29.12.25

Mütalaa Ders notları 9: Hüsn-ü Zan..

 

 

Konunun anlam bağı üst satırlarda olduğundan ilgili bölümü tümden alacağız.

 

Orada demiş:

Saniyen:

 

“ Kadere iman eden gam ve hüzünden emin olur ” sırrıyla,

 

“ Herşeyin güzel cihetine bakınız ” kaidesinin sırrıyla,

 

“ Sözleri dinleyip, en güzeline tâbi olup fenasına bakmayanlar, hidayet-i İlâhiyeye mazhar akıl sahibi onlardır ” meâlinde…………….. bizler için şimdi herşeyin iyi tarafına ve güzel cihetine ve ferah verecek vechine bakmak lâzımdır ki, mânâsız, lüzumsuz, zararlı, sıkıntılı, çirkin, geçici haller nazar-ı dikkatimizi celb edip kalbimizi meşgul etmesin… Şualar

 

İnsanın Rabbi ile arasında en mühim münasebet; akli, kalbi, ruhi, hissi münasebete taalluk eden   HÜSN-Ü  ZAN’dır.

 

Çünkü insanın fiillerine, düşünce ve niyetlerine karşı gerçekleşen Rabbani muamelat , “Kulum Beni nasıl tanırsa, onunla öyle muamele ederim." şeklinde buyurulduğu üzere kulun Rabbine olan zannı nispetindedir.

 

Bu bağlamda hikmet ve hikmetin asıl kök nedeni olan Marifetullah , yani Allah’ı bilmek, onu tanımak, isim ve sıfatları ile marifetine ulaşmak, insanın hem kendi yaratılışı, hem alemin yaratılışı hem de hadisatın cereyanı hakkındaki hakikat bilgisine erişmekle ilgilidir.

 

Kişi bu bilgi bilinci yolunda ilerlerken elinde olması gereken sual tarzı  , itham şeklinde ..yani sorgulamak değil, istifhâm (Haşiye)  şeklinde..yani anlamak üzerine olmalıdır.

 

Haşiye:  ( burada kullanılan İstifhâm kelimesinin , edebiyatta kullanılan dikkat çekmek , duygular beslemek için kullanılan şekliyle kinayi ve işar imaları değil, direkt manası olan “anlamak için sormak”  kast edilmiştir)

 

Çünkü anlamak için sormak edep ve hikmetin imtizaç ettiği nitelikli  bir üsluptur. İtirazı işmam eder tarzda sual etmenin karşılığı kaviyyen cevapsızlık  ve istidraç  ile ceza bulmaktır. Allah hiçbir şeye zorlanamaz…

 

Evet, ilgili bölümde davet edilen;

 

Her şeyin iyi tarafına ve güzel cihetine ve ferah verecek veçhine bakmak,

 

Mânâsız, lüzumsuz, zararlı, sıkıntılı, çirkin, geçici olan şekline bakmamak,

 

Ve bu şeylerle lüzumsuz ilgilenmekle ortaya çıkacak olan dikkat çekici meşguliyetlere kapılmamak ve istikametli nazara sahip  düşünce tarzına dâhil ve hissedar  olabilmek için evvel ihtiyacımız olan şeyin marifetten ve marifetullah’tan neşet eden  Hüsn-ü Zan olduğunu anlıyoruz.

 

Çünkü insan fıtrat planında genel olarak imtihanın bir cehalet süreci ile başlar, sonra nefsi arzularının iltihaplı zamanı ile karşı karşıya kalır ve Üstadımızın ………..  hattâ yirmi senede tamamen şerait-i hayatı öğrenemiyor….buyurduğu gibi  hissi ve fikri çok berzahlar arasında bocalar. Eğer bu süreç içerisinde …………….. bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Âdetâ gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer………..dediği gibi hakikati kavramakta zorlanır…………idrak etmesine mani olan ve nefsinde bu mücadele için bulunan ……….“Şu dünyada insanın hoşuna gitmeyen şeyler daha çoktur.”……..esasından sıyrılıp doğru yöne yönelmek ve sağlam bir duruş gösterebilmek , kendinde ve alakadar olduğu dünyada gerçekleşen olayların karşında ancak iman , marifet ve muhabbet ölçüleriyle durabilir.

 

Yani bir insanın  …….. “Her şeyin en güzelini ve hoş olan yönünü al.”..fıtr-i emrisini anlaması, Her şeyin iyisine bak” kaidesiyle amel etmesi,  “Kaderin her şeyi güzeldir” hakikatini idrak etmesi , “Güzel görüp, güzel düşünerek”  hayatından lezzet alması;  Rabbisine karşı hakiki iman, tevekkül, hikmetine mutlak itimat ile mümkündür.

 

Risale-i Nur tüm dersleri ………… şu taklidi kırılmış ve teslimi bozulmuş asırda………. bu mananın tesisini esas almış ve istikamette bir hakikat yolu açmıştır.

 

Çünkü alemin hadisatı, insanın yaşadıkları ve yaşayacakları, imtihanın çeşitli şubeleri,zorlayıcı yokuşları, hevesatı tehdit eden zevaller, zevklerde bulunan elem,ihtiyarı elden alıp hakim olan hükümlerin tefsiri ancak Kur’an-i bir hikmet dersi ile temin edilebilir. Ve insan ancak tam bir muvafakat ile itminan bulabilir. İşte bu derslerin sadık talebeleri aldıkları ders ve hisselerin sonucunda kendilerini bir emniyet içinde hissederler. Hadlerini ve vazifelerini bilerek kaldıramayacakları ve de mezun olmadıkları yüklerin altına girmezler.

 

Örneğin:

 

“Risale-i Nur’un dairesine sadakatle girenlerdir. Çünkü bunlar, Risale-i Nur’dan aldıkları iman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve gözüyle, herşeyde rahmet-i İlâhiyenin izini, özünü, yüzünü görüp herşeyde kemâl-i hikmetini, cemâl-i adaletini müşahede ettiklerinden, kemâl-i teslimiyet ve rızayla, rububiyet-i İlâhiyenin icraatından olan musibetlere karşı teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar. Ve merhamet-i İlâhiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azap çeksinler.”……….

 

Yoksa insan kasır fehmi ile bu büyük nizamı, sebep sonuç ilişkisini , hikmetin esasını ,yaratılışın esrarını, varoluş iradesini , Vaad-i İlahiyeyi , Erkan-i İmaniye ve  Rükn-ü islâmiyeyi kavrayamaz, tevilata,tahrifata ve tahribata sapar istikametli yolunu kaybeder, zındıkaya dahil olur.

 

Üstad bu muteriz , münekkid  nazar sahiplerinin su-i zanlarını tekzip için şöyle sesleniyor:

 

"Ey müteşekki! Sen nesin? Neye binaen itiraz ediyorsun? Cüz'î hevesini külliyat-ı kâinata mühendis mi yapıyorsun? Kokmuş olan zevkini nimetlerin derecelerine mikyas ve mizan mı yapıyorsun? Ne biliyorsun ki, zannettiğin nimet nıkmet olmasın. Senin ne kıymetin var ki, sineğin kanadına müvazi olmayan hevesini tatmin ve teskin için, felek çarklarıyla hareketten teskin edilsin!.."…

 

Hem yine teklifi idrak etmemiş, hased etme konusu özelinde  hissiyatına mağlup olmuş bir kısım terbiyeyi nefsiyeden mahrum hasta zihinli olanları şöyle ikaz ediyor:

 

“Hem ona gelen musibetlerden memnun ve nimetlerden mahzun olup, kader ve rahmet-i ilahiyeye, onun hakkında ettiği iyiliklerden küsüyor. Âdeta kaderi tenkit ve rahmete itiraz ediyor. Kaderi tenkit eden, başını örse vurur, kırar. Rahmete itiraz eden, rahmetten mahrum kalır." 

 

(Haşiye) Burada bir ayetten hatıra gelen tefsir notunu bilmana olarak paylaşmak gerekti.. …şöyle ki,  birilerine bir vesile ile intikal etmiş bir kısım nimetlere nazar ederek,yani nazarı verilen kişilerin üzerinde ve ellerinde olana bakarak değil… ..kendi istediğini kıyasssız bir şekilde Allah’tan istemek… emir buyurulur…………

 

Evet yine demiş ki;…………….“Teşekki kaderi tenkit ve teşekkür kadere teslimdir."….

 

Hem yine demiş ki;………….. “Mademki her şeyin Allah'tan olduğunu bilirsin ve ona iz'anın vardır. Zararlı menfaatli her şeyi tahsin ve hüsn-ü rıza ile kabul etmek lâzımdır”. …. eğer böyle olmaz ise……. Ve illâ, gaflete düşmeye mecbur olursun……. Çünkü………Kâinat hâdiselerinden insanın heva ve hevesine muhalif olan kısım, muvafık olan kısımdan daha çoktur……………

 

Dolayısıyla insanın heva ve hevesinden kurtulmuş bir iman ancak bu hadisata ve vukuatlara mukabele edebilir ve dayanabilir.

 

Ancak muammayı hilkati keşfedebilen bir yakin istikamet dairesinde yol alabilir.

 

Yine  ancak, sebep ve müsebbeb arasındaki ilişkinin hikmetini idrak edebilen bir akıl Halık ile Mahlukat arasında vaz edilen perdelerin varlığındaki sırları idrak edebilir.

 

Yine ancak, Abd ve Rab arasındaki ubudiyet ve Rububiyet çizgisini; Cenab-ı Hakkın isim ve sıfatları ve de tezahürleri ile ilgili marifete sahip birisi kendi lehinde dengede tutabilir.

 

Yine ancak hakikat bilgisine sahip bir iz’an sahibi……"Kesb-i şer, şerdir; halk-ı şer, şer değildir."… esasını idrak edebilir.

 

Evet , sonuç olarak ..

 

“ Kadere iman eden gam ve hüzünden emin olur ” …………….sırrıyla bakarsak ; her şeyin bir kontrol planı ve hakim bir iradenin tasarrufu altında olduğundan emin oluruz. Tesadüf ve sahipsizlik keşmekeşinden kurtulur çaresiz hüzünler içinde kalmayız.

 

“ Herşeyin güzel cihetine bakınız ” ……………kaidesinin sırrıyla hareket edersek; iman ve  dine iktida ile sahip olduğumuz  güzel ahlak penceresinden teneffüs eder ..rahmet tecellilerini, varlığın hakikatini, seyrin ve merasimin anlamını idrak eder bize ebedi refakat edecek sevaplı ve nurlu manzaralarla ilgilenir , gönül midemizin bulanmasının önüne geçer ,kalbimizin  güzel hatıralardan inşirah nefesleri almasına mazhariyet kazanırız.

 

Eğer bir insanın nazar ve efkârı sadece her şeyin bu yönüyle ilgilenmede bir muhakeme istidadı, bir huy , bir duygusal  refleks  kazansa , aleminde fena şeyler barınamaz ve tutunamaz.  Bunun için kalp aynasını cilalayıcı olan, istiğfar ,tefekkür, zikir,fikir,şükür gibi haller üzerinde olmak iktiza etmektedir.

 

Evet,

 

“ Sözleri dinleyip, en güzeline tâbi olup fenasına bakmayanlar, hidayet-i İlâhiyeye mazhar akıl sahibi onlardır ” …………….irşad-ı Kur’aniyesine  muvafık yaşasak ..malayani şeylerin gaflet veren durumlarında uzaklaşır, uyanık vicdanımızın sesini duyar, ebedden ve ebedi olan zattan başka hiçbir şeyden razı olmayız.  Ve hak ile batılın bir birinden ayrıştırılması olan hidayetin vicdani lezzetini ve ruha cennet olan keyfiyetini tüm letaifimizde hisseder sönmez bir nur ve iştiyak kapısından gireriz.

 

Evet madem,  her şeyin güzel yanı ile ilgilenmenin  ve  kadere iman edip eman bulmanın ve de güzel şeylerle ve güzelliği netice veren işlerle iştigal etmenin bize kazandırdığı ahlak-ı hasene, hüsn-ü zan , huzur, sekinet, emniyet gibi nurlu ve nurani neticeleri var……………….. bizler için şimdi herşeyin iyi tarafına ve güzel cihetine ve ferah verecek vechine bakmak lâzımdır ki, mânâsız, lüzumsuz, zararlı, sıkıntılı, çirkin, geçici haller nazar-ı dikkatimizi celb edip kalbimizi meşgul etmesin……………..

 

Yani gaflet bizi istila etmesin,

Bir dane bir lokma bir nazar  hevasatı ile  ayaklarımız çamura bulanmasın,

Nefs-i nisyan ile yaratılış gerçeğimizi  unutturacak haller, nazarımızı hakikatimizden ve hakiki vazifemizden uzaklaştırmasın,

İmanımız fiillerimizi tanzim eden ve özümüzü koruyan tesirini kaybetmesin.

 

Çünkü Rabbi Rahimimiz bizi yokluk alemlerinden vücut nimetine ,oradan müslim sıfatına,oradan marifet ve muhabbetine ve ebedi saadet gibi bir sonsuz nimete mazhar etmiş…Elbette bu Uluhiyet hukuku ; imanı, marifeti , muhabbeti ,itaati, tevhidi ,tevekkülü  iktiza eder ……….Bu nedenle…………….O ( eşsiz ,benzersiz, ezeli ve ebedi) güzelliğe karşı iman güzelliğiyle ve ubudiyet cemâliyle mukabele etsen çok güzel bir mahlûk oluruz……….. İnşâallah…

 

Haşiye:

 

İman , hakikati itibariyle bir onama ,onaylama  sürecidir.

 

Yani iman ettik demek, tahayyülü olan soyut bir bilinmezliği idrak etmeden kabul etmek anlamında değildir.

 

Bu bağlamda iman şahsi fıtrattan nev’in fıtratına, nev’in fıtratından cinsin yaratılmışlağı üzerinde hakim olan ilim,şrade ve kudret delillerini  ilmel yakin ,aynel yakin, hakkal yakin meratiplerinde say ve mazhariyet ölçüsü hikmet-i hakikat ve marziyatı ile birlikte müşade edip bilinçli ve bizzat ihtiyari bir şekilde şahit etmek ve bunu ikrar etmektir.

 

Bu nedenle imanın altı esası, kendilerine şahitlik eden, hakikatlerini gösteren ve tarif ve de talim  bürhanlar ile birlikte insanları tasdike davet eder.

 

Risale-i Nur ile aldığımız dersler bu şehadet isteyen hakikatlerin izhar ettiği delilleri müşahede etmek , talim ve terbiyelerinde bulunmak , bilerek ve iradi olarak :

 

Âmennâ ve saddaknâ.. "İnandık ve tasdik ettik"..

 

Semi‘nâ ve eta‘nâ.. "İşittik ve boyun eğdik”..

 

“Âmentü billahi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusülihî ve'l-yevmi'l-âhiri ve bi'l kaderi hayrihî ve şerrihî mine'llâhi teâlâ; ve'l-ba'sü ba'de'l-mevti hakk eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûlüh” …………“Allah'a, meleklerine, kitaplarına, pey­gamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna iman ettim. Ölümden sonra diriliş gerçektir. Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in onun kulu ve elçisi olduğu­na şahadet ederim.”  …..Şeklinde onama ve bağlılığımızı ilan etmektir…

 

Öyle ise …………… “Elhamdü lillâhi alâ dini'l İslâm ve kemâli'l-îman” (Bize ihsan ettiği İslâm dini ve mükemmel iman nimeti sebebiyle Allah'a hamd olsun.)………..

 

Vesselâm