“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
120 - *NEBİYY-İ AKDES* *(A.S.M)*
Anlamı: Kusur ve noksandan yüce,
mukaddes nebî, peygamber olan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.
“Size, kendi içinizden öyle bir
peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir. O size çok
düşkün, mü’minlere çok şefkatli, çok merhametlidir. Ey Peygamber, eğer senden
yüz çevirecek olurlarsa de ki: Allah bana yeter. Ondan başka ibadete lâyık hiçbir
ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur.” Tevbe Sûresi,
9:128-129.
…Evet, rivayet-i sahiha ile,
mahşerin dehşetinden herkes, hattâ enbiya dahi nefsî, nefsî dedikleri zaman, Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâm ümmetî, ümmetî diye refet ve şefkatini göstereceği gibi, yeni dünyaya geldiği zaman, ehl-i
keşfin tasdikiyle,
validesi onun münâcâtından ümmetî, ümmetî işitmiş. Hem bütün tarih-i hayatı ve neşrettiği şefkatkârâne mekârim-i ahlâk, kemâl-i şefkat ve refetini gösterdiği gibi, ümmetinin hadsiz salâvatına hadsiz ihtiyaç göstermekle, ümmetinin bütün saadetleriyle kemâl-i şefkatinden alâkadar olduğunu göstermekle hadsiz
bir şefkatini göstermiş.
İşte bu derece şefkatli ve
merhametli bir rehberin sünnet-i seniyyesine müraat etmemek ne derece nankörlük
ve vicdansızlık olduğunu kıyas eyle… Lem’alar
*Tıfl iken ol diler idi ümmetin,
Sen kocaldın, terk edersin sünnetin* .... (Süleyman Efendi R.H Mevlid-i Şerif)
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
Salavat-ı bînihaye, ol Server-i
Kâinat ve Fahr-i Âleme hediye olsun ki, âlem, envâ ve ecnâsıyla onun risaletine
şehadet ve mu’cizelerine delâlet ve hazine-i gaybdan getirdiği metâ-ı âlîye
dellâllık ediyor.
Güya âleme teşrif ettiğinden, herbir
nevi, kendi lisan-ı mahsusuyla alkışladığı gibi, Sultan-ı Ezel, zemin ve
âsumanın evtârını intak edip herbir tel başka lisanla mu’cizatının nağamatını
inşad etmekle, o sadâ-yı şirin bu kubbe-i minâda ilelebed tanîn-endaz etmiştir.
Güya âsuman, kendi mirac ve melek ve
kamerin elsine-i semaviyesiyle risaletini tebrik; ve zemin, kendi hacer ve
şecer ve hayvanın dilleriyle mu’cizelerine senâhân; ve cevv-i feza, kendi cin
ve bulutların işârâtıyla nübüvvetine beşaret ve sâyebân; ve zaman-ı mazi,
enbiya ve kütüp ve kâhinlerin rumuz ve telvihatıyla o şems-i hakikatin fecr-i
sadıkını göstererek müjdeci; ve zaman-ı hal, yani asr-ı saâdet, lisan-ı haliyle
tabiat-ı Araptaki inkılâb-ı azîmin ve bedeviyet-i sırftan medeniyet-i mahzânın
def’aten tevellüdünü şahit göstererek nübüvvetini ispat; ve zaman-ı müstakbel,
kendi vukuat ve fünununun etvar-ı müdakkikanesiyle onun mevkib-i ikbalini
istikbal ve lisan-ı hakîmâne ile irşadatına teşekkür; nev-i beşer kendi
muhakkikleri ile, bahusus hatîb-i beliği ki, şems gibi kendi kendine burhan
olan Muhammed’in (a.s.m.) lisan-ı fasihânesiyle haktan geldiğini ilân; ve Zât-ı
Zülcelâl kendi Kur’ân’ının lisan-ı beliğanesiyle ol Nebiyy-i Ümmînin ferman-ı
risaletini kıraat ediyorlar ve okuyorlar…
……Hangi kuvvet vardır ki, bu icmâın
hükmünü reddetsin? Kimin haddi var, şu ittifaka karşı muhalefet etsin? Hangi
şüphe var ki, tevatür-ü mevcudata karşı dayanabilsin? Şuâât
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
“De ki: Vazifem karşılığında sizden
bir ücret istemiyorum. Sizden istediğim, ancak akrabaya sevgi ve Ehl-i Beytime
muhabbettir.” Şûrâ Sûresi, 42:23.