“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
148 - *ÜSTAD-I MUTLAK* *(A.S.M)*
Anlamı: İlimde ve
öğreticilikte üstünlüğü tartışılmaz kişi olan
Hz. Muhammed (A.S.M.)
…bir Müslüman, hem enbiyayı, hem
Rabbini, hem bütün kemâlâtı muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm vasıtasıyla
biliyor. Onun terbiyesini bırakan ve zincirinden çıkan, daha hiçbir peygamberi
tanımaz ve Allah’ı da tanımaz ve ruhunda kemâlâtı muhafaza edecek hiçbir
esasatı bilemez. Çünkü, peygamberlerin en âhiri ve en büyükleri ve dini ve
daveti umum nev-i beşere baktığı için ve mucizatça ve dince umuma faik ve bütün
nev-i beşere bütün hakaikte üstadlık edip on dört asırda parlak bir surette
ispat eden ve nev-i beşerin medar-ı iftiharı bir zatın terbiye-i esasiyelerini
ve usul-ü dinini terk eden, elbette hiçbir cihette bir nur, bir kemâl bulamaz.
Sukut-u mutlaka mahkûmdur.
İşte, ey hayat-ı dünyeviyenin
zevkine müptelâ ve endişe-i istikbal ile istikbalini ve hayatını temin için
çabalayan biçareler! Dünyanın lezzetini, zevkini, saadetini, rahatını
isterseniz, meşru dairedeki keyfe iktifa ediniz. O keyfinize kâfidir. Haricinde
ve gayr-ı meşru dairedeki bir lezzetin içinde bin elem olduğunu, sabık
beyanatta elbette anladınız. Eğer mazi, yani geçmiş zamanın hadisatını sinema
ile halihazırda gösterdikleri gibi, istikbaldeki ahval dahi, meselâ elli sene
sonraki halleri bir sinema ile gösterilseydi, ehl-i sefahet şimdiki güldüklerine
yüz binlerce nefrin ve nefret edip ağlayacaktılar.
Dünya ve âhirette ebedî ve daimî
süruru isteyen, iman dairesindeki terbiye-i Muhammediyeyi (a.s.m.) kendine
rehber etmek gerektir. Sözler
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
*Bismillâhirrahmânirrahîm*,
… Hem madem Hâlıkımız, bize en büyük
muallim ve en mükemmel üstad ve şaşırmaz ve şaşırtmaz en doğru rehber olarak
muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmı tayin etmiş ve en son elçi olarak
göndermiş.
Biz dahi, ilmelyakîn mertebesinden
aynelyakîn ve hakkalyakîn mertebelerine terakki ve tekemmül etmek üzere,
herşeyden evvel bu üstadımızdan, Hâlıkımızdan sorduğumuz suali sormaklığımız
lâzım geliyor. Çünkü o zât, Hâlıkımız tarafından herbiri birer nişane-i tasdik
olan bin mu’cizatıyla, Kur’ân’ın bir mu’cizesi olarak, Kur’ân’ın hak ve
kelâmullah olduğunu ispat ettiği gibi; Kur’ân dahi, kırk nevi i’câz ile o zâtın
bir mu’cizesi olup, onun doğru ve Resulullah olduğunu ispat ederek, ikisi beraber,
biri âlem-i şehadet lisanı (bütün hayatında, bütün enbiya ve evliyanın
tasdikleri altında) diğeri âlem-i gayb lisanı bütün semâvî fermanların ve
kâinat hakikatlerinin tasdikleri içinde binler âyâtıyla iddia ve ispat
ettikleri hakikat-i haşriye elbette güneş ve gündüz gibi bir kat’iyettedir.
Evet, haşir gibi, en acip ve en
dehşetli ve tavr-ı aklın haricinde bir mes’ele, ancak ve ancak böyle harika iki
üstadın dersleriyle halledilir, anlaşılır.
Şualar
…Şimdi, ey mülhid-i bîhuş!
“Muhammed-i Arabî (a.s.m.) akıllı bir adamdı” deyip geçme. Çünkü şu umur-u
gaybiyeye dair ihbârât-ı sadıka-i Ahmediye (a.s.m.) iki şıktan hâli değil: Ya
diyeceksin ki, o zât-ı kudsîde öyle keskin bir nazar ve geniş bir dehâ var ki,
mâzi ve müstakbeli ve umum dünyayı görür, bilir ve etraf-ı âlemi ve şark ve
garbı temâşâ eder bir gözü ve geçmiş ve gelecek bütün zamanları keşfeder bir
dehâsı vardır. Bu hal ise beşerde olamaz; eğer olsa, Hâlık-ı Âlem tarafından
verilmiş bir harika, bir mevhibe olur. Bu ise tek başıyla bir mu’cize-i
âzamdır.
Veyahut inanacaksın ki, o zât-ı
mübarek, öyle bir Zâtın memuru ve şakirdidir ki, herşey Onun nazarında ve
tasarrufundadır. Ve bütün envâ-ı kâinat ve bütün zamanlar Onun taht-ı
emrindedir. Defter-i kebirinde herşey yazılıdır; istediği zaman talebesine
bildirir ve gösterir. *Demek, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, Üstâd-ı
Ezelîsinden ders alır, öyle ders verir*.
Mektubat
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
… *eğer şu üstad olmasaydı, o
melik-i zîşan, şu kasrı bina etmezdi. Hem yine denilebilir ki, o üstadın talimatını
ahali dinlemedikleri vakit, elbette o kasr tebdil ve tahvil edilecek*. Sözler