19.11.17

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-KAVİYY

EL-KAVİYY

ANLAMI: Tam ve mükemmel kudret sahibi, acz ve zaaftan Müberra mutlak gâlip, her şeye gücü yeten demektir.

" Şüphesiz Allah'ın kendisi, rızık verendir, sağlam olan, kuvvet sahibi olandır.. " Zâriyât sûresi 51/ 58

" Bunun sebebi şuydu: Onlara peygamberleri apaçık delillerle gelmişlerdi. Ama onlar inkâr ettiler. Allah da bu yüzden kendilerini yakalayıverdi. Çünkü O, Kaviyy (çok kuvvetli)'dir, azabı şiddetlidir.. " Mü'min sûresi 40/ 22

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Bu ismin bizdeki taalluku; imanımız nispetinde, tüm olumsuzluklara karşı bir dayanak ve emniyet noktası oluşturur. Çünkü biliriz ki takatimiz yetmeyen her şey onun tasarrufu ve hâkimiyeti altındadır. Ve kuvvet ve kudretine karşı tezellüldedir.

Bir başka açıdan ise, irade ve idaremiz altında olan şeyleri galibane yönetmek ve hâkimane tasarruf edebilmek bu ismin, ilgili latifelerimiz üzerindeki taallukundandır.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Öncelikle yaratılan herşey, zerreden kürelere kadar bu ismin karşı konulamaz gücü ve hâkimiyeti altındadır.

Bununla birlikte; Kaviyy İsminin anlamını paylaştığımız bölümdeki ayetlerden anlaşılacağı üzere, bu esmanın hayatımıza tasarrufu noktasında, ehl-i imana maddi manevi yardım etme yönü ile düşmanlarına galip gelme ve zelil etmeye muktedir olduğu yönü  vardır.

Dolayısıyla bütün havl ve kuvvet onundur. Ve tüm iktidar sahipleri ve maddi ve manevi kuvvete ihtiyacı olanlar O’dan medet alırlar. Ve ancak o kuvvet ile maddi ve manevi düşmanlarına karşı mukavemet eder ve galip olabilirler.

İ’lem eyyühe’l-aziz! “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh”……. (Allah’ın kudret ve gücünden başka kudret ve güç yoktur. )….cümle-i mukaddesesi, insanın, zerre vaziyetinden, insan-ı mü’min suretine gelinceye kadar camidiyet, nebatiyet, hayvaniyet, insaniyet gibi geçirdiği etvar ve ahvaline nâzırdır. Şu menzillerde insanın letâifi pek çok elem ve emellere mâruzdur. Maahaza, havl ve kuvvetin müteallikleri zikredilmeyerek mutlak bırakılmıştır. Binaenaleyh, bu cümle, tesellî-bahş olup şümûlü dahilinde olan makamlara göre tefsir edilir. Meselâ,

“ Ademden çıkıp vücuda gelmek. ”

 “ Zevale gitmeyip bekada kalmak. ”

 “ Mazarratı def, menfaati celp. ”

 “ Musibetten uzak olup, matluba nâil olmak. ”

 “ Maâsiye düşmemek, ibadete devam etmek. ”

 “ Azaba mâruz kalmamak, nimete mazhar olmak. ”

 “ Zulmete düşmemek, nurla tenevvür etmek.”….Ve hâkezâ, herbir makamda insanın letâifine göre takyid ve tefsir edilebilir… Mesnevi-i Nuriye | Zeylü'l-Habbe

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

………….. İhtiyaç dairesi, nazar dairesi kadar büyüktür, geniştir.

Hattâ, hayal nereye gitse, ihtiyaç dairesi dahi oraya gider; orada da hâcet vardır, belki, her ne ki elde yok, ihtiyaçta vardır. Elde olmayan, ihtiyaçta vardır; elde bulunmayan ise, hadsizdir.

Halbuki, daire-i iktidar, kısa elimin dairesi kadar kısa ve dardır.

Demek, fakr ve ihtiyaçlarım, dünya kadardır.

Sermâyem ise, cüz-i lâyetecezzâ gibi cüz’î bireydir.

İşte, şu cihan kadar ve milyarlar ile ancak istihsâl edilen hâcet nerede; ve bu beş paralık cüz-i ihtiyârî nerede? Bununla onların mübâyaasına gidilmez. Bununla onlar kazanılmaz. Öyle ise, başka bir çare aramak gerektir.

O çare ise şudur ki: O cüz-i ihtiyârîden dahi vazgeçip, irâde-i İlâhiyeye işini bırakıp, kendi havl ve kuvvetinden teberrî edip, Cenâb-ı Hakkın havl ve kuvvetine ilticâ ederek, hakikat-i tevekküle yapışmaktır.

"Yâ Rab! Mâdem çare-i necât budur. Senin yolunda o cüz-i ihtiyârîden vazgeçiyorum, ve enâniyetimden teberrî ediyorum.

"Tâ Senin inâyetin, acz ve zaafıma merhameten, elimi tutsun; hem, tâ Senin rahmetin, fakr ve ihtiyacıma şefkat edip, bana istinadgâh olabilsin, kendi kapısını bana açsın."

Evet, her kim ki, rahmetin nihayetsiz denizini bulsa, elbette bir katre serap hükmünde olan cüz-i ihtiyârına itimad etmez; rahmeti bırakıp, ona mürâcaat etmez…..Sözler/17’nci Söz,, okunması tavsiye edilir…

Evet, Allah’tan başka hiçbir güç ve kudret sahibi olmadığını bilmek, tüm muhtaç olduğumuz şeylerde O’na dayanmak, sebeplerin aciz olduğunu yalnızca kudretin perdeleri olduğunu unutmamak, zilletten, tezellülden, zaaftan, kibirden, zulme uğramaktan ve zulmetmekten O’nun havl ve kuvvetine, şefkat ve merhametine sığınmak ve Peygamber efendimizin A.S.M tavsiyesine uyarak …“Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh”…….zikrine devam etmekle inayetine mazhar olmalıyız………

"(Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh)'ı çok şöyle! Çünkü bu cennet hazinelerinden bir hazinedir."Hz.Muhammed A.S.M



.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-METÎN

EL-METÎN

ANLAMI: Hiçbir sebebe ihtiyacı olmayıp mağlup edilemez olan. Azalıp, eksilmeyen, güç kaybetmeyen mükemmel ve şiddetli kuvvet sahibi demektir.

“Hiç şüphesiz, Allah rızık verendir; O, kuvvet sahibi, Metîn’dir.” (Zâriyât S51/ûresi, 58)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Sabır ve metanet sahibi olmak, hatalı olan fiillere karşı durabilmek, olumsuz şeylerden etkilenmemekle korunmanın tenim edilmesi bu ismin insan üzerindeki taallukundandır.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Metin ismi Kaviyy ismi ile anlam münasebeti olan bir isimdir. Ancak aralarında şöyle bir fark vardır. Kaviyy ismi, Allah’ın C.C kudretinin her şeye tesir eden yönüyle bütün mahlûkata hâkimiyet ve galibiyetini gösterirken, Metin ismi ise, bu kuvvetin, her şeye ihatası ve üzerlerinde taalluk ve icrası olduğu halde hiçbir şeyden etkilenmeyen, çok sağlam ve şiddetli bir gücü ifade eder.

Özetle; Allah CC mutlak kudretiyle Kaviyy olup, hiçbir şeyden etkilenmeyip, tesirinde kalmayan hadsiz kuvveti yönüyle de Metîn’dir.

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Evet, Dini vecibeleri ve uygulama fiilleri ile harici etkilerin altında kalmayan, nefsin hevâsına kendini kaptırmayan bir irade Metîn bir iradedir.

İbadetlere devam etmekte sebat, günahlardan çekinmekte, musibetlere karşı dayanmakta Sabır, tahammül.. yolunda olduğu davaya sadakat ve cesur olup Allah’tan başkasından korkmamak gibi hasletler de Metîn isminin kul üzerindeki tezahürlerindendir.


.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-VELİYY

EL-VELİYY

ANLAMI: Bütün yarattıklarına nazır, işlerine ve ihtiyaçlarına vekil, salih kullarını seven, himaye ve yardım eden, gerçek ve yegâne dost anlamına gelmektedir.

“Benim velîm Kitab’ı indiren Allah’tır ve O bütün Salih kullarını koruyup gözetir.”  (A’raf 7/196)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Bu isimle bağımız iki cihetle ele alınabilir.

Birincisi; hilkatimiz itibariyle, Rububiyet iktizası noktasında Rabbimizin yarattığı mahlûkatın hacetlerini deruhte etmesi, nezareti altında tutması ile O’na ve esmasına bakan cihetteki tecellisidir.

İkincisi ise, hususi manada olup, Allah’ın C.C Takva ve amel-i salih sahibi olan İhlaslı kulunu sevmesi, gözetmesi, taltif etmesi, yardım ve himaye etmesi ile birlikte, manevi derecesi yükseltip rızasına yaklaştırması, ona dost olması ve onu dostu kabul etmesi şeklindedir. Bu tecelliye mahzar olmak, en büyük maksudumuz, matlubumuz duamızdır…

……..Allah Teâla Hazretleri şöyle ferman buyurdu:

"Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem." Hz.Muhammed A.S.M (Buhârî, Rikak 38.)

Açın gözünüzü! Allah'ın dostları üzerine ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar. ( Yunus/62)

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

… İ’lem eyyühe’l-aziz! Nefsine olan muhabbeti icab ettiren nefsin sana olan kurbiyeti ise, Hâlıkına muhabbetin daha fazla olmalıdır. Çünkü, nefsinden o daha karîbdir. Evet, senin fikrin, ihtiyarın idrak edemedikleri sendeki mahfiyat, Hâlıkın nazarı ve ilmi altındadır….Mesnevi-i Nuriye

Veli başkasının işini üzerine alıp idare ve muavenet eden anlamına gelmektedir. Rabbimize nisbet edildiğinde ise yukarıda da kısmen söz edildiği gibi, Allah’ın (c.c)  veli isminin genel tecellisi ve tasarrufundan canlı cansız, insan hayvan farkı olmaksızın tüm mahlûkatı, masnuatı, halk ettiği mevcudatı istifade eder.

Ancak bu isim yakınlık, hususiyet ve dostluk anlamında ise sevdiği kulları ile kendi arasındaki seven ve sevilenler ait münasebeti ve muhabbeti ifade eder.

  Allah (c.c) inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. ” (Bakara 257)

“ Sizin dostunuz ancak Allah’tır (c.c), Resûlüdür (s.a.v), iman edenlerdir. ” (Maide 5/55.)

“ Allah (c.c) takvâ sahiplerinin dostudur. ” (Casiye 45/19)

 “ O hakiki dosttur, övülmeye lâyık olandır ” (Şura 42/28)

Evet, Hülasa olarak; Tüm yarattıklarının sevk ve idaresi onun kabza-yı tasarrufundadır.Rububiyet ve ulûhiyetinin iktizasınca yarattığı mahlûkatına nazırdır, tüm ihtiyaçlarını giderilmesini üzerine alan kefil ve ihsanını onlara ulaştıran velileri ve muinleridir.

Ve O kendine ve iman edilmesini istediği rükünlere iman eden, takva ve amal-i salih dairesinde bulunan kullarının velisidir. Onların dünya ukba tüm işlerini üzerine alır. Muavenet elini uzatır. Hayırlı ve güzel sonuçlar lütfeder. Ve O,Kullarının kendisine, bilerek, görerek, severek, emrettiği şeyleri uygulama noktasında istekli ve gayretli, acziyle ve fakrıyla O’nun şefkat ve merhametinden daima ümitli bir şeklide teveccüh etmelerini ister…

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Evet, Allah’ın C.C dostluğu ancak kendi bildirdiği üzere; Resulünün A.S.M yolundan gitmekle mümkündür. …..“De ki, eğer siz hakikaten Allah’ı seviyorsanız, bana ittiba edin (uyun) ki Allah da sizleri sevsin.” (Âli İmran Sûresi, 3/31)…Ve bu ise sünnet-i seniye denilen hususlara riayet etmek demektir………..“Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Sünnet-i Seniyyesinin menbaı üçtür: Akvali, ef’ali, ahvalidir. Bu üç kısım dahi, üç kısımdır: Feraiz, nevafil, âdât-ı hasenesidir.” (Lem’alar)…………..Ve bu yolculuğun muhteviyatında ise; İman, İslâm,marifet, muhabbet,şükür,hamd, ibadet, O’nu arayış, O’na adanış, O’na yaşayış,O’nu mutlak dost bilmek vardır………. “Sen benim dünyada ve ahirette velîmsin” (Yusuf 12/101)

…………O’nun dostlarını da dost bilmek ve düşmanlarını da düşman bilmek, sevginin vazgeçilmez tezahürü olan sadakat, rıza gibi haller, hisler, duygular, fikir ve fiilin ince ve hassas işçiliği vardır. 

Allah’ın C.C, kendisinin velisi olduğunu idrak eden ve bu nimete şuur ve yakin ile sahip olan ve o ebedi saadet anlamına gelen dostluğu kazanan bir kul, bu mazhariyetin taşıyıcısı ve göstereni olarak; insanlara emin, müminlere dost ve muin, Ümmet-i Muhammed’e A.S.M müşfik ve duacı, hayır temennileri içinde olur. Bu mazhariyetle muvaffak olan insana Allah C.C veli olmuştur..O kul da  Allah’ın Velisidir. Ve Allah’ın dostluk himayesi altındadır. Her işinde O’nun dostluk yardımını yanında bulur……

Bu güzel bahsi Peygamberimizin A.S.M, meşhur meşakkatli Taif dönüşü etmiş olduğu aşağıdaki dua ile noktalayalım inşallah;

O demiş;

 “İlâhî, kuvvetimin zaafa uğradığını, çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğümü ancak sana şekvâ ederim ey merhametlilerin en merhametlisi, herkesin hor görüp dalına bindiği çaresizlerin Rabbi sensin. İlâhî, huysuz ve yüzsüz bir düşman eline beni düşürmeyecek hatta hayatımın dizginlerini eline verdiğin akrabadan bir dosta bile bırakmayacak kadar beni esirgersin. İlâhî, gazabına uğramayayım da çektiğim mihnetlere belâlara aldırış etmem. Fakat senin af ve siyanetin (afiyetin) bana bunları da göstermeyecek kadar geniştir. İlâhî gazabına uğramaktan, rızasızlığına düçar olmaktan, senin o karanlıkları parıl parıl parlatan dünya ve ahirete ait işlerin medâr-ı salâhı olan nur-u vechine sığınırım. İlâhî sen razı oluncaya kadar affını isteyeceğim. Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh.”



Yüzbin Âmîn…


.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-HAMÎD

EL-HAMÎD ………..( çok geniş olan ve bu genişliği ile hadsiz muhteviyatı kendinde barındıran bu esma hakkında kısa notlar paylaşılacaktır inşallah………..

ANLAMI: Her ihsan ve nimetin sahip ve Muhsin’i, her mükemmel sıfat ile muttasıf, övgüye layık olan, kendine hamd edilen…

"Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur..." En'âm sûresi /1

 BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

İnsan her türlü övgüye layık, her sıfatı mükemmel olan Allah’ın dest-i kudretinden çıkmış ve iki dünyasına ait külli nimetlerine mazhar olmuştur. Fıtratına derc edilen tüm bu nimetler şükür ve hamd gibi mukabele ister. Ve insan üzerinde olsun, ebnayı cinsinde olsun, alakadar olduğu dünya da olsun her neye ve her kime isabet ederse etsin verilen nimetlerin hamdin de bulunmalıdır. Çünkü nimetler şükür için verilmiştir. Hamd ile şükür arasındaki farkı kısaca ifade edersek, insanın şahsi olarak mazhar olduğu nimetlere şükür, alakadar olduğu tüm hayatı ilgilendiren külli nimetlere de hamd eder. Demek ki İnsan, hem kendi âleminde hem de harici âlemde, Direkt veya dolaylı olarak mazhar olduğu nimetlere hamd ve şükürle mukabelede bulunması bir vazife-i fıtrattır. Ve insanın üstün vasıflara sahip olması, dünyada ve ukbada bu sıfatlar nedeniyle, lütuf ve iltifata mazhar olması, Hamid isiminin tecellisindendir.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

…………. “ Ne kadar hamd ve medih varsa, kimden gelse, kime karşı da olsa, ezelden ebede kadar hastır ve lâyıktır o Zât-ı Vâcibü’l-Vücuda ki, Allah denilir.”……….. Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektup

..........Lehül Hamd : Yani, hamd ve senâ, medih ve minnet Ona mahsustur, Ona lâyıktır. Demek nimetler Onundur ve Onun hazinesinden çıkar. Hazine ise daimîdir……….Yirminci Mektup | Birinci Makam

.........Lehül Hamd : Yani, bütün mevcudatta sebeb-i medih ve senâ olan kemâlât Onundur. Öyle ise, hamd dahi Ona aittir. Ezelden ebede kadar her kimden her kime karşı gelen ve gelecek medh ü senâ Ona aittir. Çünkü sebeb-i medih olan nimet ve ihsan ve kemâl ve cemâl ve medar-ı hamd olan herşey Onundur, Ona aittir….. Yirminci Mektup | İkinci Makam

………….Kitabın saydıkları adedince Allah’a hamdolsun, kitabın içindekilerin adedince Allah’a hamdolsun, yarattıkları sayısınca Allah’a hamdolsun, yarattıklarının dolusunca Allah’a hamdolsun, göklerinin ve yerinin dolusunca Allah’a hamdolsun, her şeyin adedince Allah’a hamdolsun…Hz. Muhammed A.S.M

Evet, Hamde layık oldur. Çünkü bütün kemal sıfatları ile mevsuftur.Kendise hamd ile mukabelede bulunan kullarını yücelten ve öven O’dur……….. “Bir topluluk Allah’ı zikretmek üzere bir araya gelirse melekler onların etrafını sarar; Allah’ın rahmeti onları kaplar; üzerlerine sekînet iner ve Allah Teâlâ onları yanında bulunanlara över.” Hz.Muhammed A.S.M

" Sen Rabb’ini hamd ile tesbih et ”.. (Hıcr 15/98)

" Güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabb’ini överek tesbih et”..(Tâha 20/130, Kaf 50/39)

" Akşam sabah Rabb’ini överek tesbih eyle”.. (Mümin 40/55)

" Kalktığın zaman Rabb’ini övgü ile an”.. (Tûr 52/48)

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Cenâb-ı Hak, hadsiz kudret ve nihayetsiz rahmetini göstermek için, insanda hadsiz bir acz, nihayetsiz bir fakr derc eylemiştir. Hem hadsiz nukuş-u esmâsını göstermek için insanı öyle bir surette halk etmiş ki, hadsiz cihetlerle elemler aldığı gibi, hadsiz cihetlerle de lezzetler alabilir bir makine hükmünde yaratmış.

Ve o makine-i insaniyede yüzer âlet var. Herbirinin elemi ayrı, lezzeti ayrı, vazifesi ayrı, mükâfâtı ayrıdır. Adeta insan-ı ekber olan âlemde tecellî eden bütün esmâ-i İlâhiye, bir âlem-i asgar olan insanda dahi o esmânın umumiyetle cilveleri var. Bunda sıhhat ve âfiyet ve lezâiz gibi nâfi emirler nasıl şükrü dedirtir, o makineyi çok cihetlerle vazifelerine sevk eder, insan da bir şükür fabrikası gibi olur….Lem’alar

Evet, İnsanın Allah’ın C.C nimetlerinden gafil olmaması, kendine ve alakadar olduğu dünyadaki nimetleri tefekkür etmesi ve bunların bilinmesine, fark edilmesine vesile olması, Hamid isminden müstefit olduğunu gösterir ve Allah C.C katında değeri olur……… Rabbinin nimetini anlat da anlat…Duha/11

…………… Allah’ın nimetlerini anın ki, felah bulasınız… [Araf 69]

Öyle bir Allah'a hamd olsun ki, kâinat ile tâbir edilen şu kitab-ı kebîr ve onun tefsiri olan Kur'ân-ı Azîmüşşanın beyanına göre bütün babları ile fasılları ve bütün sayfaları ile satırları ve bütün kelimatı ile harfleri, o Zât-ı Akdese, sıfât-ı cemâliye ve kemâliyesini izhar ile hamd ü senâhandır. Şöyle ki:

O kitab-ı kebîrin herbir nakşı, küçük olsun, büyük olsun, karınca kaderince, Vâhid ve Samed olan Nakkaşının evsaf-ı celâliyesini izhar ile hamd ü senâlar eder. Ve kezâ, o kitabın herbir yazısı, Rahmân ve Rahîm olan Kâtibinin evsâf-ı cemâlini göstermekle senâhan oluyor. Ve kezâ, o kitabın bütün yazıları noktaları, nakışları, Esmâ-i Hüsnânın tecelliyat ve cilvelerine mâkes ve mazhar olmak cihetiyle, o Zât-ı Akdesi takdis, tahmid, temcid ile senâhandır… Şualar - Yirmi Dokuzuncu Lem'adan İkinci Bâb [Elhamdulillah Hakkındadır]

……………

“ Allahü teâlâyı anmak üzere toplananları melekler ve ilahi rahmet kuşatır.”  [Hz.Muhammed A.S.M]

“ Sırf rıza-i ilahi için toplanıp Allahü teâlâyı ananlara göklerden bir münadi, "Allahü teâlâ günahlarınızı sevaba çevirdi. Yerinizden mağfiret edilmiş olarak kalkın!" diye seslenir.) [Hz.Muhammed A.S.M]

.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-MUHSÎ

EL-MUHSÎ

ANLAMI: Sınırsız ilmi ile herşeyi ihata eden, mülkünde bulunan her şeyin sayısını hiçbir şey hariç kalmayacak şekilde bilen demektir.

"Gerçekten Biz ölüleri diriltiriz, onların önceden yapıp gönderdiklerini ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Zaten biz her şeyi açık bir kütükte, bir "imam-ı mübin"de (ana kitapta, yani Levh-i mahfuzda) sayıp tesbit etmişizdir."…. Yâ-Sîn sûresi / 12

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Her Esma-i İlahiye ile mahiyetimizin bir irtibatı vardır. Çünkü insan mahiyeti camiasıyla esma-i ilahiyeye ayinedir. Onların nakışlarını üzerinde gösterir. Tecelli ve tezahürlerine makes olur... Ve bu noktada en direk bağlantı, yaratan ve yaratılan arasındaki bağlantıdır. Yani o kalemin yazısı olmak, marziyatın işlediği bir sayfaya dönmek, o iradenin muradı olan manaların yazıldığı zarfta mazruf olmak gibi nispetler, Rabbi ile kulu arasında en yüksek irtibatın niteliğini ifade ederler.

Ve bu isim bağlamında insan evveli, bugünü, ahiri ve tüm varlığıyla, herşeyi ile sayılıdır. Tüm zerreleri ile sayılmaktadır ve de tüm hesabıyla Muhsî olan Rabbinin ilminde mahfuzdur.

Ve bu ismin insanda bir başka tezahürü ise, kendine tevdi edilen ve mahiyetine derc edilip hıfzı emredilen hususların kontrolü ve muhafaza edilmesi şeklinde görülmektedir.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Evet, yaratılışımızda ve hayatımızın devamında ihtiyacımız olan, bize misafir olan, beslenmemizde, tedavimizde kullanılan her ne kadar unsur varsa hem onlar ve onları oluşturan maddesel değerleri, hem onlar ile teşekkül ettirilen organlar, değişime uğrayan ve onarılan tüm azalar ve daha nice var edilmiş ve varlığı sürdürülen şeyler onun ilmi ve bilgisi dâhilindedir. Ve tüm işlerde kullanılan zerlereler bir hendese ile çalışır, vazifesini yapar ve takdirle gelip takdirle giderler…

Ve kâinatta olan her şeyin mahiyeti bir muhasebeye, plan ve programa dayanır. İşte insan ve diğer canlı cansız varlıklar, noktasından virgülüne her şeyi ile sayılmış, planlanmış, tanzim edilmiş, vücuda getirilmiş, onlara lazım olan her şey planlanmış ve sayılmış yerleştirilmiş, yaratılmış ve yaratılmaktadır. Ve bu hesap, bilimin geldiği nokta itibariyle şeffaflaşmış, ölçülebilir ve görünebilirliğe sahiptir. Vücudu eşya, mahlûkat, masnuat ve mevcudatın teşekkülü, azalarının tanzimi, ihtiyaçların verilmesi, yapısal özellikler gibi her şeyin sayısal bir değeri olduğu mü’cizane bir şekilde izlenebilmektedir. Ve Rabbimiz MUHSÎ ilmiyle her şeyin sayısını tek tek bilmektedir. Bunu da her mahlûkatına koyduğu alamet-i farika mührüyle göstermektedir. Çünkü sayıları bilinmeyen şeyler, düzensizlikleri ile karışıklığa kargaşaya sebep olur. Oysa Allah her yarattığı şeye takdir ettiği şeylerle onu bir diğerinden farklı kılar. Ve parmak uçlarından saç tellerine kadar olan bir birinden farklılık, özelliklerin ve değerlerin biri tarafından bilindiğini ve ortaya çıkarılan her şeyin o bilen tarafından yapılan bir hesap ve takdirle olduğunu aşikâre gösterir.

Ve insanın fiilleri de bir takip ve sayılmışlıkla hesaplanan işler içindedir…

"O gün Allah onların hepsini diriltecek ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah onları bir bir saymıştır. Onlar ise unutmuşlardır. Allah her şeye şâhiddir." Mücâdele sûresi / 6

Evet, Rabbimiz kusursuz ulûhiyetini, adalet ve hâkimiyetini, her şeyin bani ve maliki olduğunu mahşer gününde perdesiz ortaya koyacak ve izzet ve celalini tecelli ettirecektir…

"O gün herkesin amel defteri ortaya konulmuştur. Ey Muhammed! Günahkârların, amel defterlerinden korkarak: "Eyvah bize! Bu nasıl deftermiş ki, büyük küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış dökmüş" dediklerini görürsün. Onlar, bütün yaptıklarını hazır bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez." Kehf sûresi / 49

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Evet, bu ismin insanda tezahür eden en net şekli, kulun kendisinin bir hâkim bir nazarın altında olduğu, her şeyinin izlendiği, tüm amellerinin yazıldığı bilinci ile nefsi kontrolünü kaybetmemektir.



Bununla birlikte dünyevi tezahür noktasında kişinin sorumluluk dairesinde olan iktisadi plana bağlı olarak elinde olanları, başkası ile ilgili alış veriş münasebetlerinde rakamsal değerlere hâkimiyeti, adaleti, hak ve hukuku muhafaza gibi hususlardaki idaresidir.

.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-MÜBDÎ

EL-MÜBDÎ

ANLAMI: Tüm varlıkları, örneksiz, numunesiz olarak ilk baştan icad edip yaratan, kâinatı yoktan hâlk eden demektir.

"Yoktan O yaratır ve tekrar O diriltir." Bürûc sûresi / 13

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Rabbimizin eser-i sanatıyız. Yoktan vücuda getirdiği mahlûklarıyız. O’nun hâlk edişini en güzel gösteren eseriyiz. Hiç kimseye benzemeyen özelliklerimizle, isim ve sıfatlarının şahsımıza mahsus tecellisine mazharız.

Evet, insanının hayra ve güzelliğe karşı olan fıtri meyilleri, Allah’a yakınlaştıracak ihlasa mazhariyeti,  bu ismin insan kabiliyet ve iradesindeki tezahüründendir. Yani; Nasıl o insan, sadece kendine mahsus olan bir sima, farklı cihazatı, muhtelif letaifi ile özelleştirilmiştir. Ve yaratılışı yaratanı ile arasında olan bir nitelikle irtibatı, bire bir tabir edilecek bir münasebeti gösterir. Öyle de İnsandan beklenen de sadece Rabbinin rızasını gözetmesi ve ne yapıyorsa yalnızca onun için yapması, araya başka şeyler bulaştırılmaması anlamına gelir.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

"Yarattığı her şeyi güzel yaratan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayan O'dur." Secde sûresi /7

"Allah'ın mahlûkunu ilk baştan nasıl yarattığını, sonra bunu tekrarladığını görmediler mi? Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır." Ankebût sûresi /19

…..Evet, Kadîr-i Zülcelâlin iki tarzda icadı var:

Biri ihtirâ’ ve ibdâ’ iledir. Yani hiçten, yoktan vücut veriyor ve ona lâzım herşeyi de hiçten icad edip eline veriyor.

Diğeri inşa ile, san’at iledir. Yani, kemâl-i hikmetini ve çok esmâsının cilvelerini göstermek gibi çok dakik hikmetler için, kâinatın anâsırından bir kısım mevcudatı inşa ediyor; her emrine tâbi olan zerratları ve maddeleri, rezzâkiyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır.

Evet, Kadîr-i Mutlakın iki tarzda, hem ibdâ’, hem inşa suretinde icadı var. Varı yok etmek ve yoğu var etmek en kolay, en suhuletli, belki daimî, umumî bir kanunudur. Bir baharda, üç yüz bin envâ-ı zîhayat mahlûkatın şekillerini, sıfatlarını, belki zerratlarından başka bütün keyfiyat ve ahvallerini hiçten var eden bir kudrete karşı “Yoğu var edemez” diyen adam, yok olmalı!........ Lem'alar | Yirmi Üçüncü Lem'a

….Sen bir mevcutsun. Eğer Kadîr-i Ezelîye kendini versen, bir kibrit çakar gibi, hiçten, yoktan, bir emirle, hadsiz kudretiyle, seni bir anda halk eder… Lem’alar | Yirmi Üçüncü Lem'a

…Hülasa: Yirmi Üçüncü Lem’a Tabiat Risalesi bu konuyu şümullü bir şekilde ders vermektedir…. Okunması tavsiye edilir…

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Bu esma ile bağımızın ifade edildiği ilk bölümde kısaca değinildiği gibi..bu isimden istifade noktasını belirleyen en net özellik İhlâsın tezahürüdür. İnsan kendisin halk edilişinde gösterilen ihtmama karşılık olarak,Rabbinin marziyatı doğrultusunda sadece ona bakan bir niyet ve fiiller ile rızasına teveccüh etmesi, yaratılış akdini yerine getirdiği anlamında gelir.
Çünkü yoktu var edildi.
Onda kimsede olmayan özellikler yaratıldı.


Onda çeşitli hissiyatlar duygular hâlk edildi..O kimseye benzemez yönü ile birdi ve kendi yaratılışın ilkiydi..O bir MÜBDÎ’nin dest-i hilkatinden çıktı…Şimdi o, bu ihsana karşı, hem kendi yaratılışını hem de yaratılmış olanların yaratılış mucizesine tefekkür ile şahit olacak ve şahit olduğu bu tefekküre Rabbini şahit tutacak…………..Ve her işinde tüm istidat,kabiliyet,niyet ve istekliliği ile sadece O'na, yaratanına teveccüh edecek…Yani,” Sen nasıl beni kimseye benzemeyen özellikler ile bir olarak yarattın ben de senin bu ihsanına karşı sadece seni bir bildim………tarzı hayata sahip olacak…


.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-MÜ’ÎD

EL-MÜ’ÎD

ANLAMI: Mevcudatı ölümden sonra tekrar yaratacak, diriltecek olan manasınadır.

" Sizi yerden (topraktan) yarattık, yine (ölümünüzden sonra) ona döndüreceğiz. Hem de ondan sizi bir kere daha çıkaracağız.." Tâ-Hâ sûresi / 55

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

"Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak şer ile de hayır ile de deniyoruz. Hepiniz de sonunda Bize döndürüleceksiniz.." Enbiyâ sûresi /35

Evet, insan hayata mazhar olduğu gibi ölümle birlikte ebedi hayata geçiş yapacaktır. Hayatın en mühim neticesi, uhrevi bir sıhhat ile saadetli bir ahiret hayatıdır. Ve Allah ölümden sonra hayata mazhar her mevcudu diriltecektir. Bu çok ehemmiyetli icraat Rabbimizin marziyatı ve isimlerinin iktizaları ve kuşattığı sonsuzluğun hakikati le gayet gereklidir. Allah bunu yapmaya muktedirdir. Onuncu söz ve yirmi dokuzuncu söz bu konuların tüm muhteviyatı ile ders alabileceğimiz Risale-i Nur dersleridir…

Bununla birlikte bu ismin insanın amelindeki devamlılığa kuvvet vermesi ile ilgili tecellisi vardır. İnsan ubudiyet fiillerinde muvaffak olmak için manevi dirilişlere ihtiyaç duyar. Âlemindeki fıtri ve ilmi manaların uyanışı, latifelerine tesiri, kuvvelerin bu manadaki hayatlanması bu ismin tezahürlerindendir. 

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Konuyu yukarıda bahsettiğimiz Nur Risalelerine atfederek Lem’alardan kısa bir bölümle iktifa edeceğiz…

………..Bil ki, ekseriyetle Fâtır-ı Hakîmin âdetidir: Ehemmiyetli ve kıymettar şeyleri aynıyla iade ediyor. Yani, ekser eşyanın misliyle tazelenmesi, mevsimlerin tebeddülünde, asırların değişmesinde o kıymettar, ehemmiyetli şeyleri aynıyla iade ediyor. Yevmî ve senevî ve asrî haşirlerin umumunda, şu kaide-i âdetullah ekseriyetle muttarid görünüyor…………..

……..İşte bu sabit kaideye binaen deriz: Madem, fünunun ittifakıyla ve ulûmun şehadetiyle, hilkat şeceresinin en mükemmel meyvesi insandır. Ve mahlûkat içinde en ehemmiyetli insandır. Ve mevcudat içinde en kıymettar insandır. Ve insanın bir ferdi, sair hayvânâtın bir nev'i hükmündedir. *Elbette, kat'î bir hads ile hükmedilir ki, haşir ve neşr-i ekberde, beşerin herbir ferdi aynıyla, cismiyle, ismiyle, resmiyle iade edilecektir…..* Lem'alar, On Yedinci Lem'a.

" O, ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır ve toprağa ölümünden sonra hayat verir. Sizler de işte öyle çıkarılacaksınız.." Rûm sûresi / 19

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Bu ismin muhteviyatında özetle bulunan mana iade etme manasıdır. Allah verdiğini rücu hakikati ile alır.. Emanet ve teklif üzerindeki muhasebeyi hak isminin şümulü ile görür. Mümin cennete layık, kâfir de cehenneme muvafık bir şekilde gidecekleri yere uygun bir halde iade-i hayatları yapılır.

Burada en öncelikli konu şudur ki; İnsan kendine verilen emaneti bir hakkın eda edip, sahibine teslim ettikten sonra, kendisine ahirette iade edilecek olan ebedi hayatına layık bir hayat için çalışsın ve bu idrak ve de şuurla yaşasın.

İkinci ve remizli bir mana için ise şunu söyleyebiliriz :..”Göklerde ve yerde bulunanlar, O'ndan isterler. O, her gün yeni bir iştedir. Rahman 29…Yani insanın ve her canlının aldığı her nefesinden bir sonraki nefesi almayı fıtraten istemesi, yemek içmek, oturmak, kalmak, yürümek gibi tekrar etmek durumunda olduğu her hareketi.. Âdeta bir sonraki hareketi ile bir önceki geçmiş bir nevi ölmüş hareketin ihyasını, iadesini talep eder ki hayatı tüm unsurları ile devam etsin… Ve mevsimlerin dönüşümü ile içinde olan her şeyin tekrar teşekkülü, gece gündüzün ard arda gelişine kadar her dönüşümün ayniyet ( aynı şekliyle ) ve misliyet (aynı olmayıp, benzer bir şekilde) tezahürleri ile bir iade hakikatinin tecellisini görünür…

Üçüncü olarak ise; kaybolan, elden çıkan maddi, manevi bir değerin tekrar ihsan edilmesi  Mu’id isminden bir tezahür bir cilvedir….


.