Bismillahirrahmanirrahim
İnsan, hem zahirperest, hem hodgâm olduğundan, zahire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle, yalnız kendine bakan netice ile muhakeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki, eşyanın insana ait gayesi bir ise, Sâniinin esmâsına ait binlerdir.
Meselâ, kudret-i fâtıranın büyük mu’cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, mânâsız telâkki eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez kahramanlarıdırlar.
Meselâ, atmaca kuşu serçelere tasliti, zahiren rahmete uygun gelmez. Halbuki, serçe kuşunun istidadı, o taslitle inkişaf eder.
Meselâ, “kar“ı pek bâridâne ve tatsız telâkki ederler. Halbuki, o bârid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez. (Sözler, On Sekizinci Söz)
Bediüzzaman Said Nursi
İnsan kendi ömür müddeti ile tanzim edilmiş hayat safha ve sayfalarından mürekkep kendi kitabını yazan şahit ve müşahit bir kalemdir…
7.12.12
Bediüzzaman SAİD NURSÎ, Mesnevî-i Nûriye,HABBE/DUA
Allah'ım! Sen benim Rabbim,Halık'ım ve Mabud'um olduktan sonra, iki dünyanın hayatını da kaybetsem ve kâinat bütünüyle bana düşmanlık etse, ehemmiyet vermemeliyim. Çünkü ben Senin mahlûkun ve masnûunum. Sonsuz günahkârlığım ve insana değer kazandıran sâir güzel hasletlerden nihayetsiz uzaklığımla beraber, Senin ile bir alâka ve intisap cihetim var. İşte, Senin böyle durumdaki bir mahlûkunun lisânıyla niyâz ediyorum ey Halık'ım, ey Rabbim, ey Râzık'ım, ey Mâlik'im, ey Musavvir'im, ya Mâbud'um!
Esmâ-i Hüsnân, İsm-i Âzamın, Kur'ân-ı Hakîmin, Habîb-i Ekremin, Kelâm-ı Kadîmin, Arş-ı Âzamın ve bir milyon İhlâs Sûresi hürmetine bana merhamet et yâ Allah, yâ Rahmân, yâ Hannân, yâ Mennân, yâ Deyyân!
Günahlarımı bağışla yâ Gaffâr, yâ Settâr, yâ Tevvâb, yâ Vehhâb!
Beni affet yâ Vedûd, yâ Râuf, yâ Afüvv, yâ Gafûr!
Bana lütufta bulun yâ Latîf, yâ Habîr, yâ Semi', yâ Basîr!
Günahlarımı affet yâ Halîm, yâ Alîm, yâ Kerîm, yâ Rahîm!
Bizi dosdoğru yola hidâyet et yâ Rab, yâ Samed, yâ Hâdi!
Bana fazl ve ihsanda bulun yâ Bedî, yâ Bâkî, yâ Adl, yâ Hû!
Kalbimi ve kabrimi îman ve Kur'an nûruyla canlandır yâ Nûr, yâ Hak, yâ Hayy, yâ Kayyûm, yâ Mâlike'l-Mülk, yâ Zelcelâl-i Ve'l-ikrâm, yâ Evvel, yâ Âhir, yâ Zâhir, yâ Bâtın, yâ Kaviyyü, yâ Kadir, yâ Mevlâm, yâ Gafir!
Yâ Erhâme'r-râhimîn! Kur'ân'daki İsm-i âzam ve şu âlem kitabında en büyük sırrın olan Hz. Muhammed (a.s.m.) hürmetine, bu güzel isimlerini bedenimdeki kalbime ve kabrimdeki rûhuma İsm-i Âzam'ın nurlarını akıtan pencereler eylemeni niyâz ediyorum. Bu sayfa, kabrimin tavanı; bu isimler de hakîkat güneşinin hüzmelerini rûhuma akıtan pencereler olsun.
Allah'ım! Kıyâmete kadar bu isimlerle duâ eden ebedî bir dilimin olmasını temennî ediyorum. Öyle ise şu kalıcı yazıları, benden sonra, geçici dilim yerine kabul eyle.
Allah'ım! Peygamber Efendimiz'e (a.s.m.) rahmet eyle.Öyle rahmet ki, onun hürmetine bizi bütün korku ve belâlardan kurtar. Bütün ihtiyaçlarımızı o rahmetin hürmetine yerine getir. Bütün günahlarımızı o rahmetin hürmetine temizle, o rahmetin ile bütün hatâ ve günahlarımızı bağışla.
Ey Allah'ım, ey duâlara cevap veren! Hayatım boyunca ve ben öldükten sonra, her an bu salavâtın kat katını ver. Bir milyon salât ve selâm, bir o kadarla çarpımından çıkan netice ve bunun da kat katı, Efendimiz Muhammed'e, onun Âl, Ashâb, yardımcı ve tâbîlerine olsun. Bu salavâtların herbirini benim ömür müddetimdeki günahkâr nefeslerim sayısınca çoğalt. Bu salavâtların herbirisi hürmetine beni affeyle, bana merhamet et. Bunu rahmetinle yap, yâ Erhame'r-râhimîn. Âmin.''
Esmâ-i Hüsnân, İsm-i Âzamın, Kur'ân-ı Hakîmin, Habîb-i Ekremin, Kelâm-ı Kadîmin, Arş-ı Âzamın ve bir milyon İhlâs Sûresi hürmetine bana merhamet et yâ Allah, yâ Rahmân, yâ Hannân, yâ Mennân, yâ Deyyân!
Günahlarımı bağışla yâ Gaffâr, yâ Settâr, yâ Tevvâb, yâ Vehhâb!
Beni affet yâ Vedûd, yâ Râuf, yâ Afüvv, yâ Gafûr!
Bana lütufta bulun yâ Latîf, yâ Habîr, yâ Semi', yâ Basîr!
Günahlarımı affet yâ Halîm, yâ Alîm, yâ Kerîm, yâ Rahîm!
Bizi dosdoğru yola hidâyet et yâ Rab, yâ Samed, yâ Hâdi!
Bana fazl ve ihsanda bulun yâ Bedî, yâ Bâkî, yâ Adl, yâ Hû!
Kalbimi ve kabrimi îman ve Kur'an nûruyla canlandır yâ Nûr, yâ Hak, yâ Hayy, yâ Kayyûm, yâ Mâlike'l-Mülk, yâ Zelcelâl-i Ve'l-ikrâm, yâ Evvel, yâ Âhir, yâ Zâhir, yâ Bâtın, yâ Kaviyyü, yâ Kadir, yâ Mevlâm, yâ Gafir!
Yâ Erhâme'r-râhimîn! Kur'ân'daki İsm-i âzam ve şu âlem kitabında en büyük sırrın olan Hz. Muhammed (a.s.m.) hürmetine, bu güzel isimlerini bedenimdeki kalbime ve kabrimdeki rûhuma İsm-i Âzam'ın nurlarını akıtan pencereler eylemeni niyâz ediyorum. Bu sayfa, kabrimin tavanı; bu isimler de hakîkat güneşinin hüzmelerini rûhuma akıtan pencereler olsun.
Allah'ım! Kıyâmete kadar bu isimlerle duâ eden ebedî bir dilimin olmasını temennî ediyorum. Öyle ise şu kalıcı yazıları, benden sonra, geçici dilim yerine kabul eyle.
Allah'ım! Peygamber Efendimiz'e (a.s.m.) rahmet eyle.Öyle rahmet ki, onun hürmetine bizi bütün korku ve belâlardan kurtar. Bütün ihtiyaçlarımızı o rahmetin hürmetine yerine getir. Bütün günahlarımızı o rahmetin hürmetine temizle, o rahmetin ile bütün hatâ ve günahlarımızı bağışla.
Ey Allah'ım, ey duâlara cevap veren! Hayatım boyunca ve ben öldükten sonra, her an bu salavâtın kat katını ver. Bir milyon salât ve selâm, bir o kadarla çarpımından çıkan netice ve bunun da kat katı, Efendimiz Muhammed'e, onun Âl, Ashâb, yardımcı ve tâbîlerine olsun. Bu salavâtların herbirini benim ömür müddetimdeki günahkâr nefeslerim sayısınca çoğalt. Bu salavâtların herbirisi hürmetine beni affeyle, bana merhamet et. Bunu rahmetinle yap, yâ Erhame'r-râhimîn. Âmin.''
ŞEMME, Mesnevî-i Nûriye, Bediüzzaman SAİD NURSİ /DUA
Allah'ım! Günahlar dilimi tuttu, emrine itaatsizliğim utancımdan ne diyeceğimi bilemez hâle getirdi, şiddetli gaflet sesimi kıstı. Rahmet kapını çalıyor ve efendim, dayanağım olan Şeyh Abdülkadir Geylânî'nin Sence makbul ve kapıcın yanında tanınan sesiyle mağfiret kapında durarak şöyle sesleniyorum:
''Ey rahmeti herşeyi kaplayan! Ey herşeyin içyüzü ve hükümranlığı elinde olan! Ey kendisine hiçbir şey zarar vermeyen, Kendisine hiçbir şey fayda sağlamayan, Kendisini hiçbir şey mağlûp edemeyen, Kendisinden hiçbir şey gizli kalmayan, Kendisine hiçbir şey ağır gelmeyen, hiçbir şeyden yardım beklemeyen, hiçbir şey Kendisini başka birşeyle meşgul olmasından alıkoymayan, hiçbir şey Kendisine benzemeyen, hiçbir şey Kendisine âciz bırakamayan Allah'ım! Benim herşeyimi bağışla.Öyle ki, beni hesâba çekeceğin hiçbir şey kalmasın. '
'Ey her şeyin dizgini elinde, herşeyin anahtarı yanında olan, ey hiçbir şey yokken var olan, ey herşeyden sonra da varlığı devam eden, ey herşeyin üstünde varlığı zâhir olan, ey herşeyden başka ve bâtın olan, ey herşeyi emri altında bulunduran Allah'ım! Benim bütün günahlarımı bağışla. Şüphesiz Senin herşeye gücün yeter.
''Ey herşeyi bilen, herşeyi kuşatan, herşeyi gören, herşeye şâhid olan, herşeyi gözetip kontrol eden, herşeye lütûfta bulunan, herşeyden haberdar olan Allah'ım! Bütün günah ve hatâlarımı bağışla! Öyleki, beni hesâba çekeceğin hiçbir şey kalmasın. Şüphesiz Senin herşeye gücün yeter. Allah'ım! Senden ayrı yaşamaktan ve bayağı arzularımdan, Senin celâlin izzetine, izzetinin celâline, saltanâtının kudretine, kudretinin saltanâtına sığınırım.
''Ey dergâhına sığınanları koruyan Allah'ım! Beni şeytânî arzulardan koru, beşerî kirlerden temizle, peygamberin olan Hz. Muhammed'in (a.s.m) candan sevgisini nasip ederek gaflet pasından, cehâletten gelen evhamlardan uzaklaştır.Öyleki benlik ve enâniyet tamamen yok olup, herşeyim Allah tarafından olsun. Böylece Allah'ın nîmeti sayesinde ihsan deryâsına dalsın, Allah'ın kılıçlarıyla yardıma mazhar olsun, Allah'ın inâyetiyle memnun olsun, Allah'tan alıkoyan herşeyden Allah'ın himâyesiyle korunmuş olsun.
''Ey nurların nuru, ey sırları bilen, ey gece ve gündüzü döndüren, ey herşeyi elinde bulunduran Melik, ey izzet sahibi Azîz, ey düşmanlarına galip gelen Kahhâr, ey sonsuz merhamet sahibi Rahîm, ey şefkat sahibi Vedûd, ey günahları affeden Gaffâr, ey gaybları çok iyi bilen, kalb ve gözleri halden hâle çeviren, ey kusurları örten, ey günahları bağışlayan! Günahlarımı bağışla, çareleri daralan, yüzüne karşı kapılar kapanan, doğru yolda olanların izinde yürümek kendisine güçleşen, ömür günleri tükendiği halde nefsi gaflet, günah ve faydasız amel sahalarında başıboş yaşamaya devam eden kuluna merhamet et.
''Ey dua edildiğinde cevap veren ve ey hesâbı çabuk gören! Ey keremi bol ve kullarına bağışı bol olan! Hastalığı artan şifası güçlesen, çaresiz kalan, musîbeti fazlalaşan ve Senden başka sığınak ve ümidi olmayan kuluna merhamet et. ''Allah'ım! Kederimi, üzüntümü ve şikâyetimi sadece Sana arz ediyorum. Allah'ım Tek delilim, muhtaç oluşum, hazırlığım, elimin boş olması ve çaremin tükenmişliğidir. Allah'ım! Senin cömertlik deryalarından bir damla, benim bütün ihtiyaçlarımı karşılar. Senin af dalgalarından bir zerre yeter bana.
''Ey yaratıklarına karşı çok şefkatli olan Vedûd, ey yaratıklarını çok seven Vedûd, ey yüce arşın sahibi, ey mahlûkatı yoktan yaratan ve onları öldükten sonra yeniden dirilten, ey dilediğini yapan! Arşının rükünlerini dolduran zâtının nûru hürmetine, bütün yaratıklarına galip geldiğin kudretin ve herşeyi kuşatan rahmetin hakkı için istiyorum. Senden başka ilâh yok, ey kullarının imdâdına koşan Allah'ım! Bize imdat et, ömrün boyunca işlediğim bütün günahlarımı ve dilimin sürçmelerini bağışla. Bunu rahmetinle yap, ey merhamet edenlerin en merhametlisi!
Duâmızı kabul eyle.
Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun."
Amin..Amin..Amin...
''Ey rahmeti herşeyi kaplayan! Ey herşeyin içyüzü ve hükümranlığı elinde olan! Ey kendisine hiçbir şey zarar vermeyen, Kendisine hiçbir şey fayda sağlamayan, Kendisini hiçbir şey mağlûp edemeyen, Kendisinden hiçbir şey gizli kalmayan, Kendisine hiçbir şey ağır gelmeyen, hiçbir şeyden yardım beklemeyen, hiçbir şey Kendisini başka birşeyle meşgul olmasından alıkoymayan, hiçbir şey Kendisine benzemeyen, hiçbir şey Kendisine âciz bırakamayan Allah'ım! Benim herşeyimi bağışla.Öyle ki, beni hesâba çekeceğin hiçbir şey kalmasın. '
'Ey her şeyin dizgini elinde, herşeyin anahtarı yanında olan, ey hiçbir şey yokken var olan, ey herşeyden sonra da varlığı devam eden, ey herşeyin üstünde varlığı zâhir olan, ey herşeyden başka ve bâtın olan, ey herşeyi emri altında bulunduran Allah'ım! Benim bütün günahlarımı bağışla. Şüphesiz Senin herşeye gücün yeter.
''Ey herşeyi bilen, herşeyi kuşatan, herşeyi gören, herşeye şâhid olan, herşeyi gözetip kontrol eden, herşeye lütûfta bulunan, herşeyden haberdar olan Allah'ım! Bütün günah ve hatâlarımı bağışla! Öyleki, beni hesâba çekeceğin hiçbir şey kalmasın. Şüphesiz Senin herşeye gücün yeter. Allah'ım! Senden ayrı yaşamaktan ve bayağı arzularımdan, Senin celâlin izzetine, izzetinin celâline, saltanâtının kudretine, kudretinin saltanâtına sığınırım.
''Ey dergâhına sığınanları koruyan Allah'ım! Beni şeytânî arzulardan koru, beşerî kirlerden temizle, peygamberin olan Hz. Muhammed'in (a.s.m) candan sevgisini nasip ederek gaflet pasından, cehâletten gelen evhamlardan uzaklaştır.Öyleki benlik ve enâniyet tamamen yok olup, herşeyim Allah tarafından olsun. Böylece Allah'ın nîmeti sayesinde ihsan deryâsına dalsın, Allah'ın kılıçlarıyla yardıma mazhar olsun, Allah'ın inâyetiyle memnun olsun, Allah'tan alıkoyan herşeyden Allah'ın himâyesiyle korunmuş olsun.
''Ey nurların nuru, ey sırları bilen, ey gece ve gündüzü döndüren, ey herşeyi elinde bulunduran Melik, ey izzet sahibi Azîz, ey düşmanlarına galip gelen Kahhâr, ey sonsuz merhamet sahibi Rahîm, ey şefkat sahibi Vedûd, ey günahları affeden Gaffâr, ey gaybları çok iyi bilen, kalb ve gözleri halden hâle çeviren, ey kusurları örten, ey günahları bağışlayan! Günahlarımı bağışla, çareleri daralan, yüzüne karşı kapılar kapanan, doğru yolda olanların izinde yürümek kendisine güçleşen, ömür günleri tükendiği halde nefsi gaflet, günah ve faydasız amel sahalarında başıboş yaşamaya devam eden kuluna merhamet et.
''Ey dua edildiğinde cevap veren ve ey hesâbı çabuk gören! Ey keremi bol ve kullarına bağışı bol olan! Hastalığı artan şifası güçlesen, çaresiz kalan, musîbeti fazlalaşan ve Senden başka sığınak ve ümidi olmayan kuluna merhamet et. ''Allah'ım! Kederimi, üzüntümü ve şikâyetimi sadece Sana arz ediyorum. Allah'ım Tek delilim, muhtaç oluşum, hazırlığım, elimin boş olması ve çaremin tükenmişliğidir. Allah'ım! Senin cömertlik deryalarından bir damla, benim bütün ihtiyaçlarımı karşılar. Senin af dalgalarından bir zerre yeter bana.
''Ey yaratıklarına karşı çok şefkatli olan Vedûd, ey yaratıklarını çok seven Vedûd, ey yüce arşın sahibi, ey mahlûkatı yoktan yaratan ve onları öldükten sonra yeniden dirilten, ey dilediğini yapan! Arşının rükünlerini dolduran zâtının nûru hürmetine, bütün yaratıklarına galip geldiğin kudretin ve herşeyi kuşatan rahmetin hakkı için istiyorum. Senden başka ilâh yok, ey kullarının imdâdına koşan Allah'ım! Bize imdat et, ömrün boyunca işlediğim bütün günahlarımı ve dilimin sürçmelerini bağışla. Bunu rahmetinle yap, ey merhamet edenlerin en merhametlisi!
Duâmızı kabul eyle.
Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun."
Amin..Amin..Amin...
26.11.12
Sâni ile haşri itikad etmezse...........
"Ey arkadaş! Bütün lezzetler imanda olduğu gibi, bütün elemler de dalâlettedir. Bunun izahı ise: Bir şahıs, kudret-i Ezeliye tarafından, adem zulümatından şu korkunç dünya sahrasına atılırken gözünü açar, bakar. Bir lütuf beklediği zaman, birden bire, düşmanlar gibi, hastalıklar, elemler, belâlar hücum etmeye başlarlar. Bir medet, bir yardım için müsterhimâne tabiata ve anâsıra baktığı vakit, kasavet-i kalble, merhametsizikle karşılaşır. Ecram-ı semaviyeden istimdat etmek üzere başını havaya kaldırır. O ecram, atom bombaları gibi dehşetli ve heybetli halleriyle gözüne görünür. Hemen gözünü yumar, başını eğer, düşünmeye başlar. Bakar ki, hayatî hâcetleri bağırıp çağırmaya başlarlar. Bütün bütün tevahhuş ederek hemen kulaklarını tıkar, vicdanına iltica eder. Bakar ki, vicdanı, binler âmâl (emeller) ve emanî ile dolu gürültülerinden cinnet getirecek bir hale gelir. Acaba, hiçbir cihetten hiçbir tesellî çaresini bulamayan o zavallı şahıs, mebde ile meâdı, Sâni ile haşri itikad etmezse, onun o vaziyetinden Cehennem daha serin olmaz mı?"
Bediüzzaman Said Nursi
Âl-i Abâ hakkında hikmetlerden bir hikmet..
Bismillahirrahmanirrahim
Kardeşim, Âl-i Abâ hakkındaki cevapsız kalan sualinizin çok hikmetlerinden yalnız birtek hikmeti söylenecek. Şöyle ki:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, giydiği mübarek abâsını, Hazret-i Ali ve Hazret-i Fatıma ve Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in üstlerine örtmesi ve onlara bu suretle,
لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا (“Tâ ki, ey Peygamber ailesi, Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapsın.” Ahzâb Sûresi, 33:33) âyetiyle dua etmesinin esrarı ve hikmetleri var. Sırlarından bahsetmeyeceğiz. Yalnız, vazife-i risalete taallûk eden bir hikmeti şudur ki:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayb-âşinâ ve istikbal-bîn nazar-ı nübüvvetle, otuz kırk sene sonra Sahabeler ve Tâbiînler içinde mühim fitneler olup kan döküleceğini görmüş. İçinde en mümtaz şahsiyetler, abâsı altında olan o üç şahsiyet olduğunu müşahede etmiş.
Hazret-i Ali’yi ümmet nazarında tathir ve tebrie etmek ve Hazret-i Hüseyin’i tâziye ve teselli etmek ve Hazret-i Hasan’ı tebrik etmek ve musalâha ile mühim bir fitneyi kaldırmakla şerefini ve ümmete azîm faydasını ilân etmek ve Hazret-i Fatıma’nın zürriyetinin tâhir ve müşerref olacağını ve Ehl-i beyt ünvan-ı âlisine lâyık olacaklarını ilân etmek için, o dört şahsa, kendiyle beraber “Hamse-i Âl-i Abâ” ünvanını bahşeden o abâyı örtmüştür.
Evet, çendan Hazret-i Ali halife-i bilhak idi. Fakat dökülen kanlar çok ehemmiyetli olduğundan, ümmet nazarında tebriesi ve beraati vazife-i risalet hasebiyle ehemmiyetli olduğundan, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o suretle onu tebrie ediyor. Onu tenkit ve tahtie ve tadlil eden Haricîleri ve Emevîlerin mütecaviz taraftarlarını sükûta davet ediyor. Evet, Haricîler ve Emevîlerin müfrit taraftarları Hazret-i Ali hakkındaki tefritleri ve tadlilleri ve Hazret-i Hüseyin’in gayet fecî, ciğer-sûz hadisesiyle Şîaların ifratları ve bid’aları ve Şeyheynden teberrîleri, ehl-i İslâma çok zararlı düşmüştür.
İşte bu abâ ve dua ile, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Ali (r.a.) ve Hazret-i Hüseyin’i mes’uliyetten ve ittihamdan ve ümmetini onlar hakkında sû-i zandan kurtardığı gibi, Hazret-i Hasan’ı, yaptığı musalâha ile ümmete ettiği iyiliğini vazife-i risalet noktasında tebrik ediyor ve Hazret-i Fatıma’nın zürriyetinin nesl-i mübareki, âlem-i İslâmda Ehl-i Beyt ünvanını alarak âli bir şeref kazanacaklarını ve Hazret-i Fatıma وَاِنِّى اُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ (“Onun ve neslinin, kovulmuş şeytanın şerrinden korunması için Sana sığındım.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:36.) diyen Hazret-i Meryem’in validesi gibi zürriyetçe çok müşerref olacağını ilân ediyor.
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِهِ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ اْلاَبْرَارِ وَعَلٰى اَصْحَابِهِ الْمُجَاهِدِينَ الْمُكْرَمِينَ اْلاَخْيَارِ اٰمِينَ (Lem'alar, On Dördüncü Lem'a)
Bediüzzaman Said Nursî
SÖZLÜK:
abâ : yünlü kumaştan yapılmış hırka
Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun
Âl-i Abâ/Hamse-i Âl-i Abâ : Hz. Peygamber’in (a.s.m.) aile fertleri. Resulullah (a.s.m.) hırkasını kızı Hz. Fâtıma, damadı Hz. Ali ve torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in üzerine örterek özel dua ettiği için bu isimle anılmıştır.
âyet : Kur’ân’ın her bir cümlesi
azîm : büyük, yüce
bahşetmek : sunmak
beraat : temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması
çendan : gerçi
ehemmiyetli : önemli
esrar : sırlar, gizli gerçekler
fitne : toplum düzeninin ve asayişinin bozulması
gayb-âşinâ : gaybı bilen, görünmeyenden haberi olan
halife-i bilhak : gerçek ve doğru halife
hikmet : sebep, gaye, fayda
ilân etmek : duyurmak
istikbal-bîn : geleceği gören
musalâha : barışma
mübarek : değerli, bereketli
mühim : önemli
mümtaz : seçkin, üstün
müşahede etmek : gözlemlemek
müşerref : şerefli, değerli
nazar : bakış, görüş
nazar-ı nübüvvet : Peygamberlik bakışı
Resul-i Ekrem : Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
rivayet etmek : bir sözü nakletmek
Sahabe : Hz. Peygamberi (a.s.m.) hayattayken gören Müslümanlar
sır : gizli gerçek
sual : soru
suret : biçim, şekil
şahsiyet : kişilik
taallûk etmek : ilgili, alâkalı olmak
Tâbiîn : Hz. Peygamberi görenleri, yani Sahabeleri gören ve onlardan ders alan Müslümanlar
tâhir : temiz
tarik : hadis veya haberin geliş yolu
tathir etmek : temizlemek
tâziye etmek : teselli etmek
tebrie etmek : beraat etmek, kusur ve noksanlıktan uzak tutmak
teselli etmek : acısını dindirmek
ümmet : Hz. Peygambere (a.s.m.) inanıp onun yolundan giden mü’minler
ünvan-ı âli : yüksek ünvan
vazife-i risalet : peygamberlik vazifesi
zürriyet : soy, nesil
Kardeşim, Âl-i Abâ hakkındaki cevapsız kalan sualinizin çok hikmetlerinden yalnız birtek hikmeti söylenecek. Şöyle ki:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, giydiği mübarek abâsını, Hazret-i Ali ve Hazret-i Fatıma ve Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in üstlerine örtmesi ve onlara bu suretle,
لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا (“Tâ ki, ey Peygamber ailesi, Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapsın.” Ahzâb Sûresi, 33:33) âyetiyle dua etmesinin esrarı ve hikmetleri var. Sırlarından bahsetmeyeceğiz. Yalnız, vazife-i risalete taallûk eden bir hikmeti şudur ki:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayb-âşinâ ve istikbal-bîn nazar-ı nübüvvetle, otuz kırk sene sonra Sahabeler ve Tâbiînler içinde mühim fitneler olup kan döküleceğini görmüş. İçinde en mümtaz şahsiyetler, abâsı altında olan o üç şahsiyet olduğunu müşahede etmiş.
Hazret-i Ali’yi ümmet nazarında tathir ve tebrie etmek ve Hazret-i Hüseyin’i tâziye ve teselli etmek ve Hazret-i Hasan’ı tebrik etmek ve musalâha ile mühim bir fitneyi kaldırmakla şerefini ve ümmete azîm faydasını ilân etmek ve Hazret-i Fatıma’nın zürriyetinin tâhir ve müşerref olacağını ve Ehl-i beyt ünvan-ı âlisine lâyık olacaklarını ilân etmek için, o dört şahsa, kendiyle beraber “Hamse-i Âl-i Abâ” ünvanını bahşeden o abâyı örtmüştür.
Evet, çendan Hazret-i Ali halife-i bilhak idi. Fakat dökülen kanlar çok ehemmiyetli olduğundan, ümmet nazarında tebriesi ve beraati vazife-i risalet hasebiyle ehemmiyetli olduğundan, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o suretle onu tebrie ediyor. Onu tenkit ve tahtie ve tadlil eden Haricîleri ve Emevîlerin mütecaviz taraftarlarını sükûta davet ediyor. Evet, Haricîler ve Emevîlerin müfrit taraftarları Hazret-i Ali hakkındaki tefritleri ve tadlilleri ve Hazret-i Hüseyin’in gayet fecî, ciğer-sûz hadisesiyle Şîaların ifratları ve bid’aları ve Şeyheynden teberrîleri, ehl-i İslâma çok zararlı düşmüştür.
İşte bu abâ ve dua ile, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Ali (r.a.) ve Hazret-i Hüseyin’i mes’uliyetten ve ittihamdan ve ümmetini onlar hakkında sû-i zandan kurtardığı gibi, Hazret-i Hasan’ı, yaptığı musalâha ile ümmete ettiği iyiliğini vazife-i risalet noktasında tebrik ediyor ve Hazret-i Fatıma’nın zürriyetinin nesl-i mübareki, âlem-i İslâmda Ehl-i Beyt ünvanını alarak âli bir şeref kazanacaklarını ve Hazret-i Fatıma وَاِنِّى اُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ (“Onun ve neslinin, kovulmuş şeytanın şerrinden korunması için Sana sığındım.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:36.) diyen Hazret-i Meryem’in validesi gibi zürriyetçe çok müşerref olacağını ilân ediyor.
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِهِ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ اْلاَبْرَارِ وَعَلٰى اَصْحَابِهِ الْمُجَاهِدِينَ الْمُكْرَمِينَ اْلاَخْيَارِ اٰمِينَ (Lem'alar, On Dördüncü Lem'a)
Bediüzzaman Said Nursî
SÖZLÜK:
abâ : yünlü kumaştan yapılmış hırka
Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun
Âl-i Abâ/Hamse-i Âl-i Abâ : Hz. Peygamber’in (a.s.m.) aile fertleri. Resulullah (a.s.m.) hırkasını kızı Hz. Fâtıma, damadı Hz. Ali ve torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in üzerine örterek özel dua ettiği için bu isimle anılmıştır.
âyet : Kur’ân’ın her bir cümlesi
azîm : büyük, yüce
bahşetmek : sunmak
beraat : temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması
çendan : gerçi
ehemmiyetli : önemli
esrar : sırlar, gizli gerçekler
fitne : toplum düzeninin ve asayişinin bozulması
gayb-âşinâ : gaybı bilen, görünmeyenden haberi olan
halife-i bilhak : gerçek ve doğru halife
hikmet : sebep, gaye, fayda
ilân etmek : duyurmak
istikbal-bîn : geleceği gören
musalâha : barışma
mübarek : değerli, bereketli
mühim : önemli
mümtaz : seçkin, üstün
müşahede etmek : gözlemlemek
müşerref : şerefli, değerli
nazar : bakış, görüş
nazar-ı nübüvvet : Peygamberlik bakışı
Resul-i Ekrem : Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
rivayet etmek : bir sözü nakletmek
Sahabe : Hz. Peygamberi (a.s.m.) hayattayken gören Müslümanlar
sır : gizli gerçek
sual : soru
suret : biçim, şekil
şahsiyet : kişilik
taallûk etmek : ilgili, alâkalı olmak
Tâbiîn : Hz. Peygamberi görenleri, yani Sahabeleri gören ve onlardan ders alan Müslümanlar
tâhir : temiz
tarik : hadis veya haberin geliş yolu
tathir etmek : temizlemek
tâziye etmek : teselli etmek
tebrie etmek : beraat etmek, kusur ve noksanlıktan uzak tutmak
teselli etmek : acısını dindirmek
ümmet : Hz. Peygambere (a.s.m.) inanıp onun yolundan giden mü’minler
ünvan-ı âli : yüksek ünvan
vazife-i risalet : peygamberlik vazifesi
zürriyet : soy, nesil
17.11.12
(Sözler, İkinci Söz)
Bismillahirrahmanirrahim
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اَلَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ
İmanda ne kadar büyük bir saadet ve nimet ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulunduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle:
Bir vakit iki adam hem keyif, hem ticaret için seyahate giderler. Biri hodbin talihsiz bir tarafa, diğeri hüdâbin bahtiyar diğer tarafa sülûk eder, giderler.
Hodbin adam hem hodgâm, hem hodendiş, hem bedbin olduğundan, bedbinlik cezası olarak nazarında pek fena bir memlekete düşer. Bakar ki, her yerde âciz bîçâreler, zorba müthiş adamların ellerinden ve tahribatlarından vâveylâ ediyorlar. Bütün gezdiği yerlerde böyle hazin, elîm bir hali görür. Bütün memleket bir matemhane-i umumî şeklini almış. Kendisi şu elîm ve muzlim haleti hissetmemek için sarhoşluktan başka çare bulamaz. Çünkü herkes ona düşman ve ecnebî görünüyor. Ve ortalıkta dahi müthiş cenazeleri ve meyusâne ağlayan yetimleri görür. Vicdanı azap içinde kalır.
Diğeri hüdâbin, hüdâperest ve hakendiş, güzel ahlâklı idi ki, nazarında pek güzel bir memlekete düştü. İşte bu iyi adam, girdiği memlekette bir umumî şenlik görüyor: her tarafta bir sürur, bir şehrâyin, bir cezbe ve neş’e içinde zikirhaneler... Herkes ona dost ve akraba görünür. Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhisât-ı umumiye şenliği görüyor. Hem tekbir ve tehlil ile mesrurâne ahz-ı asker için bir davul, bir musiki sesi işitiyor. Evvelki bedbahtın hem kendi, hem umum halkın elemiyle müteellim olmasına bedel, şu bahtiyar, hem kendi, hem umum halkın süruruyla mesrur ve müferrah olur. Hem güzelce bir ticaret eline geçer, Allah’a şükreder.
Sonra döner, öteki adama rast gelir. Halini anlar. Ona der:
“Yahu, sen divane olmuşsun. Batnındaki çirkinlikler zahirine aksetmiş olmalı ki, gülmeyi ağlamak, terhisâtı soymak ve talan etmek tevehhüm etmişsin. Aklını başına al, kalbini temizle ta şu musibetli perde senin nazarından kalksın, hakikati görebilesin. Zira nihayet derecede âdil, merhametkâr, raiyetperver, muktedir, intizam perver, müşfik bir melikin memleketi, hem bu derece göz önünde âsâr-ı terakkiyat ve kemâlât gösteren bir memleket, senin vehminin gösterdiği surette olamaz.”
Sonra o bedbahtın aklı başına gelir, nedamet eder. “Evet, ben işretten divane olmuştum. Allah senden razı olsun ki cehennemî bir haletten beni kurtardın” der.
Ey nefsim! Bil ki, evvelki adam, kâfirdir. Veya fâsık, gafildir. Şu dünya, onun nazarında bir matemhane-i umumiyedir. Bütün zîhayat, firak ve zevâl sillesiyle ağlayan yetimlerdir. Hayvan ve insan ise, ecel pençesiyle parçalanan kimsesiz başıbozuklardır. Dağlar ve denizler gibi büyük mevcudat, ruhsuz, müthiş cenazeler hükmündedirler. Daha bunun gibi çok elîm, ezici, dehşetli evham, küfründen ve dalâletinden neş’et edip onu mânen tâzip eder.
Diğer adam ise, mü’mindir. Cenâb-ı Hâlıkı tanır, tasdik eder. Onun nazarında şu dünya bir zikirhane-i Rahmân, bir talimgâh-ı beşer ve hayvan, ve bir meydan-ı imtihan-ı ins ü cândır. Bütün vefiyât-ı hayvaniye ve insaniye ise, terhisattır. Vazife-i hayatını bitirenler, bu dâr-ı fâniden, mânen mesrurâne, dağdağasız diğer bir âleme giderler ta yeni vazifedarlara yer açılsın, gelip çalışsınlar. Bütün tevellüdât-ı hayvaniye ve insaniye ise, ahz-ı askere, silâh altına, vazife başına gelmektir.
Bütün zîhayat, birer muvazzaf mesrur asker, birer müstakim memnun memurlardır. Bütün sadâlar ise, ya vazife başlamasındaki zikir ve tesbih ve paydostan gelen şükür ve tefrih veya işlemek neş’esinden neş’et eden nağamattır. Bütün mevcudat, o mü’minin nazarında, Seyyid-i Kerîminin ve Mâlik-i Rahîminin birer mûnis hizmetkârı, birer dost memuru, birer şirin kitabıdır. Daha bunun gibi pek çok lâtif, ulvî ve leziz, tatlı hakikatler, imanından tecellî eder, tezahür eder.
Demek iman bir mânevî tûbâ-i Cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise mânevî bir zakkum-u Cehennem tohumunu saklıyor.
Demek selâmet ve emniyet yalnız İslâmiyette ve imandadır. Öyle ise biz daima “Elhamdü lillâhi alâ dini’l-İslâm ve kemâli’l-îman” demeliyiz.
Bediüzzaman Said Nursî
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اَلَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ
İmanda ne kadar büyük bir saadet ve nimet ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulunduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle:
Bir vakit iki adam hem keyif, hem ticaret için seyahate giderler. Biri hodbin talihsiz bir tarafa, diğeri hüdâbin bahtiyar diğer tarafa sülûk eder, giderler.
Hodbin adam hem hodgâm, hem hodendiş, hem bedbin olduğundan, bedbinlik cezası olarak nazarında pek fena bir memlekete düşer. Bakar ki, her yerde âciz bîçâreler, zorba müthiş adamların ellerinden ve tahribatlarından vâveylâ ediyorlar. Bütün gezdiği yerlerde böyle hazin, elîm bir hali görür. Bütün memleket bir matemhane-i umumî şeklini almış. Kendisi şu elîm ve muzlim haleti hissetmemek için sarhoşluktan başka çare bulamaz. Çünkü herkes ona düşman ve ecnebî görünüyor. Ve ortalıkta dahi müthiş cenazeleri ve meyusâne ağlayan yetimleri görür. Vicdanı azap içinde kalır.
Diğeri hüdâbin, hüdâperest ve hakendiş, güzel ahlâklı idi ki, nazarında pek güzel bir memlekete düştü. İşte bu iyi adam, girdiği memlekette bir umumî şenlik görüyor: her tarafta bir sürur, bir şehrâyin, bir cezbe ve neş’e içinde zikirhaneler... Herkes ona dost ve akraba görünür. Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhisât-ı umumiye şenliği görüyor. Hem tekbir ve tehlil ile mesrurâne ahz-ı asker için bir davul, bir musiki sesi işitiyor. Evvelki bedbahtın hem kendi, hem umum halkın elemiyle müteellim olmasına bedel, şu bahtiyar, hem kendi, hem umum halkın süruruyla mesrur ve müferrah olur. Hem güzelce bir ticaret eline geçer, Allah’a şükreder.
Sonra döner, öteki adama rast gelir. Halini anlar. Ona der:
“Yahu, sen divane olmuşsun. Batnındaki çirkinlikler zahirine aksetmiş olmalı ki, gülmeyi ağlamak, terhisâtı soymak ve talan etmek tevehhüm etmişsin. Aklını başına al, kalbini temizle ta şu musibetli perde senin nazarından kalksın, hakikati görebilesin. Zira nihayet derecede âdil, merhametkâr, raiyetperver, muktedir, intizam perver, müşfik bir melikin memleketi, hem bu derece göz önünde âsâr-ı terakkiyat ve kemâlât gösteren bir memleket, senin vehminin gösterdiği surette olamaz.”
Sonra o bedbahtın aklı başına gelir, nedamet eder. “Evet, ben işretten divane olmuştum. Allah senden razı olsun ki cehennemî bir haletten beni kurtardın” der.
Ey nefsim! Bil ki, evvelki adam, kâfirdir. Veya fâsık, gafildir. Şu dünya, onun nazarında bir matemhane-i umumiyedir. Bütün zîhayat, firak ve zevâl sillesiyle ağlayan yetimlerdir. Hayvan ve insan ise, ecel pençesiyle parçalanan kimsesiz başıbozuklardır. Dağlar ve denizler gibi büyük mevcudat, ruhsuz, müthiş cenazeler hükmündedirler. Daha bunun gibi çok elîm, ezici, dehşetli evham, küfründen ve dalâletinden neş’et edip onu mânen tâzip eder.
Diğer adam ise, mü’mindir. Cenâb-ı Hâlıkı tanır, tasdik eder. Onun nazarında şu dünya bir zikirhane-i Rahmân, bir talimgâh-ı beşer ve hayvan, ve bir meydan-ı imtihan-ı ins ü cândır. Bütün vefiyât-ı hayvaniye ve insaniye ise, terhisattır. Vazife-i hayatını bitirenler, bu dâr-ı fâniden, mânen mesrurâne, dağdağasız diğer bir âleme giderler ta yeni vazifedarlara yer açılsın, gelip çalışsınlar. Bütün tevellüdât-ı hayvaniye ve insaniye ise, ahz-ı askere, silâh altına, vazife başına gelmektir.
Bütün zîhayat, birer muvazzaf mesrur asker, birer müstakim memnun memurlardır. Bütün sadâlar ise, ya vazife başlamasındaki zikir ve tesbih ve paydostan gelen şükür ve tefrih veya işlemek neş’esinden neş’et eden nağamattır. Bütün mevcudat, o mü’minin nazarında, Seyyid-i Kerîminin ve Mâlik-i Rahîminin birer mûnis hizmetkârı, birer dost memuru, birer şirin kitabıdır. Daha bunun gibi pek çok lâtif, ulvî ve leziz, tatlı hakikatler, imanından tecellî eder, tezahür eder.
Demek iman bir mânevî tûbâ-i Cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise mânevî bir zakkum-u Cehennem tohumunu saklıyor.
Demek selâmet ve emniyet yalnız İslâmiyette ve imandadır. Öyle ise biz daima “Elhamdü lillâhi alâ dini’l-İslâm ve kemâli’l-îman” demeliyiz.
Bediüzzaman Said Nursî
15.10.12
Maksudumuz sensin..Ey Mabudumuz...
Ey Rabbimiz !
İlmimizi arttır,
Hükmüne razı kıl,
Aklımıza,kalbimize tevekkülün sırrını yerleştir.
Takdirine tedbir geliştiren cahillikten uzak tut,
Kaza ve kaderine tenkidi işmam eden hallerden koru,
Mülkün her yerinde hükümran olan,ve tasarrufu mutlak hâkimiyet ve kudretini takdir edip de,kendi nefsimiz üzerindeki rububiyet icraatından gafil etme..
Kendimizi uluhiyetinden hariç zanlarımızın afeti...nden hıfz et..
Sen biz yokken bizi takdir edensin,
Suretlerimizi,had ve hudutlarımızı tayin edensin,
bizi kimseye benzetmeyen ilmin ve kudretin ve iradenin sahibisin,
gözlerimizi açan,
kulaklarımızı duyuran sensin..
bizi yedirp içiren Rezzakımız sensin..
ve herşeyimizle evvel ve ahirimiz,zahir ve batınımızla senin iken;
hangi vehimle kendimizi kendimize malik düşünebiliriz.
Affet..
hangi halimizi ve ahvalimizi gizleyebiliriz.
Tövebsizlikten,
şükürsüzlükten,
duasızlıkdan sana iltica ederiz.
Bütün kainat senin havl ve kuvvetine istinat etmiş,sürekli yaratıcılığından medet alır..
Biz nasıl kendimizi senden müstağni görebiliriz,
sonsuz arzularımızın ve ihtiyaçlarımızın daimi olan velvelesine nasıl sağır kalabilir de senin dergahi izzetine zilletimizle eğilemeyiz.Bağışla bizi..
Annelerimizin karnında karanlık torbalar içinde bizi işleyen sensin..
işlediğini isteyen sensin..
bizi bu dünyaya misafir eden sensin,
kendimizi istenmemiş,misafirliği ev sahibi tarafından davet edilmemiş olarak nasıl davranabiliriz.
Nasıl bizzat müstakil olabiliriz.
Her türlü vehim ve vesvesenin hayalat ve tasavvurat-ı acizenin külünden arındır bizi Ey Kuddüs..
Bütün kelimelerine and olsun ki;Senden başka sahibimiz yoktur..Seyyid ve melikimizde yoktur..
Leş kargaları gibi üzerimize üşüşen desiselerden,sana müteveccih fıtratımızın letaiflerin didiklenmesinden ve bizi senden ayrı düşüren fitnenin her türlüsünden san firar ediyoruz.
kabul et bizi..Ey şafkatli sahibimiz..
Ey Samed senden uzak kalmanın,istiğna gösterme zulmetlerden kurtar,muhtaciyetimiz ancak seninle felaha ulaşır.
Sen Muinimiz olmazsan biz helak oluruz..
Ey Mucip,sana sığınamayanların bile hakkı hayatını veren rahmansın..sana sığınanların hali ne kadar ikramlarla doludur..
Ey Aziz! İzzetimiz sana karşı olan zelilliğimizdir..
Ey Ganiyy! Zenginliğimiz ve şeferimiz emirlerine itaatimizdedir..
Sevgili Resulune (asm) al ve ashabına ahir zaman evlatlarından salat selam olsun..haberdar eyle..
Amin
İlmimizi arttır,
Hükmüne razı kıl,
Aklımıza,kalbimize tevekkülün sırrını yerleştir.
Takdirine tedbir geliştiren cahillikten uzak tut,
Kaza ve kaderine tenkidi işmam eden hallerden koru,
Mülkün her yerinde hükümran olan,ve tasarrufu mutlak hâkimiyet ve kudretini takdir edip de,kendi nefsimiz üzerindeki rububiyet icraatından gafil etme..
Kendimizi uluhiyetinden hariç zanlarımızın afeti...nden hıfz et..
Sen biz yokken bizi takdir edensin,
Suretlerimizi,had ve hudutlarımızı tayin edensin,
bizi kimseye benzetmeyen ilmin ve kudretin ve iradenin sahibisin,
gözlerimizi açan,
kulaklarımızı duyuran sensin..
bizi yedirp içiren Rezzakımız sensin..
ve herşeyimizle evvel ve ahirimiz,zahir ve batınımızla senin iken;
hangi vehimle kendimizi kendimize malik düşünebiliriz.
Affet..
hangi halimizi ve ahvalimizi gizleyebiliriz.
Tövebsizlikten,
şükürsüzlükten,
duasızlıkdan sana iltica ederiz.
Bütün kainat senin havl ve kuvvetine istinat etmiş,sürekli yaratıcılığından medet alır..
Biz nasıl kendimizi senden müstağni görebiliriz,
sonsuz arzularımızın ve ihtiyaçlarımızın daimi olan velvelesine nasıl sağır kalabilir de senin dergahi izzetine zilletimizle eğilemeyiz.Bağışla bizi..
Annelerimizin karnında karanlık torbalar içinde bizi işleyen sensin..
işlediğini isteyen sensin..
bizi bu dünyaya misafir eden sensin,
kendimizi istenmemiş,misafirliği ev sahibi tarafından davet edilmemiş olarak nasıl davranabiliriz.
Nasıl bizzat müstakil olabiliriz.
Her türlü vehim ve vesvesenin hayalat ve tasavvurat-ı acizenin külünden arındır bizi Ey Kuddüs..
Bütün kelimelerine and olsun ki;Senden başka sahibimiz yoktur..Seyyid ve melikimizde yoktur..
Leş kargaları gibi üzerimize üşüşen desiselerden,sana müteveccih fıtratımızın letaiflerin didiklenmesinden ve bizi senden ayrı düşüren fitnenin her türlüsünden san firar ediyoruz.
kabul et bizi..Ey şafkatli sahibimiz..
Ey Samed senden uzak kalmanın,istiğna gösterme zulmetlerden kurtar,muhtaciyetimiz ancak seninle felaha ulaşır.
Sen Muinimiz olmazsan biz helak oluruz..
Ey Mucip,sana sığınamayanların bile hakkı hayatını veren rahmansın..sana sığınanların hali ne kadar ikramlarla doludur..
Ey Aziz! İzzetimiz sana karşı olan zelilliğimizdir..
Ey Ganiyy! Zenginliğimiz ve şeferimiz emirlerine itaatimizdedir..
Sevgili Resulune (asm) al ve ashabına ahir zaman evlatlarından salat selam olsun..haberdar eyle..
Amin
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)