20.9.21

İntibah

 İnsanlara sorunlarına yönelik çözüm için başvurdukları bazı yetkin görünen kişilerden, onları farkında olmadan yalnızlaşmaya ve başarısızlığa yönelten öneriler alırlar.

Örneğin,  tüm ego merkezli önermeler bireyi kendi ile baş başa bırakacak içerik taşıyorsa bu durum gerçek kazanımdan ve istikrar süreçlerinden uzak kalmak anlamına gelmektedir.

Böylelikle uzun süren danışma beraberlikleri kısır döngü formuna bürünecektir.

Oysa tüm konumlama yaratılış gerçekliliğine uygun planladığında istenilen sonuca ulaşmak gayet mümkündür.

Hakikatte olan işleyiş düzeneği, farkındalık, işlevsellik ve çözüm gereklilik şartlarının oluşması şeklinde kuruludur.

Diğer bir ifade ile İntibah, muamele, terettüp şeklindedir.

Bu durum, insana ait olan cüz-i irade ile yaratıcıya ait külli iradesi arasında bağlılığın, akıl ve fiilin birleşimi ile kendini gösteren tercih ve uygulamalar ile ortaya çıkar.

Dolayısıyla gereklilik şartlarının oluşması, çözümün gerçekleşmesine neden olacak durumsal konumun sağlanması demektir.

Çünkü hayatı var eden, yönetimsel olarak duruma hem hâkim hem sahiptir.

Bu bağlamda, hayat ilkeleri, yaşam prensipleri gibi nitelikli önermeler yaratıcıya ait değerler ile belirlenmiştir.

Belirlenen bu içerik inanca ait tüm argümanlarda detaylı bir şekilde bulunmaktadır. Din ve inanç bilgisi aslında, bir bütünlük içinde eylem ve sonuçları itibariyle yürürlükte olan yaşamsal yasaları tanımlar.

Söz konusu anlatı ve deliller hakkında işlevsiz ön bilgi sahibi olmak yüzeysel edinimler olmakla birlikte, işlevsel ilgi ve öğrenimler, özümsemekle etkin inanç esaslarına evrilir.

Böylelikle hayatın yalnızca bireye bakan ve tek başına üstesinden gelinecek bir yapıda bulunmadığı anlaşılır.

Söz konusu bu sistemsel yapının dışına çıkıldığında ise kaos başlar.

Asli olan yetersizliğin, farazi bir iktidar telkini ile direnişe başlamasının sonucu mutlak yenilgidir.

Sürekli büyüyen  ve tüm ulusların sosyal yapısını etkileyen psikolojik dejenerasyonun arka planında insanları yalnızlaştıran bir yaklaşım problemleri vardır.

Sonuç itibariyle elde edilen döngü, kalıcı çözümden uzak bir yapıda genişlemeye devam etmektedir.

Sistemin kurulumunun ve işleyiş programına ait özelliklerin bilinmesi, uyum entegrasyonu sağlamak için zorunlu bir durumdur.

Sistemle bütünleşme bilincin dışında yaklaşımların sorunları derinleştirici etkisinden başka bir özelliği yoktur.

İnsanları yaşam algısı, öncelikleri, ulaşmak istedikleri hedefler, hayalleri, fiilleri, edinim yöntemleri hayat alanlarının sınırlarını ve niteliğini belirler. Tüm plan bu davranış ve düşünce diyaloğuna göre şekillenir.

İntibah tabir edilen aydınlanma, uyanma, farkına varma bu kozmik planı, özel ve genel anlamıyla kavramak demektir.

Bu kavrayış düzen denge ilişkisinden kendi konumunu akılcıl belirleyebilmelidir. Prospektüs bilgisi ilaçlardan faydalanmayı maksimum seviyeye çıkarır.

Ancak var ediş yasaları gereği, tercihin serbestliği, düşüncenin baskılanmaması, şahsi değerlendirmelerde tabi olmak ile karşı durmak arsında hür bırakılan insanın eğilimleri, kendi yaşam koşullarını bu yönüyle belirleyeceğinden, yaradılışça tabi olduğu irade ve idarenin farkındalığından uzak duran bir anlayışı benimseyerek,  sadece sanıdan ibaret bir özgürlüğü de kabul edebilir.

Fakat sonuç itibariyle yukarıda ifade edilen plana bağlı çözümlere ulaşım sağlanamaz. Öncül hazların ardından giderek muhakeme ve varımı engelleyici bazı eylemlerle geçici ve tatminsiz rahatlamalar olasıdır.

Bir gerçekliğe dayanmayan asılsız esenlikler, geçici olması sebebi ile hakikatten gelen kazanım ve kalıcı sonuçların katkısından yoksundur.

Oysa tanımlanan tüm var ediş ve ediliş içeriği aktiftir ve yaşama dâhil etki oluşturan bir özelliktedir.

Yani insanın bu şartları kabulden uzak durması, görmezden gelmesi yürürlükte olan işleyişin pozitif ve negatif etkilerinin onu terk edeceği anlamını taşımaz.

Yaratışın kuşatıcı ve aktif niteliği; her şeyi etkileyecek, değişim, başkalaşım, dönüşüm çarklarını aksatmadan çalıştırır. Bir anlamda zaman değirmeni, zamansızlık yolcuğu önünde ne varsa onu sonsuzluğa göre biçimlendirir.

Her başlayan biter, her gelen gider, her yeni eskir, her taze bayatlar, her güzel çirkinleşir, her yaşayan ölür.

Evet, izlediğimiz kosmos ait bu denli bir alan hâkimiyeti, kanun koyuculuk ve güncel işleyiş, büyük aktivasyona ve her şeyin her şeye ile olan ilintisi ve ilişkisine rağmen, insanı adeta yalnızlığa iten yönelimleri ile bağımsızlık barındıran önermelerin sorun arttıran yapısından uzak durulmalıdır.

Bu realiteye rağmen bazı insanların tercih ettikleri yaşam şekillerinde sanı esaslı bağımsızlığın ileri bir derecesi vardır. O da kişinin bildiği halde kasıtlı bir şekilde önceliğin kendisi ve hazları olduğu yönünde gösterdiği iradedir.

Yaratılış yasalarında bu talep ve iradenin karşılığı, sonsuzluktan yoksunluk bedeli ile verilir.

Bununla birlikte kendi dışındaki dünya ile ilişkisinde ise hiçbir ahengin farkına varmadan pragmatist anlayış tarafından kuşatılır. Sanatçısı bilinmeyen eserin güzelliğini takdir etmek, alelade ve estetik kavrayıştan uzak bir yaklaşımdır.

Evet, tüm var edilme nedenlerini, geçici ve anlık hedeflere erişmek feda edecekler için, arzu edilen amaç ve zevklere ulaşmalarının önü açıktır. Büyük hırs ve çabalarla ulaşır görünmelerinin arka planında verilen ağır bedellerin sorumluluk dolu gerçekliği ile elde edilenlerin tutulamayan ve de tutunamayan eriyişleri ile durmayıp gidiş hakikatinin elemi vardır.

Aslında insanın bütün ihtiyaçlarını karşılayacak her şey meşruiyet içinde bulunmaktadır.

Yani insanların talip oldukları maddi ve manevi tüm lezzetler aynıdır. Ancak niyet ve yaklaşım tarzları onlardan faydalanmanın niteliğini ve sonuçsal edimlerin sevinç veya üzüntü gibi türünü belirler.

Belki de bu zor görünen idrak ve intikal süreci, gösterilen içsel dirençler gerçek mutluluğun önünde olan bilinçli engellerdir.

Evet, İnsan aidiyet gerçeği ile öğrendiği veya öğreneceği, itaat ve kabul ile özümsediği inanç prensiplere bağlı olarak kendine bir çizgi belirlediğinde ve iradesini o yönde ilerlemek adına kararlılıkla kullandığında, yalnız kalmaktan ve bırakılmaktan gelen endişe ve korkularından kurtularak,   lehindeki güvenli ve huzurlu yaşam şartlarının kazanımsal oluşumunu temin eder.  

Editör / M.Safitürk

5.9.21

Dönüşüm

Hayat kendi yapısal donanımı içinde dokunmadan anlaşılamayacak birçok program barındırır. Yaşam faaliyeti bu yasaları harekete geçirip görünmesini sağlar. 

Ömür itibariyle de epey birikimler meydana gelir. İnsan bu edinimlerini duyguları vasıtasıyla manevi dünyasında taşır. 

Bir anlamda aklının yükü olan şeyler bulunabildiği gibi, kalbinin heybesinde önemli bir ağırlığa sahip hatıraları da vardır. 

Her yaşanılan şey, görünen görünmeyen yönleriyle olumlu veya olumsuz izler barındırır. Yine bir anlamda insan kendi hayatıyla ilgili yaşanmışlıklardan da sorumludur. Bazı konuların insanı sürekli meşgul etmesinin ardında, o konuyla ilgili gereğinin yapılmadığı düşünülebilir.

Bir şekilde ödenmesi ötelenmiş bir borcun meydana getirdiği baskı gibi.

Dilenmesi gereken bir özrün varlığı veya edilmesi ihmal edilmiş bir teşekkürün peşi sıra getirdiği ezginlik halleri gibi..

Yâda iyileşmesi için kullanılması gereken ilacın kullanılmayıp, rahatsızlığın devamını temin eden ihmallerden oluşan sancılı sonuçlar gibi…

Ve insanın yaşadığı içsel his helezonlarının, zihinsel karışıklığın, duyusal ağırlıkların sebebi hep olumsuzluklardan da gelmez. Belki de bu yoğunluğu ortaya çıkaran nedenler, farkına varılmadan yaşanmış güzelliklerdir.

İnsanın yapı temellerini sağlam tutan ve mükemmelleşme evrelerinin sağlık koşullarını oluşturan tutucu ve kaynaştırıcı unsur, vefalı bir bakış açısından ibarettir.

Yaşamını hoyratlıktan kurtarmış, yaşam nezaket ve estetiğine sahip bir zarafet anlayışı, insanı hem kendi ile hem de bulunduğu evrenle barışık kılar.

Her şeyin iyi tarafını görmeye çalışma, her hadiseyi katkısal boyutu ile yorumlama, bireysel mağduriyet dürtüsünden kurtulmuş pozitif enerjinin sağladığı istençle hayat bakmanın ve sonuçlara yönelik gereğini yapabilmenin ardında ciddi bir onarım süreç başlangıcı vardır.

Evet,

Düzelen hayaller, ümit iklimlerini oluşturur. Yaşanmışlıklar olumlu olumsuz varlık öyküsünün kalıtımsal değerleridir. Gerek iyi, gerekse kötü olsun yönetilebilen yaşam çıktıları geleceğin yapıcı iradesini oluşturur.  

Ve insan varlığını verimli sürdürebilmek için gereksinim duyduğu tüm kuvveti, sadece bilinçli bakış açısı ve iyi niyetli duygular ölçüsü ile bulabilir.

Bununla birlikte; tek başına değişimin yeterli olmadığı durumlarda, dönüşüme ihtiyaç duyulur. Dönüşüm de ancak, deneyimsel yıkımlar ile yitirilmiş değer atıklarından elde edilir.

Özetle yaşanılan her ne ise boşuna yaşanmamıştır…


www.piknot.com

Yeni Gün

Hayat akışının tekdüzelik algısı, üretimsel yaşamın enerjisi tüketen bir anlayıştır.

Günlerin bir birine benzemesi, yapılan işlerin rutinliği, ortamın aynılığı gibi kanıksamalar, gerekli olan değişimi engellediği gibi, zamanla bir şey yapma istekliliğini de tüketir.

Oysa yaşam niteliğini farkındalığa dair bakış açılarından elde eder.İyi niyetlerle yapılan iyi gözlemler ile birlikte, geçmişe ait sayfanın kapanmış olmasa, geleceğin belirsizliği ve müdahaleyi engelleyen bilinmezlik durumunun sahip olduğu hayali yükten kurtularak anı yaşamak, verimliği temin eder.

Çünkü anlar içinde gerçekliği barındırır ve bir şeyler yapabilmek için var olan reel zaman dilimlerdir.

Deneyimlerden el edilen düşünce becerileri, an da eylemselliğe döner. Eylemsellik çıktılar meydana getirir. Somut edinimler soyut endişeleri riskli olmaktan uzaklaştırır. Böylelikle insan kazanımsal doğrultuda yaşamaya başlar.

Bu işleyişin en temel prensibi, bugünün dünden farklılığını oluşturmakla ilgilidir.

Kendinizi atacağınız küçük adımlarla yeni bir güne başladığınıza ikna ederseniz, monotonluktan şikâyet edecek bir sebep bulamazsınız.

Hayat kalitesi, fikri ve fiili katılımcı irade süreçlerinin bileşenidir.


www.piknot.com

Kendin İçin

Çoğumuz gizli bir tükenişi yaşarız içimizde.

Yavaş yavaş işleyen bir sürecin küçük küçük adımlarla ilerleyişini fark etmeden ışığımız söner.

Bir şeyler yapmak hissine kapıldığımızda, ne kadar ümit kırıcı bahaneler varsa ortaya çıkar.

Uğraşın emek kısmı değişim endişesinden payını alır.

Alışkanlıklar kolunu kıpırdatmak istemez…

Zaman ise üretim barındırmayan her şeyi karanlık bir yokluğa taşır.

Kendi bahçesinde meyve vermeyen her ağaç sökülür.

Suyu olmayan kuyuların üstü örtülür.

Kurak ve verimsiz iklimi olan illerden göç edilir…

Olduğu durumu tüm olumsuzluğu ile kabul etmek gidecek yeri ve umudu olmayanların işidir.

Bilmemenin getirdiği kapalılık endişelidir. Tereddüt amacının oluşmasını engelleyen bir dürtü karmaşasıdır.

Durağanlık fikirsel erozyonla, duyusal ölümü gerçekleştirir.

Bütün her şeyi bu kadar karışık yapan ve anlaşılmaz bırakan tek neden insanın kendi gerçeğini anlamak ve yaşamaktan kaçışı ile özetlenebilir.

Hayata bir yenilik katmak veya yenilemek ile ilgili bir hedef belirlemenin getireceği eylemsel enerjiyi harcayacak gücü kendinde bulamamak yapay gündemlerle ağır ağır çürümektir.

Oysa keşfedilecek ne kadar çok zenginlikler taşır insanın dünyası.

Duyguları derin okyanuslar kadar ilginç ve merak içerir.

Yaşamanın kendi sınırlarını aşması, ölümün aslında bir ölümsüzlük olmasının sonsuz sevinci, sırtındaki ayrılıklar kamburdan kurtarır insanın kalbini…

Her şeyin bir varlık nedeninin olduğu bilinci, birleştiricidir.

Yaratılışın dilini öğrenenler için yalnızlık diye bir şey kalmaz.

Kendini sistemin içinde gören gözler ve idrake sahip olanlar için yabancılık söz konusu değildir.

Giriş ve çıkış kapısı belli bir ömür yolculuğunu olması gerektiği gibi yürümek için, kendimize anlattığımız yarın masalları ve sonra öykülerinden başımızı kaldırmamız yeterlidir.

Kendi alışılagelmiş gidişatımıza “buraya kadarmış” diyebileceğimiz güçlü bir nefese sahip olmak huzur dolu bir yurdun keşif yolcuğuna çıkmak gibidir.

Yeni bir ben tanımak,

Neler yapabileceğini fark etmek,

Olgunlaşan ve durulaşan bir iç dünyasına kavuşmak,

Mani ve mazeret yüklerinden kurtulmak,

Tüm negatif birikimlerin şantajından arınmak,

Ümit gerçeğinin onarıcı etkisini yaşamak yeniden başlamak için yeterli nedenlerdir.

İnsan çok tekrar ihtimali bulunmayan bu girişimci iyiliği yapmalıdır.

www.piknot.com



4.9.21

İtirafın Gücü

 

Yaşadığımız zaman itibariyle çok yoğunuz. Yapay gündem dayatmaları şahsi dünyamızda kendine gerçek normlarda yer bulabildi.

Bize ait olmayan şeylerle  ilgilenmek, herhangi bir fayda elde edemeyeceğimiz, dokunup düzeltemeyeceğimiz konulara karşı hassasiyetimiz arttı. 

Ne zaman kendimize yönelik bir düşünce içine girmeye çalışsak ,kalp ve fikir dünyamızda bir yolculuk yapmaya hazırlansak , farkında olmadan farklı bir iklimde ,bambaşka bir oyalanmanın ortasında uyanıyoruz.

Hayatımızın sorgulanası kısmına dönüp nereye diye bir soru sormaya kalksak , bir baş kaldırışı ,duygusal bir tepkime ile içimizdeki ayaklanma ortaya çıkıyor.

İrademiz, taş üstüne taş koyma eğilimine girse, bir fidan dikmek amacı elini uzatsa, bir hedef hayali durağanlık duvarından aklımıza yuvarlansa, aniden hisler arasında  büyük bir kaçış başlıyor…

Bize bir şey mi oldu?

Kontrolümüz altında olmayan ömrümüz tükenirken..

Bir şeylere dokunmak ve yaşamın anlamının peşinden gidip kaliteli nefesler almak ve  bu yolculuğu kutlu bir şekilde tamamlayabilmek için hiçbir şeye ihtiyacımız yok mu?

Olması gereken yerde olmayıp, ayağımıza dolaşan onlarca şeyin ne olduğuna bakmayacak mıyız?

Algı dünyamızın güdülmesi, önemsediğimiz şeylerin en önemli olan şeylerimizin yerine geçmiş olmasının nedenini merak etmeyecek miyiz?

Ya tepkisizliğimiz..

Gözümüze çöken hüznün iki saniye geçmeden yerini anlamsızca gülmeye bıraktığı anları görmeyecek miyiz?

Feci bir trafik kazası haberine üzülmekle birlikte iştahımızın kesilmesine bile izin vermeden neler yiyebileceğimizi planlıyor olmak normal mi?

İçinde değer olan iki kelimeyi konuşacak dostumuzun olmamasını nasıl karşılamalıyız?

Kendimizce bulunduğumuz konforu terk etme korkusu ,eylemselliğin getireceği  emek yorgunluğunun tasavvuru nasıl da buz kestiriyor bir şeyler üreteme isteğimizi.

Yine kaybetme telaşı ilişkilerimizi tavizlere taşırken, sabit bir karakter ortaya koymamıza engel olmasını nasıl değerlendireceğiz.

Kendi gerçeğimizi iki yüzlülüğün eşiğine getiren,

Benlik sevgilerin istila ettiği erdem köşeleri gölgelerin karanlığı altında ezilirken,

Yeni bir şeylere başlamak, yenilenmek cesaretini  bir kuruntu uğruna feda ederken ,

Evreni kuşatabilecek ruhumuzu bir nokta içine mahkûm edip,

Tutunacağımız her şeyimizi , desinlere, olsunlara, boş verlere bırakırken ..

Her şey yerli yerindeymiş gibi mi davranacağız yine…

Kaybederken ,yiterken ve biterken artık yeter demeyecek miyiz ???

İNSANIN EN DEĞERLİ VARLIĞI HAYATIDIR. HAYATIMIZIN ANLAMSIZLIKLAR İÇİNDE TÜKENMESİNE İZİN Mİ VERECEĞİZ?

MUŞ GİBİ YAPMAKTAN , MİŞ GİBİ YAŞAMAKTAN NE ZAMAN VAZ GEÇECEĞİZ ?

ASLINDA HİÇ MUTLU OLMADIĞIMIZI KENDİMİZE NE ZAMAN İTİRAF EDECEĞİZ?

Evet,  itirafın gücüne inanın.

İtiraf etmemek sorumluluk dayatmasının oluşturduğu vehmi bir perdedir.

Durumun farkına varmak ve kabul edilmezliğini kendine açıklamak tüm olumsuzluk iklimini değiştirebilir.

İnsanın bu bağlamda ihtiyacı olan en samimi dostluk kedine karşı dürüst davranmasıdır.

Ne olduğumuzu ve ne olmadığımızı,

Ne istediğimizi ve ne istemediğimizi,

Neleri kabul edip , neleri etmediğimizi,

Ne halde olduğumuzu ve nerede olmak isteğimizi,

Yapabileceklerimiz ve yapmayı istediğimiz şeyleri,

Kurtulmak ve kazanmak istediklerimizi  ..

KİM OLDUĞUMUZU VE KİM OLMADIĞIMIZI KENDİMİZE İTİRAF ETMEK YENİ BİR MEVSİM BAŞLANGICININ İLK CEMRE HABERCİSİDİR.


www.piknot.com

6.1.21

Bir MİZAÇ Hasbihali

Mizaç; hem psikolojik hem de fizyolojik yapının mizaç üzerindeki etkisi açıdan eski çağlardan beri  tartışılan bir fıtrat niteliğidir. Bizim ele alacağımız yönü itibariyle ve en basit tabiriyle HUY veya HUYLAR diyebiliriz.

Bu geniş konuyla ilgili olarak ortak nokta birleşen ve iki kısımda toplanan tanımları şöyle özetleyebiliriz:

Birincisi : İrade dışı olan mizaç ; doğuştan sahip olunan özellikler, yetenekler ve davranış eğilimleridir. Bunların her biri insanın tabiatına ait özelliklerdir. 

İkincisi:  Tercihler, yaşam tarzı ve etkileşimlerle elde edilen ve  ikinci tabiatı diyebileceğimiz karakterin oluşumudur. Böylelikle mizaç, hilkat altyapısı üzerine tercih edilen ve etkileşimde bulunulan şeylerin özelliğine göre  şekillenip kendini gösterir.

Bu bağlamda yaratılış ve  fıtratın mayası itibariyle mizaç nitelik ve takdir ölçüsünde adil bir denge üzerinde var edilmiştir.

Bununla birlikte, İfrat Üst ,Vasat Orta ve Tefrit  Alt da bulunma yapısı olarak : kuvve-i akliye, (iyi ve kötü şeyleri bir birinden ayıt edebilmenin akıl gücü) kuvve-i gadabiye, ( tehlikelerden korunmak, savunmaya sevk eden  kuvvet duygusu ) kuvve-i şeheviye (yemek ,içmek, iştiha, bedeni isteklere yönelik, şahsi menfaat duygusu) gibi düşünce, tasarım, niyet özelliği olan fiil merkezi kuvveleri imtihan iktizasınca insanda serbest bırakılmıştır.

Bu kuvvelerinin mahiyetinin bilinmesi, denge noktası niteliğine göre davranılması ve istikametin tesis edilmesi hayat kalitesi anlamına gelir.

Çünkü bu kuvvelere yapılan tercihler ağırlık merkezinin yerini değiştirip, temayül ve fiillerin yönünü belirler.. İnşallah bundan sonra ki hasbihalimizde bu üç kuvvenin yapısal özelliği ve iradi kullanımı üzerine dururuz.

Mizacın ham hali iyi ve kötüyü idrak etme bilincinde değildir. Ancak işlenmeye hazır hayattar kabiliyetler bütünüdür.

“Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar.”

(Buhari, Tefsir (Rûm), 2.)

Demek ki Mizaç fıtrat ve gelişim noktasında değişime açık olup, mutlak değildir. Çeşitli huylar kazanma eğilimindedir. Bu yatkınlık ise; eğitim, telkinat, nasihat, ispat gibi hususlarla biçimlendirilebilir.

Durum hilkat ve adalet planında böyle olduğu gibi , hikmet planında da bireysel  özgün yapıyı ifade etmektedir.

Her insanda olan fıtri eğilimler, yaşamsal edinimler, karakteristik özellikler, zayıf ve güçlü yönleri ile kendi içinde bir denge oluşturabilecek mahiyettedir.

İradeyi besleyen hakikat analizleri, lehinde ve aleyhinde olanları ayırt edebilmenin akli özelliği, temizlik, masumiyet ve şefkati barındıran kalp penceresi, ruhun pak niteliği, insanın heva ve hevesi ile yönlendiği zararlı şeylerin önünü kesebilir ve onu hayra güzelliğe sevk edebilir.

Böylelikle sağlıklı, muhakemeli bir mizaç olumsuz etkenlerden korunabilir.

Yine bununla birlikte, insanın zaaflarının galip gelmesi, temayüllerle dengenin bozulması, iniş çıkışlardaki ağırlık etkisi, etkileşimlerin türü ve baskısı, savunma hattını kırabilir. Ortaya çıkan olumsuz tesir havası tüm asabı abluka altına alabilir. Hatalar meydana gelebilir.

Ve mizaç bu enkaz altından inaç ve umutla çıkamaz ise, mağlup hislerin ümitsizliği ile tüm donanımsal niteliğini kaybederek bozulur.

Kendisine mutluluk verecek, yaşantısının iki kapılı tüm menzillerini aydınlatarak asalet ve güven ışığını temin edebilecek zenginliği, nefsi tercihleri ile sefalete dönüştürüp aleyhine çevirir.

İnsanın varlık itibariyle yapısında olan aczi, temayüllerinde etkili olacak sebeplerin harici etki mahiyeti, nefsini dinlemeye olan yatkınlığı.. bencillik ve gurur kapısından şeytani telkine açık cihetleri itibariyle ortaya çıkan düşkünlüğü, mizaç bileşenlerine ait bir yaratılış gerçeğidir ve buna karşılık;  Allah’ın rahmeti, siyaneti,affediliciliği,hakkında ki tek hüküm ve yetki mercii olması ve kendine doğru olan bütün yolların sıla yolcularını beklemesi gibi bir dayanak noktası ihsan edilmiş ve davete müheyya kılınmıştır.

“Senden başka ilâh yoktur. Sen her türlü noksanlıktan, eşi-ortağı olmaktan uzaksın. Şüphesiz ben kendine yazık edenlerden oldum” (Enbiyâ 21/87)

Ancak inat, garaz, kin, kendini beğenmişlik, nefsi had ve hükümler ile hırpalanmış bir irade ve yitik muhakeme, müptelalık meydana getiren tiryakilikler ve hata da ısrar, KIRMIZI GÜL İLE KANLI YARAYI tefrik edemeyen bir aymazlığı bekleyen şeyler ise zifiri ve mesuliyetli bir karanlık olacaktır. İnsanın cüz-i iradesine teslim edilmiş fıtratı, mahiyetine muhalif olarak gördüğü nefsi muamele nedeniyle zulme uğramıştır. Fıtratın masumiyeti adına bu hesap kendisine sorulacaktır.

"Gördün mü hevasını ilah edinip Allah'ın bir ilim üzerinde saptırdığı ve kulağı ve kalbi üzerine mühür koyup görme gücünün üzerine de perde çektiği kimseyi?Fıtratını bozup, yeteneklerini doğru kullanmayıp, mizacını yanlış, yasak tercihler ile tahrip edip, hayra olan kabiliyetini yitirerek kendi hakkında verdirdiği iki dünya saadetini mahvedecek hükümün sahibi olan kişiyi  -  Artık, Allah'tan sonra onu kim hürriyete erdirir? Düşünüp hatırlamaz mısınız?" (el-Casiye: 45/23).

Evet;

Mizacımızın yapısal niteliğinde olan saflık, birçok faktörlerle çeşitli formlara girmektedir. Her girilen etki alanı fıtratın uygun olmayan şeyleri ret etme ikazı ile karşılaşır. Kalbe yük olan ve rahatsızlık veren her şey bir yanlışlıktan haber verir. Bu alarm hali kendi dili ile dönüş zamanına işaret eder.

…………… İyilik, gönlü huzura kavuşturan ve içi sinen şeydir. Kötülük ise, insanlar sana fetva verseler (onaylasalar) bile gönlü(nü) huzursuz eden ve içinde bir şüphe bırakan şeydir.” Hz. Muhammed Sallâllâhu Aleyhi Ve Sellem ……… (Ahmed bin Hanbel, Müsned)

....

…………………………İşte küfür bir divâneliktir,

dalâlet bir sarhoşluktur,

gaflet bir sersemliktir ki, bâki metâ yerine fâni metâı alır.

İşte şu sırdandır ki, ehl-i dalâletin hissiyatları şiddetlidir. İnadı, hırsı, hasedi gibi her şeyi şediddir.

Bir dakika meraka değmeyen bir şeye bir sene inat eder.

Evet küfrün divaneliğiyle,

dalâletin sekriyle,

gafletin şaşkınlığıyla,

fıtraten ebedî ve ebed müşterisi olan bir lâtife-i insaniye sukut eder; ebedî şeyler yerine fâni şeyler alır, yüksek fiyat verir.

FAKAT MÜ'MİNDE DAHİ BİR MARAZ-I ASABÎ BULUNUYOR VEYA MARAZ-I KALBÎ VAR.

O DAHİ, EHL-İ DALÂLET GİBİ, EHEMMİYETSİZ ŞEYLERE ZİYADE EHEMMİYET VERİR. LÂKİN ÇABUK KUSURUNU ANLAR, İSTİĞFAR EDER, ISRAR ETMEZ.

"Ey Rabbimiz! Unutur veya hatâya düşer de bir kusur işlersek, bizi onunla hesaba çekme." Bakara Sûresi, 2:286.

Barla L.

Evet;

Huylar tutkuların bağlandığı direklerdir.

Tercihler huyların nev’ini belirler.

Zaaflar iradenin kırılma noktasıdır.

Mizacın bozulması ve iflah olmaz bir hale dönüşmesinde en büyük etki düşkünlüklerle göz bağlayan gaflet halinin devamıdır.

Gaflet halinin inatlı direnişi, gabaveti (kalın kafalılık, anlayış kıtlığı, anlayışsızlığı) , gabavet ise isyan eşiğine gelmeyi netice verir.

Çok küçük şeylerle başlayan nice alışkanlıklar, pişmanlık gösterilmez ise bir zaman sonra baş edilemez bir hale dönüşür.

………………………… bizleri, günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şüpheler-neûzu billâh-mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârâne uzaklaştırarak susturuyorlar.

Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor.

Meselâ, utandıracak bir günahı gizli işleyen bir adam, başkasının ıttılaından çok hicap ettiği zaman, melâike ve ruhaniyâtın vücudu ona çok ağır geliyor. Küçük bir emâre ile onları inkâr etmek arzu ediyor…….. Lem’alar

Evet, doğru ve istikametli yaşamanın tek yolu Allah’ın emir ve yasaklarına karşı olan dikkat ve kabul ile birlikte, Efendimizin Sallâllâhu Aleyhi Ve Sellem den mervi olan sünnet-i seniyeye elden geldği kadarıyla ve fazlasına azm ederek ittiba etmek esastır ve mutlaktır.

İnsan mizacı , fıtratı ve temayülleri, gerçekleştireceği fiilleri ve işledikleri ile bir bütün olarak ele alınmış, zaafları ve muhtemel hatalarına yönelik yalnız bırakılmamıştır. Her eğilim ve yeteneği uygun olarak meşru bir kifayet hususu belirlenmiş ve teşvik edilmiştir. Bununla birlikte sapmalara karşı af ve merhamet kapıları bir vade kadar açık bırakılmıştır. Aleyhinde olanları lehine çevirecek külli inkılaplar vaad edilmiş ve imtihan süreci çok yönlü desteklenmiştir. Bu ikincil durumdan daha ileri olan durum ise, yara almadan yaşama gayretidir.

Fıtratı korumak ve mizacı doğru ve güzel şeylerle beslemek, yetenekleri hayra sevk edip bu meyanda bir karakter ortaya koymak mümtaz bir şahsiyet oluşumunda hakiki bir değerdir.

Zaman ve zemin tercihlerimiz ve bu tercihlerle ortaya çıkan yaşam tarzımız, düşünce dünyamızın meşgul olduğu şeyler, takip ettiğimiz konular, izlediklerimiz, ilgilendiğimiz şeyler ..tür ve nitelik açısından manevi yapımızı yoran ve üzerimize bir çok ağırlık bırakıp kalbimizi ezen bir yapıya sahiptir.

Yukarıda verilen örnekler nev’inden çabuk bir firar gerçekleştirmek için acil modlu bir öncelik akla görünmektedir.

Hayatımızın saadetli niteliği fıtrata uygun şekilde yaşamakta ve bu şekilde güzel huylar, hisler kazanmakla ve muhafaza etmekle mümkündür.

Fe firru illallah………… ÖYLEYSE ALLAH’A KOŞUN…… Zariyat Suresi /50

 

Vesselam


.

27.12.20

Bir VEFÂ Hasbihali


VEFÂ ibaresinin hem sözlük anlamı hem de mana itibariyle içerdiği hakikatlerden söz etmek, çok da önemli olan ve neredeyse tüm hakikat rükünlerinin insani olan karşılığının ruhunu ihtiva eden esaslarına dikkat çekmek niyetiyle VEFÂ hasbihalimize başlıyoruz İnşallah.

VEFÂ Sözlük anlamıyla:

 1. Sözünde durma, verilen sözü yerine getirme

2. Dostluk ve muhabbette sebat etme, sevgide süreklilik, bağlılık ve sadâkat

3. Yetişmek, elvermek, kâfi gelmek

4. Sevgi ve dostluk göstermek gibi manaları içinde toplayan bir kelimedir.

Bu kelime ibare yapısından müspet manada beşeri fiillere döndüğünde aşağıda ifade edeceğimiz sıfatları tazammun eder.

1. Vefâ-dar (Vefâdar) : Vefâlı, dostluğunda ve sevgisinde sebat eden, dostluğuna bağlı olan kimse

2. Vefâ-kâr (Vefâkâr) : Vefâ gösteren, vefâ sâhibi, vefâlı kimse

3. Vefâ-perver : Sevgisinde sebat eden, sözünde duran, vefâlı kimse

4. Vefâ-şiar : Âdeti vefâ olan, vefâ ile sıfatlanmış vefâlı kimse anlamına gelmekle birlikte, zıddıyet itibariyle :

Vefâ-bîgâne : Sözünde, sevgisinde durmayan, vefâsız manasıyla kendine özgü bir yapıyı tanımlar.

VEFÂ ortak değerler çerçevesinde dünya ve ahirete kadar uzanan niteliği ile ;

1. Bezm-i elestte verilen fıtrat sözü üzerine Allah’a sâdık kalma ( bak: A'râf Suresi – 172)

·         Bu sadakatin alameti olarak:

·         Anlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir (2/177)

·         Verdiğiniz sözü de yerine getirin; çünkü verilen söz sorumluluğu gerektirir (17/34)

·         Ve onlar ki emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler (23/8)

·         Emanetlerine ve ahitlerine riayet edenler (70/32) gibi tarif edilen hasiyete uygun şuur ile hareket etmek.

2. Dini hakkı tebliğde, Marziyat-ı Rabbaniyeyi talimde, Güzel ahlâkı tesiste, Nefs ıslah ameliyesi ile terbiyede, yüksek hasletlerin derkinde söz ve yetkinlik sahibi olarak kendisine itaat edilmesi emredilen Peygamberimizin A.S.M gayreti, mücadelesi, fedakarlığı, feragati, şefkati ile ortaya koyduğu hizmete karşılık olarak sadakat ve vefa göstermek.

3. Müminlerden öyle erler vardır ki Allah'a verdikleri sözü yerine getirdiler; kimi adağını ödedi (canını verdi), kimi de beklemektedir; (verdikleri sözü) hiçbir şekilde değiştirmediler. Ahzâb Suresi – 23

Sahabe-i Güzin’in  (R.A.ecmain) gösterdiği sadakat ve vefadarlığa hürmeten cümle varlıklarına saygılı olmak ve onlardan mervi olan mesaile karşı tazim içinde bulmakla istifade kanallarını açık tutmak.

4. Allah’a C.C ve Resulüne S.A.V  ve tabi olanlara tabi olanlara ve elden ele asrımıza kadar bu hakikatleri Ehl-i Sünnet Vel Cemaat denilen sırat-ı müstakim ehli olarak istikametle taşıyan tüm zevat-ı mübarekeye hürmetkar olmak ve miraslarına sahip çıkmak.

5. Tartışmasız sadakat vefaya layık olan anne babaya vefadar olmak.

6. Yine emri ilahi ile belirlenmiş ve efendimizce mükerrer dikkat çekilmiş, aile, hısım, akraba mabeynindeki münasebeti muhafaza etmek.

7. Dostluk, arkadaşlık ve kardeşlik dairesinde olan kimselere karşı vefâlı olmak. Şeklinde özetleyebiliriz.

Bu özet açıklamanın anlam bütünlüğünü düşündüğümüzde VEFÂ’nın tek kelime ile bilinçli kulluğu ifade ettiğini görebiliriz.

Yine insan hayatını fesada veren, yaşam kalitesini düşüren şeyleri izlediğimiz hayat aynasının yüzünde VEFÂ’nın kendinde topladığı sorumluluklara uygun davranmamaktan doğan sonuçları rahatlıkla tespit edebiliriz.

Uyulmayan fıtrat ahidleri ile içtimai yükümlülüklerimize yönelik olarak gereğini yapmamakla VEFÂSIZLIK sınıfına dahil olmamız kaçınılmazdır.

Konuyu biraz daha derinleştirelim.

Amir makamca itaat emri verilen her şeyin , memur  makamınca itaati esastır. Bu meyanda Allah’tan C.C gelen her muhatap  emre itaat farzdır. İtaat etmemenin günahı ve cezai karşılığı olması katiyesinin yanı sıra; Fıtri ahdi bozmuş olmanın ve değerler arasında ki sıla-ı rahmi koparmanın acil bir cezası olarak kişinin yaşamını zorlaştıracak kaideler harekete geçecektir.

Örneğin:

·         Zekat vermeyenin, vermesi gerektiği zekat miktarının bir musibetle elinden çıkması,

·         Sadaka ve tasadduktan kaçınanlara hastalık ve müşkülatın isabet etmesi,

·         Ana baba hakkında riayet etmeyenlerin dünyevi işlerinin bozulması, ( bu esas ehl-i islâm arasındadır. tüm insaniyetini dünyaya feda edenler ve ahireti verip dünyaya talip olanlar ticaretleri gereği dünyevi olarak söz konusu durumlarla karşılaşmayabilirler. Çünkü onların bu ticaretlerine karşı Allah’ın taahhüt ettiği muvakkat galibiyet kendini gösterecektir.)

·         İbadette yapılan tembelliklerle, ubudiyet lezzetinin kaçması,

·         Uzun süren gaflet hallerinin çeşitli ruhi hastalıklara dönmesi,

·         Şeriatı fıtriyeye muhalefet etmekten doğan kazalar, belalar gibi birçok olumsuzluk.

Bu konuyu yukarıdaki başlıklar altında hülasa edersek vefa ve sadakat gereken her bir rükne karşı vefasız ve bigane kalmak, ahsen-i takvim hakikatine ters düşmek demektir. BU TERS DÜŞMENİN İNSAN HASİYETİNDE ERİTİP YOK ETTİĞİ ESAS, HİLKATİNDE OLAN FAZİLETTİR.

Fazilet kaybı ise insanlığın mümtaz şahsiyetini faziletsizlik denilen alçak bir kişilikle değiştirmesi anlamına gelir.

İtikadi olan ve bu çerçeveye bağlı sair rabıtalardan ayrılarak, yukarıda 7’nci tanımda bahsi geçen konuya muhtasaran değinip yazımızı bitireceğiz.

İnsanın yaşadığı sosyal hayat içinde üzerinde en çok konuşulan ve birçok vesile ile dile getirilen ve hakkında en çok şikâyet barından VEFASIZLARIN bile VEFASIZLIKTAN şikâyet ettiği bir durum gerçeği vardır.

“Bende yok sabru sükûn, sende vefadan zerre,

İki yoktan ne çıkar fikredelim bir kerre”.....................Nâbî

“Ehibbada vefâ yok âşinâ bîgânedir Hayrî

Bu âlem bildiğim âlem değil, bilmem ne hâl oldu.” .......Reisületıbba Hayrullah Efendi / 1866

“Lafz-ı vefayı yazsa da bilmez meâlini

Kimse güvenmesin bu zemâne kibarına”......Ahmed Cevdet Paşa

“Ey dost! Sen, gamlar içinde bulunduğun halde neşeli ol; vefasız olan, vefa nedir bilmeyen şu dünyada, sen vefalı ol! “.......... Hz.Mevlâna

Vb.

Efendimize A.S.M ait olan ve VEFAYA dikkat çeken bazı Hadis-i Şerifler

“İyiliklerin en değerlisi, insanın babası öldükten sonra, baba dostunun âilesini kollayıp gözetmesidir.” (Müslim, Birr ve Sıla, 11-13)

Hazret-i Âişe ile beraberken huzûr-i saâdetlerine ihtiyar bir hanım gelir………………………………….. Hazret-i Âişe efendimizin ona yaptığı ihtiramı merak ederek;

“‒Bu yaşlı hanım kimdi yâ Rasûlâllah?” diye sorar. O da;

“‒Hatice’nin arkadaşı olup onun sağlığında bize gelip giderdi. KUŞKUSUZ AHDE GÜZEL BİR ŞEKİLDE VEFÂ GÖSTERMEK ÎMANDANDIR.” buyurur. (Hâkim, Müstedrek, I, 20)

“ ‒ Ben ona merhamet ediyorum, çünkü onun kardeşi (Bi’r-i Maûne’de) benim (ashâbımla beraber şehid edilenler) arasında idi.” (Buhârî, Cihâd, 38)

Onlar benim ashâbıma iyilik yaptılar, ben de bizzat onlara iyilik yapmak istiyorum.”(İbn Kesîr, Bidâye, III, 99)

“‒Kanınız kanım, mezarlığınız mezarımdır. Ben sizdenim, siz de bendensiniz. Düşmanlarınız düşmanım, dostlarınız dostumdur.” (İbn-i Hanbel, III, 461)

Peygamber A.S.M Allah Teâlâ’nın;

“ ‒ Ben kıyâmet günü şu üç (kısım) insanın düşmanıyım.” buyurduğunu bildirmiş, ilk olarak da “Allah adına yemin ettikten sonra sözünden cayan kişi”yi zikretmiştir. (Buhârî, Buyû, 106)

“ ‒ Kıyâmet günü, ahdine vefâ göstermeyen kimselerin arkasında bir bayrak bulunacak ve vefâsızlığı ölçüsünde o bayrak yükseltilecektir.” (Müslim, Cihâd, 15)

“ ‒ Kim ahdini bozarsa, Allah mutlaka ona bir düşman musallat eder.” ( İbn-i Abbas R.A Muvatta, Cihâd, 4)

Resulullah (SAV) buyurdular ki:

" ‒ Allah eski dostluğu devam ettirmeyi sever. Öyle ise onu devam ettirin." (Camiussağir - 1874).

Gibi birçok hakikat meselenin ciddiyetini ve vefanın tüm sosyal hayat kalitesini belirleyen çeşitli yönlerini göstermek için yeterlidir.

Biz şimdi konuyu daha yakına taşıyalım. Şöyle ki:

Yaşadığımız sıkıntıları, yalnızlık hislerini, sadık dostluktan yakınmalarımızı, gördüğümüz ilgisizlik ve samimiyetsizlikleri insaf ölçüsü ile değerlendirdiğimizde, her şeyi bünyesinde toplayan VEFÂ hakikatine muhalefet ettiğimiz gerçeğini gayet açık göreceğiz.

Dostluklarımıza gerekli sadakat de olmamak ve dostluğun devam etmesini temin etmek için bir çaba göstermemekle içine düşeceğimiz mazeret bataklığı bir karşılık olarak bizi bulacaktır.

Kendini düşünmek hissinin galibiyeti sonucunda, kendini düşünmenin menfaat ötesi ağırlığı ruhu ezecek bir kütleye ulaşacaktır.

Kaçınılan fedakarlıklar sonucunda birçok fenalıklar ortaya çıkarak yeni ve sıkıntılı meşguliyetler olarak bizi saracaktır.

İlişkilerimizde korumadığımız nezaket ve sorumlu geri dönüşler olmadığında, muhalefet etmiş olduğumuz hayırlı karşılıklar yerine kaybettiğimiz şeylerin önemi çok fazladır.

Güzel ve bereketli bir ilişkiyi devam ettirmek için tercih edilecek sözlere olan dikkat bağlamında:

Şeytan, aralarını bozmaması için, kullarım güzel konuşsun! (İsra 53)

Ve en muhtaç olduğun bir zaman nimeti olarak:

“ ‒ Kıyamette hiçbir himayenin bulunmadığı zaman, Allahü teâlânın himayesinde bulunacak yedi kişiden biri, birbirini [sırf Allah rızası için] sevenlerdir. “ (Buhari) Gibi değerleri yitirmenin pişmanlığı sarsıcıdır.

Yine insanın vefâ planında sorumlu olduğu, fakat türlü bahanelerle görmezden geldiği ve bedbin niyetlerin bezediği birçok girişimin aksul-amel yapması yine peşin cezalardandır.

Hülasa huzursuzlukların, sıkıntıların, kargaşaların, istikrarsızlıkların ve daha nice olumsuzlukların sebebi ne görünürse görünsün, hakikati ilgili dairesine karşı yapılan VEFASIZLIKTIR.

Kaderle her efal’e bir karşılık takdir edilmiştir.

Meşru olmayan yollarla -pişmanlık ve vazgeçmek olmaksızın- doğru neticeye varmak imkansızıdır.

Hakikate ve şer-i şeraite RAĞMEN muhalefet etmenin bir özrü yoktur.

Gerçekler zanlarla mahiyetlerini değiştirmezler.

Kanunlar şahısların keyiflerini tabi değildir.

Teklife tabi tutulan insandır. Dolayısıyla sorumlu davranmak onun vazifesidir.

Tevile sapmak, özürler icat edip onlara sığınmanın karşılığı güzel yaşama konusunda birçok engele takılmak olacaktır.

Birçok sıkıntının beceriksizlik ve ortaya koyulan kabiliyetsizlik ve yanlış işlerle telebbüs etmekten neşet ettiği bir hakikattir.

Unutmamalı ki ; yalnız iyilik iyilik getirir.

Vefalı olanlar vefa bekleyebilir ve vefa umud edebilir.

Vefalılar velev vefa görmeseler de bu yüksek hasletlerine karşılık VAFî olan ALLAH onlara KÂFİ gelecektir.

İnsanın en büyük engeli kendi nefsi olduğu gibi düşmanı da emmare namıyla kulak verip her zaman dinlediği vesvastır.

YOKSA İNSAN FITRAT KANUNLARINA MUVAFIK DAVRANSA NEDEN BU ÇARKLARIN ALTINDA KALIP EZİLSİN Kİ…

BAŞINIZA GELEN HER MUSİBET KENDİ YAPIP ETTİKLERİNİZ YÜZÜNDENDİR; KALDI Kİ ALLAH BİRÇOĞUNU DA BAĞIŞLAR………. Şûrâ Suresi – 30

 

Vesselam

 

.