“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
160- *MUALLİM-İ EKMEL* *(A.S.M)*
Anlamı: En mükemmel öğretici,
eğitici olan Hz. Muhammed (A.S.M.)
… evlâd-ı beşerin sinn-i tekemmül ve kühûlette olan üstadı ve medrese-i
Ceziretü’l-Arapta menba-ı ulûm-u âliye ve muallimi olan zât-ı Muhammed’de
(a.s.m.) daha ekmel ve daha azhar bulunur. Muhakemat
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
*Bismillâhirrahmânirrahîm*
… Hem hiç mümkün olur mu ki, nev-i
insanı şuurca kesrete müptelâ, istidatça ubûdiyet-i külliyeye müheyya suretinde
yaratıp, muallim bir rehber vasıtasıyla onları kesretten vahdete yüzlerini
çevirmek istemesin? Sözler
… Hem madem Hâlıkımız, bize en büyük
muallim ve en mükemmel üstad ve şaşırmaz ve şaşırtmaz en doğru rehber olarak
muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmı tayin etmiş ve en son elçi olarak
göndermiş. Şualar
… Evet, Hazret-i muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâmın getirdiği şeriatın hakaiki, fıtratın kanunlarındaki
muvazeneyi muhafaza etmiştir. İçtimaiyatın rabıtalarına lâzım gelen münasebetleri
ihlâl etmemiştir. Zaman uzadıkça, aralarında ittisal peyda olmuştur.
Bundan anlaşılır ki, İslâmiyet,
nev-i beşer için fıtrî bir dindir ve içtimaiyatı tezelzülden vikaye eden yegâne
bir âmildir.
Bu nükteler ile şu noktaları nazara
al, muhammed-i Haşimî Aleyhissalâtü Vesselâma bak. O Zât, ümmîliğiyle beraber,
bir kuvvete mâlik değildi. Ne onun ve ne de ecdadının bir hâkimiyetleri sebkat
etmemişti; bir hâkimiyete, bir saltanata meyilleri yoktu. Böyle bir vaziyette
iken, mühim bir makamda, tehlikeli bir mevkide, kemal-i vüsuk ve itmi’nan ile
büyük bir işe teşebbüs etti, bütün efkâr-ı âmmeye galebe çaldı, bütün ruhlara
kendisini sevdirdi, bütün tabiatların üstüne çıktı, kalblerden bütün vahşet
âdetlerini, çirkin ahlâkları kaldırarak pek yüksek âdât ve güzel ahlâkı tesis
etti, vahşetin çöllerinde sönmüş olan kalblerdeki kasaveti ince hissiyatla
tebdil ettirdi ve cevher-i insaniyeti izhar etti. Onları, o vahşet köşelerinden
çıkararak, evc-i medeniyete yükseltti ve onları, o zamana, o âleme muallim
yaptı. Ve onlara öyle bir devlet teşkil etti ki, sâhirlerin sihirlerini yutan
asâ-yı Mûsâ gibi, başka zalim devletleri yuttu ve nev-i beşeri istilâ eden
zulüm, fesat, ihtilâl, şekavet rabıtalarını yaktı, yıktı ve az bir zamanda,
devlet-i İslâmiyeyi şarktan garba kadar tevsi ettirdi. Acaba o zâtın şu
macerası, onun mesleği hak ve hakikat olduğuna delâlet etmez mi? İşaratü'l-İ'caz
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
… Hâtemü’l-Enbiyâ Aleyhissalâtü
Vesselâmı tanımalıyız, dinlemeliyiz. Reşhalar
… Böyle acip ve muammâ-âlûd şu
kâinatın perde-i zahiriyesi altında, elbette ve elbette böyle acaip bizi
bekliyor. Böyle acaibi haber verecek, böyle harika ve fevkalâde mu’ciznümâ bir
zat lâzımdır.
Hem bu zâtın gidişatından görünüyor
ki, o görmüş ve görüyor ve gördüğünü söylüyor.
Hem bizi nimetleriyle perverde eden
şu semâvât ve arzın İlâhı bizden ne istiyor, marziyâtı nedir; pek sağlam olarak
bize ders veriyor.
Hem bunlar gibi daha pek çok
merak-âver, lüzumlu hakaikı ders veren bu zâta karşı herşeyi bırakıp ona
koşmak, onu dinlemek lâzım gelirken, ekser insanlara ne olmuş ki, sağır olup
kör olmuşlar, belki divane olmuşlar ki bu hakkı görmüyorlar, bu hakikati
işitmiyorlar, anlamıyorlar? Sözler
… Risale-i Nur ise, kelime ve
cümleleriyle nur-u Kur’ân’dan ve Nur-u Muhammedîden (a.s.m.) gelen ezelî ve
ebedî bir Nur olduğuna şehadet ediyor. O da Kur’ân’a mensubiyeti ve has bir
tefsiri cihetiyle ve bu itibarla semâvîdir, arşîdir. İşte halkı hükûmet
aleyhine teşvik edici zannedilen Risale-i Nur, bütün Sözleri, bütün Lem’a ve
Şuâları ve bütün Mektubatıyla hakaik-i İlâhiye ve desâtir-i İslâmiyeyi ve
esrar-ı Kur’âniyeyi ders veriyor. Şualar