Risale-i Nur/Mektubat
İnsan kendi ömür müddeti ile tanzim edilmiş hayat safha ve sayfalarından mürekkep kendi kitabını yazan şahit ve müşahit bir kalemdir…
23.8.15
Elhamdulillah
28.7.15
Biz gidiyoruz, aldanmakta fayda yok.

Bir zaman gençlik gecesinin uykusundan ihtiyarlık sabahıyla
uyandığım vakit kendime baktım, vücudum kabir tarafına bir inişten koşar gibi
gidiyor. Niyazi-i Mısrî’nin:
“Günde bir taşı bina-yı ömrümün düştü yere,
Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber”
Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber”
dediği gibi, ruhumun hanesi olan cismimin de hergün bir taşı
düşmekle yıpranıyor. Ve dünya ile beni kuvvetli bağlayan ümitlerim, emellerim
kopmaya başladılar. Hadsiz dostlarımdan ve sevdiklerimden mufarakat zamanının
yakınlaştığını hissettim. O mânevî ve çok derin ve devâsız görünen yaranın
merhemini aradım, bulamadım. Yine Niyazi-i Mısrî gibi dedim ki:
Dil bekası, Hak fenâsı istedi mülk-ü tenim,
Bir devâsız derde düştüm, ah ki Lokman bîhaber.HAŞİYE
O vakit birden merhamet-i İlâhiyenin lisanı, misali, timsali,
dellâlı, mümessili olan Peygamber-i Zîşan Aleyhissalâtü Vesselâmın nuru ve
şefaati ve beşere getirdiği hediye-i hidayeti, o dermansız, hadsiz zannettiğim
yaraya güzel bir merhem ve tiryak oldu. Karanlıklı ye’simi, nurlu bir ricaya
çevirdi.
Evet, ey benim gibi ihtiyarlığını hisseden muhterem ihtiyar
ve ihtiyareler! Biz gidiyoruz, aldanmakta fayda yok. Gözümüzü kapamakla bizi
burada durdurmazlar; sevkiyât var. Fakat gafletten ve kısmen de ehl-i
dalâletten gelen zulümat evhamlarıyla bize firaklı ve karanlıklı görünen berzah
memleketi, ahbapların mecmaıdır. Başta şefîimiz olan Habibullah Aleyhissalâtü
Vesselâm ile bütün dostlarımıza kavuşmak âlemidir.
Evet, bin üç yüz elli senede, her sene üç yüz elli milyon
insanların sultanı ve onların ruhlarının mürebbîsi ve akıllarının muallimi ve
kalblerinin mahbubu ve her günde, “Es-sebebü ke’l-fâil”* sırrınca, bütün o
ümmetinin işlediği hasenâtın bir misli, sahife-i hasenâtına ilâve edilen ve şu
kâinattaki makasıd-ı âliye-i İlâhiyenin medarı ve mevcudatın kıymetlerinin
teâlîsinin sebebi olan o zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyaya geldiği
dakikada “Ümmetî, ümmetî” rivayet-i sahiha ile ve keşf-i sadıkla dediği gibi,
mahşerde herkes “Nefsî, nefsî” dediği zaman, yine “Ümmetî, ümmetî” diyerek en
kudsî ve en yüksek bir fedakârlıkla, yine şefaatiyle ümmetinin imdadına koşan
bir zâtın gittiği âleme gidiyoruz. Ve o güneşin etrafında hadsiz asfiya ve
evliya yıldızlarıyla ışıklanan öyle bir âleme gidiyoruz.
İşte o zâtın şefaati altına girip ve nurundan istifade etmenin
ve zulümat-ı berzahiyeden kurtulmanın çaresi, sünnet-i seniyyesine ittibâdır.
Haşiye: Yani, benim kalbim bütün kuvvetiyle beka istediği
halde, hikmet-i İlâhiye cesedimin harabiyetini iktiza ediyor. Hekîm-i Lokman da
çaresini bulamadığı, dermansız bir derde düştüm.
* Bir şeye sebep olan, işleyen gibidir.
Lem’alar, 26. Lem’a, 3. Rica
LÛGATÇE:
mufarakat: Ayrılık.
ye’s: Ümitsizlik.
rica: Ümit, teselli.
zulümat: Karanlık.
berzah: Kabir âlemi.
şefî: Şefaat eden.
makasıd-ı âliye-i İlâhiye: Allah’ın kâinatı yaratmasındaki yüce maksatlar.
zulümat-ı berzahiye: Kabir karanlıkları.
LÛGATÇE:
mufarakat: Ayrılık.
ye’s: Ümitsizlik.
rica: Ümit, teselli.
zulümat: Karanlık.
berzah: Kabir âlemi.
şefî: Şefaat eden.
makasıd-ı âliye-i İlâhiye: Allah’ın kâinatı yaratmasındaki yüce maksatlar.
zulümat-ı berzahiye: Kabir karanlıkları.
13.7.15
RİSALE-İ NURDAN LEYLE-İ KADİR NOTU
Leyle-i Kadir’de ihtar edilen bir mes’ele-i mühimme
Evvelâ: Leyle-i
Kadir’de kalbe gelen pek uzun ve geniş bir hakikata pek kısaca bir işaret
edeceğiz. Şöyle ki:
Nev’-i beşer bu
son harb-i umumînin eşedd-i zulüm ve istibdad ile ve merhametsiz tahribat ile
ve bir düşmanın yüzünden yüzer masumu perişan etmesiyle ve mağlubların dehşetli
me’yusiyetleriyle ve galiblerin dehşetli telaş ve hâkimiyetlerini muhafaza ve
büyük tahribatlarını tamir edememelerinden gelen dehşetli vicdan azablarıyla ve
dünya hayatının bütün bütün fâni ve muvakkat olması ve medeniyet
fantaziyelerinin aldatıcı ve uyutucu olması umuma görünmesiyle ve fıtrat-ı
beşeriyedeki yüksek istidadatın, mahiyet-i insaniyesinin umumî bir surette
dehşetli yaralanmasıyla ve ebedperest hissiyat-ı bâkiye ve fıtrî aşk-ı
insaniyenin heyecan içinde uyanmasıyla, ve gaflet ve dalaletin, en sert, sağır
olan tabiatın, Kur’anın elmas kılıncı altında parçalanmasıyla ve gaflet ve
dalaletin en boğucu, aldatıcı en geniş perdesi olan siyasetin rûy-i zeminde pek
çirkin, pek gaddarane hakikî sureti görünmesiyle elbette ve elbette hiçbir
şübhe yok ki: Şimalde, garbda, Amerika’da emareleri göründüğüne binaen nev’-i
beşerin maşuk-u mecazîsi olan hayat-ı dünyeviye böyle çirkin ve geçici
olmasından, fıtraten beşerin hakikî sevdiği ve aradığı hayat-ı bâkiyeyi bütün
kuvvetiyle arayacak. Ve elbette hiç şübhe yok ki: Bin üçyüzaltmış senede, her
asırda üçyüzelli milyon şakirdi bulunan ve her hükmüne ve davasına milyonlar
ehl-i hakikat tasdik ile imza basan ve her dakikada milyonlar hâfızların
kalbinde kudsiyet ile bulunup lisanlarıyla beşere ders veren ve hiç bir kitabda
emsali bulunmayan bir tarzda, beşer için hayat-ı bâkiyeyi ve saadet-i ebediyeyi
müjde verip bütün beşerin yaralarını tedavi eden Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın
şiddetli, kuvvetli ve tekrarlı binler âyâtıyla, belki sarihan ve işareten
onbinler defa dava edip haber verip sarsılmaz kat’î delillerle, şübhe getirmez
hadsiz hüccetlerle hayat-ı bâkiyeyi kat’iyyetle müjde ve saadet-i ebediyeyi
ders vermesi, elbette nev’-i beşer, bütün bütün aklını kaybetmezse ve maddî ve
manevî bir kıyamet başlarında kopmazsa; İsveç, Norveç, Finlandiya ve
İngiltere’nin Kur’anın kabulüne çalışan meşhur hatibleri ve din-i hakkı arayan
Amerika’nın çok ehemmiyetli cem’iyeti gibi rûy-i zeminin kıt’aları ve
hükûmetleri Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan
sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar. Çünki bu hakikat noktasında kat’iyyen
Kur’anın misli yoktur ve olamaz ve hiçbir şey bu mu’cize-i ekberin yerini
tutamaz. Sâniyen: Madem Risale-i Nur o mu’cize-i kübranın elinde bir elmas
kılınç hükmünde hizmetini göstermiş ve en muannid düşmanları teslime mecbur
etmiş. Hem kalbi, hem ruhu, hattâ hissiyatı tam tenvir edecek ve ilâçlarını
verecek bir tarzda hazine-i Kur’aniyenin dellâllığını yapan ve ondan başka
me’haz ve mercii olmayan bir mu’cize-i maneviyesi bulunan Risale-i Nur o
vazifeyi yapıyor ve aleyhinde dehşetli propagandalara ve gayet muannid
zındıklara tam galebe çalmış ve dalaletin en sert ve kuvvetli kal’ası olan
tabiatı, “Tabiat risalesi”yle parça parça etmiş ve gafletin en kalın ve boğucu
ve geniş daire-i âfâkında ve fennin en geniş perdelerinde Asâ-yı Musa’daki
Meyve’nin Altıncı Mes’elesi ve Birinci, İkinci, Üçüncü ve Sekizinci
Hüccetleriyle gayet parlak bir tarzda gafleti dağıtıp nur-u tevhidi göstermiş.
Elbette bizlere lâzım ve millete elzemdir ki; şimdi resmen izin verilen din
tedrisatı için hususî dershaneler açılmasına ve izin verilmesine binaen, Nur
şakirdleri mümkün olduğu kadar her yerde küçücük dershane-i Nuriye açmak
lâzımdır. Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder, fakat herkes
herbir mes’elesini tam anlamaz. Hem iman hakikatlarının izahı olduğu için; hem
ilim, (Haşiye) hem marifet, hem ibadettir. Eski medreselerde beş-on seneye
mukabil, inşâallah Nur medreseleri beş-on haftada aynı neticeyi temin edecek ve
yirmi senedir ediyor. Ve hem hükûmet ve millet ve vatan, hem hayat-ı
dünyeviyesine ve siyasiyesine ve uhreviyesine pek çok faidesi bulunan bu Kur’an
lemaatlarına ve dellâlı bulunan Risale-i Nur’a değil ilişmek, tamamıyla terviç
ve neşrine çalışmaları elzemdir ki; geçen dehşetli günahlara keffaret ve
gelecek müdhiş belalara ve anarşistliğe bir sed olabilsin.
Sikke-i tasdik-i gaybi
Sikke-i tasdik-i gaybi
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Yarın
gece Leyle-i Kadir olmak ihtimali çok kuvvetli olmasından bir kısım müçtehidler
o geceye Leyle-i Kadr’i tahsis etmişler. Hakikî olmasa da, madem ümmet o geceye
o nazarla bakıyor, inşâallah hakikî hükmünde kabule mazhar olur…Şualar
5.6.15
Ömür sermayesi pek azdır; lüzumlu işler pek çoktur.
Yine Gençlik Rehberinde izahı var. Bir zaman bana hizmet
eden kardeşlerim tarafından suâl edildi ki:
“Küre-i arzı herc ü merce getiren ve İslâm mukadderatıyla
alâkadar olan bu dehşetli Harb-i Umumîden elli gündür (şimdi yedi seneden geçti
aynı hâl) Hâşiye hiç sormuyorsun ve merak etmiyorsun. Halbuki bir kısım
mütedeyyin ve âlim insanlar, cemaati ve camiyi bırakıp radyo dinlemeye
koşuyorlar. Acaba bundan daha büyük bir hadise mi var? Veya onunla meşgul
olmanın zararı mı var?” dediler.
Cevaben dedim ki:
Ömür sermayesi pek azdır; lüzumlu işler pek çoktur. Birbiri
içinde mütedâhil dâireler gibi, her insanın kalb ve mide dairesinden ve ceset
ve hane dairesinden, mahalle ve şehir dairesinden ve vatan ve memleket
dairesinden ve küre-i arz ve nev-î beşer dairesinden tut, tâ zîhayat ve dünya
dairesine kadar, birbiri içinde daireler var. Herbir dairede, herbir insanın
bir nev’î vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede en büyük ve ehemmiyetli
ve daimî vazife var. Ve en büyük dâirede en küçük ve muvakkat arasıra vazife
bulunabilir. Bu kıyasla, küçüklük ve büyüklük makûsen mütenasip vazifeler
bulunabilir.
Fakat büyük dairenin câzibedarlığı cihetiyle küçük dairedeki
lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bıraktırıp, lüzumsuz, mâlâyani ve âfâkî işlerle
meşgul eder. Sermaye-i hayatını boş yerde imha eder. O kıymettar ömrünü
kıymetsiz şeylerde öldürür. Ve bazen bu harp boğuşmalarını merakla takip eden,
bir tarafa kalben taraftar olur. Onun zulümlerini hoş görür, zulmüne şerik
olur.
Birinci noktaya cevap ise: Evet, bu Cihan Harbinden daha
büyük bir hadise ve bu zemin yüzündeki hâkimiyet-i âmme dâvâsından daha
ehemmiyetli bir dâvâ, herkesin ve bilhassa Müslümanların başına öyle bir hadise
ve öyle bir dâvâ açılmış ki, her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve
serveti olsa ve aklı da varsa, o tek dâvâyı kazanmak için bilâtereddüt sarf
edecek.
İşte, o dâvâ ise, yüz bin meşâhir-i insaniyenin ve hadsiz
nev-î beşerin yıldızları ve mürşidlerinin müttefikan, Kâinat Sahibinin ve
Mutasarrıfının binler vaad ve ahdlerine istinaden haber verdikleri ve bir kısmı
gözleriyle gördükleri şu ki:
Herkesin, iman mukabilinde, bu zemin yüzü kadar bağlar ve
kasırlarla müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek
dâvâsı başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve
bu asırda, maddiyyunluk tâunuyla çoklar o dâvâsını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i
keşif ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını
sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği dâvânın
yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?
İşte o dâvâyı kazandıracak olan hizmetleri ve yüzde
doksanına o dâvâyı kaybettirmeyen harika bir dâvâ vekilini o işte çalıştıran
vazifeleri bırakıp, ebedî dünyada kalacak gibi âfâkî mâlâyaniyatla iştigal
etmek tam bir akılsızlık bildiğimizden, biz Risâle-i Nur şakirtleri,
herbirimizin yüz derece aklımız ziyade olsa da ancak bu vazifeye sarf etmek
lâzımdır diye kanaatimiz var.
Hâşiye: Parantez içindeki not, 1946 senesine aittir.
Şuâlar, 11. Şuâ, 4. Mesele
LÛGATÇE:
küre-i arz: Dünya.
herc ü merc: Darmadağın, allak bullak.
mukadderat: Kader, Allah tarafından takdir edilenler.
Harb-i Umumî: Umumî savaş, dünya savaşı.
mütedeyyin: Dindar.
mütedâhil: İç içe, birbiri içinde.
nev-i beşer: İnsanoğlu, insanlık âlemi.
zîhayat: Hayat sahibi.
makûsen mütenasip: Ters orantılı.
mâlâyani: Mânâsız, faydasız, boş şey.
âfâkî: Dünyaya ait sıradan meseleler ve hadiseler.
sermaye-i hayat: Hayat sermayesi.
şerik: Ortak.
LÛGATÇE:
küre-i arz: Dünya.
herc ü merc: Darmadağın, allak bullak.
mukadderat: Kader, Allah tarafından takdir edilenler.
Harb-i Umumî: Umumî savaş, dünya savaşı.
mütedeyyin: Dindar.
mütedâhil: İç içe, birbiri içinde.
nev-i beşer: İnsanoğlu, insanlık âlemi.
zîhayat: Hayat sahibi.
makûsen mütenasip: Ters orantılı.
mâlâyani: Mânâsız, faydasız, boş şey.
âfâkî: Dünyaya ait sıradan meseleler ve hadiseler.
sermaye-i hayat: Hayat sermayesi.
şerik: Ortak.
26.5.15
Barla “Nurun rahlesi” ise, Isparta “Nurun medresesi”dir.
............
O sarayın menzilleri ise, şu on sekiz bin âlemdir ki,
herbirisi kendine lâyık bir tarz ile tezyin ve tanzim edilmiştir. İşte o
sarayda gördüğün sanâyî-i garîbe ise, şu âlemde görünen kudret-i İlâhiyenin
mu'cizeleridir. Ve o sarayda gördüğün taamlar ise, şu âlemde, hele yaz
mevsiminde, hele Barla bahçelerinde
rahmet-i İlâhiyenin semerât-ı hârikalarına işarettir. Ve oradaki ocak ve matbah
ise, burada kalbinde ateş olan arz ve sath-ı arzdır. Ve orada, temsilde
gördüğün gizli defînelerin cevherleri ise, şu hakikatte esmâ-i kudsiye-i
İlâhiyenin cilvelerine misâldir. Ve temsilde gördüğümüz nakışlar ve o
nakışların remizleri ise, şu âlemi süslendiren muntazam masnuât ve mevzun
nukuş-u kalem-i kudrettir ki, Kadîr-i Zülcelâlin esmâsına delâlet ederler.
Sözler /On Birinci Söz
22.5.15
Ey kurtuluş isteyenlerin tahassungahı olan Allahım,
Ey kurtuluş isteyenlerin tahassungahı olan Allahım,
Beni şeytani şehvetlerden kurtar; beşeriyetin kazuratından temizle; Nebin olan Muhammed'i (s.a.v.) sıddıkiyet muhabbetiyle bana sevdirmek suretiyle beni gaflet paslarından ve cehalet vehimlerinden ter temiz kıl-öyle ki, enaniyet fena bulsun ve Allah'ın minnet bahrinde Allah'ın nimetlerine gark olmuş, Allah'tan alıkoyan her meşgaleye karşı Allah'ın kılıcıyla mansur, Allah'ın inayetiyle mahzuz ve Allah'ın himayesiyle mahfuz olarak herşey Allah için, Allah ile, Allah'a ve Allah'tan olsun.
Ey Nurların Nuru, ey bütün sırların Âlimi, ey gecenin ve gündüzün Müdebbiri, ey Melik, ey Aziz, ey Kahhar, ey Rahim, ey Vedüd, ey Gaffar, ey gayb alemlerini her haliyle bilen, kalbleri ve gözleri dilediği gibi halden hale çeviren, ey ayıpları örten ve ey günahları bağışlayan, Günahlarımı bağışla; esbabın tazyikatına maruz ve bütün kapılar yüzüne kapanmış ve doğru yolda gidenlerin tarikine sülük etmek ona zorlaşmış ve bir kazanç elde edemeden ömrünü ve nefsini gaflet ve masiyet meydanlarında bad-ı hava harcamış olan kuluna merhamet et.
Ey dua edildiğinde cevap veren, ey hesapları sür'atle gören, ey Kerim, ey Vehhab,
Hastalığı büyük ve şifası zor, çaresi zayıf ve belası kuvvetli olan ve Senden başka melce ve ümidi bulunmayan kuluna merhamet et.
İlahi, Derdimi, üzüntümü ve şikayetimi Sana arz ediyorum.
İlahi, Senin dergahında hüccetim, hacetimdir; azığım ise fakrım ve çaresizliğimdir.
İlahi, Senin cüd bahirlerinden bir katre bana yeter; Senin af nehirlerinden bir zerre bana kafi gelir, ey Vedüd, ey Vedüd, ey Vedüd, ey şan ve şerefi herşeyden yüce olan Arş-ı Mecid Sahibi, ey Mübdi', ey Muid, ey herşeyi dilediği gibi yapan Fa'alün lima Yürid!
Arşının rükünlerini kaplayan nur-u veçhin hürmetine, bütün mahlükatını hükmüne ram ettiğin kudretin hürmetine ve herşeyi kuşatan rahmetin hürmetine Senden istiyorum. Senden başka ilah yoktur, ey Muğis, bize imdad et. Ve bütün ömrüm boyunca işlediğim bütün günahları ve lisanımın hatalarını rahmetinle bağışla, ey Erhamü'r-Rahimin. Âmin.
Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
Beni şeytani şehvetlerden kurtar; beşeriyetin kazuratından temizle; Nebin olan Muhammed'i (s.a.v.) sıddıkiyet muhabbetiyle bana sevdirmek suretiyle beni gaflet paslarından ve cehalet vehimlerinden ter temiz kıl-öyle ki, enaniyet fena bulsun ve Allah'ın minnet bahrinde Allah'ın nimetlerine gark olmuş, Allah'tan alıkoyan her meşgaleye karşı Allah'ın kılıcıyla mansur, Allah'ın inayetiyle mahzuz ve Allah'ın himayesiyle mahfuz olarak herşey Allah için, Allah ile, Allah'a ve Allah'tan olsun.
Ey Nurların Nuru, ey bütün sırların Âlimi, ey gecenin ve gündüzün Müdebbiri, ey Melik, ey Aziz, ey Kahhar, ey Rahim, ey Vedüd, ey Gaffar, ey gayb alemlerini her haliyle bilen, kalbleri ve gözleri dilediği gibi halden hale çeviren, ey ayıpları örten ve ey günahları bağışlayan, Günahlarımı bağışla; esbabın tazyikatına maruz ve bütün kapılar yüzüne kapanmış ve doğru yolda gidenlerin tarikine sülük etmek ona zorlaşmış ve bir kazanç elde edemeden ömrünü ve nefsini gaflet ve masiyet meydanlarında bad-ı hava harcamış olan kuluna merhamet et.
Ey dua edildiğinde cevap veren, ey hesapları sür'atle gören, ey Kerim, ey Vehhab,
Hastalığı büyük ve şifası zor, çaresi zayıf ve belası kuvvetli olan ve Senden başka melce ve ümidi bulunmayan kuluna merhamet et.
İlahi, Derdimi, üzüntümü ve şikayetimi Sana arz ediyorum.
İlahi, Senin dergahında hüccetim, hacetimdir; azığım ise fakrım ve çaresizliğimdir.
İlahi, Senin cüd bahirlerinden bir katre bana yeter; Senin af nehirlerinden bir zerre bana kafi gelir, ey Vedüd, ey Vedüd, ey Vedüd, ey şan ve şerefi herşeyden yüce olan Arş-ı Mecid Sahibi, ey Mübdi', ey Muid, ey herşeyi dilediği gibi yapan Fa'alün lima Yürid!
Arşının rükünlerini kaplayan nur-u veçhin hürmetine, bütün mahlükatını hükmüne ram ettiğin kudretin hürmetine ve herşeyi kuşatan rahmetin hürmetine Senden istiyorum. Senden başka ilah yoktur, ey Muğis, bize imdad et. Ve bütün ömrüm boyunca işlediğim bütün günahları ve lisanımın hatalarını rahmetinle bağışla, ey Erhamü'r-Rahimin. Âmin.
Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
Mesnevi-i Nuriye
İlahi! Günahlar beni lal etti.
İlahi! Günahlar beni lal etti. İsyanımın çokluğu yüzünden
mahcubum. Gafletin şiddeti ise sesimi kıstı. İşte, ben de, seyyidim ve senedim
şeyh Abdülkadir Geylani'nin sesiyle Senin dergah-ı rahmetinin kapısını çalıyor
ve onun, kapıcıya aşina nidasıyla Senin mağfiret kapında nida ediyorum:
• Ey rahmeti herşeyi kuşatan ve ey herşeyin melekütu elinde bulunan Zat,
• Ey hiçbir şey kendisine zarar veya fayda veremeyen Zat,
• Ey hiçbir şey Ona galebe edemeyen ve hiçbir şey Ondan kaçıp gizlenemeyen,
• hiçbir şey Ona ağır gelmeyen ve hiçbir şeyin yardımına muhtaç olmayan,
• hiçbir şey Onu bir başka işten alıkoyamayan,
• hiçbir şey Ona benzemeyen,
• ve hiçbir şey Onu hiçbir şeyden aciz bırakamayan Zat, Beni hiçbir şeyden hesaba çekmeyecek şekilde herşeyimi bağışla.
• Ey herşeyi alnından tutup kudretine boyun eğdiren ve herşeyin anahtarları elinde bulunan Zat,
• Ey herşeyden önce var olan Evvel,
• herşeyden sonra baki kalan Âhir,
• herşeyin fevkinde olan Zahir,
• herşeyin dünuna nüfuz eden Batın,
• kudret ve galebesi herşeyin fevkinde bulunan Kahir, Benim herşeyimi bağışla. şüphesiz Senin herşeye kudretin yeter.
• Ey herşeyi her haliyle bilen Alim ve herşeyi kuşatan Muhit ve herşeyi hakkıyla gören Basir,
• Ey herşey her an Onun nazar-ı şuhudunda olan şehid ve herşeyi görüp gözeten Rakib ve ilmi herşeyin bütün inceliklerine nüfuz eden Latif ve herşeyden hakkıyla haberdar olan Habir, Beni hiçbir şeyden hesaba çekmeyecek şekilde, günah ve hata olarak her neyim varsa hepsini bağışla. Hiç şüphesiz, Senin herşeye kudretin yeter.
Allahım, Gafletten ve kötü arzularımdan Senin izzet-i celaline ve celal-i izzetine, Senin kudret-i saltanatına ve saltanat-ı kudretine sığınırım.
• Ey rahmeti herşeyi kuşatan ve ey herşeyin melekütu elinde bulunan Zat,
• Ey hiçbir şey kendisine zarar veya fayda veremeyen Zat,
• Ey hiçbir şey Ona galebe edemeyen ve hiçbir şey Ondan kaçıp gizlenemeyen,
• hiçbir şey Ona ağır gelmeyen ve hiçbir şeyin yardımına muhtaç olmayan,
• hiçbir şey Onu bir başka işten alıkoyamayan,
• hiçbir şey Ona benzemeyen,
• ve hiçbir şey Onu hiçbir şeyden aciz bırakamayan Zat, Beni hiçbir şeyden hesaba çekmeyecek şekilde herşeyimi bağışla.
• Ey herşeyi alnından tutup kudretine boyun eğdiren ve herşeyin anahtarları elinde bulunan Zat,
• Ey herşeyden önce var olan Evvel,
• herşeyden sonra baki kalan Âhir,
• herşeyin fevkinde olan Zahir,
• herşeyin dünuna nüfuz eden Batın,
• kudret ve galebesi herşeyin fevkinde bulunan Kahir, Benim herşeyimi bağışla. şüphesiz Senin herşeye kudretin yeter.
• Ey herşeyi her haliyle bilen Alim ve herşeyi kuşatan Muhit ve herşeyi hakkıyla gören Basir,
• Ey herşey her an Onun nazar-ı şuhudunda olan şehid ve herşeyi görüp gözeten Rakib ve ilmi herşeyin bütün inceliklerine nüfuz eden Latif ve herşeyden hakkıyla haberdar olan Habir, Beni hiçbir şeyden hesaba çekmeyecek şekilde, günah ve hata olarak her neyim varsa hepsini bağışla. Hiç şüphesiz, Senin herşeye kudretin yeter.
Allahım, Gafletten ve kötü arzularımdan Senin izzet-i celaline ve celal-i izzetine, Senin kudret-i saltanatına ve saltanat-ı kudretine sığınırım.
Mesnevi-i Nuriye
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)