“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
71 -*SEBEB-İ HİLKAT-I EFLÂK* *(A.S.M)*
Anlamı: Felekler, gökler. Dünyalar,
âlemlerin yaratılışına sebeb ve gaye, yaratılışa vâsıta ve âlet olan Hz. Muhammed (A.S.M)
..Sebeb-i hilkat-i eflâk ve vesile-i
saadet-i dâreyn ve Habîb-i Rabbü’l-Âlemîn olan zât-ı Muhammed-i Arabî
Aleyhissalâtü Vesselâm…………Mektubat
..Nasıl ki O Zât, hidayetiyle
saadet-i ebediyenin sebeb-i husulü ve vesile-i vüsulüdür. Öyle de duasıyla,
niyazıyla o saadetin sebeb-i vücudu ve vesile-i icadıdır….Sözler
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
… Nasıl ki nur-u Muhammedî ve hakikat-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm,
divan-ı Nübüvvetin hem fatihası, hem hâtimesidir. Bütün enbiya onun asl-ı
nurundan istifaza ve hakikat-i dininin neşrinde onun muînleri ve vekilleri
hükmünde oldukları ve nur-u Ahmedî (a.s.m.) cephe-i Âdem’den, tâ zât-ı
mübarekine müteselsilen tezahür edip neşr-i nur ederek, intikal ede ede tâ
zuhur-u etemle kendinde cilveger olmuştur.
Hem mahiyet-i kudsiye-i Ahmediye,
Risale-i Miracta kat’i bir surette ispat edildiği gibi, şu şecere-i kâinatın
hem çekirdek-i aslîsi, hem en âhir ve en mükemmel meyvesi olmuş….Barla Lâhikası
Evet, bu kâinatta, gözümüz önünde bu
muntazam tasarrufatı içinde adalet ve hikmetle ve rahmet ve inayet ve himayetle
her zaman iyileri himaye ve fenaları ve yalancıları tokatlamak, rububiyetinin
bir âdeti olmasından, ef’âl-i Rahmâniyet muktezasıyla bir Kur’ân-ı
Mucizü’l-Beyânı, Muhammed’in (a.s.m.) eline vermesi; ve bine yakın mu’cizelerin
pekçok envaını ona vermesi; ve bütün hâlâtında ve en tehlikeli vaziyetlerinde
şefkatkârâne himaye ve hattâ güvercin ve örümcekle muhafaza etmesi; ve büyük
vazifelerinde onu tam muvaffak etmesi; ve dinini bütün hakikatleriyle idâmesi;
ve İslâmiyetini zeminin ve nev-i beşerin başına geçirmesi; ve bütün mahlûkat
üstünde bir makam-ı şeref ve meşahir-i insaniyenin fevkinde daimî bir rütbe-i
makbuliyet ve dost ve düşmanın ittifakıyla en yüksek hasletleri taşıyan bir
şahsiyeti vermekle, beşerin beşten birisini ona ümmet etmesi, gayet kat’î bir
tarzda sadıkıyetine ve risaletine şehadet ettiği gibi; ef’âl-i rububiyet
cihetinde dahi görüyoruz ki, bu âlemin Mutasarrıfı ve Müdebbiri, Muhammed’in
(a.s.m.) risaletini bu kâinata bir mânevî güneş yapıp, Nur Risalelerinde ispat
edildiği gibi, onunla bütün karanlıkları izale ve nuranî hakikatlerini gösterip
ve bütün zîşuuru, belki kâinatı hayat-ı bâkiye müjdesiyle sevindirdiği gibi;
dinini dahi bütün makbul ehl-i ibadetin fihriste-i kemâlâtı ve harekât-ı
ubudiyette sağlam bir program yapması gibi Muhammed’in (a.s.m.) şahsiyet-i
mâneviyesi olan hakikatini, Kur’ân’ın ve Cevşen’in delâletiyle tecelliyat-ı
ulûhiyetine bir âyine-i câmia yapması; ve sabıkan işaret ettiğimiz hakikatlerin
Ve on dört asırda hergün ümmetinin
bütün hasenatlarının bir mislini kazanmasının ve hayat-ı içtimaiye ve
mâneviye-i beşeriyedeki âsârının delâletiyle, nev-i beşere en yüksek reis ve
mukteda ve üstad yapması; ve onu büyük ve kudsî vazifelerle beşerin imdadına
gönderip rahmet, hikmet, adalet, gıda, hava, mâ, ziya derecesinde insanları
onun dinine, şeriatına, İslâmiyetteki hakikatlerine muhtaç *HAŞİYE* yapması ile
on iki küllî ve kat’î hüccetlerle risalet-i Muhammediyeye (a.s.m.) kudsî
şehadet ettiği halde, acaba hiç mümkün müdür ki, sinek kanadının ve bir çiçeğin
tanziminden lâkayt kalmayan bu Kâinat Sahibinin bu derece küllî ve geniş
şehadetlerine mazhar olan risalet-i Muhammediye (a.s.m.), kâinatın mânevî bir
güneşi olmasın?
İşte bu on beş küllî şehadetler,
herbiri pekçok şehadetleri, hattâ Üçüncü Şehadet, mu’cizat lisanıyla bin
şehadeti ihtiva edip öyle bir kat’iyetle ve kuvvetle *Muhammed’in (a.s.m.) Allah’ın resulü olduğuna şehadet
ederim* olan dâvâyı ispat ve tahakkukunu ve kıymetini ve ehemmiyetini ilân
etmiş ki, hergün beş defa âlem-i İslâm, yüzer milyon lisanlarla teşehhüdde o
dâvâyı kâinata ilân ettiği gibi; o dâvânın esası olan hakikat-i Muhammediye
(a.s.m.), kâinatın çekirdek-i aslîsi, bir sebeb-i hilkati ve en mükemmel
meyvesi olduğunu milyarlar ehl-i iman tereddütsüz tasdik ederek kabul etmişler.
*HAŞİYE* : Ben, bu ihtiyarlığım ve
perişaniyetim içinde, zât-ı Muhammediyenin (a.s.m.) getirdiği erzak-ı
mâneviyenin milyondan birisini hissettim. Elimden gelseydi, milyonlar lisanla
salâvatlarla ona teşekkür edecektim. Şöyle ki: Ben firaktan, zevâlden çok inciniyorum.
Halbuki, sevdiğim dünya ve dünyeviyeler, mufarakatla beni bırakıp gidiyorlar.
Ben de gideceğimi biliyorum. Bu pek elîm ve canhıraş meyusiyete karşı, birden
saadet-i ebediye ve hayat-ı bâkiye müjdesini zât-ı Ahmediyeden (a.s.m.)
işitmekle kurtuluyorum ve tam teselli buluyorum. Hattâ teşehhüdde, (Ey
Peygamber, Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun.) dediğimde, ona
hem biat, hem memuriyetine teslim ve itaat, hem vazifesini tebrik, hem bir nevi
teşekkür ve saadet-i ebediye müjdesine bir mukabeledir ki, Müslümanlar, hergün
beş defa bu selâmı yaparlar.
Şualar | On Beşinci Şuâ
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
*Madem böyledir, mü’minim diyen
ittibâ-ı sünnet etmeli. “Elhamdü lillâh müslümanım” iddiasında bulunan ve
“Yapmayacağınız şeyi niçin
söylüyorsunuz.” Saf Sûresi, 61:2. itâbından kurtulmak isteyen sünnete yapışmalı*………….Hulûsi
R.H