29.12.25

Mütalaa Ders notları 11: İnsan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir.

 İnsan yaratılış ve donanım itibariyle birçok hayrı netice verebilecek, idrak ve hakikatin inkişafı anlamında gelişecek, istidat yönüyle inbisat edebilecek özellikler ile teçhiz edilmiş ve dünyaya , çeşitli uygulama  süreçlere bağlı bir şekilde birçok vazife ile gönderilmiştir. Bu hususun  en ehemmiyetli esasını ise yola çıkışın noktasında olan eksikliklerini gidermek ve bilmediklerini öğrenmek oluşturmaktadır.

 

Yani……….İnsan ise, dünyaya gelişinde, herşeyi öğrenmeye muhtaç ve hayat kanunlarına cahil; hattâ yirmi senede tamamen şerâit-i hayatı öğrenemiyor. Belki âhir ömrüne kadar öğrenmeye muhtaç, hem gayet âciz ve zayıf bir surette dünyaya gönderilip, bir iki senede ancak ayağa kalkabiliyor. On beş senede ancak zarar ve menfaati fark eder; hayat-ı beşeriyenin muavenetiyle, ancak menfaatlerini celp ve zararlardan sakınabilir. Demek ki, insanın vazife-i fıtriyesi, taallümle tekemmüldür, dua ile ubûdiyettir. Yani, "Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?" bilmektir; ve binden ancak birisine eli yetişemediği hâcâtına dair Kàdıu'l-Hâcâta lisan-ı acz ve fakr ile yalvarmaktır ve istemek ve dua etmektir. Yani, aczin ve fakrın cenahlarıyla makam-ı âlâ-yı ubûdiyete uçmaktır.

 

Demek, insan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidat itibarıyla herşey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu marifetullahtır ve onun üssü'l-esası da iman-ı billâhtır…….….Sözler 23. Söz

 

Eğer insan kendi hakikati ve hakiki ihtiyaçları, akli kalbi ve ruhi olan gereksinimlerine karşı lazım olan görevlerini yapmaz ise , ders paragrafının ilk satırında yazan … “İnsan ne kadar cahil ve gafildir. Ne kadar yolunu şaşırmış, nefsine zarar veriyor. “……..durumundaki tanımın içine girer.

 

Cahil kalır, cehaleti gafletini besler, gafleti yolunu şaşırtır ve böylelikle kendine zarar vermiş olur. Öyle ise insanın  kendin cehaletten kurtarması, gafletten uyandırması , yolunu istikamet üzere çizmesi gayet ciddi bir mesele ve yaratılış vazifesidir.

 

Bu vazifenin yapılmaması, ihmal edilmesi, ötelenmesi , bir insanın hayatının tüm niteliğini bozar. Çünkü cahil aklı, doğru ile yanlışı ayırt edemeyecek bir ahmaklık seviyesine, gafleti ölümcül bir atalete onu sürükler. İdraki kapanır, algısı yolunu şaşırır, meyilleri vehme maruz kalıp faydalı şeyler yerine zararlı şeylere yönelir ve içinden çıkılması çok zor olan bir bataklığa girer.

 

………. Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur'ân'ın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi. Mülevves ve ufûnetli bir çamur içinde, kàfile-i beşer düşe kalka gidiyor. Bir kısmı selâmetli bir yolda gider. Bir kısmı mümkün olduğu kadar çamurdan, bataklıktan kurtulmak için bazı vasıtaları bulmuş. Bir kısm-ı ekseri, o ufûnetli, pis, çamurlu bataklık içinde, karanlıkta gidiyor. Yüzde yirmisi, sarhoşluk sebebiyle, o pis çamuru misk ü amber zannederek yüzüne gözüne bulaştırıyor; düşerek, kalkarak gider, tâ boğulur. Yüzde sekseni ise, bataklığı anlar, ufûnetli, pis olduğunu hisseder; fakat mütehayyirdirler, selâmetli yolu göremiyorlar…..Mektubat

 

İşte kendini sardığı, perdelediği, istidatlarını körelttiği atıl ve düşkünlük haliyle ;  Dokuz vecihle menfaatı muhakkak, yalnız bir vecihle zararı mevhum olan büyük bir hayr-ı azîmi terk, dalaleti irtikâb eder.

 

Hem evhama maruz kalıp, türlü türlü illetlere kapılıp, şüphe tereddütler içinde menfi etkiye açık hale gelip……………Evet sofestaînin bir şübhesi için, binlerce menfaat delilleri olan hidayeti terkediyor.

 

……….. Bütün efkâr-ı âmme-i İslâmiye imanınıza kuvvet ve senet olduğu halde, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın, şecere-i tûbâ-i nübüvvetinin çekirdeği olan beşeriyeti ve suret-i cismaniyesini değil, belki umum envâr-ı İslâmiye ve hakaik-ı Kur'âniye ile nuranî, muhteşem şahs-ı mânevîsini, bin mu'cizatla muhât olarak akıl gözüyle gördüğünüz halde, bir Avrupa feylesofunun sözüyle vesveseye ve şüpheye düşen imanınız nerede?.....  27. Söz / Sözler

 

Demek ki , insan şüpheye, tereddüte mahal vermemek için , sağlam bir itikada, bilerek sahip olduğu bir imana, tefekkür ve müşahede ile ortaya çıkacak bir yakine ve de takva ve amel-i salih ile bir hâl (HÂL: İlâhî bir lutuf olarak kulun  kalbine gelen rıza ve hoşnutluk  hissi ve bunun ruh  ve bedeni amale  yansıması  )  ve istikamete ihtiyacı vardır ki, …..Gaflet onu istilâ edip, meşru olmayan yollara saptırmasın…. Yoksa o sağlam iman ve yakin elde edilmez ise  veya ……. eğer iman olmazsa veyahut isyan ile o iman tesir etmezse.. Sözler……………. Nefsinde kör hissiyat ile körleşmiş bir nokta kalır :

 

Ve

………….. O körlük vücudunda zerre-miskal kaldıkça, hakikat güneşinin görünmesine mâni bir hicap olur. Evet, müşâhedemle sabittir ki, kat'î, yakînî burhanlarla deliller dolu olan büyük bir kalede, küçük bir taşta bir zafiyet görünürse, o kör olası nefis o kaleyi tamamen inkâr eder, altını üstüne çevirir. İşte nefsin cehaleti, hamakati, bu gibi insafsızca tahribattan anlaşılır……..Menevi-i Nuriye

 

İşte insanın cahilliği, vazifesizliği,  gafleti ile kendi aleyhinde neden olduğu  bu olumsuz sonuçlar onu zorlu ve çıkmaz sokaklara doğru sürüklemektedir. Bu sürükleniş çabuk izale edilmez ve bu yolculuk bir intibah ve kesin dönüşle sona erdirilmez ise, çok daha derin sorunlara yol açacaktır. Belki insanı – bakara suresinin tefsirinde geçtiği şekliye -  :

 

"Onlar, hidayeti verip dalâleti satın alan birtakım kafasızlardır ki, ticaretlerinden bir faide göremedikleri gibi o zarardan kurtulmak için yol da bulamıyorlar."…… Hakikatine tarif ettiği yere getirip bırakacaktır.

 

İşte …………… İnsan ne kadar cahil ve gafildir. Ne kadar yolunu şaşırmış, nefsine zarar veriyor. Dokuz vecihle menfaatı muhakkak, yalnız bir vecihle zararı mevhum olan büyük bir hayr-ı azîmi terk, dalaleti irtikâb eder. Evet sofestaînin bir şübhesi için, binlerce menfaat delilleri olan hidayeti terkediyor.

 

Oysa ;

 

Yapısı insan  itibariyle ………..çok vehham, ihtiyatlı olduğuna nazaran, dünyevî bir işde onda bir zarar ihtimali varsa içtinab eder……… faydacıdır. Dünyevi kârını gözetir ve çıkarları noktasında savunmacı ve ısrarcıdır. Bunun için mücadele der, zahmetlere katlanır.

 

Fakat………Âhiret işi olursa onda dokuz zarar ihtimali olduğu halde, içtinab etmez. … ölümü uzak görür, hesab gününü tasavvur etmez, onu mutlak takip eden akıbetini nazara almaz, her gün yüzbinlerce şahidin  , her asır mezaristana boşalan şehrin şehadetini idrak edemez, hak ve hakikatin binler delilli ikazatı , ihtaratı , peşinci nefsinde bir tesir oluşturmaz. Heva , heves ve şımarıklıkla oluşmuş manevi körlüğü, gaflet kataratı ona gerçeği hissettirip göstermez.

 

İşte cehalet bu kadar olur….

 

El Hasıl insanın gerek öğrenmeye , bilmeye, bildiği ile amel etmeye, vazifesini dikkat etmeye , dünya yolculuğunu izzetli bir şekilde sürdürmeye mani olacak her türlü sebepten kaçınmaya karşı hassasiyeti ziyade olmalıdır.

 

Nefsini yaptığı hatalar ile şeytan tarafından tacize açık hale getirmekten kaçınmalı, istiğfar ile rahmet siperine girmelidir.

 

Hatasında ısrar etmek, kendini avukat gibi savunmak, teviller ile aklamak gibi bir nefsani müdafa alanına çekilerek, asl-i  hakikati ve yakışanı olan, kusurunu bilmek, kimseyi kendinden aşağı görmemek, tevazu haline sahip olarak sosyal ve bireysel hayatını istikamete sokmalıdır.

 

Cehli gideren ilmi tahsil, gafleti izale eden tefekkür, gayreti arttıran gaye sahi olmaktır. Tembellik hem bedeni hem ruhi çökmenin sebebidir.

 

Lehinde olanla aleyhinde olanı ayırt etmek akli bir meleke, zararlı olandan içtinap etmek bir muhakeme yeteneğidir.

 

Yanlıştan içtinap,doğruyu irade etmek ferasettir.

 

Yapıcı ve onarıcı olmak, fitneye kulak asmamak ve ifsada neden olmamak fazilettir.

 

İnsanı güzelleştiren ve sevimli kılan şuurulu ubudiyeti ve ulvi değerlerine  karşı gösterdiği hassasiyetdir.

 

Doru şeyleri yapmak ve yapmak eğilimi ve isteği üzerinde bulunmak, iyiliği niyet edip kötü olandan uzaklaşmak amel ve muvaffakiyet iradesini besler ve hakkında Nusret ve rahmeti celbeder…

 

Hülasa lehte ve güzel olan ahlâk tercihen lazım, zararlı olandan içtinap fıtrat-ı selime iktizasıyla hem vacip hem de farzdır.

 

………… Ey cirmi ve cismi küçük ve cürmü ve zulmü büyük ve ayıp ve zenbi azîm biçare insan! Kâinatın hiddetinden, mahlûkatın nefretinden, mevcudatın öfkesinden kurtulmak istersen, işte kurtulmanın çaresi: Kur'ân-ı Hakîmin daire-i kudsiyesine girmektir ve Kur'ân'ın mübelliği olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnet-i seniyyesine ittibâdır. Gir ve tâbi ol…. İşte o zâtın şefaati altına girip ve nurundan istifade etmenin ve zulümat-ı berzahiyeden kurtulmanın çaresi, sünnet-i seniyyeye ittibâdır……Lem’alar