Konunun anlam bağı üst satırlarda olduğundan ilgili bölümü
tümden alacağız.
Orada demiş:
Saniyen:
“ Kadere iman eden gam ve hüzünden emin olur ” sırrıyla,
“ Herşeyin güzel cihetine bakınız ” kaidesinin sırrıyla,
“ Sözleri dinleyip, en güzeline tâbi olup fenasına
bakmayanlar, hidayet-i İlâhiyeye mazhar akıl sahibi onlardır ” meâlinde…………….. bizler
için şimdi herşeyin iyi tarafına ve güzel cihetine ve ferah verecek vechine
bakmak lâzımdır ki, mânâsız, lüzumsuz, zararlı, sıkıntılı, çirkin, geçici
haller nazar-ı dikkatimizi celb edip kalbimizi meşgul etmesin… Şualar
İnsanın Rabbi ile arasında en mühim münasebet; akli, kalbi,
ruhi, hissi münasebete taalluk eden
HÜSN-Ü ZAN’dır.
Çünkü insanın fiillerine, düşünce ve niyetlerine karşı
gerçekleşen Rabbani muamelat , “Kulum Beni nasıl tanırsa, onunla öyle muamele
ederim." şeklinde buyurulduğu üzere kulun Rabbine olan zannı nispetindedir.
Bu bağlamda hikmet ve hikmetin asıl kök nedeni olan
Marifetullah , yani Allah’ı bilmek, onu tanımak, isim ve sıfatları ile
marifetine ulaşmak, insanın hem kendi yaratılışı, hem alemin yaratılışı hem de
hadisatın cereyanı hakkındaki hakikat bilgisine erişmekle ilgilidir.
Kişi bu bilgi bilinci yolunda ilerlerken elinde olması
gereken sual tarzı , itham şeklinde
..yani sorgulamak değil, istifhâm (Haşiye) şeklinde..yani anlamak üzerine olmalıdır.
Haşiye: ( burada
kullanılan İstifhâm kelimesinin , edebiyatta kullanılan dikkat çekmek ,
duygular beslemek için kullanılan şekliyle kinayi ve işar imaları değil, direkt
manası olan “anlamak için sormak” kast
edilmiştir)
Çünkü anlamak için sormak edep ve hikmetin imtizaç ettiği
nitelikli bir üsluptur. İtirazı işmam
eder tarzda sual etmenin karşılığı kaviyyen cevapsızlık ve istidraç
ile ceza bulmaktır. Allah hiçbir şeye zorlanamaz…
Evet, ilgili bölümde davet edilen;
Her şeyin iyi tarafına ve güzel cihetine ve ferah verecek veçhine
bakmak,
Mânâsız, lüzumsuz, zararlı, sıkıntılı, çirkin, geçici olan
şekline bakmamak,
Ve bu şeylerle lüzumsuz ilgilenmekle ortaya çıkacak olan
dikkat çekici meşguliyetlere kapılmamak ve istikametli nazara sahip düşünce tarzına dâhil ve hissedar olabilmek için evvel ihtiyacımız olan şeyin
marifetten ve marifetullah’tan neşet eden
Hüsn-ü Zan olduğunu anlıyoruz.
Çünkü insan fıtrat planında genel olarak imtihanın bir
cehalet süreci ile başlar, sonra nefsi arzularının iltihaplı zamanı ile karşı
karşıya kalır ve Üstadımızın ……….. hattâ
yirmi senede tamamen şerait-i hayatı öğrenemiyor….buyurduğu gibi hissi ve fikri çok berzahlar arasında
bocalar. Eğer bu süreç içerisinde …………….. bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir
ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslâmiyet ve imanın
erkânlarını ruhuna alabilir. Âdetâ gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek
derecesinde zor oluyor, yabani düşer………..dediği gibi hakikati kavramakta
zorlanır…………idrak etmesine mani olan ve nefsinde bu mücadele için bulunan ……….“Şu
dünyada insanın hoşuna gitmeyen şeyler daha çoktur.”……..esasından sıyrılıp
doğru yöne yönelmek ve sağlam bir duruş gösterebilmek , kendinde ve alakadar
olduğu dünyada gerçekleşen olayların karşında ancak iman , marifet ve muhabbet
ölçüleriyle durabilir.
Yani bir insanın ……..
“Her şeyin en güzelini ve hoş olan yönünü al.”..fıtr-i emrisini anlaması, Her şeyin
iyisine bak” kaidesiyle amel etmesi,
“Kaderin her şeyi güzeldir” hakikatini idrak etmesi , “Güzel görüp,
güzel düşünerek” hayatından lezzet
alması; Rabbisine karşı hakiki iman,
tevekkül, hikmetine mutlak itimat ile mümkündür.
Risale-i Nur tüm dersleri ………… şu taklidi kırılmış ve
teslimi bozulmuş asırda………. bu mananın tesisini esas almış ve istikamette bir
hakikat yolu açmıştır.
Çünkü alemin hadisatı, insanın yaşadıkları ve yaşayacakları,
imtihanın çeşitli şubeleri,zorlayıcı yokuşları, hevesatı tehdit eden zevaller,
zevklerde bulunan elem,ihtiyarı elden alıp hakim olan hükümlerin tefsiri ancak
Kur’an-i bir hikmet dersi ile temin edilebilir. Ve insan ancak tam bir
muvafakat ile itminan bulabilir. İşte bu derslerin sadık talebeleri aldıkları
ders ve hisselerin sonucunda kendilerini bir emniyet içinde hissederler.
Hadlerini ve vazifelerini bilerek kaldıramayacakları ve de mezun olmadıkları
yüklerin altına girmezler.
Örneğin:
“Risale-i Nur’un dairesine sadakatle girenlerdir. Çünkü
bunlar, Risale-i Nur’dan aldıkları iman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve
gözüyle, herşeyde rahmet-i İlâhiyenin izini, özünü, yüzünü görüp herşeyde
kemâl-i hikmetini, cemâl-i adaletini müşahede ettiklerinden, kemâl-i teslimiyet
ve rızayla, rububiyet-i İlâhiyenin icraatından olan musibetlere karşı
teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar. Ve merhamet-i
İlâhiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azap çeksinler.”……….
Yoksa insan kasır fehmi ile bu büyük nizamı, sebep sonuç
ilişkisini , hikmetin esasını ,yaratılışın esrarını, varoluş iradesini , Vaad-i
İlahiyeyi , Erkan-i İmaniye ve Rükn-ü
islâmiyeyi kavrayamaz, tevilata,tahrifata ve tahribata sapar istikametli yolunu
kaybeder, zındıkaya dahil olur.
Üstad bu muteriz , münekkid
nazar sahiplerinin su-i zanlarını tekzip için şöyle sesleniyor:
"Ey müteşekki! Sen nesin? Neye binaen itiraz ediyorsun?
Cüz'î hevesini külliyat-ı kâinata mühendis mi yapıyorsun? Kokmuş olan zevkini
nimetlerin derecelerine mikyas ve mizan mı yapıyorsun? Ne biliyorsun ki,
zannettiğin nimet nıkmet olmasın. Senin ne kıymetin var ki, sineğin kanadına
müvazi olmayan hevesini tatmin ve teskin için, felek çarklarıyla hareketten
teskin edilsin!.."…
Hem yine teklifi idrak etmemiş, hased etme konusu özelinde hissiyatına mağlup olmuş bir kısım terbiyeyi
nefsiyeden mahrum hasta zihinli olanları şöyle ikaz ediyor:
“Hem ona gelen musibetlerden memnun ve nimetlerden mahzun
olup, kader ve rahmet-i ilahiyeye, onun hakkında ettiği iyiliklerden küsüyor.
Âdeta kaderi tenkit ve rahmete itiraz ediyor. Kaderi tenkit eden, başını örse
vurur, kırar. Rahmete itiraz eden, rahmetten mahrum kalır."
(Haşiye) Burada bir ayetten hatıra gelen tefsir notunu
bilmana olarak paylaşmak gerekti.. …şöyle ki,
birilerine bir vesile ile intikal etmiş bir kısım nimetlere nazar
ederek,yani nazarı verilen kişilerin üzerinde ve ellerinde olana bakarak değil…
..kendi istediğini kıyasssız bir şekilde Allah’tan istemek… emir buyurulur…………
Evet yine demiş ki;…………….“Teşekki kaderi tenkit ve teşekkür
kadere teslimdir."….
Hem yine demiş ki;………….. “Mademki her şeyin Allah'tan
olduğunu bilirsin ve ona iz'anın vardır. Zararlı menfaatli her şeyi tahsin ve
hüsn-ü rıza ile kabul etmek lâzımdır”. …. eğer böyle olmaz ise……. Ve illâ, gaflete
düşmeye mecbur olursun……. Çünkü………Kâinat hâdiselerinden insanın heva ve
hevesine muhalif olan kısım, muvafık olan kısımdan daha çoktur……………
Dolayısıyla insanın heva ve hevesinden kurtulmuş bir iman
ancak bu hadisata ve vukuatlara mukabele edebilir ve dayanabilir.
Ancak muammayı hilkati keşfedebilen bir yakin istikamet
dairesinde yol alabilir.
Yine ancak, sebep ve
müsebbeb arasındaki ilişkinin hikmetini idrak edebilen bir akıl Halık ile
Mahlukat arasında vaz edilen perdelerin varlığındaki sırları idrak edebilir.
Yine ancak, Abd ve Rab arasındaki ubudiyet ve Rububiyet
çizgisini; Cenab-ı Hakkın isim ve sıfatları ve de tezahürleri ile ilgili
marifete sahip birisi kendi lehinde dengede tutabilir.
Yine ancak hakikat bilgisine sahip bir iz’an sahibi……"Kesb-i
şer, şerdir; halk-ı şer, şer değildir."… esasını idrak edebilir.
Evet , sonuç olarak ..
“ Kadere iman eden gam ve hüzünden emin olur ” …………….sırrıyla
bakarsak ; her şeyin bir kontrol planı ve hakim bir iradenin tasarrufu altında
olduğundan emin oluruz. Tesadüf ve sahipsizlik keşmekeşinden kurtulur çaresiz
hüzünler içinde kalmayız.
“ Herşeyin güzel cihetine bakınız ” ……………kaidesinin sırrıyla
hareket edersek; iman ve dine iktida ile
sahip olduğumuz güzel ahlak
penceresinden teneffüs eder ..rahmet tecellilerini, varlığın hakikatini, seyrin
ve merasimin anlamını idrak eder bize ebedi refakat edecek sevaplı ve nurlu
manzaralarla ilgilenir , gönül midemizin bulanmasının önüne geçer
,kalbimizin güzel hatıralardan inşirah
nefesleri almasına mazhariyet kazanırız.
Eğer bir insanın nazar ve efkârı sadece her şeyin bu yönüyle
ilgilenmede bir muhakeme istidadı, bir huy , bir duygusal refleks
kazansa , aleminde fena şeyler barınamaz ve tutunamaz. Bunun için kalp aynasını cilalayıcı olan,
istiğfar ,tefekkür, zikir,fikir,şükür gibi haller üzerinde olmak iktiza
etmektedir.
Evet,
“ Sözleri dinleyip, en güzeline tâbi olup fenasına
bakmayanlar, hidayet-i İlâhiyeye mazhar akıl sahibi onlardır ” …………….irşad-ı
Kur’aniyesine muvafık yaşasak ..malayani
şeylerin gaflet veren durumlarında uzaklaşır, uyanık vicdanımızın sesini duyar,
ebedden ve ebedi olan zattan başka hiçbir şeyden razı olmayız. Ve hak ile batılın bir birinden
ayrıştırılması olan hidayetin vicdani lezzetini ve ruha cennet olan keyfiyetini
tüm letaifimizde hisseder sönmez bir nur ve iştiyak kapısından gireriz.
Evet madem, her şeyin
güzel yanı ile ilgilenmenin ve kadere iman edip eman bulmanın ve de güzel
şeylerle ve güzelliği netice veren işlerle iştigal etmenin bize kazandırdığı
ahlak-ı hasene, hüsn-ü zan , huzur, sekinet, emniyet gibi nurlu ve nurani
neticeleri var……………….. bizler için şimdi herşeyin iyi tarafına ve güzel
cihetine ve ferah verecek vechine bakmak lâzımdır ki, mânâsız, lüzumsuz,
zararlı, sıkıntılı, çirkin, geçici haller nazar-ı dikkatimizi celb edip
kalbimizi meşgul etmesin……………..
Yani gaflet bizi istila etmesin,
Bir dane bir lokma bir nazar
hevasatı ile ayaklarımız çamura
bulanmasın,
Nefs-i nisyan ile yaratılış gerçeğimizi unutturacak haller, nazarımızı hakikatimizden
ve hakiki vazifemizden uzaklaştırmasın,
İmanımız fiillerimizi tanzim eden ve özümüzü koruyan
tesirini kaybetmesin.
Çünkü Rabbi Rahimimiz bizi yokluk alemlerinden vücut
nimetine ,oradan müslim sıfatına,oradan marifet ve muhabbetine ve ebedi saadet
gibi bir sonsuz nimete mazhar etmiş…Elbette bu Uluhiyet hukuku ; imanı,
marifeti , muhabbeti ,itaati, tevhidi ,tevekkülü iktiza eder ……….Bu nedenle…………….O ( eşsiz
,benzersiz, ezeli ve ebedi) güzelliğe karşı iman güzelliğiyle ve ubudiyet
cemâliyle mukabele etsen çok güzel bir mahlûk oluruz……….. İnşâallah…
Haşiye:
İman , hakikati itibariyle bir onama ,onaylama sürecidir.
Yani iman ettik demek, tahayyülü olan soyut bir bilinmezliği
idrak etmeden kabul etmek anlamında değildir.
Bu bağlamda iman şahsi fıtrattan nev’in fıtratına, nev’in
fıtratından cinsin yaratılmışlağı üzerinde hakim olan ilim,şrade ve kudret
delillerini ilmel yakin ,aynel yakin,
hakkal yakin meratiplerinde say ve mazhariyet ölçüsü hikmet-i hakikat ve
marziyatı ile birlikte müşade edip bilinçli ve bizzat ihtiyari bir şekilde
şahit etmek ve bunu ikrar etmektir.
Bu nedenle imanın altı esası, kendilerine şahitlik eden,
hakikatlerini gösteren ve tarif ve de talim
bürhanlar ile birlikte insanları tasdike davet eder.
Risale-i Nur ile aldığımız dersler bu şehadet isteyen
hakikatlerin izhar ettiği delilleri müşahede etmek , talim ve terbiyelerinde
bulunmak , bilerek ve iradi olarak :
Âmennâ ve saddaknâ.. "İnandık ve tasdik ettik"..
Semi‘nâ ve eta‘nâ.. "İşittik ve boyun eğdik”..
“Âmentü billahi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusülihî
ve'l-yevmi'l-âhiri ve bi'l kaderi hayrihî ve şerrihî mine'llâhi teâlâ;
ve'l-ba'sü ba'de'l-mevti hakk eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne
Muhammeden abduhû ve resûlüh” …………“Allah'a, meleklerine, kitaplarına,
peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna
iman ettim. Ölümden sonra diriliş gerçektir. Allah'tan başka ilâh olmadığına,
Muhammed'in onun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ederim.” …..Şeklinde
onama ve bağlılığımızı ilan etmektir…
Öyle ise …………… “Elhamdü lillâhi alâ dini'l İslâm ve
kemâli'l-îman” (Bize ihsan ettiği İslâm dini ve mükemmel iman nimeti sebebiyle
Allah'a hamd olsun.)………..
Vesselâm