geliyor, maksudlarımız veriliyor. Demek bize cevap veren Sensin.” Mektubat/Yirminci Mektup


.




ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-MÂCİD

EL-MÂCİD ( Bu ismin tecellisine ait nimetler,Rabbimizin de buyurduğu gibi saymakla bitmez..risale-i nurdan ilgili bahislerin 1-2’sine atıfla iktifa edeceğiz)

ANLAMI: Zâtı mukaddes, şânı yüce, yardımı çok, keremi ihsanı bol olandır.

"...Allah'ın nimetini saymak isterseniz sayamazsınız!..." (İbrâhîm sûresi / 34)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

“O Allah ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten de bir su indirdi ki, onunla sizin için rızık olarak meyvelerden bitirdi. Onun emriyle denizde seyretsinler diye gemileri sizin hizmetinize verdi. Nehirleri de yine sizin hizmetinize verdi. Birbiri ardınca dönüp duran güneşi ve ayı da sizin hizmetinize verdi. Geceyi ve gündüzü de sizin hizmetinize verdi. O, sözünüz ve halinizle istediğiniz herşeyden size verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız, saymakla bitiremezsiniz.” İbrahim Sûresi, 14:32-34.

"Andolsun kuşluk vaktine. Ve sakinleştiği zaman geceye ki, Rabbin seni bırakmadı ve darılmadı. Ahiret senin için dünyadan iyi olacaktır. Rabbın sana verecek ve sen hoşnut olacaksın. O seni yetim bulup da barındırmadı mı? Seni yol bilmez bulup yola iletmedi mi? Seni yoksul bulup zengin etmedi mi? Öyleyse sakın yetimi ezme. Dilenciyi de azarlama. Fakat Rabbinin nimetini anlat da anlat."

(Duhâ sûresi 1-11.)

….Ve insanın ihtiyaç duyduğu  maddi manevi nimetlere ulaşabilmesi, zararsız şan ve şerefe mazhar olması bu ismin tecellisindendir…

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Bütün haklı şan ve emsalsiz şeref Allah’ındır. Çünkü tüm kainatın şehadetiyle..  O, Uluhiyetin iktizası olan herşeyi eksiz yerine getirmektedir….

……………Cenâb-ı Hakkın insana karşı şu koca kâinatı nasıl bir saray hükmünde halk edip, semâdan zemine âb-ı hayatı gönderip, insanlara rızkı yetiştirmek için zemini ve semâyı iki hizmetkâr ettiği gibi, zeminin sair aktârında bulunan herbir nevi meyvelerinden herbir adama istifade imkânı vermek, hem insanlara semere-i sa’ylerini mübadele edip her nevi medar-ı maişetini temin etmek için gemiyi insana musahhar etmiştir. Yani, denize, rüzgâra, ağaca öyle bir vaziyet vermiş ki, rüzgâr bir kamçı, gemi bir at, deniz onun ayağı altında bir çöl gibi durur. İnsanları gemi vasıtasıyla bütün zemine münasebettar etmekle beraber, ırmakları, büyük nehirleri insanın fıtrî birer vesait-i nakliyesi hükmünde teshir, hem güneşle ayı seyrettirip mevsimleri ve mevsimlerde değişen Mün’im-i Hakikînin renk renk nimetlerini insanlara takdim etmek için iki musahhar hizmetkâr ve o büyük dolabı çevirmek için iki dümenci hükmünde halk etmiş. Hem gece ve gündüzü insana musahhar, yani hâb-ı rahatına geceyi örtü, gündüzü maişetlerine ticaretgâh hükmünde teshir etmiştir. İşte bu niam-ı İlâhiyeyi tâdât ettikten sonra, insana verilen nimetlerin ne kadar geniş bir dairesi olduğunu gösterip, o dairede de ne derece hadsiz nimetler dolu olduğunu……………..Yani, istidat ve ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla insan ne istemişse, bütün verilmiş. İnsana olan nimet-i İlâhiye tâdât ile bitmez, tükenmez. Evet, insanın madem bir sofra-i nimeti semâvât ve arz ise ve o sofradaki nimetlerden bir kısmı şems, kamer, gece, gündüz gibi şeyler ise, elbette insana müteveccih olan nimetler had ve hesaba gelmez…..| Yirmi Beşinci Söz | İkinci Şule

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Onun yolunda gayretli olmak. Kulluğa yakışır davranışlar ile ihsan ve kereme mazhar olmuşluğun şükür ve senasında bulunmak, Sadece iman ve İslamiyet’te şeref aramak……….."Bizim şerefimiz İslam dır, onu -şerefi izzeti- başka şeylerde arayacak değiliz!" Hz.Ömer R.A….ve Müslümanların izzet ve şereflerini yüceltmek için maddi manevi..izzet-i diniye,izzet-i imaniyeye çalışmak …………..” Ey Müslüman, aldanma, başını indirme! Paslanmış bîhemtâ bir elmas, daima mücellâ cama müreccahtır….. ………….Evet, nasıl ki eski zamanda İslâmiyetin terakkisi, düşmanın taassubunu parçalamak ve inadını kırmak ve tecavüzatını def etmek, silâh ile kılıç ile olmuş. İstikbalde silâh, kılıç yerine hakikî medeniyet ve maddî terakki ve hak ve hakkaniyetin mânevî kılıçları düşmanları mağlûp edip dağıtacak.” Bediüzzaman


.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-EHAD

EL-EHAD ( Bu ismin tecellisine ait bahisler çok kesretli olduğundan, gayet muhtasar tutmaya çalışarak risale-i nurdan ilgili bahislerin 1-2’sine atıfla iktifa edeceğiz)

ANLAMI: Bütün noksan sıfatlardan münezzeh, bir olan, bir tek olan; Zatında şerîki, nazîri, zıddı, niddi olmayan anlamına gelmektedir.

“Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır; O’ndan başka ilâh yoktur.” (Bakara Sûresi, 2/163)

"De ki; O, Allah'dır, bir tektir. Allah Sameddir (Bütün varlıklar O'na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir.) Doğurmadı ve doğurulmadı. Kimse de O'nun dengi değildir." (İhlâs sûresi /1-4.)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Cenab-ı Hakk'ın bütün isim ve sıfatlarının yarattığı her şey üzerinde tecellileri vardır. Bu tecellilerdeki genellik vahidiyeti gösterdiği gibi, her bir şeydeki mahsus tecellide Ehadiyeti ifade eder.Yani Vahidiyet, bütün kâinatın birinin olması, bir elden çıkmasıdır. Ehadiyet, Allah’ın C.C her bir şeydeki birlik tecellisidir. İşte bir insanın insanlar içinde kimseye benzemez özellikleri ile halk edilmesi,saçının telinden parmak ucuna kadar bir eşinin olmaması insan üzerindeki ehadiyet mührünü gösterir…Bu çok önemli sırları ifade eden bir rabıtadır.Kurbuyet,özellik,nitelik hep bu esmanın tecellisindedendir…

…………Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân, hadsiz kesret-i mahlûkatta tezâhür eden vâhidiyet içinde ukûlü boğmamak için, dâimâ o vâhidiyet içinde ehadiyet cilvesini gösteriyor. Yani, meselâ, nasıl ki güneş, ziyâsıyla hadsiz eşyayı ihâta ediyor. Mecmû-u ziyâsındaki güneşin zâtını mülâhaza etmek için, gayet geniş bir tasavvur ve ihâtalı bir nazar lâzım olduğundan, güneşin zâtını unutturmamak için, herbir parlak şeyde güneşin zâtını, aksi vâsıtasıyla gösteriyor. Ve her parlak şey, kendi kabiliyetince güneşin cilve-i zâtîsiyle beraber ziyâsı, harareti gibi hâssalarını gösteriyor. Ve her parlak şey, güneşi bütün sıfatıyla, kabiliyetine göre gösterdiği gibi; güneşin ziyâ ve hararet ve ziyâdaki elvân-ı seb’a gibi keyfiyâtlarının herbirisi dahi, umum mukabilindeki şeyleri ihâta ediyor.

Öyle de, "Velillahil mesele-l Agla" (temsilde hatâ olmasın) ehadiyet ve samediyet-i ılâhiye, herbir şeyde, hususan zîhayatta, hususan insanın mahiyet-i aynasında bütün esmâsıyla bir cilvesi olduğu gibi; vahdet ve vâhidiyet cihetiyle dahi, mevcudât ile alâkadar her bir ismi, bütün mevcudâtı ihâta ediyor.

İşte vâhidiyet içinde ukûlü boğmamak ve kalpler Zât-ı Akdesi unutmamak için, dâimâ vâhidiyetteki sikke-i ehadiyeti nazara veriyor ki, o sikkenin üç mühim ukdesini irâe eden"Bismillahirrahmanirrahim" ’dir. 14. lemanın 2. Makamı/İkinci Sır

…Evet bu öyle bir nimettir ki insan-ı karanlıklardan kurtaran tevhidi bir sır taşır..Yunus Aleyhisselam bu sır ile balığın karnından,İbrahim Aleyhisselam ateşin bağrından o sırla necat bulmuşlardır…..

Birinci lem’a /Ondördüncü Lem’anın İkinci Makamı ve İkinci Şua’nın okunması ve bu manaya taalluk eden derslere dikkat edilmesi tavsiye edilir…

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

………… Hadsiz kesret içinde vâhidiyet tecellîsi, hitâb-ı "ıyyake na’büdü" demekle herkese kâfi gelmiyor; fikir dağılıyor. Mecmûundaki vahdet arkasında Zât-ı Ehadiyeti mülâhaza edip, "ıyyake na'büdü ve iyyake nesteıyn" demeye küre-i arz vüs’atinde bir kalb bulunmak lâzım geliyor. Ve bu sırra binâen, cüz’iyâtta zâhir bir sûrette sikke-i ehadiyeti gösterdiği gibi, herbir nev’de sikke-i ehadiyeti göstermek ve Zât-ı Ehadi mülâhaza ettirmek için, hâtem-i Rahmâniyet içinde bir sikke-i ehadiyeti gösteriyor. Tâ, külfetsiz, herkes her mertebede "ıyyake na'büdü ve iyyake nesteıyn" deyip, doğrudan doğruya Zât-ı Akdese hitâb ederek müteveccih olsun….. Ondördüncü Lem’anın İkinci Makamı

…………. Ve herkesin yâdına getiriyorlar ki, bütün şerâit-i hayatiyetlerini tekeffül eden öyle bir vekilleri var ki, birbirine benzeyen ve maddeleri bir olan yumurtalar ve birbirinin misli gibi katreler ve birbirinin aynı gibi habbeler ve birbirine müşabih çekirdeklerden, kuşların yüz bin çeşitlerini, hayvanların yüz bin tarzlarını, nebâtâtın yüz bin nev’ini ve ağaçların yüz bin sınıfını yanlışsız, noksansız, iltibassız, süslü, mizanlı, intizamlı, birbirinden ayrı fârikalı bir surette, gözümüz önünde, hususan her baharda, gayet çok, gayet kolay, gayet geniş bir dairede, gayet çoklukla halk eder, yapar bir kudretin azamet ve haşmeti içinde, beraberlik ve benzeyişlik ve birbiri içinde ve bir tarzda yapılmalarıyla vahdetini ve Ehadiyetini bize gösterir…………. Lem'alar | Yirmi Altıncı Lem'a

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Bu konuyla ilgili kula fıtratındaki Ehadiyet mühründen başka bakan en ehemmiyetli mazhariyet ..ELDE EDİLECEK TEVHİD-İ HAKİKİDİR….

………………….

*Allahu Ehad İsm-i Âzamına dair yedinci nükte-i âzam ve altı İsm-i Âzamın altı nüktesinin yedincisi.*

*İhtar*

*Bu risale benim nazarımda çok mühimdir. Çünkü, içinde çok mühim ve ince olan esrar-ı imaniye inkişaf ediyor. BU RİSALEYİ ANLAYARAK OKUYAN ADAM İMANINI KURTARIR İNŞAALLAH. Maatteessüf, ben burada kimseyle görüşemediğimden, kendime tebyiz edip yazdıramadım. Bu risalenin kıymetini anlamak istersen, başta bulunan İkinci ve Üçüncü Meyveyi ve âhirdeki Hâtimeyi ve Hâtimeden iki sahife evvelki Meseleyi evvelce dikkatle okuduktan sonra tamamını teennî ile mütalâa eyle.

Altı İsm-i Âzamın altı nüktelerinin Allahu Ehad’e dair yedinci nükte-i âzamıdır.

Ancak Onun yardımını isteriz.

Bil ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.Muhammed Sûresi, 47:19. âyetinin bir muhteşem nüktesiyle, meşhur bir kasem-i Nebevînin işaretiyle ve ilhamıyla hissettiğim gayet güzel ve çok şirin ve nihayet derecede lâtif üç meyve-i tevhid ve üç muktazîsi ve üç hüccetine dair bir nüktedir.

İşte, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm yemin ettiği vakit, en çok istimal ve tekrarla her zaman ferman ettiği şu “Muhammed’in hayatı kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki..” kasemidir.

Ve bu kasem gösteriyor ki, şecere-i kâinatın en geniş dairesi ve en müntehâsı ve nihâyâtı ve teferruatı dahi Zât-ı Vâhid-i Ehad’in kudretiyle ve iradesiyledir………………Şualar/İkinci Şua*

.