“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
79 -*BÜTÜN RESULLERİN EKMELİ* *(A.S.M)*
Anlamı: Bütün peygamberlerin en
mükemmeli olan Hz. Muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâm.
"İşte bu peygamberlerden bir
kısmını diğerlerinden üstün kıldık Onlardan Allah'ın kendilerine hitabettiği
derecelerle yükselttikleri vardır." (Bakara, 2 / 253)
Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü
Vesselâm Resulullahtır ve bütün Resullerin ekmelidir ve bütün mahlûkatın
efdalidir.
Meleklerin, insanların ve cinlerin
sayısınca ona salât ve selâm olsun……..Mektubat
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
…Hikâyede bir yâver-i ekremden
bahsedilmiş ve denilmiş ki: Kör olmayan herkes onun nişanlarını görmekle anlar
ki, o zât padişahın emriyle hareket eder ve onun has bendesidir. İşte o yâver-i
ekrem, Resul-i Ekremdir (aleyhissalâtü vesselâm).
Evet, şöyle müzeyyen bir kâinatın
öyle mukaddes bir Sâniine böyle bir Resul-i Ekrem, ışık şemse lüzumu
derecesinde elzemdir. Çünkü nasıl güneş ziya vermeksizin mümkün değildir. Öyle
de, Ulûhiyet de peygamberleri göndermekle kendini göstermeksizin mümkün
değildir.
Hem hiç mümkün olur mu ki, nihayet
kemâlde olan bir cemâl, gösterici ve tarif edici bir vasıta ile kendini
göstermek istemesin?
Hem mümkün olur mu ki, gayet cemâlde
bir kemâl-i san’at, onun üzerine enzar-ı dikkati celb eden bir dellâl
vasıtasıyla teşhir istemesin?
Hem hiç mümkün olur mu ki, bir
rububiyet-i âmmenin saltanat-ı külliyesi, kesret ve cüz’iyat tabakatında
vahdâniyet ve samedâniyetini, zülcenâheyn bir meb’us vasıtasıyla ilânını
istemesin? Yani, o zât, ubûdiyet-i külliye cihetiyle kesret tabakatının
dergâh-ı İlâhîye elçisi olduğu gibi, kurbiyet ve risalet cihetiyle dergâh-ı
İlâhînin kesret tabakatına memurudur.
Hem hiç mümkün olur mu ki, nihayet
derecede bir hüsn-ü zâtî sahibi, cemâlinin mehasinini ve hüsnünün letaifini
âyinelerde görmek ve göstermek istemesin? Yani, bir habib resul vasıtasıyla-ki
hem habibdir, ubûdiyetiyle kendini Ona sevdirir, âyinedarlık eder; hem
resuldür, Onu mahlûkatına sevdirir, cemâl-i esmâsını gösterir.
Hem hiç mümkün olur mu ki, acip
mucizelerle, garip ve kıymettar şeylerle dolu hazineler sahibi, sarraf bir
tarif edici ve vassaf bir teşhir edici vasıtasıyla enzar-ı halka arz ve
başlarında izhar etmekle, gizli kemâlâtını beyan etmek irade etmesin ve
istemesin?
Hem mümkün olur mu ki, bu kâinatı
bütün esmâsının kemâlâtını ifade eden masnuatla tezyin ederek seyir için garip
ve ince san’atlarla süslenilmiş bir saraya benzetsin de, rehber bir muallim
tayin etmesin?
Hem hiç mümkün olur mu ki, bu
kâinatın Sahibi, şu kâinatın tahavvülâtındaki maksat ve gaye ne olacağını
müş’ir tılsım-ı muğlâkını, hem mevcudatın “Nereden? Nereye? Necisin?” üç sual-i
müşkülün muammasını bir elçi vasıtasıyla açtırmasın?
Hem hiç mümkün olur mu ki, bu güzel
masnuat ile kendini zîşuura tanıttıran ve kıymetli nimetler ile kendini
sevdiren Sâni-i Zülcelâl, onun mukabilinde zîşuurdan marziyatı ve arzuları ne
olduğunu bir elçi vasıtasıyla bildirmesin?
Hem hiç mümkün olur mu ki, nev-i
insanı şuurca kesrete müptelâ, istidatça ubûdiyet-i külliyeye müheyya suretinde
yaratıp, muallim bir rehber vasıtasıyla onları kesretten vahdete yüzlerini
çevirmek istemesin?
Daha bunlar gibi çok vezaif-i
nübüvvet var ki, herbiri bir burhan-ı kat’îdir ki, Ulûhiyet risaletsiz olamaz.
Şimdi, acaba âlemde Muhammed-i Arabî
Aleyhissalâtü Vesselâmdan beyan olunan evsâf ve vezaife daha ehil ve daha cami’
kim zuhur etmiş? Ve rütbe-i risalete ve vazife-i tebliğe ondan daha elyak, daha
evfak hiç zaman göstermiş midir?
Hayır, asla ve kat’a! Belki o, bütün
resullerin seyyididir, bütün enbiyanın imamıdır, bütün asfiyanın serveridir,
bütün mukarrebînin akrebidir, bütün mahlûkatın ekmelidir, bütün mürşidlerin
sultanıdır.
Evet, ehl-i tahkikatın ittifakıyla,
şakk-ı kamer ve parmaklarından su akması gibi bine bâliğ mucizâtından, had ve
hesaba gelmez delâil-i nübüvvetinden başka, Kur’ân-ı Azîmüşşan gibi bir bahr-i
hakaik ve kırk vech ile mucize olan mucize-i kübrâ, güneş gibi risaletini
göstermeye kâfidir. Başka risalelerde ve bilhassa Yirmi Beşinci Sözde Kur’ân’ın
kırka karib vücuh-u i’câzından bahsettiğimizden, burada kısa kesiyoruz….Onuncu
Söz
…Hem madem nev-i beşerde nübüvvet
vardır. Ve yüz binler zât, nübüvvet dâvâ edip mu’cize gösterenler gelip
geçmişler.Elbette, umumun fevkinde bir kat’iyetle, nübüvvet-i Ahmediye (a.s.m.)
sabittir. Çünkü, İsâ Aleyhisselâm ve Mûsâ Aleyhisselâm gibi umum resullere nebî
dedirten ve risaletlerine medar olan delâil ve evsaf ve vaziyetler ve
ümmetlerine karşı muameleler, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmda daha
ekmel, daha câmi bir surette mevcuttur.
Madem hükm-ü nübüvvetin illeti ve
sebebi, zât-ı Ahmedîde (a.s.m.) daha mükemmel mevcuttur. Elbette, hükm-ü
nübüvvet, umum enbiyadan daha vâzıh bir kat’iyetle ona sabittir…Mektubat
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
Ezelden ebede her türlü hamd,
Allah’a mahsustur. Onun varlığının vâcib olduğuna öyle bir zat delâlet eder, insanlara
Onun celâl ve cemal ve kemalinin sıfatlarını öyle bir zat ilân eder ve Onun
birliği bütün kâinatı kaplamış Vâhid ve kâinatı bir şehir gibi bir birlik
içinde yaratan Ferd ve Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde herşeyin
Kendisine ihtiyacını arzettiği Samed olduğuna öyle bir zat şahitlik eder ki, o
• bütün
kâinatın ve bütün peygamber ve evliyanın tasdikiyle doğrulanmış en doğru şâhit
ve bütün tahkik ehlinin tahkikleriyle teyit edilmiş konuşan delil,
• bütün
peygamber ve resullerin icmâ ve tasdik ve mucizelerinin sırrına mazhar olan
efendisi,
• bütün
evliya ve sıddıkların ittifak ve tahkik ve kerametlerini ihtiva eden imamı,
• daha
peygamber olmadan peygamber olacağını gösteren harika irhasat ve bâhir
mucizeler ve kesin ve açık deliller sahibi,
• zâtında
güzel hasletlerin en son mertebelerini, vazifesinde yüksek ahlâkı, şeriatında
en yüksek seciyeleri câmi,
• Kur’ân’ı
indiren celâl sahibi Zâtın başarılı kılması ve Kur’ân’ın i’câzı ve kendisine
Kur’ân inen zâtın ona kuvvetli imanı ve Kur’ân’ın muhatabı olan ümmetinin keşif
ve tahkiklerinin icmâıyla, Rabbânî vahyin mazharı,
• gayb
âlemini ve melekût âlemini seyir ve temâşâ eden,
• ruhları
müşahede ve meleklere refakat eden ve cin ve insanların mürşidi olan,
• yaratılış
ağacının en münevver meyvesi...
Hakkın siracı, hakikatin burhanı,
muhabbetin lisanı, rahmetin timsali, kâinat tılsımının keşfedicisi, yaratılış
muammasının halledicisi, Rububiyet saltanatının dellâlı,
• Kâinatın
Yaratıcısının, bu varlıkları yaratmasındaki gayesinin meydana çıkış sebebi,
• kâinatın
kemâlâtının meydana çıkış vasıtası,
• mânevî
şahsiyetinin yüksek işaretiyle, Kâinat Yaratıcısının bu kâinatı onu nazara
alarak yarattığı anlaşılan (öyle ki, Âlemin San’atkârı ona bakmış, onun ve
emsâlinin hürmetine bu âlemi yaratmış),
• düsturlarıyla,
iki dünya saadetinin düsturlarına bir fihriste olan din ve şeriat ve
İslâmiyetin sahibidir. Öyle ki, o din, âdetâ kâinat kitabından süzülmüş bir
fihriste, Kur’ân ise bu kâinat âyetlerini okumak için ona inmiş gibidir. Onun
getirdiği hak din şu vaziyetiyle, Kâinat Nâzımının nizamı olduğuna işaret eder.
Çünkü şu noksansız tam düzen içindeki kâinatın düzenleyicisi kim ise, bu en iyi
ve en güzel düzen olan dinin nâzımı da Odur.
Yer ve gökler var oldukça salâvâtın
en üstünü ve selâmetin en mükemmeli, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve
biz mü’minler topluluğunun imana yönlendiricisi olan Abdulmuttalib’in torunu ve
Abdullah’ın oğlu Muhammed’in (asm) üzerine olsun.
Bu vahdaniyet şahidi, kendisi bu
görünen âlemde iken, gayb âlemine dair herkesin gözü önünde öyle haberler verir
ki, hali ve tavrı, gayb âlemini bizzat gören bir kimsenin tavrıdır.
Evet, görülüyor ki, kendisi görür,
sonra da, asırların ve kıt’aların arkasından, en yüksek bir sesle insan
taifelerine seslenerek şahitlik eder.
Evet, geçmişin derelerinden
geleceğin tepelerine kadar bütün kuvvetiyle işitilen ses, onun sesidir…..Yirmi
Dokuzuncu Lem'a / Dördüncü Bab