“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
58 -*MUALLİM-İ UKÛL* *(A.S.M)*
Anlamı: Şuur sahiplerine, dinin esaslarını,
imanın hakikatlerini, Allah’ın marziyatını, imtihanın inceliklerini, tevhidi, nübüvveti,
haşri, adaleti, hidayetin iktiza ettiği şeyleri, Kur’an’ı Ta'lim eden, öğreten Hz.
Muhammed A.S.M
… İşte, bak: Şu cezire-i vâsiada vahşî ve âdetlerine mutaassıp ve
inatçı muhtelif akvâmı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyânelerini
def’aten kal’ ve ref’ ederek, bütün ahlâk-ı hasene ile teçhiz edip bütün âleme
muallim ve medenî ümeme üstad eyledi. Bak, değil zahirî bir tasallut, belki
akılları, ruhları, kalbleri, nefisleri fetih ve teshir ediyor. Mahbub-u kulûb,
muallim-i ukûl, mürebbi-i nüfus, sultan-ı ervah oldu….Sözler
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
…Madem her insan cüz’iyetten ve
süfliyetten tecerrüd edip en yüksek bir makam-ı küllîye çıkamıyor, o Hâkimin
küllî hitabına bizzat muhatap olamıyor. Elbette, o insanlar içinde bazı efrad-ı
mahsusa, o vazifeyle muvazzaf olacaklar, tâ iki cihetle münasebeti bulunsun:
hem insan olmalı, tâ insanlara muallim olsun; hem ruhen gayet ulvî olmalı ki,
tâ doğrudan doğruya hitaba mazhar olsun….Sözler
… Hâlıkımız, bize en büyük muallim
ve en mükemmel üstad ve şaşırmaz ve şaşırtmaz en doğru rehber olarak Muhammed-i
Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmı tayin etmiş ve en son elçi olarak göndermiş…
Şualar
… evlâd-ı beşerin sinn-i tekemmül ve
kühûlette ( olgunluk çağında) olan üstadı ve medrese-i Ceziretü’l-Arapta
menba-ı ulûm-u âliye ve muallimi olan zât-ı Muhammed A.S.M…………….. Muhakemat
…. Ve hâkezâ, bu misaller gibi,
ekser Esmâ-i Hüsnânın herbiri, risalet-i Ahmediyeye (a.s.m.) birer parlak
burhandır.
Elhasıl, madem kâinat mevcuttur ve
inkâr edilmiyor. Elbette kâinatın renkleri, ziynetleri, ışıkları, ziyaları,
san’atları, hayatları, rabıtaları hükmünde olan hikmet, inâyet, rahmet, cemal,
nizam, mizan, ziynet gibi meşhud hakikatler, hiçbir cihetle inkâr edilmez.
Madem bu sıfatların, fiillerin
inkârı mümkün değildir. Elbette o sıfatların mevsufu ve o fiillerin fâili ve o
ziyaların güneşi olan Zât-ı Vâcibü’l-Vücud, Hakîm, Kerîm, Rahîm, Cemîl, Hakem,
Adl dahi hiçbir cihetle inkâr edilmez ve inkârı kabil olmaz.
Ve elbette o sıfatların ve o
fiillerin medar-ı zuhurları, belki medar-ı kemalleri, belki medar-ı
tahakkukları olan rehber-i ekber, muallim-i ekmel ve dellâl-ı âzam ve tılsım-ı
kâinatın keşşafı ve âyine-i Samedânî ve Habib-i Rahmânî olan Muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâmın risaleti hiçbir cihetle inkâr edilmez.
Âlem-i hakikatin ve hakikat-i
kâinatın ziyaları gibi, bunun risaleti dahi, kâinatın en parlak bir ziyasıdır.
*Günlerin âşireleri ve mahlûkatın
zerreleri sayısınca ona ve âl ve ashabına salât ve selâm olsun*...Lem’alar
…………Hem mümkün olur mu ki, bu
kâinatı bütün esmâsının kemâlâtını ifade eden masnuatla tezyin ederek seyir
için garip ve ince san’atlarla süslenilmiş bir saraya benzetsin de, rehber bir
muallim tayin etmesin?
Hem hiç mümkün olur mu ki, bu
kâinatın Sahibi, şu kâinatın tahavvülâtındaki maksat ve gaye ne olacağını
müş’ir tılsım-ı muğlâkını, hem mevcudatın “Nereden? Nereye? Necisin?” üç sual-i
müşkülün muammasını bir elçi vasıtasıyla açtırmasın?
Hem hiç mümkün olur mu ki, bu güzel
masnuat ile kendini zîşuura tanıttıran ve kıymetli nimetler ile kendini
sevdiren Sâni-i Zülcelâl, onun mukabilinde zîşuurdan marziyatı ve arzuları ne
olduğunu bir elçi vasıtasıyla bildirmesin?
Hem hiç mümkün olur mu ki, nev-i
insanı şuurca kesrete müptelâ, istidatça ubûdiyet-i külliyeye müheyya suretinde
yaratıp, muallim bir rehber vasıtasıyla onları kesretten vahdete yüzlerini
çevirmek istemesin?
Daha bunlar gibi çok vezaif-i
nübüvvet var ki, herbiri bir burhan-ı kat’îdir ki, Ulûhiyet risaletsiz olamaz.
Şimdi, acaba âlemde muhammed-i Arabî
Aleyhissalâtü Vesselâmdan beyan olunan evsâf ve vezaife daha ehil ve daha cami’
kim zuhur etmiş? Ve rütbe-i risalete ve vazife-i tebliğe ondan daha elyak, daha
evfak hiç zaman göstermiş midir?
Hayır, asla ve kat’a! Belki o, bütün
resullerin seyyididir, bütün enbiyanın imamıdır, bütün asfiyanın serveridir,
bütün mukarrebînin akrebidir, bütün mahlûkatın ekmelidir, bütün mürşidlerin sultanıdır….
Onuncu Söz / Mukaddime
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
…asrımıza ve yaralarımıza baktıkça,
bütün gün ruhum çırpınmakta iken, “Acaba bu karma karışık zamanda, benim gibi
böyle mânevî yaralı gençler, o Mahkeme-i Kübrâda, Cenâb-ı Vâcibü’l-Vücud ve
Tekaddes Hazretlerinin huzurunda ve Peygamberimiz muhammed Mustafa
Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizden nasıl şefaat dileyebilirler?” diyerek,
bütün gün ruhum ağlardı. Madem muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma, binlerce maddî
ve mânevî yaralılar, dilsizler, nüzûl olmuş, bütün kalbi kararmış, imanı yok
bedevî adamlar, muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın yanına vardığında, bir saat,
birgün sohbet-i Nebevîde bulunur; sonra kavim ve kabilelerine rehber ve muallim
olarak döndüler. Ve madem kıyamete kadar bâki bıraktığı Kur’ân ve Kur’ân’ın
tayin etmiş olduğu mânevî doktorlar, kıyamete kadar gelecek mü’minlere maddî ve
mânevî doktorluk vazifesini görecekler…………………………….. Bu asrın mânevî doktoru ve ilâçları ise, Kur’ân’dan
tereşşuh eden Risaleti’n-Nur ve Mektubatü’n-Nur’dur. Onlara sıkı sarılalım.”
Âciz talebeniz
Ali Ulvi