İnsan yaratılış ve donanım itibariyle birçok hayrı netice verebilecek, idrak ve hakikatin inkişafı anlamında gelişecek, istidat yönüyle inbisat edebilecek özellikler ile teçhiz edilmiş ve dünyaya , çeşitli uygulama süreçlere bağlı bir şekilde birçok vazife ile gönderilmiştir. Bu hususun en ehemmiyetli esasını ise yola çıkışın noktasında olan eksikliklerini gidermek ve bilmediklerini öğrenmek oluşturmaktadır.
Yani……….İnsan ise, dünyaya gelişinde, herşeyi öğrenmeye
muhtaç ve hayat kanunlarına cahil; hattâ yirmi senede tamamen şerâit-i hayatı
öğrenemiyor. Belki âhir ömrüne kadar öğrenmeye muhtaç, hem gayet âciz ve zayıf
bir surette dünyaya gönderilip, bir iki senede ancak ayağa kalkabiliyor. On beş
senede ancak zarar ve menfaati fark eder; hayat-ı beşeriyenin muavenetiyle,
ancak menfaatlerini celp ve zararlardan sakınabilir. Demek ki, insanın vazife-i
fıtriyesi, taallümle tekemmüldür, dua ile ubûdiyettir. Yani, "Kimin
merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikane
terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninâne besleniyorum
ve idare ediliyorum?" bilmektir; ve binden ancak birisine eli yetişemediği
hâcâtına dair Kàdıu'l-Hâcâta lisan-ı acz ve fakr ile yalvarmaktır ve istemek ve
dua etmektir. Yani, aczin ve fakrın cenahlarıyla makam-ı âlâ-yı ubûdiyete
uçmaktır.
Demek, insan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek
için gelmiştir. Mahiyet ve istidat itibarıyla herşey ilme bağlıdır. Ve bütün
ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu marifetullahtır ve onun
üssü'l-esası da iman-ı billâhtır…….….Sözler 23. Söz
Eğer insan kendi hakikati ve hakiki ihtiyaçları, akli kalbi
ve ruhi olan gereksinimlerine karşı lazım olan görevlerini yapmaz ise , ders
paragrafının ilk satırında yazan … “İnsan
ne kadar cahil ve gafildir. Ne kadar yolunu şaşırmış, nefsine zarar veriyor. “……..durumundaki
tanımın içine girer.
Cahil kalır, cehaleti gafletini besler, gafleti yolunu
şaşırtır ve böylelikle kendine zarar vermiş olur. Öyle ise insanın kendin cehaletten kurtarması, gafletten
uyandırması , yolunu istikamet üzere çizmesi gayet ciddi bir mesele ve
yaratılış vazifesidir.
Bu vazifenin yapılmaması, ihmal edilmesi, ötelenmesi , bir
insanın hayatının tüm niteliğini bozar. Çünkü cahil aklı, doğru ile yanlışı
ayırt edemeyecek bir ahmaklık seviyesine, gafleti ölümcül bir atalete onu
sürükler. İdraki kapanır, algısı yolunu şaşırır, meyilleri vehme maruz kalıp
faydalı şeyler yerine zararlı şeylere yönelir ve içinden çıkılması çok zor olan
bir bataklığa girer.
………. Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur'ân'ın
nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi. Mülevves ve ufûnetli bir çamur
içinde, kàfile-i beşer düşe kalka gidiyor. Bir kısmı selâmetli bir yolda gider.
Bir kısmı mümkün olduğu kadar çamurdan, bataklıktan kurtulmak için bazı
vasıtaları bulmuş. Bir kısm-ı ekseri, o ufûnetli, pis, çamurlu bataklık içinde,
karanlıkta gidiyor. Yüzde yirmisi, sarhoşluk sebebiyle, o pis çamuru misk ü
amber zannederek yüzüne gözüne bulaştırıyor; düşerek, kalkarak gider, tâ
boğulur. Yüzde sekseni ise, bataklığı anlar, ufûnetli, pis olduğunu hisseder;
fakat mütehayyirdirler, selâmetli yolu göremiyorlar…..Mektubat
İşte kendini sardığı, perdelediği, istidatlarını körelttiği
atıl ve düşkünlük haliyle ; Dokuz vecihle menfaatı muhakkak, yalnız bir
vecihle zararı mevhum olan büyük bir hayr-ı azîmi terk, dalaleti irtikâb eder.
Hem evhama maruz kalıp, türlü türlü illetlere kapılıp, şüphe
tereddütler içinde menfi etkiye açık hale gelip……………Evet sofestaînin bir şübhesi için, binlerce menfaat delilleri olan
hidayeti terkediyor.
……….. Bütün
efkâr-ı âmme-i İslâmiye imanınıza kuvvet ve senet olduğu halde, Resul-i Ekrem
aleyhissalâtü vesselâmın, şecere-i tûbâ-i nübüvvetinin çekirdeği olan
beşeriyeti ve suret-i cismaniyesini değil, belki umum envâr-ı İslâmiye ve
hakaik-ı Kur'âniye ile nuranî, muhteşem şahs-ı mânevîsini, bin mu'cizatla muhât
olarak akıl gözüyle gördüğünüz halde, bir Avrupa feylesofunun sözüyle vesveseye
ve şüpheye düşen imanınız nerede?..... 27. Söz / Sözler
Demek ki , insan şüpheye, tereddüte mahal vermemek için ,
sağlam bir itikada, bilerek sahip olduğu bir imana, tefekkür ve müşahede ile
ortaya çıkacak bir yakine ve de takva ve amel-i salih ile bir hâl (HÂL: İlâhî
bir lutuf olarak kulun kalbine gelen
rıza ve hoşnutluk hissi ve bunun ruh ve bedeni amale yansıması ) ve
istikamete ihtiyacı vardır ki, …..Gaflet onu istilâ edip, meşru olmayan yollara
saptırmasın…. Yoksa o sağlam iman ve yakin elde edilmez ise veya ……. eğer
iman olmazsa veyahut isyan ile o iman tesir etmezse.. Sözler……………. Nefsinde
kör hissiyat ile körleşmiş bir nokta kalır :
Ve
………….. O körlük vücudunda zerre-miskal kaldıkça, hakikat
güneşinin görünmesine mâni bir hicap olur. Evet, müşâhedemle sabittir ki,
kat'î, yakînî burhanlarla deliller dolu olan büyük bir kalede, küçük bir taşta
bir zafiyet görünürse, o kör olası nefis o kaleyi tamamen inkâr eder, altını
üstüne çevirir. İşte nefsin cehaleti, hamakati, bu gibi insafsızca tahribattan
anlaşılır……..Menevi-i Nuriye
İşte insanın cahilliği, vazifesizliği, gafleti ile kendi aleyhinde neden olduğu bu olumsuz sonuçlar onu zorlu ve çıkmaz
sokaklara doğru sürüklemektedir. Bu sürükleniş çabuk izale edilmez ve bu
yolculuk bir intibah ve kesin dönüşle sona erdirilmez ise, çok daha derin
sorunlara yol açacaktır. Belki insanı – bakara suresinin tefsirinde geçtiği
şekliye - :
"Onlar, hidayeti
verip dalâleti satın alan birtakım kafasızlardır ki, ticaretlerinden bir faide
göremedikleri gibi o zarardan kurtulmak için yol da bulamıyorlar."……
Hakikatine tarif ettiği yere getirip bırakacaktır.
İşte …………… İnsan ne kadar cahil ve gafildir. Ne kadar yolunu
şaşırmış, nefsine zarar veriyor. Dokuz vecihle menfaatı muhakkak, yalnız bir
vecihle zararı mevhum olan büyük bir hayr-ı azîmi terk, dalaleti irtikâb eder.
Evet sofestaînin bir şübhesi için, binlerce menfaat delilleri olan hidayeti
terkediyor.
Oysa ;
Yapısı insan
itibariyle ………..çok vehham,
ihtiyatlı olduğuna nazaran, dünyevî bir işde onda bir zarar ihtimali varsa
içtinab eder……… faydacıdır. Dünyevi kârını gözetir ve çıkarları noktasında
savunmacı ve ısrarcıdır. Bunun için mücadele der, zahmetlere katlanır.
Fakat………Âhiret işi
olursa onda dokuz zarar ihtimali olduğu halde, içtinab etmez. … ölümü uzak
görür, hesab gününü tasavvur etmez, onu mutlak takip eden akıbetini nazara
almaz, her gün yüzbinlerce şahidin , her
asır mezaristana boşalan şehrin şehadetini idrak edemez, hak ve hakikatin
binler delilli ikazatı , ihtaratı , peşinci nefsinde bir tesir oluşturmaz. Heva
, heves ve şımarıklıkla oluşmuş manevi körlüğü, gaflet kataratı ona gerçeği
hissettirip göstermez.
İşte cehalet bu kadar
olur….
El Hasıl insanın gerek öğrenmeye , bilmeye, bildiği ile amel
etmeye, vazifesini dikkat etmeye , dünya yolculuğunu izzetli bir şekilde
sürdürmeye mani olacak her türlü sebepten kaçınmaya karşı hassasiyeti ziyade
olmalıdır.
Nefsini yaptığı hatalar ile şeytan tarafından tacize açık
hale getirmekten kaçınmalı, istiğfar ile rahmet siperine girmelidir.
Hatasında ısrar etmek, kendini avukat gibi savunmak,
teviller ile aklamak gibi bir nefsani müdafa alanına çekilerek, asl-i hakikati ve yakışanı olan, kusurunu bilmek,
kimseyi kendinden aşağı görmemek, tevazu haline sahip olarak sosyal ve bireysel
hayatını istikamete sokmalıdır.
Cehli gideren ilmi tahsil, gafleti izale eden tefekkür,
gayreti arttıran gaye sahi olmaktır. Tembellik hem bedeni hem ruhi çökmenin
sebebidir.
Lehinde olanla aleyhinde olanı ayırt etmek akli bir meleke,
zararlı olandan içtinap etmek bir muhakeme yeteneğidir.
Yanlıştan içtinap,doğruyu irade etmek ferasettir.
Yapıcı ve onarıcı olmak, fitneye kulak asmamak ve ifsada
neden olmamak fazilettir.
İnsanı güzelleştiren ve sevimli kılan şuurulu ubudiyeti ve
ulvi değerlerine karşı gösterdiği
hassasiyetdir.
Doru şeyleri yapmak ve yapmak eğilimi ve isteği üzerinde
bulunmak, iyiliği niyet edip kötü olandan uzaklaşmak amel ve muvaffakiyet
iradesini besler ve hakkında Nusret ve rahmeti celbeder…
Hülasa lehte ve güzel olan ahlâk tercihen lazım, zararlı
olandan içtinap fıtrat-ı selime iktizasıyla hem vacip hem de farzdır.
………… Ey cirmi ve cismi küçük ve cürmü ve zulmü büyük ve ayıp ve zenbi azîm biçare insan! Kâinatın hiddetinden, mahlûkatın nefretinden, mevcudatın öfkesinden kurtulmak istersen, işte kurtulmanın çaresi: Kur'ân-ı Hakîmin daire-i kudsiyesine girmektir ve Kur'ân'ın mübelliği olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnet-i seniyyesine ittibâdır. Gir ve tâbi ol…. İşte o zâtın şefaati altına girip ve nurundan istifade etmenin ve zulümat-ı berzahiyeden kurtulmanın çaresi, sünnet-i seniyyeye ittibâdır……Lem’alar