24.6.20

UZUN BİR HASBİHAL

Derdimiz büyük..devamızda…
Davamız büyük..iddiamızda…
Yolumuz belli..yolculuğumuzda…
Ancak yürünmüyor azizim..yürünemiyor bir türlü.Bin türlü telaşemiz var.
Ve içinde bulunduğumuz zaman ne kadar acayip..ve bunu da biliyoruz aslında..zaman ahir zamandır…
Neredeyse tüm kıyamet alametleri çıktı..bak bundan da haber vermişti..demişti..söylemişti diyoruz.

Günler belki çok inanan insan için yarın emelli geçiyor..belki çoğu için o yarın bile bir emel değil…Ve her gün yer yüzünden sürülen dörtyüzbin cenaze ile devri alem devam ederken sıramızı sanki hiçbir şeyin farkında olmayan koyunlar gibi bekliyoruz.Ecel acele gel ve al bizi…

Umuda dair tasavvur mu elimizde olan..yoksa ümit gelinliği giymiş gulyabani bir hayal mi?Acaba ummanın ferasete ait bir bakış açısı varmı?
Allah büyüktür derken bu büyüklükle ilgili sözün giydiği libas veya ekrana düşen Kibriya şahitliği nedir?

Mesela Hz. Muhammed (Al ve ashabına, ehli beytine, tabi olanlarına, sadıklarına, hâdimlerine, sur dibinde medfun olanlarına selam olsun)Hendek savaşı hazırlığında kazma sallarken, İslam’ın geleceği ile ilgili müjdeler vermiş…

Üstad Bediüzzaman şark illerinde aşiretler mabeyninde sürdürdüğü münazaralarda” zaman ahir zamandır gittikçe fenalaşacak”olan bir fikre muhalefet ederek..Neden herkese terakki dünyası olsunda bize tedenni dünyası olsun diyerek..hamiyetli bir nesle hitaben,hakimiyet-i diniye ve mehasini medeniyeyi hakikiyeye ait, orada ve değişik değişik yerlerde “sözlerini irad etmiş…
Veya İstanbula geldiğinde bir alimin”Avrupa ve Osmanlının”istikbaline dair sorduğu ufuk sorusuna tarihi cevap vererek Bediüzzaman ünvanına basireti ve ferasetiyle layık olduğu göstermiş…

Feleği okumak basiret işi..feraset işçiliği…
Düşmanı fark etmek..dostlara savunma temin etmek..müdafaa teçhizatı üretmek hepimizin anyalabileceği şeyler değil demek ki…
Yani bilsek ki..Avrupa dessas zalimleri,Asya münafıkları,İnsi ve cini şeytanlar el ele vererek,Şeytanın Allah’tan mühlet istediği ve kendisine mühlet verilen yoldan çıkarma imtihanı için,hiç yorulmadan,bir an bile vaz geçmeden,sürekli yeni yollar geliştirerek,insanı etki altına alacak,özendirme,müptela etme,korkutma,yıldırma,vehmini tahrik etme,hevalarını uyandırma vb..insanın helaketine sebep olabilecek her türlü çalışmayı yaptıklarını.
Yani Allah’a bana mühlet ver ben onlara değişik cihetlerinden yaklaşacağın ve yoldan çıkaracağım ve sen onları şükreder bulamayacaksın… Ve ona verilen mühlete ait gayretini elden hiç bırakmadığını…
Mesela bu mühlet meselesine biz şahit olsaydık..ve şeytanın bu sözüne karşı cevabımız ne olurdu?
Büyük ihtimalle “ey kovulmuş şeytan sen bizi Rabbimizin yolundan çevirmezsin” derdik..Her halde fıtratımıza tevdi edilen cihazatın yüksekli mücadeleye mümkün,ihanete uygun değildi ve ancak şeytanın safına bilerek geçen zümre insanlığını çoktan terk etmişti.
O nedenle Allah..sana tabi olanlarla seni cehenneme dolduracağım diyerek,samimi kullarını,yani kendilerine verilen emaneti basit bir hevese,bir oyuna bir zulme bağlamayanları kurtaracağını..şeytanın ağzına parmak çalarak kudurttuklarını ise onunla beraber gayet feci bir akıbete sürükleyeceğini söyledi.

Akla şöyle bir şey geliyor ki;Şeytan insan kadar Allah’a karşı isyan etmekte cesur değil..veya akıllı değil..İnsanın şeytanlaşmışları kadar Allah’a isyan edemez.Ve kendine tabi olanların daha çok Allah’tan korkar.Bununla ilgi bahisler Kur’anda bulunmaktadır.
Fakat insan şeytanın kulvar kenarından ona verdiği bayrağa sahip çıkarak o yarışı o kadar ileri götürür ki..şeytan onu ayakta alkışlar…İmrenir özenir…

Evet bugün dünya bu bayrak yarışının hızla koşulduğu bir alan durumunda.Şeytanın askerleri ağır silahları..hafif ama tesirli oyunlarıyla hiç durmadan Allah’a teslim olduklarını ifade eden ve şehadet getiren Müslümanların üzerinde kılıç sallıyorlar.
Ele ele verdikleri münafıklar ve o münafıkların kolayca aldattığı fasıklarla berber köşeye sıkışmış bu toplumu yaralıyorlar.
Ve biraz hamiyeti olanları ise çok kolay şekilde oyalıyorlar. Hiç aralarında kargaşa olmayan toplulukları vehmi bir tahrikle bir birini boğazlayabilir duruma getirebiliyorlar.

Meleklerin İnsan yaratıldığında Allah’a “yeryüzünde kan dökecek fesat çıkaracak bir şey yaratıyorsun”meyanında ki soru ve meraklarının çıkış kaynağı olarak gösterilen sebeplerden biri “insanın özelliklerine bakıp bu kanaate vardıkları ifade edilmiş” Şeytan da “ insana vakıf olduğundan onun cihazatını yanlış kullanmasıyla ortaya çıkacak dehşeti stratejisine konu yapmış ve planını bunun üzerinden yapılandırmış.

Yani insan kendine verilen ölçü ve cihazları fıtratı üzerine kullanırsa Allah’ın muradı olan maksada hizmet eder ve Ahsen-ül takvim kıymetini alır.Ancak böyle kullanması engellenirse..cehennemim en derin yerine hayvanlardan daha aşağı bir kimlikle düşer.Proje bunun üzerine yapılandırıldı.Ve kendine tabi olanlar,ona kulak verenler,söyledikleri ve gösterdiği şeyleri süslü görenler “insanlık denilen hiçbir olguyu tanıyamaz hale geldiler…
Savaş suçlarına bakıldığında bu suçları işleyenler,işledikleri insanları bir insan olarak görmediklerini o nedenle bir acıma duygusu vs hiçbir şey hissetmediklerini söylerler.Bu sıfat şeytanın sıfatıdır.Demek ki öyle şeytanlaşıyorlar ki insaniyete dair hiçbir duygu ve düşünce o insanda barınmıyor.
Şeytan bu projesini birkaç adımda gerçekleştirir. Önemli olan kaosun ortaya çıkması, insanların bilgisiz olması ve değer yargılarının kaybolması yeterli. Tutunacak bir dalı olmayan bir insan en kolay bir hedeftir.
Bu manzaraları ne kadar çok seyrediyoruz değil mi? Eğer ölümlü bir netice istiyorsa en etkin silah ırkçılık..Eğer temel ve ahlaki bozulma isteniyorsa “kadınları dışarı çıkarmak ve onları çağdaşlık,özgürlük gibi dejenere edici bir çukura taşımak”..Diziler,basın,internet vs bütün ahlaksızlığı mübah ve bütün ulvi değerleri basite indirgemek üzere faaliyetlerini sürdürmektedirler.Ve bunu benimsedik..
TV’de kur’an tilaveti olurken bir bir vucut losyonu reklamıyla karşılaşabilirsiniz.Bir İslam ülkesinde bir bomba haberinde onlarca telef olan insanların feryadının arasında ,şen şakrak bir eğlence programının fragmanını görebilirsiniz.Öyle muhteşem zamanlamalar ki bunlar..
Bak böyle bir şey var ama önemli değil sen keyfine bak..
Bir birlerini yiyorlar gör..
Abd oraya müdahale etti özgürlük gelecek merak etme..
Ramazan sofranda kola olsun iç..sen asla kendine gelme ..asla hiçbir şeyi merak etme,asla İslam alemiyle ilgili hiç bir şeyi dert etme..Onlar ahmaklar..demokrasiye muhtaçlar..biz bu işi düzelteceğiz vs vs vs…
Böylelikle uyuşmuş, düşünemez bir zümre…
Cemaatler meşrep ayrılığında..
Aydınların önlerine kasıtlı konulmuş politikalarla uğraşmalarından beyni sulanmış..
Her yaştan insanlar olarak sosyal ağlarda hangi akla hitap eder bilinme meşguliyetler içerisindeyiz.
Güya çok ciddi şeyler yaptığımızı düşünürken, bir ayeti paylaşırken, bir ezan dinlerken reklam pencerelerinde önemsizleştirme hareketi hiç bıkmadan devam etmektedir. Ve eninde sonunda bizim o pencerelerden birini tıklayacağımızı bilirler.
Bütün kullandığımız online sistem ve dil onların.Ey bizim gerçek dostlarımız diyebilir miyiz.Bankalar,kredi kartları vs vs vs..Hangisinden vaz geçebilir hangi alışkanlığımızı terk ederek bir boykot oluşturabiliriz…
Bizim her şeyimiz biliniyor dostlar..hangi saatlerde ne yediğimiz ne seyrettiğimiz neleri takip ettiğimiz biliniyor.
Hangi videoları seyrediyorsak o videolar arama motorunda yönlendirilir..Hey hat..düşman nerede?Düşman var mı? Abartıyor muyuz? Komplo teorileri mi?
Hayır Dostlar..Bu savaş gerçek..Dünya siyaseti olarak bu güç düşmanların elinde…Para ve iktidar..ve bitmeyen hakimiyet davaları.
Bu savaşın arkasında kimin olduğu önemli değil..ABD ,İngiltere,Fransa,Almaya vs..Küfrün tek millet olduğu bu oluşumun hedefi ise tek.
İslamiyet ve Müslümanlık, bunların saldırı misyonunu oluşturduğu gibi, zayıflık ise iştahlarını kabartan bir diğer unsur. Gayet korkak olan ve ancak elinde tahrip etkinliği bulunan bu güce karşı her hangi bir şekilde tepki verilmez ise bu şımarıklık devam edecek ve kedi ile fare oyununun kurbanı olmak bize yazgı.

Dikkat edilirse tüm dünya politikası egemen güçlerin çıkarları üzerine kurulu.Ve tüm diğer unsurla bu güce petrolüyle,yer altı üstü kaynaklarıyla,kan ve can,ırz ve namuslarıyla hizmet etmek zorunda..peki neden?
Birlik olamamaktan mı?
Değerlerimizi özümsememekten mi?
Düşmanlarımızı tanımamak, hilelerini sezmemekten mi?
Kardeş olamamaktan mı?
Devam etmesi gereken dikkat ve temkinliliği elden bırakmak mı?
Kurânı..ahireti bilmemekten mi?
Allahın kanunlarına karşı tembellik etmek mi?
Bile bile bu zalimlerin zulumlerine taraftar olmak mı?
Yoksa Allah Alemi islamın intikamını alacak onu mu bekliyoruz? Böyleyse yanılıyoruz dostlar? İslam mücadele tarihine baktığımızda hiçbir zaferin oturarak kazanılmadığını görürüz…

Neyse..Satırların baş tarfında gerek Hz.Muhammed’in ki “tüm enfası ümmet adedince ona a- ve ashabına ve tabi olanlarına selam olsun” hendek içinde iken müjdelediği İslam istikbali..Bediüzzaman’nın ümitvar olunuz şu istikbal inkılabı diye ,dünyanın teslim olacağı İslam hakikatinin nasıl beşaret verdiklerini..hangi feraset ve basiret işe gördüklerini bu kanlı ve karışık tablo içinde görmek mümkün mü?
Eğer İslam dünyaya hâkim olacak veya İslamlar içinde hükümleri uygulanacak sağlayacağı ittihad güzel gümlerin yaşanmasına sebep olacaksa ve vaktinden evvel bir kıyamet kopmaz ise bu nasıl olur?

Yani Müslümanlar nasıl bir tutum içerisine girecek ki,reva görülen bu ezilmişlik tablosu yerini güzelliklere bırakır?
Ya da mübarek zevat-ı nuraniye istikbaldeki nurun beşaretini verirken ne yapmışlar ve ne yaparak geleceğin İslam adına şekilleneceği öngörüsüne sahip olmuşlar.

Sorunun cevabı verilen mücahedenin içinde olsa gerek?Savaşmışlar..İlim olarak gelişmişler..Ellerinde bürhanlarla küfrün dayandığı kalaleri yıkıp zir-ü zeber etmişler.Ne felsefelerini ne de isnitalarını bırakmışlar.

Dahilde olan ahmakların savlarını çürütmüşler..bidatlarını reddedip asıl ve esas üzerinde mesai teksif edip,Allah’ın bir’e on verdiğine olan itimad ile say ve gayretlerinin neticelerinin ne olacağını görüp işaret etmişler.Bunun için adam yetiştirmek üzerine gitmişler..Bilerek,anlayarak sadakatle hizmetlerini sürdürecek ve rıza-i ilahiden başka bir gaye gütmeyecek fıtrat-ı maksad üzerine erler yetiştirmişler…

Bu karşılık, vazife yapmamak, zulme taraftar olmak, cehlin arkasına sığınmak, Allah’ın sevmediği, dinin tasvip etmediği şeyleri meşru görmek, hakikate karşı kulakları tıkamak büyük ve mesuliyetli bir hatadır.

Değerli Dostlar!

Düşman uyumuyor..Aileyi bozmaya..ahlaksızlığı yaymaya..değerleri basitleştirmeye türlü fantezilerle çalışıyor.Sürekli tüketen,üretmek için zihninde hiç bir şey bırakılmayan insanlar yetiştiriliyor.Kurt gövdenin içinde ve en kötüsü düşman seviliyor.Bu ne yazık ki insanlara kabul ettirildi..döven ve seven bir baskı benimsendi maalesef.Oysa onlar yaşayabilmek için bizden düşmanlar oluşturdular bizler ise onları yaşatmak için elimizden gelen desteği veriyoruz.Tüm İslam aleminin tepkilerine baksanız belki şuurlu bir tekzip duyamazsınız.
Mefkûremiz kaybolmuş desek pekte yersiz bir şey söylemiş olmayız.

Burada sözü daha fazla uzatmadan tek bir şey söyleyerek konuyu noktalarsak..bu zalim ve emperyalist güçlerle mücadele etmenin en tesirli silahı ve ilk adımı “İKTİSAD”dır desek arif’e işaret kabilinden bir şey söyleyebildiğimizi umarız…Çünkü bu kuvvet zaruri olmayan gereksinimlere ait bir sistemi yönetiyor ve gücünü buradan alıyor.Tüm yapay dünya bunların elinde.Bisküviden iletişime kadar bir çok tüketim alışkanlığı bu sefillerin yaşam kaynağını oluşturuyor…Allah rızası için bu alışkanlıkları terk etmek,dükkanı iflas etmeye zorlayabileceği gibi bizler içinde bir vizyon zenginliğine sebep olur.Bu zenginlik ve karakteristik davranış ise şuurlu bir misyona sermaye olur.

Bu savaş Allah’a iman edenler ile şeytan ve ona tabi olanların arasında olan bir savaştır.Asla barış ihtimali olmayan kazanan ve kaybedenin haşir meydanında net belli olacağı bir mücadeledir.Ehli iman cennete ehli şeytan cehenneme dökülünceye kadar sürecek bir savaş.Gaye odur ki fazla can telef etmeden zafer dolu günler yaşamak.

Evet, bir soruyla satırları bitirmiş olalım “Gelecek nasıl güzel olacak”Ve ya gelecek güzel olacaksa bizim bu çorbaya katacağımız tuz miktarı ve envaı nedir?

 

Bediüzzaman Said Nursî, İstanbul'da çok hareketli bir siyasî hayat yaşıyor, cemiyetlere üye oluyor, gazetelere makale yazıyor, konferanslara ve toplantılara katılıyor, kendisine yakın bulduğu topluluklara nasihat ediyordu. Yine bir gün Şehzadebaşı'ndaki Ferah Tiyatrosu'nda Ahrardan Mizan gazetesi başyazarı Murat Bey'in bir konferansı sırasında İttihatçılar bir kargaşa çıkarmış ve Murat Bey'i vurmaya teşebbüs edecek kadar ileri gitmişlerdi. Kargaşanın kötü sonuçlar doğuracağını gören Said Nursî, oturduğu iskemlenin üstüne çıkarak, fikre saygı gösterilmesi ve hatibin dinlenmesi gerektiğini anlatıp, salondaki heyecanı yatıştırmış ve büyük bir kavgayı önlemişti.

O dönem İstanbul'u, birçok siyasî ve sosyal olaylarla kaynıyordu. Hamalların, İttihatçılara ve Meşrutiyete karşı bir ekonomik engelleme hareketi olarak başlattıkları boykot da bu olaylardan biriydi. Böyle hareketli bir ortamda, İstanbul'da yaşayan ve hamallık yapan Kürtlerin kandırılarak siyasî ve anarşik olayların içine çekilmesinden endişe eden Said Nursî, hamalların yoğun olarak bulunduğu yerleri, özellikle kahvehaneleri gezerek onlara meşrutiyeti anlatıyor ve boykotu o sıralarda Bosna-Hersek'i ilhak eden Avusturya'nın mallarına karşı yapmalarını tavsiye ediyordu. Bu görüşmeler sonucunda hamallar ikna olarak boykotlarını yalnızca Avusturya mallarına karşı uygulamışlardı. Böylelikle Bediüzzaman, hem çıkması beklenen muhtemel anarşiyi önlemiş, hem de Avusturya mallarına karşı boykot başlatarak Osmanlı Devleti'nin devletlerarası politikada Avusturya'ya karşı mesafe kazanmasına öncülük etmişti.

Kaynak:Risale-i Nur Enstütüsü /Bediüzzaman Biyografisi


İşte o hammalların, Avusturya’ya karşı, benim gibi bütün Avrupa’ya karşı boykotları ve en müşevveş ve heyecanlı zamanlarda akılane hareketlerinde bu nasihatin tesiri olmuştur.


Bediüzzaman

Konunun dip notunda ise;

"Siz Avusturya’ya güya boykot yapıyorsunuz, hem onun gönderdiği kalpakları giyiyorsunuz. Ben ise, bütün Avrupa’ya boykot yapıyorum, onun için yalnız memleketimin maddî ve manevî mamülatını giyiyorum"
demiş.

Uyumayan düşman yazımızda değindiğimiz Avrupa dessas zalimleri, Asya münafıkları gibi, Âlem-i İslam’ın düşmanlarına karşı iktisadi bir boykotun tesirli bir direniş fikri olduğu hakkındaki kanaate devam etmek niyeti ile bu yazımıza devam ediyoruz.

Ayrıca bugün tüm dünyayı ekonomik gücü ile etki altına alan Çin’in Müslümanlara karşı olan zulüm ve işkencesi de göz ardı edilemez büyük bir cinayettir.Enterasan olan Uygur Müslümanlarını katl eden bu zalimler,İslami tüketim mallarını üretmekte dünya lideridir...Hac ve ümreden gelen takkelerimiz,otomatik zikir aletleri,seccadeler vs vs vs.......


Müminlerin inanmakla Allah tarafından ilan edilen üstünlüğü..ve imanın mizacında olan kardeşlerine karşı azami şefkat,düşmanlarına karşı korkusuzluk ve az kuvvetle galip kılınmak gibi ilahi destekler bugün bu şartlarda var olan ama ulaşılmazlık noktasında görmek mümkün.Fakat tevekkül ve mücadelenin kararlılığı bu potansiyel gücün,müminler açısından lehde bir inayete çevrilmesinin, Rahmeti İlahiyeden ümid edilmesi gayet haklı bir bekleyişi ifade edebilir.

Safların ayrışması cephelerinde belirginleşmesini gösterir.Ancak bugün bir sıraya gelmiş,aynı tezgaha konulmuş ve karakterleri bir biri içine girmiş,dahilde dal budak hatta kök salmış olan yapılanmayı ayrıştırmak ve genel anlamda bir cephe oluşturmak pek kolay görülmemektedir.

Ortada dem ve damarlara sirayet etmiş bir tiryakilik hükümferma olduğundan bu bağımlılıktan kurtulma azmini göstermek ve bir ulvi idealin dava kabul edilmesi ile Milliye-yi İslamiye ile hareket edebilmek gerçekten kahramanlıktır.

Kişisel kalite ölçülerimizde esas olduğundan burada yine aynı kıstasla ferdi olarak bir direnişi insan şahsi âleminde başarsa, Alem-i İslam kadar külli bir niyeti ve alemi asgarında ise o millet kadar küçük bir devleti islamiyeti barındırmış olur. O nedenle bu emperyalist, Siyonist güçlerle mücadele edilmez vehmini bir kenara bırakarak, hamiyeti milliye-yi diniye ile safını belli etmek noktasında bir keyfiyeti düşüncemize esas tutuyoruz.

Bediüzzaman’ın 1952 yılında Eşref Edip ile söyleşisi sırasında ifade ettiği;

"Bana ıztırap veren," dedi, "yalnız Islâmın mâruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı. şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki, cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü, düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basîret gözü böyle körleşirse, îman kalesi tehlikededir. Işte benim ıztırâbım, yegâne ıztırâbım budur. Yoksa, şahsımın mâruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeye bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate mâruz kalsam da, îman kalesinin istikbâli selâmette olsa!"

Yüz binlerce îmanlı talebeleriniz size âtî için ümit ve tesellî vermiyor mu?"

Evet, büsbütün ümitsiz değilim…

Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan Garb cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir vebâ, bir tâun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sâri illete karşı İslâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl formülleriyle mi? Yoksa, İslâm cemiyetinin ter ü taze îman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. Îman kalesini küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız îman üzerine mesâimi teksif etmiş bulunuyorum.
"Risâle-i Nur'u anlamıyorlar yahut anlamak istemiyorlar. Beni skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, bütün müsbet ilimlerle, asr-ı hâzır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim. Hattâ bu hususta da bâzı eserler telif eyledim. Fakat, ben öyle mantık oyunları bilmiyorum, felsefe düzenbazlıklarına da kulak vermem. Ben, cemiyetin iç hayatını, mânevî varlığını, vicdan ve îmânını terennüm ediyorum, yalnız Kur'ân'ın tesis ettiği Tevhid ve îman esâsı üzerinde işliyorum ki; İslâm cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur.

Diyerek ruhundaki fevaranı ve hizmet-i diniye ve imaniyesinin çerçevesini gösteriyor.

Fakat ne yazık ki birçok insan bu önemli gelişmeyi, kanser gibi yayılan önemsizleştirme ve nazarı dünyaya çevirme strajesini kavrayamadı. Küfür, nefsin mahiyetinde olan peşincilik ve hazır lezzet tutkusunu güzel kullandı.
Modadan, yiyip içmeye, yiyip içmekten gezip tozmaya ve gezip tozmaktan bireysel yaşamın bencil dünyasına toplumu sürükledi.

Yaşlılar huzur evlerine,bayram günleri Kış aylarına denk geldiğinde Avrupa,yaz aylarına geldiğinde sahil kıyılarına seyahatler başladı.Oruç aylarının 2010-2013’lü yılları bu ayın hürmetini saymayan insanların aleni olarak baş kaldırışlarına sahne oldu.Camilerde içki içe bilme ve daha bir çok rezalete tevvesül edebilme isyanı kendini gösterir oldu.Bu ifadeler bir şikayeti dile getirmek maksadını gütmüyor..asıl ifade edilmek istenen Şeytan’ın Âdemoğluyla olan mücadelesinde ne kadar başarılı olduğuna dikkat çekmek.Ve kendi ordusuyla zayıf toplumlar ve Müslümanlar üzerindeki bombardımanında ne kadar etkili olduğunu göstermek.50-60 yıl önce Bediüzzaman’ın ifade ettiği dünyanın buhran geçiriyor olmasında nasibimizin ne kadar ziyade olduğunu bilmek.

Ülkemizdeki boşanmalar..Uyuşturucu kullanma yaşı..Hapishanelerin doluluk oranı..Suç çeşitliliğindeki artış..Dolandırıcılıklar..Organ mafyası..Tacizler..Anarşi..Her yıl artan intihar vakaları vs vs vs…

İnkişaf etmeyen ne? Yüz yıl önce yaşanmadığında gizlenmiş İslamiyet’in elimizden tutacak merhameti bugün de mi küsmüş durumda..?

Allah’tan hangi küresel mutluluğu ve saadeti bekleyebiliriz..dileklerimiz hakkında şefaatçi olarak sunabileceğimiz gözyaşı ve pişmanlıklarımız yeterli mi?

Dilerse bizi affedebilecek olan Allah bizi affetmeyi dileyebilir mi?

Bir diğer mana ile “İrade-i Külliye hangi İrade-i cüz’iye üzerine taalluk”edecek…

Yani ortaya koyulmuş, hamiyet, muavenet bekleyen bir irade var mı?

Yoksa sürekli bir ihtiyaç dairemiz var ve tüm himmetimiz o ihtiyaç dairesini kutsallaştırmak üzeremi hamiyetini göstermekte.
Önce can mı?
Eve lazım olan camiye haram mı?
Allah versin mi?
Bana dokunmayan yılanın bir hakkı hayatı var mı?
Bir haber programında saçlarını sarıya boyatmış bir genç kıza habercinin sorduğu neden sorusuna genç kızın verdiği cevap çok enteresandı..Şöyle demişti:

Özendik ve boyadık..sonra baktık ki bu biz olmuşuz…

Tüketim alışkanlıkları karakter oluşturmakta çok etkilidir. Az çok bir şeyler araştırma merakı olanlar bu bilgilere ulaşabilir. Geçen yazdığımız “su damlası” satırlarındaki ihtiyar hoca çocukların dışarıdan bir şey yemelerinin onların karakterleri üzerinde olumsuz etkilerine değinmiş ve besmeleyle hazırlanan yemeklerin mizaç üzerindeki olumlu etkisinin öneminden bahsetmişti…

Konumuza dönersek..bugün tüm İslam alemini tahripleriyle ele geçiren ve inleten ve siyasetlerini ele geçirdikleri ülkedeki kukla iktidarın zulümlerini besleyen ülkelerin asıl gücü dünya üzerinde hakim oldukları ekonomik baskı parasal güç iktidarıdır.

Oluşturdukları zaruret politikaları ve finansal sömürü ile iktisadi hayatın kontrolünü elde tutmaktadırlar.

Bireysel etkileşim olarak ve kısmen baktığımızda bile bu kültürün hayatın bütün alanlarına sirayet ettiği ve her şey bulaştığını görürüz.

Seyrettiğimiz sinemalar..özgürleşen kadınlar..asi gençler ve herkesçe malum olan çöküntü artık bacalarımıza sarmış durumda.

Hepimizin paçasını kaptırdığı bir banka..alışkanlık yaptığımız bir kafeterya..müptela olduğumuz bir online oyun..saatlerimizi geçirdiğimiz bir internet tarrakası..acı bir facebook,twetter davası vardır.

Ve bunun acısını hissedebilecek bir baskı onlarca teville tarafımızdan geçiştirilmiş veya geçiştirebilmemiz için organize edilmiştir.

Hepimiz iki satırda meramını anlatabilir bir duruma geldiğimiz gibi iki satırdan fazlasını okuma kabiliyet ve tahammülünü de kaybettik. Kelimelerimizi bize ait cümleleri yazdığımızda sistem onları hatalı kelimeler olarak gösteriyor. Ve uzun yazıların vurgusuzluğu sıkıcı bir durumda uzun konulara ilgiyi azaltıyor.Ve bunlara alıştık.Çünkü hızlı ve anlamsızca tüketmeli ve aynı anlamsızlıkla tüketilmeliydik.

Evet Dostlar! Kendi yaşamları için yaşamamıza izin veren ve sürek avı keyifleri için bizi öldüren bu zalimler topluluğuna karşı belki bugün siyaseten bir şey yapmak kolay bir şey değil veya siyasetin böyle bir düşüncesi olmayabilir.

Global politika ve karşılıklı çıkarlar dava misyonu olarak küresel arenada bir etkilik yapması söz konusu değildir vs vs vs. Dünyanın gelmiş olduğu süreç bazı ilahi yasaları çiğnemek noktasında ruhsatlar temin edebilir bu böyle gelip böyle gidebilir…

Ancak gerçek iman sahipleri için bu böyle değildir. Hakkın hatırı âlidir hiçbir hatıra vb. duruma feda edilmez.

İmandan medet alacak, İslam ahlakından beslenecek bir yapılanma idari noktada olmadığından küçücük bir cereyan menfi bir akımda siyaset ve kurumlar aciz kalmaktadır.
Agresif bir ahlak hareketi başlatma noktasında bir kararlılık ve strateji başı dik bir şekilde ortaya çıkamamaktadır..maalesef…

Çünkü halka olan güven siyasete olan güveni sarsacağından politika bu açık sözlülüğe yanaşmamaktadır.

Yani Dostlar! Hükümet hiçbir Çin malını, Fransız müskirini, İsveç çikolatası, ABD kolası, Yahudi bilmem nesini Boykot etmeyecek edemeyecektir. Dünya politikası ve siyasetin küresel ve hâkim baronları ipleri elinde tutmaktadır.

Ülke içerisinde olan ve bu pis ahlakı benimsemiş bazı firmalarında maalesef kontrolü yapılamamaktadır. Bu millete yedirmedikleri halt kalmayan yerli münafıklar ayrıca dikkat edilmesi gereken, kâfirlerden daha şiddetli, seciyesi bozuk, İslam ahlak zincirinden çıkmış şeytanlaşmış insanlarda vardır. Devlet bunlarla kalıcı bir şekilde mücadele edememektedir. Kontroller ve gerekli mevzuat ve düzenlemeler ne yazık ki yürütülememektedir. Çıkarılan kontrol ve denetim yasaları sürekli ötelenmekte, ceza ve yaptırımlar tarihi olan gelenekle sürekli pas geçilmektedir. Bu nedenle akıllı tüketim sadece, dinsiz imansızlara karşı değil, dinini ve imanını dünyaya satanlara karşıda geçerlidir.

Ancak ne olursa olsun..halk yani bizler sabretmeye ve vazgeçmeye karar verdiğimizde işte bunların buna karşı yapabilecekleri bir şey yoktur.Kimsenin burnunu sıkıp ağzını açtıramazlar.Rabbimizin Şeytana karşı “Senin benim ihlaslı kullarımın üzerinde bir etkin tesirin ve yaptırım gücün yoktur”meyanındaki ifadesi bunu isbat eden bir Rabbani kaynak olsa gerek.

Evet Dostlar! Kendi içimizde olan münafık sanayici ve üreticileri beslemeyeceğimiz gibi, dünyayı fesada vermiş, kana bulamış bu canavarların, kanımızı içerek bize sundukları şeyleri kullanmayalım.

Zaruri olmayan ihtiyaçları zaruri hale getirerek kurdukları imparatorluklara güç sağlamaya devam etmeyelim.

Alışkanlıklarımızı terk edelim. Değişimi kabul edelim. Allah’ın sevmediği müsrifliklerle ve bu bu müsrifliği düşmanlarımız elinden alarak yapmış olmayalım…

Kitaplara dokunalım..çok çok okuyalım..biraz fazla yürüyelim..yapay hiçbir şeyi tüketmeyelim..Dostlarımızı yüz yüze ziyaret edelim..dualarımızı tüm Alem-i İslâmı içine alacak şekilde genişletelim…Hayırlar kurtuluşlar temenni edelim.Bazı gecelerimizin yarılarını bu manevi mesaiye ayıralım.Ki Rabbimiz beklemek yüzümüzün olacağı günleri bize ihsan etsin diyebilelim…

El Hasıl..Bediüzzaman’ın ;

"Siz Avusturya’ya güya boykot yapıyorsunuz, hem onun gönderdiği kalpakları giyiyorsunuz. Ben ise, bütün Avrupa’ya boykot yapıyorum, onun için yalnız memleketimin maddî ve manevî mamülatını giyiyorum"

Boykotu nevinden yalnızca maddi manevi İslam memleketinin mamülatından istifade edelim…