Birçok içsel çöküntü, istikrarsızlık ve kararsızlığın ana sebebi vehim ve zan temelli olan Şüphedir.
Bir insanın şüpheli olduğu durumdan çıkıp bir tercih
oluşturması kolay bir şey değildir.
İlim şüpheyi geçici olarak kullanırken, bir veya birden fazla
vesile ile düşünce merkezi bozulmuş birçok insan için ise bir saplantı nedenidir.
Şüphenin haddi aşması psikolojik bir çok rahatsızlığa sebep
olmakla birlikte, mizaç sahibine açtığı en derin yaraların başında:
Zihni faaliyetlerin karışıklığı,tereddüt,yorgunluğa sebep
olacağı düşüncesi ortaya çıkan şeylere karşı nefret, yetmezlik gibi sancılı
durumlar gelmektedir.
Yani şüphenin hakikatin tespiti adına yaptığı hareketin, muvakkat , çok yönlü , çelişkisiz ispatlanan ve doğrunun ortaya çıkışı ile
bir delile dönen yönünün dışında kalan kısmı bir mizaç hastalığı demektir.
Bu hasbihalimizde şüphenin, benzemek ve benzerlik sebebiyle
başka şeyle karışmak, belirsizlik, karışıklık ve kuşku.. konu veya
durumla ilgili kesin bilgi ve kanaate varamamaktan doğan tereddüt ve kararsızlık..
sabit olmadığı halde sabite benzeyen veya hakikat olmadığı halde hakikate
benzeyen şekler, zanlar, vehimler ,çatışmalar, hüküm boyutu, hukuk boyutu gibi
geniş anlamlarının açılımlarından söz etmeyeceğiz.
Bizim ele alacağımız konu; şüphenin mizaç üzerinde hastalığa
sebep olan baskı tarafıdır. Bu baskı içinde ise başlık olarak “düşünmeye sebep
olacak ve böylelikle yorgunluk verecek konulardan nefret etme ve kaçış” hususunu
değerlendireceğiz.
İnsan genel itibariyle tembellik meyli kuvvetli olan bir
varlıktır. Sınıflar arasındaki basamakları irdelediğimizde, üretken olan
insanların konumu ile tembel olan insanların konumları arasındaki maddi manevi
derin fark hemen göze çarpar. Büyük bir şikayetçi kitlesi ile durumlarını korumak ve sürdürülebilirliği
sağlamak için gereğini yapma azminde olanlar fark edilir.
Tüketiciler her zaman üreticilerden fazladır.
Tüketici olan insanların sürekli kayıplar içinde olması,
Asli ihtiyaçlarını idrak edememesi,
Sürekli mazeret sahibi olması,
Eleştirel bir zaviyede kalması,
Ne kendisi ne çevresi için bir fayda üretecek iradeye sahip olamaması içine düştüğü şüphe bataklığının derinliğini gösterir.
Bu yoğunluğun davranış psikoloji karşılığı ; şüpheden doğan bir inat tutamacına fikrini bağlayıp, tefekkür, iz'an, mütalaa, muhakeme, teveccüh, tevazu, talep ve edep gibi itminan alt yapısı için gerekli olan keyfiyetten bütünsel bir kaçıştır.
Oysa mücahedesiz kolay elde edilen şeylerin gerçek varlık karşılığı yoktur.
Böylelikle İddia edilen şeyin ademi olmasındaki kolaylık ile inkar
edilen şeyin ispatlık yükü mübadele edilmiş olur.
Ademi kabul olarak adlandırabileceğimiz tavırla elde ettiklerini düşündükleri, hüküm ve dava gibi görünen şeylerin aslı, yorucu ve emek
isteyen şeylerden kaçıp, hazır ve kolay olan, bir bağ ve efor gerektirmeyen başka bir iddianın
altına girmektir.
Yani üretici olamayanların kendi içtihatları ,dava ve ispatları yoktur. Kendi ataletlerine yardım edecek her şeyin kuryeliğini yapmakla sorumluluktan firar ederler.
Çünkü tüm vücudi
olan şeylerin: bilmek, anlamak, şahit olup kabul etmek ve insaf gibi bir silsilesi vardır.
Oysa hastalıklı bir mizacı kemiren şüphe ise; ver kurtul tavrı
ile duruma hâkim olur.
Basitleştir, şüphelen, inkâr et ve kaç……….
Acı olan bu döngünün oluşturduğu baskının ,sahibini zihni felce
uğratana kadar devam edecek olmasıdır.
Tükenmiş olmaktan bile şüphe duyacağı için kendi ölümünü fark
edemeyecek ve eriyip yok olmaya doğru akıp gidecektir.
Yukarıda geçen bir satırda değinildiği gibi, haddi aşan bir şüphe,
çözümü imkânsız bir kaos içine girmiş demektir. Küçük adımlarla başlayan
tereddütler öyle bir boyuta gelir ki; sonradan yaratılan bir insan, kendisine
verileni sınırsız zannetme şüphesine düşerek, kendisine teklif getirmesini kabullenemediği ilahı hakkında bile itikad budaması yapmaya başlar.
İlmi,
Kaderi,
Peygamberi..... hülasa ona ait olan ve keyfiyeti onun tarafından belirlenmiş şeyleri, basitlik ve noksanlıkla
tanımlanan her şeye yapışır. Çünkü zayıflık çelişkisi ,ancak sürekli oyalayıcılığı olan ve hakkında devamlı konuşulup bir karara bağlanamayan karanlığın gölge oyunları ile avunabilir.
Hadis (yaratılan) olanın
muhdisi (yaratanı) hakkında ağzına geleni söz söyleyebilmesi…
Onun ahkamını koyduğu ,tarifini getirdiği, önem tespiti ile irade edip dikkat çektiği ,bir değil milyonlarca musaddıkı olan bir hakikat bütününe karşı, yüzüne gözüne bulaştırdığı şüphe karası ile aralıksız zehir solunması...ne gariptir.
İmhal ve mühletin sessizliği beka kapısında konuşmaya başladığında ihtimaldir ki ilk kuracağı cümle :
Kendi kıyametin için ne hazırladın? olacaktır.
İnsan kendi ömür müddeti ile tanzim edilmiş hayat safha ve sayfalarından mürekkep kendi kitabını yazan şahit ve müşahit bir kalemdir…ve mutlaka kendi kitabını okumakla karşı karşıya kalacaktır.
Öyle ise kendisi hakkında ki bütün şüpheler Allah C.C tarafından ortadan kaldırılan:
ve :
“(Ey Rasûlüm!) Şüphesiz ki Sen, yüce bir ahlâk üzeresin!”
(el-Kalem, 4)
“(Ey mü’minler!) And olsun ki Rasûlullâh’ta sizin için,
Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh’ı çok zikredenler için bir
«üsve-i hasene» (iktidâya şâyan en güzel bir örnek) vardır.” (el-Ahzâb, 21)
“Şüphesiz ki Allâh ve melekleri, Peygamber’e (çokça) salât
ederler. Ey mü’minler! Siz de O’na salevât getirin ve tam bir teslîmiyetle
selâm verin!” (el-Ahzâb, 56)
“…Rasûl size ne verdiyse onu alın! Size neyi yasakladıysa
ondan da kaçının ve Allâh’tan korkun! Çünkü Allâh’ın azâbı şiddetlidir.”
(el-Haşr, 7)
“Ey îmân edenler! Allâh’a itâat edin ve Peygamber’e itâat
edin ki amellerinizi boşa çıkarmayın!” (Muhammed, 33)
“Kim Allâh’a ve Rasûl’e itâat ederse, işte onlar, Allâh’ın
kendilerine nîmet verdiği peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sâlihlerle
berâberdir. Onlar ne güzel dost(lar)dır.” (en-Nisâ, 69)
“Onlar bilmiyorlar mı ki, kim Allâh’a ve Rasûlü’ne karşı
koymaya kalkarsa, ona, içinde sürekli kalacağı cehennem ateşi vardır! İşte
büyük rezillik budur.” (et-Tevbe, 63)
“(Rasûlüm!) Biz Sen’i ancak âlemlere rahmet olarak
gönderdik.” (el-Enbiyâ, 107)
“And olsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki,
sizin sıkıntıya uğramanız O’na çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere
karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (et-Tevbe, 128)
“(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyunuz ki
Allâh da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allâh son derece bağışlayıcı
ve esirgeyicidir.” (Âl-i İmrân, 31)
“De ki: Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Eğer yüz
çevirirlerse bilsinler ki Allâh kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmrân, 32)
“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir.
Fakat o, Allâh’ın Rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allâh her şeyi
hakkıyla bilendir.” (el-Ahzâb, 40)
“Îmân edip sâlih amel işleyenlerin, Rableri tarafından hak
olarak Muhammed’e indirilene inananların günahlarını Allâh örtmüş ve hâllerini
düzeltmiştir.” (Muhammed, 2).................ifadeleri ile nübüvveti,şahsiyeti,sıdk ve hakkaniyeti desteklenen bu zat-ı nuraninin söylediği ile amel etmek kaçınılmaz bir hakikattir. O, A.S.M der:
“Şüpheliyi bırak, şüphe vermeyene bak.
Zira gönül, (sözde ve iş de) doğrudan huzur, yalandan kuşku duyar” Hz Muhammed
A.S.M
Evet dostlar:
Hayat ancak hayatın sahibine göre yaşanır.
İstikamet ve doğruluk onun gösterdiği izi takip etmekle mümkündür.
Rağmen diye bir hayat olması mümkün değildir.
Yaşantımızda kucağımızda bulduğumuz şeyler bize yaşam kalitemizin ne olduğu hakkında net bilgi verir.
Mutsuzluk, çelişki, çatışma İslâm dini ile son bulmuş ve kelam noktasında bağlanmıştır. Muğlak bir şey kalmamıştır. Bu asrın sahiline gelen her kargaşa ve sual keşmekeşi şüphelendirme ve şüphelenme handikabı ile ortaya çıkmıştır.
Düşmanımız ve düşmanlarımız çoktur.
Ahmaklık çok boyutlu bir zindandır.
Aymak ve aydınlanmak ancak acz ile iftikar ve dua ile elde edilen bir şeydir.
İnat,öfke,nefret,nifak,bozgunculuk,terddüt,tenkid,gıybet,zulm,iftira,şek,şüphe,zan gibi gayri islami ve insani haller ile bu nur membaından bir damla su içmek mümkün değildir.
İnsan muhabbet üzerine terkip edilmiş bir hasiyete sahiptir.
Bu fıtratın su-i istimali, adavet hücrelerini kanser hücreleri gibi tüm asaba yayar. Şüphe metastazı ile tüm kabiliyet kuşanır ve manevi ölüm gerçekleşir.
............Bu fakir Said, Eski Said'den çıkmaya çalıştığı bir zamanda,
rehbersizlikten ve nefs-i emmarenin gururundan gayet müdhiş ve manevî bir
fırtına içinde akıl ve kalbim hakaik içerisinde yuvarlandılar. Kâh süreyyadan
seraya, kâh seradan süreyyaya kadar bir sukut ve suud içerisinde
çalkanıyorlardı.
İşte o zaman müşahede ettim ki: Sünnet-i Seniyenin
mes'eleleri, hattâ küçük âdâbları, gemilerde hatt-ı hareketi gösteren
kıblenameli birer pusula gibi, hadsiz zararlı, zulümatlı yollar içinde birer
düğme hükmünde görüyordum.
Hem o seyahat-ı ruhiyede çok tazyikat altında gayet
ağır yükler yüklenmiş bir vaziyette kendimi gördüğüm zamanda, Sünnet-i
Seniyenin o vaziyete temas eden mes'elelerine ittiba ettikçe, benim bütün
ağırlıklarımı alıyor gibi bir hıffet buluyordum.
Bir teslimiyetle
tereddüdlerden ve vesveselerden, yani "Acaba böyle hareket hak mıdır,
maslahat mıdır?" diye endişelerden kurtuluyordum.
Ne vakit elimi
çektiysem, bakıyordum: Tazyikat çok. Nereye gittikleri anlaşılmayan çok yollar
var. Yük ağır, ben de gayet âcizim. Nazarım da kısa, yol da zulümatlı. Ne vakit
Sünnete yapışsam; yol aydınlaşıyor, selâmetli yol görünüyor, yük hafifleşiyor,
tazyikat kalkıyor gibi bir halet hissediyordum……………………
Hazreti Muhammed A.S.M …………………âlem-i İslâmiyetin ve
kemalâtının şehadetiyle ve mübelliğ ve tercüman olduğu Kur'an-ı Hakîm'in
hakaikının tasdikiyle, en mükemmel bir insan-ı kâmil ve bir mürşid-i ekmeldir.
Ve madem semere-i ittibaıyla milyonlar ehl-i kemal, meratib-i kemalâtta terakki
edip saadet-i dâreyne vâsıl olmuşlardır.
Elbette o zâtın sünneti, harekâtı,
iktida edilecek en güzel nümunelerdir ve takib edilecek en sağlam rehberlerdir
ve düstur ittihaz edilecek en muhkem kanunlardır.
Bahtiyar odur ki, bu ittiba-ı
Sünnette hissesi ziyade ola. Sünnete ittiba etmeyen, tenbellik eder ise,
hasaret-i azîme; ehemmiyetsiz görür ise, cinayet-i azîme; tekzibini işmam eden
tenkid ise, dalalet-i azîmedir….. Bediüzzaman Said Nursî / Risale-i Nur Külliyatı Lem’alar
Vesselam