19.5.20

19.05.2020 Ramazan / Kadir Gecesi .. Hayırlı Kandiller


Allah bize ve umum ümmeti merhume-i Muhammed'e a.s.m ..
Hakla batılı tefrik için hidayet,
Aklın istikameti olan iyi ve kötüyü ayıracak inkişaf ..
Aleyhimize olanı lehimizde zannetme gafletine feraset..
Ihtiyar ettiğimiz hakikati yapma ve tamamlama irademize ikmal ve kuvvet..
Fıtri ve Ahd-i taahhütlerimizi ifaya dikkat ve muvaffakiyet versin…
Heva-i nefsin huzuzat tiryakiliği ve hırsından,mugalaya mehaz olan  tevilinden,
İnfiradi menfaati nazara olan düşkünlükten,
Haddini bilmemekten,
Layık olmadığını istemekten,
Hak etmediğini hak etmiş gibi hallere girmekten,
Kuyu dibinde iken kendini minare tepesinde görme vehimlerinden,
Mülkünde ki memlukiyeti, nisyan ile malik zannındaki zimmetten necat ihsan etsin…
Hadsiz şefkati ile maddi manevi hastalıklarımıza şifa lutfeylesin...
İntibahtan ve insaftan gabilerin, sırat-ı müstakimden hulul ile azc ve fakrından âmâ olanların başı üstünde dolanan tedip ve ceza kılıcının ürperten ışıltısından,
Fark edilmeyen ve ısrar edilen hatalardan ,
Batıl itikad ve menhus istidraçlardan doğan ve sadrımıza oturan sıkıntı ve kararsızlıklardan ,
Bir türlü hakikati olan sürur ile kalbimize gelip yerleşmeyen, çeşitli yeisler ve esbapları ile tazip edici  mutsuzluklara inkılap  eden duygu ve düşüncelerden  kurtuluş yolları açsın...
Yaratılışımızda ki âli maksada, imanımıza ve dinimize ihanetten halas kılsın...
Kusurlarını gösterip tövbe-i Nasuh nasip ettiği muhibbiler hürmetine kusurlarımız ve günahlarımızdan vaz geçmeyi, bir daha geri dönmemeyi inayet buyursun....
Cümle sevdiklerine Selam olsun...
Bizide o zümreyi saadete idhaliyet ile şereflendirsin...Âmîn

.

12.4.20

Nezafet..

Alman âlimlerinden ve müsteşriklerinden Jochahim Du Rulph (Yoahim Dü Raf) Kur'anın sıhhate verdiği ehemmiyetten bahsederken şu sözleri söylüyor:

İslâmiyetin şimdiye kadar Avrupa muharrirlerinden hiçbirinin nazar-ı dikkatini celbetmeyen bir safhasını bahis mevzuu etmek istiyorum.

İslâmiyetin bu safhası, onun sıhhatı muhafaza için vukubulan emirleridir.

Evvelâ şunu itiraf etmek lâzımdır:

Kur'an, bu nokta-i nazardan bütün dinî kitablara faiktir.

Kur'anın tarif ettiği basit fakat mükemmel sıhhî kaideleri nazar-ı dikkate alırsak; bu mukaddes kitab sayesinde bütün dünyanın bazı kısımlarıyla, haşerat mahşeri olan Asya'nın, müdhiş bir tehlike olmaktan kurtulduğunu görürüz.

Müslümanlık nezafeti, temizliği, nezaheti bütün sâliklerine farz etmekle, birçok tahribkâr mikropları imha etmiştir.

JOCHAHİM

İşârât-ül İ'caz

Arama Sonuçları

Web sonuçları


20.12.19

HAYAT;









8.11.19

4 / 1 Hasbihal...


·      ....................... Ancak insan bu bir bakışta anlaşılması kolaylık olan iradenin karşısında ayak diredi..çünkü kavrama teklifinde sunulan suhulet ,ona BEN yatırımı yapmıyordu. Beş şart altı esasla çevrilen çeperin âdemin egosunu burnunu sürtmekten başka bir işe yaramadığı aşikardı.

Oysa şu dimağda olan kargaşa, zihindeki curcuna, her şeye bir kulp takan cerbeze, savlar arasındaki itiş kakış daha çekiciydi.

Güya bu  akılcıl divanelik, sümüklü beşerin fikir babalarını  aristokratik   bir seviyeye taşıyacak, tâbi kölelerin hikayelerle beyinlerinin sömürülmesiyle de hayatlarını devam edecekti…Öyle de oldu…. İnsan kendini bu kaos içerisinde daha iyi hissetti…. varlık aynasındaki yaratış prospektüsünde okuduğu hilkat yazılarını zimmetine geçirdi….Haris elini yıldızlara uzattı, galaksiler arasında at koşturdu, cennetten bir bidon su alıp, cehennemim ateşini söndürdü……..Eline geçirdiği İKRA yazıtlarını harabeye çevirdi…….sor bi niye ???? Çünkü ;…evet, evren önünde ki kahve net diğeri fulü tüm müştemilatıyla bir planlayıcı ve yaratıcı meşietin eseriydi..fakat o meşiet hiç bir şey karışmıyor, İNSAN DENİLEN SIRRIN iradesine işini bırakmıştı……………… Bu  adı olan Abdullah’ı kaybetmiş azgın özgürlüğün sapkın yorumundan doğan gayri meşru ihtilal beslemeleri kendilerini ortaya atıp ilahlıklarını ilan ediyor ve her şeye küçük küçük tanrılıklar vererek, -siz kendinizin idarecisi ve sahibisiniz- mavalını düğümlüyor, sihir yaparak boyunlarına muskalarını  asıyordu………………………..

Bu yağmanın kanı herkesin üzerine sıçradı….Tabiat bundan payını aldı…ceylan yavrularını parçalayan Aslan da……bir kısım kendi kendine kutsiler de hisselerini istediler…vs ıslah ediciler tasrih işine giriştiler…..Konuştular…konuştular….konuştular……

O ise ;Heybemize beş şartın küskünlüğünü, altı esasın ardını dönük resmini, ve kendi suskunluğu ile susmuş nicelerinin sessizliğini bıraktı………….

Ve her şeyle yabancılaştık. Kendi varlığımızı hayale sardık..ama ayaklarımız dışarıda kaldı…..Bir türlü gözümüze gelmeyen baharlar toplayıp çoluk çocuğu olan çiçeklerini ve dirilişini ülfet perdesi ile gözümüzden nikaplandı….O kadar takdir ettik ki yapmadığımız şeyleri, yapabileceklerimiz gözümüze gelmedi…..Koskoca bir yaz geçti önümüzden sırtında küfesi, içinde binler çeşit meyvesi ile dudak bükümü bir besmele alamadı…..dürülüp dürülüp açıldı ve saçıldı üzerimize gece gündüz de alışkanlığın ölü toprağı kılımızı bile kımıldatamadı…..Her nefesle bir HAY geldi bir HU’ya gitti de bir iç çekemedik…..

Sonra başımızı gerçeğe çarptık…beynimize tünemiş mal-i hülya kuşları havalandı…..aklımız çıplak kaldı…o kadar üşüdü ki..ellerini kalbimizin içine uzattığında kalbimizde zemherir bir mevsim başlamıştı…….Hiç bir şeyin dilini bilmediğimizi anladığımızda şüphe Mieszko'nun Mızrağı böğrümüze saplandı……hayat boyu elde ettiğimiz varidatımız bitkisel hayata girmemize mani olacak can suyunu ruhumuza emziremedi …

Şimdi içimizde ve fikrimizde biriktirdiğimiz tortuları tahliye edip, temiz bir dolaşım sistemi ile yakabildiğimiz kadar ben’ii yakıp, neyi susturduysak hepsiyle  tokalaşıp …………… yeni şeyler söylemek lazım………………

Mesela : 

Hoş geldin, sefa geldin ey sabah ve ey yeni gün! Merha-ba ey mutlu gün! Ve merhaba ey kâtip ve şahit melek! Şu söy-lediklerimizi bizim için yaz:

Ezelden ebede kadar varlıkların halleriyle ve dilleriyle yaptıkları sonsuz hamdler, şükürler ve övgüler yalnız Kendisine ait olan Hamîd; her şeyin üstünde sonsuz derece bir şeref sahibi ve sonsuz takdis ve övgülere lâyık olan Mecîd; dilediğini dilediği şekilde yükselten, yücelten ve herkese lâyık olduğu rütbeyi ve mertebeyi veren Refî’; yarattığı varlıkları çok seven ve onlara da Kendisini her vesileyle sevdiren Vedûd; bütün sıfat, isim ve fiilleriyle her şeyi kuşatan Muhît; mahlûkatı hakkında dilediğini yapan Fa’âl Allah’ın adıyla.

O kuluna şah damarından daha yakındır.

Allah’a îman etmiş, Ona kavuşmaya inanmış ve delillerini kabul etmiş, Allah’ın ulûhiyeti dışında başka ilâhları inkâr etmiş ve Allah’a tevekkül etmiş olarak sabahladık.

Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini, Arşını taşıyan meleklerini şâhid tutuyoruz ki: O bütün mükemmel sıfatlara sahip ve noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah’tır. Kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur, O tektir. Onun ortağı yoktur. Ve yine şahadet ediyoruz ki: Muhammed (a.s.m.) Onun kulu ve Resulüdür. Cennet haktır. Cehennem haktır. Kevser Havuzu haktır. Şefaat haktır. Kabirde sorguya çeken Münker ve Nekir melekleri haktır. Allah’ın verdiği söz haktır. Muhakkak Kıyamet Günü gelecektir ve bunda hiçbir şüphe yoktur. Allah, kabirde yatanları da diriltecektir. İşte biz bu inançla yaşıyor, bu inançla öleceğiz, bu inançla yarın diriltileceğiz ve azap da görmeyeceğiz, inşaallahu teâlâ. 

Evrad-ı Kudisye

9.9.19

Muhasebe ...

..........Ebu Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

*Ben sizin görmediğinizi görür, işitmediğinizi işitirim*.

*Nitekim sema uğuldadı, uğuldamak da ona hak oldu.* (Uğuldama; Meleklerin kesretli ve tesbihatı manasıyla)

*Semada dört parmak sığacak kadar boş bir yer yoktur,her tarafta Allah'a secde için alnını koymuş bir melek vardır.*

*Allah'a yemin olsun, benim bildiğimi siz bilse idiniz az güler, çok ağlardınız, yataklarda kadınlarla telezzüz etmezdiniz, yollara, çöllere dökülür,(belanızı defetmesi için) Allah'a yalvar yakar olurdunuz.*

[Ebu Zerr (radıyallâhu anh) ilâve etti:] *Keşke sökülen bir ağaç olsaydım.*

[Tirmizî, Zühd 9, (2313); İbnu Mâce, Zühd 19, (4190).]


"Nev-i beşerin en büyük meselesi Cehennemden kurtulmaktır.” Bediüzzaman

iki denizin karışmaması ile ilgili görsel sonucu

..........Saîd b. Abd’ul-Aziz, Rabîa b. Yezîd’den, o da Ebi İdris el-Havlâni’den, o da Ebu Zerr Cündüb b. Cünâde’den (r.a), o da Nebi’nin (sav) Allah Teâlâ’dan yaptığı rivâyette ( Hadis-i Kudsî) şöyle buyurduğunu bildirmiştir:

“Ey kullarım! Şüphesiz Ben zulmü kendime haram kıldığım gibi, onu aranızda da haram kıldım. O halde birbirinize zulmetmeyiniz.

Ey kullarım! Benim hidâyet ettiğim kimseler hariç, hepiniz yolunuzu sapıtmışsınız. O halde Ben’den hidâyet isteyin ki, sizi doğru yola ileteyim.

Ey kullarım! Benim doyurduklarımdan başka hepiniz açsınız. Ben’den rızık isteyin ki sizi yedireyim.

Ey kullarım! Giydirdiklerim dışında hepiniz çıplaksınız. O halde Ben’den giyecek isteyin ki, sizi giydireyim.

Ey kullarım! Sizler gece-gündüz günah işlersiniz. Ben de günahların tamamını affederim. Bu sebeple, Benden bağışlanmanızı isteyin ki, size mağfiret edeyim.

Ey kullarım! Hiçbir zaman, Bana zarar vermeye gücünüz yetmez ki, veresiniz. Bana fayda verecek hale ulaşamazsınız ki, Bana faydanız dokunabilsin.

Ey kullarım! Sizden öncekiler ve sonrakiler, ins ve cinniniz, içinizden muttakî bir adamın kalbinin en iyi hâli üzere onun kalbi gibi olsa, bu durum Benim mülkümde en küçük bir şey artırmaz.

Ey kullarım, sizden öncekiler ve sonrakiler, ins ve cinniniz, bir alanda toplansalar, sonra Ben’den dileklerini isteseler, mahlûkatın tamamına istediklerini versem, bu, Benim katımdaki hazineyi ancak, iğnenin denize sokulup çıkartıldığında, denizden eksilttiği kadar eksiltebilir.

Ey kullarım, sizden öncekiler ve sonrakiler, ins ve cinniniz, içinizden en kötü bir adamın kalbinin bulunduğu en kötü niyyeti üzere toplansa, bu durum benim mülkümden bir şey eksiltmez.

Ey kullarım, sizin amellerinizi adınıza zabteder, onların karşılığını eksiksiz size veririm. O halde kim hayır bulursa hemen Allah’a hamdetsin. Kim de kötülükle karşılaşırsa kendi nefsini kınasın.”

Saîd der ki: “Ebu İdris bu hadisi rivayet ederken diz üstü çökerdi”. Müslim: 2577. R. Salihîn: 1/111.)


.

7.7.19

???

Ä°lgili resim
Güzel gören, güzel düşünür.
Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.

A person who sees the good in things has good thoughts. And he who has good thoughts receives pleasure from life.

12.5.19

Tekellüf

...." Hem Üstadımız, tekellüf ( Gösterişe kapılmak. Özenmek. Yapmacık hal ve hareket)
ve taazzumdan (kibir, büyüklenmekten) aslâ hoşlanmaz ve talebelerinin dahi tekellüf kaydından âzade olmalarını emreder.

Ve buyururlar ki;

Tekellüf, şer'an ve hikmeten fenadır; çünki tekellüf sevdası, insanı hadd-i marufu (İslâm'ın kabul ettiği sınırı) tecavüze sevkeder.

Mütekellif olanlar,(tekeffüle kapılanlar) bazan hodbinane (bencilce) bir tezahür (görünme) ve tefahur (kendiyle övünme) tavrı ve muvakkat soğuk bir riyakâr vaziyeti takınmaktan kurtulmaz.

Halbuki bunların ikisi de ihlası (Allah için samimi olmayı,o emrettiği için yapılması gerekenleri yapma gayesini,onun rızasını kazanmak için titiz ve dikkatli olmak hassasiyetini) zedeler. "

..................

Yani medar-ı necat ( kurtulma sebebi) ve halâs (kurtuluş), yalnız ihlastır.

...

Allahım! İhlâs Sûresinin hakkı için, bizi ihlâs sahibi olan ve ihlâsa eriştirilen kullarından eyle. Âmin, âmin.

Lem'alar

20.4.19

Lemeât Tefekkürü

Dinle, havadaki demdeme, kuşlardaki civcive, yağmurdaki zemzeme, denizdeki gamgama, ra’dlardaki rakraka, taşlardaki tıktıka birer mânidar nevaz.

Havada ki yüksek sesleri ,kuşların cıvıldaşmalarını, yağmurun çıkardığı ezgiyi, denizlerin dalgalarındaki haykırışı,gökgürültüsünde kayaların yuvarlanışı gibi çıkan uğultuyu, taşların bir birine çarpmasıyla çıkan ,anlamlı tatlı, ahenkli sesleri dinle……………..

Terennümât-ı hava, naarât-ı ra’diye, nağamât-ı emvac, birer zikr-i azamet. Yağmurun hezecâtı, kuşların seceâtı birer tesbih-i rahmet, hakikate bir mecaz.

O havanın çıkardığı huzur veren fısıltılar, gök gürültüsü denilen o semadan işitilen yüksek sesler, dalgaların hareketinden çıkan nağmeler, hoş sesler, büyük bir zikirdir.Yağmurun ölçülü nağmeleri,kuşların ritimli ötüşleri birer rahmet tesbihi olup,kendi görünen anlamı dışında onları dile getiren bir hakikati ifade eden, tanıtan bildiren, bir lütuf ve keremi haber veren sesler manzumesidir…….

Eşyada olan asvat birer savt-ı vücuttur; ben de varım derler. O kâinat-ı sâkit birden söze başlıyor: “Bizi câmid zannetme, ey insan-ı boşboğaz!”

Nesnelerde olan  sesler var oluşun sesidir. Kendi var edilişlerini ilan edip, düşüncesiz insanlara bizi cansız, manasız zannetme derler.

Tuyurları söylettirir ya bir lezzet-i nimet, ya bir nüzul-ü rahmet. Ayrı ayrı seslerle, küçük âğazlarıyla rahmeti alkışlarlar. Nimet üstünde iner, şükür ile eder pervaz.

Kuşları ya bir nimetin lezzeti dile getirir, ya da bir lütfun ve merhametin inişi….(Onlar da)………Ayrı ayrı seslerle, küçük ağızlarıyla rahmeti alkışlayıp, üzerlerinde kanat çırpıp uçarlar …

Remzen onlar derler: “Ey kâinat, kardeşler! Ne güzeldir halimiz.

İşaret dili ile onlar imâ ederler ki;  “Ey her biri bir dünya olan, aynı elden çıkmış, kabiliyetine göre bir ölçü ve intizamla, yaratılış bütününün içine yerleştirilmiş, her biri bir vazife ile tavzif edilmiş kardeşler! Şu durumumuz ne kadar güzeldir….

“Şefkatle perverdeyiz, halimizden memnunuz.” Sivri dimdikleriyle fezaya saçıyorlar birer âvâz-ı pür-naz.

“Sevgiyle ,ilgiyle,merhametle, ihtiyaçlarımız karşılanarak besletiliyoruz bu halimizden memnunuz”……..diyerek …… dik çıkışlı sesleri ile tâ semavat alemlerine kadar çok nazlı sadalarını saçıyorlar….

Güya bütün kâinat ulvî bir musikidir; iman nuru işitir ezkâr ve tesbihleri. Zira hikmet reddeder tesadüf vücudunu; nizam ise tard eder ittifak-ı evham-saz.

Sanki bütün âlem bir yüce hakikatin musikisini terennüm etmektedir. Kainata yayılan bu mizanlı,ahenkli nağme ve seslerle tüm mahlûkatın; Rablerini noksan sıfatlardan tenzih edip, minnetle anışlarını ancak  iman nuruna sahip olanlar işitebilirler.….Zira  herşeyin yerinde yapılışı ve o yapılışa uygun işleyişi rastlantı düşüncesinin varlığını kabul etmez.İntizamla ,özenle yapılmış düzenlilik ise tüm bir araya getirilmiş kuruntuları kendinden kovup uzaklaştırır………..

3.4.19

Mİ'RAÇ

………Resul-i Ekrem Efendimizin A.S.M mi’racı semada ve Yunus Aleyhisselam’ın mi’racı balık karnında vaki olmuştur…. Hüseyin-i Cisrî /Risale-i Hamidiye

Şerh:

………Resul-i Ekrem Efendimizin A.S.M mi’racı ………( doğduğu şehirde uğradığı boykot ve dışlanma, "melek-sıfat" eşi Hz. Hatice’nin R.A  ve müşriklere karşı onu koruyan Amcası Ebu Talib’in vefatı, insanları İslâma davet için gittiği Taifte taşlanması gibi kayıp ve üzüntülerin çokça yaşandığı hüzün yılında tüm varlığı ve hakikati ile yükselerek Allah’a yakınlığının lahuti boyutuyla ) semada ………ve Yunus Aleyhisselam’ın mi’racı (denize atıldığı zaman onu yutan  balığın karnında Allah’ın birlik tecellisinin iman ve yakininde inkişafı ile dile getirdiği niyaz vasıtasıyla  ) vaki olmuştur….

- Peygamberimizin A.S.M ‘nın  o mağduriyet ve Taifte gördüğü  ezalar içinde  Mi’raç evveli yaptığı  müncaatı:

“Ya Rabbi! Kuvvet ve kudretimin en zayıf hâliyle, elimdeki çare ve vasıtaların en basitiyle, insanların gözünde ifade ettiğim değersizliğimle Sana yalvarıyor, Sana sığınıyorum.

Ey merhametlilerin en merhametlisi! Sen zulme uğramış tüm mazlumların Rabbisin. Sen benim de Rabbimsin. Beni kimlerin eline bırakıyorsun? Bana kaba ve sert davranan bir yabancıya mı, yoksa bana üstün kılacağın bir düşmana mı?

Eğer Sen bana dargın değilsen, başıma gelen eziyet ve işkencelere aldırmam. Ancak Senden gelecek bir himaye ve koruma çok daha hoştur. Öfke ve gazabına uğramaktan; karanlıkları aydınlatan, dünya ve ahiret işlerini düzene koyan Zâtının nuruna sığınırım! Sadece Sana sığınır ve Senin rızanı dilerim. Senden başka kuvvet ve kudret yoktur!”……..

…………Öyle de, bütün evliyanın sultanı olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, değil yalnız kalbi ve ruhuyla, belki hem cismiyle, hem havassıyla, hem letâifiyle, kırk seneye mukàbil kırk dakikada, velâyetinin keramet-i kübrâsı olan Miracı ile bir cadde-i kübrâ açarak hakaik-i imaniyenin en yüksek mertebelerine gitmiş, Mirac merdiveniyle Arşa çıkmış, Kàb-ı Kavseyn makamında, hakaik-i imaniyenin en büyüğü olan iman-ı billâh ve iman-ı bil’âhireti aynelyakîn, gözüyle müşahede etmiş, Cennete girmiş, saadet-i ebediyeyi görmüş, o Miracın kapısıyla açtığı cadde-i kübrâyı açık bırakmış….Mektubat

Yunus Aleyhisselamın Mi’raç anahtarı:

Lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn

“Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.” Enbiyâ Sûresi, 21:87.

Hisse:

Kendi Mi’racımıza Rabbimizin inayet ve lütuf ile muvaffak olmak dileğiyle

Hayırlı Kandiller

.

28.3.19

Eğer sual etseniz ki:

Eğer sual etseniz ki: 

Bi'set-i enbiya ( Peygamberlerin gönderilmesi )  ile beraber şeytanların vücudundan ekser insanlar kâfir oluyor, küfre gidiyor, zarar görüyor.

"El-hükmü lil-ekser" kaidesince, ekser ondan şer görse, o vakit halk-ı şer şerdir, hattâ bi'set-i enbiya dahi rahmet değil denilebilir?

Elcevab:

Kemmiyetin,keyfiyete nisbeten ehemmiyeti yok.

Asıl ekseriyet, keyfiyete bakar.

Meselâ: Yüz hurma çekirdeği bulunsa,

toprak altına konup su verilmezse

ve muamele-i kimyeviye görmezse

ve bir mücahede-i hayatiyeye mazhar olmazsa, yüz para kıymetinde yüz çekirdek olur…

Fakat su verildiği ve mücahede-i hayatiyeye maruz kaldığı vakit,

sû'-i mizacından sekseni bozulsa, yirmisi meyvedar yirmi hurma ağacı olsa, diyebilir misin ki "Suyu vermek şer oldu, ekserîsini bozdu"?

Elbette diyemezsin.

Çünki o yirmi, yirmi bin hükmüne geçti.

Sekseni kaybeden, yirmi bini kazanan, zarar etmez; şer olmaz.

Hem meselâ: Tavus kuşunun yüz yumurtası bulunsa, yumurta itibariyle beşyüz kuruş eder.

Fakat o yüz yumurta üstünde tavus oturtulsa, sekseni bozulsa; yirmisi, yirmi tavus kuşu olsa, denilebilir mi ki: "Çok zarar oldu, bu muamele şer oldu, bu kuluçkaya kapanmak çirkin oldu, şer oldu"?

Hâyır öyle değil, belki hayırdır.

Çünki o tavus milleti ve o yumurta taifesi, dörtyüz kuruş fiatında bulunan seksen yumurtayı kaybedip, seksen lira kıymetinde yirmi tavus kuşu kazandı.

İşte nev'-i beşer bi'set-i enbiya ile,

sırr-ı teklif ile,

mücahede ile,

şeytanlarla muharebe ile kazandıkları yüzbinlerle enbiya ve milyonlarla evliya ve milyarlarla asfiya gibi âlem-i insaniyetin güneşleri, ayları ve yıldızları mukabilinde;

kemmiyetçe kesretli,

keyfiyetçe ehemmiyetsiz hayvanat-ı muzırra nev'inden olan küffarı ve münafıkları kaybetti.

ÜÇÜNCÜ SUALİNİZ: 

Cenab-ı Hak musibetleri veriyor, belaları musallat ediyor.

Hususan masumlara, hattâ hayvanlara bu zulüm değil mi?

Elcevab:

Hâşâ!

Mülk Onundur.

Mülkünde istediği gibi tasarruf eder.

Hem acaba: San'atkâr bir zât, bir ücret mukabilinde seni bir model yapıp gayet san'atkârane yaptığı murassa' bir libası sana giydiriyor, hünerini, maharetini göstermek için kısaltıyor, uzaltıyor, biçiyor, kesiyor.. seni oturtuyor, kaldırıyor.

Sen ona diyebilir misin ki: "Beni güzelleştiren elbiseyi çirkinleştirdin; bana, oturtup kaldırmakla zahmet verdin"?

Elbette diyemezsin.

Dersen, divanelik edersin.

Aynen öyle de: Sâni'-i Zülcelal göz, kulak, lisan gibi duygularla murassa' gayet san'atkârane bir vücudu sana giydirmiş.

Mütenevvi esmasının nakışlarını göstermek için seni hasta eder, mübtela eder, aç eder, tok eder, susuz eder.. bu gibi ahvalde yuvarlatır.

Mahiyet-i hayatiyeyi kuvvetleştirmek ve cilve-i esmasını göstermek için, seni böyle çok tavırlarda gezdiriyor.

Sen eğer desen: "Beni ne için bu mesaibe mübtela ediyorsun?" Temsilde işaret edildiği gibi, yüz hikmet seni susturacak.

Zâten sükûn ve sükûnet, atalet, yeknesaklık, tevakkuf; bir nevi ademdir, zarardır.

Hareket ve tebeddül; vücuddur, hayırdır.

Hayat, harekâtla kemalâtını bulur; beliyyat vasıtasıyla terakki eder.

Hayat cilve-i esma ile muhtelif harekâta mazhar olur, tasaffi eder, kuvvet bulur, inkişaf eder, inbisat eder, kendi mukadderatını yazmasına müteharrik bir kalem olur, vazifesini îfa eder, ücret-i uhreviyeye kesb-i istihkak eder....

Mektubat



….insanın mahiyetine, kudretten ehemmiyetli cihazat ve kaderden kıymetli programlar tevdi edilmiş. Eğer insan, şu dar âlem-i arzîde, hayat-ı dünyeviye toprağı altında o cihâzât-ı mâneviyesini nefsin hevesâtına sarf etse; bozulan çekirdek gibi, bir cüz’î telezzüz için, kısa bir ömürde, dar bir yerde ve sıkıntılı bir halde çürüyüp tefessüh ederek, mes’uliyet-i mâneviyeyi bedbaht ruhuna yüklenecek, şu dünyadan göçüp gidecektir.

Eğer o istidat çekirdeğini İslâmiyet suyuyla, imanın ziyasıyla, ubûdiyet toprağı altında terbiye ederek, evâmir-i Kur’âniyeyi imtisal edip cihâzât-ı mâneviyesini hakikî gayelerine tevcih etse; elbette âlem-i misal ve berzahta dal ve budak verecek ve âlem-i âhiret ve Cennette hadsiz kemâlât ve nimetlere medar olacak bir şecere-i bâkiyenin ve bir hakikat-i daimenin cihâzâtına cami’, kıymettar bir çekirdek ve revnakdâr bir makine ve bu şecere-i kâinatın mübarek ve münevver bir meyvesi olacaktır.

Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır…

Sözler

17.3.19

Merhaba..


Ä°lgili resimMerhaba..

Kalbimin karanlık gecesinden sonra aydınlığına susadığı sabah…

Merhaba..

Yüzünde hüzünden kalma şebnemlerin güzelliğine güzellik kattığı hüsün…

Merhaba..

Ey şifa selam ve emân esintisi…


.

22.2.19

Berzahlar / Perdeler...

…ancak Onun kudretiyle, iradesiyle her müşkül hallolur ve kapalı kapılar açılır. Ve Onun zikriyle kalbler mutmain olurlar. Binaenaleyh, necat ve halâs ancak Allah’a iltica ile olur……….. “Hepiniz Allah’a koşun.”… “Haberiniz olsun ki, kalbler ancak Allah’ın zikriyle huzura kavuşur.” Ra’d Sûresi, 13:28……

“Allah, kendinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır.” Bakara Sûresi: 2:255…Ve keza, esbab-ı zahiriye pek basit, mahdut, fakir, câmid, şuursuz, iradesiz ve kanunlar kısmı da itibarî, mevhum şeylerdir………………..Müsebbebatta ( sebeplerle meydana gelen sonuçlarda ) bulunan harika nakışlar, ziynetler, garip ve acip san’atların o gibi kıymetsiz esbabla kat’iyen münasebetleri yoktur……..

Binaenaleyh, meselâ bedenin hüceyratındaki nizamlı, intizamlı teşekkülâtı, ekmek yemesine ve kuvve-i hâfızada yazılan gayr-ı mahdud muntazam nakışları, kulaktaki ve baştaki telâfife ve konuşmakta, tefekkürde, harflerin teşekkülâtına ve suver-i zihniyenin ( zihindeki şekillerin) husulüne, lisan ve zihnin hareketleri gibi esbaba isnadları, ahmakçasına bir hükümdür…………….

Ancak, o gibi müsebbebat, gayr-ı mütenahî bir kudretle bir ilim ve bir iradeyi iktiza ediyorlar. Bu hakikate binaen sabittir ki, kevn ve vücutta müessir-i hakikî ancak kudreti gayr-ı mütenahî bir Hâlık-ı Kadîrdir; esbab ise bahanelerdir, vesait de perdelerdir…………..

Havas ve hasiyetler dahi, kudretin tecellîyatına ve lem’alarına isim ve unvanlardır. Hem kanunlar ve nevâmis denilen şeyler, ancak ilimle irade ve emrin envâa olan tecellîlerinin isimleridir. Evet, kanun emirdendir, ( olan ,olacak şeylerin mahiyeti  meşite-i ilahiye ile belirlenmiştir )nâmus iradedendir.( had ve hükümleri koyulan kanunların tezahür etmesi,Allah’ın emri ve iradesi ile olur)……………….Mesnevi-i Nuriye

…………….Ey esbabperest ve tabiata tapan biçare adam! Madem herşeyin tabiatı, herşey gibi mahlûktur; çünkü san’atlıdır ve yeni oluyor. Hem her müsebbep gibi, zâhirî sebebi dahi masnudur. Ve madem herşeyin vücudu pek çok cihazat ve âletlere muhtaçtır.

O halde, o tabiatı icad eden ve o sebebi halk eden bir Kadîr-i Mutlak var. Ve o Kadîr-i Mutlakın ne ihtiyacı var ki, âciz vesâiti rububiyetine ve icadına teşrik etsin? Hâşâ! Belki doğrudan doğruya, müsebbebi sebep ile beraber halk ederek, cilve-i esmâsını ve hikmetini göstermek için, bir tertip ve tanzim ile zâhirî bir sebebiyet, bir mukarenet vermekle, eşyadaki zâhirî kusurlara, merhametsizliklere ve noksaniyetlere merci olmak için, esbab ve tabiatı dest-i kudretine perde etmiş, izzetini o suretle muhafaza etmiş…………….Lem’alar

….Ey insan! Senin elinde bulunan nefis ve malın senin mülkün değil, belki sana emanettir. O emanetin mâliki herşeye kadîr, herşeyi bilir bir Rahîm-i Kerîmdir. O senin yanındaki mülkünü senden satın almak istiyor-tâ senin için muhafaza etsin, zayi olmasın. İleride mühim bir fiyat sana verecek. Sen muvazzaf ve memur bir askersin. Onun namıyla çalış ve hesabıyla amel et. Odur ki, muhtaç olduğun şeyleri sana rızık olarak gönderiyor ve senin takatin yetmediği şeylerden seni muhafaza eder….. Sözler

...................................“Sizden herkes, ihtiyaçlarının tamamını Rabbinden istesin; hatta kopan ayakkabı bağına varıncaya kadar…”……Hz.Muhammed A.S.M..................

İ’lem eyyühe’l-aziz! Otuz seneden beri iki tâğut ile mücadelem vardır. Biri insandadır, diğeri âlemdedir. Biri ene’dir, diğeri tabiattır. Birinci tâğutu gayr-ı kastî, gölgevâri bir ayine gibi gördüm. Fakat o tâğutu kasten veya bizzat nazar-ı ehemmiyete alanlar, Nemrud ve Firavun olurlar.

İkinci tâğut ise, onu İlâhî bir san’at, Rahmânî bir sıbğat, yani nakışlı bir boya şeklinde gördüm. Fakat gaflet nazarıyla bakılırsa, tabiat zannedilir ve maddiyunlarca bir ilâh olur. Maahaza, o tabiat zannedilen şey, İlâhî bir san’attır. Cenâb-ı Hakka hamd ve şükürler olsun ki, Kur’ân’ın feyziyle, mezkûr mücadelem her iki tâğutun ölümüyle ve her iki sanemin kırılmasıyla neticelendi.

Evet, Nokta, Katre, Zerre, Şemme, Habbe, Hubâb risalelerinde ispat ve izah edildiği gibi, mevhum olan tabiat perdesi parçalanarak altında şeriat-ı fıtriye-i İlâhiye ve san’at-ı şuuriye-i Rahmâniye güneş gibi ortaya çıkmıştır. Ve keza, firavunluğa delâlet eden ene’den, Sâni-i Zülcelâle râci olan Hüve tebârüz etti..............

........................."Tesadüf, şirk ve tabiattan teşekkül eden fesat şebekesinin âlem-i İslâmdan nefiy ve ihracına Risale-i Nurca verilen karar infaz edilmiştir.".....

…………Zaten ben nasıl tabiatı, icad itibarıyla inkâr ediyorum. Ve Risale-i Nur bunu kat’î ispat etmiş. Öyle de, beşeri gurura, enaniyete, firavunluğa sevk eden iktidarı da, tabiat gibi inkâr ediyorum…….. Yalnız beşerin duası, bir fiilî dua nevinde samimî bir ihtiyaç ile cüz’î kesbi,…… bir makbul dua hükmüne geçer. Onu da Cenab-ı Hak kabul eder………………. Bediüzzaman

Ey Rabbimiz ; Fa'lem ennehu lâ ilâhe illâllâh............Bil ki Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. ..... diye alemde varlık ve birliğini ,şüphesiz hakimiyet ve tasarrufunu ilan eden ve tevhid hakikatini ders veren...........Yanımızda elçiniz ve dergâhınızda elçimiz olan reisimize merhamet et ki, bize sirayet etsin...........Âmin ......El Fâtiha



Haşiye:

"Tabiatın perdesi ile Allah’ın nurunu görmeyen insan, her şeye bir ulûhiyet verip, kendi başına musallat eder."...............

İ’lem eyyühe’l-aziz! Tohum olacak bir habbenin kalbi, yani içi delindiği zaman, elbette sümbüllenip neşvünemâ bulamaz, ölür gider. Kezâlik ene ile tâbir edilen enâniyetin kalbi, “Allah Allah” zikrinin şuâ ve hararetiyle yanıp delinirse, büyüyüp gafletle firavunlaşamaz………………….

………Demek ene, âyine-misal ve vahid-i kıyasî ve âlet-i inkişaf ve mânâ-yı harfî gibi, mânâsı kendinde olmayan ve başkasının mânâsını gösteren, vücud-u insaniyetin kalın ipinden şuurlu bir tel ve mahiyet-i beşeriyenin hullesinden ince bir ip ve şahsiyet-i Âdemiyetin kitabından bir elif’tir ki, o elif’in iki yüzü var:

Biri hayra ve vücuda bakar. O yüz ile yalnız feyze kabildir. Vereni kabul eder; kendi icad edemez. O yüzde fâil değil; icaddan eli kısadır.

Hem onun mahiyeti harfiyedir; başkasının mânâsını gösterir. Rububiyeti hayaliyedir. Vücudu o kadar zayıf ve incedir ki, bizzat kendinde hiçbir şeye tahammül edemez ve yüklenemez. Belki, eşyanın derecat ve miktarlarını bildiren mizanülhararet ve mizanülhava gibi mizanlar nev’inden bir mizandır ki, Vâcibü’l-Vücudun mutlak ve muhit ve hudutsuz sıfâtını bildiren bir mizandır.

İşte, mahiyetini şu tarzda bilen ve iz’ân eden ve ona göre hareket eden, “Nefsini günahlardan arındıran, kurtuluşa ermiştir.” Şems Sûresi, 91:9….beşaretinde dahil olur. Emanet
i bihakkın eda eder ve o enenin dürbünüyle, kâinat ne olduğunu ve ne vazife gördüğünü görür. Ve âfâkî malûmat nefse geldiği vakit, enede bir musaddık görür; o ulûm, nur ve hikmet olarak kalır, zulmet ve abesiyete inkılâb etmez.

Vakta ki, ene, vazifesini şu suretle ifa etti; vahid-i kıyasî olan mevhum rububiyetini ve farazî mâlikiyetini terk eder. Mülk Ona, hamd Ona, hüküm Ona aittir; siz de Ona döndürüleceksiniz………….der, hakikî ubûdiyetini takınır, makam-ı ahsen-i takvime çıkar…………….Öyle ise nefsindeki eneyi yırt, hüveyi göster…

.

22.1.19

Yeniden başlamak..


Bir şeylere yeniden başlamak, alışıldığı üzere bir yoksunluk, başarısızlık ve mağlubiyetin muhtemel tesellisi değil, 
hakikatte tecdit;  her insanın hayatında yeknesak, akim ve semeresiz giden şeylere, tevekkülden alınan bir kuvvetle “dur” demesi elzem olan, çok sebepli bir yenilik ve yenilenmek iradesinin fiili göstergesidir…


.

Dua

Dua eden adam anlar ki, Birisi var, onun hâtırât-ı kalbini işitir, her şeye eli yetişir, her bir arzusunu yerine getirebilir, aczine merhamet eder, fakrına medet eder. İşte, ey âciz insan ve ey fakir beşer! Dua gibi hazine-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin medârı olan bir vesileyi elden bırakma………………..Sözler…” vermek istemeseydi, istemek vermezdi ” …

17.1.19

Gıybet...

“Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?” Hucurât Sûresi, 49:12………..âyetinde zemmi ( kınamayı,kötümeyi) altı derece zemmeder..(kötüler), gıybetten altı derece şiddetle zecreder ( sakındırıp yasaklar). 

Şöyle ki: Malûm dur, âyetin başındaki hemze, sormak, “âyâ” (hayret ve taaccüb ) mânâsındadır. O sormak mânâsı, su gibi, âyetin bütün kelimelerine girer.

İşte, birinci hemze ile der: Âyâ,( hayret)  sual ve cevap mahalli olan aklınız yok mu ki, bu derece çirkin birşeyi anlamıyor?

İkincisi: يُحِبُّ  lâfzıyla der: Âyâ, sevmek, nefret etmek mahalli olan kalbiniz bozulmuş mu ki, en menfur bir işi sever?

Üçüncüsü: اَحَدُكُمْ  kelimesiyle der: Cemaatten hayatını alan hayat-ı içtimaiye ve medeniyetiniz ne olmuş ki, böyle hayatınızı zehirleyen bir ameli kabul eder?

Dördüncüsü: اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ  kelâmıyla der: İnsaniyetiniz ( insanlığa ait yüksek hasletler,yaratılış niteliğinde olan mükerrem letafete,seçkin özelliklere) ne olmuş ki, böyle canavarcasına arkadaşını dişle parçalamayı yapıyorsunuz?

Beşincisi: اَخِيهِ kelimesiyle der: Hiç rikkat-i cinsiyeniz, ( kendi cinsinize karşı acıma hissi ) hiç sıla-i rahminiz yok mu ki, böyle çok cihetlerle kardeşiniz olan bir mazlumun şahs-ı mânevîsini insafsızca dişliyorsunuz? Hiç aklınız yok mu ki, kendi âzânızı kendi dişinizle divane gibi ısırıyorsunuz?.......( Müminler bir vücudun âzâları gibidir………..Hz.Muhammed A.S.M)

Altıncısı: مَيْتًا  kelâmıyla der: Vicdanınız nerede? Fıtratınız bozulmuş mu ki, en muhterem bir halde bir kardeşine karşı, etini yemek gibi en müstekreh ( iğrenç) bir iş yapılıyor?

Demek, zem ve gıybet, aklen, kalben ve insaniyeten ve vicdanen ve fıtraten ve asabiyeten ve milliyeten mezmumdur ( kötüdür)…. İşte, bak, nasıl ki şu âyet îcazkârâne altı mertebe zemmi zemmetmekle, i’câzkârâne altı derece o cürümden zecreder……………..Sözler Yirmi beşinci Söz

....

...Benim için birbirini sevenlere, benim için ziyâretleşenlere, benim için birbirlerine ikramda bulunanlara ve benim için birbirlerine îtimâd edip dost olanlara, benim de muhabbetim tahakkuk etmiştir.”..........Hadis-i Kudsî


.

10.1.19

Ben nefsimi temize çıkarmam....

.."Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis daima kötülüğe sevk eder." Yûsuf Sûresi, 12:53....âyet-i kerimesinin sırrıyla nefs-i emmareme itimad edemem. Nefis kusursuz olmaz...............Zaten ben nasıl tabiatı, icad itibarıyla inkâr ediyorum. Ve Risale-i Nur bunu kat’î ispat etmiş. Öyle de, beşeri gurura, enaniyete, firavunluğa sevk eden iktidarı da, tabiat gibi inkâr ediyorum. Yalnız beşerin duası, bir fiilî dua nevinde samimî bir ihtiyaç ile cüz’î kesbi, bir makbul dua hükmüne geçer. Onu da Cenab-ı Hak kabul eder............ben de aynelyakîn derecesinde kat’î kanaatle, feyz-i Kur’ânî ile, Risale-i Nur’un hüccetleriyle evvelâ kendi nefsimde, sonra herkesteki benlik ve iktidarın icad ve ihsan ve tevfik-i İlâhînin yalnız bir perdesi olduklarını kat’î bildiğim için, Nurlara ve kardeşlerime ilân etmişim ki, ben bir çekirdektim. Çürüdüm. Acz ve ihtiyaç ve samimî istemek ve fiilî dua etmek neticesinde, Cenab-ı Erhamürrahimîn, Risale-i Nur’u o çekirdekten halk edip ihsan etmiş. Nurun mektubatındaki bütün medâr-ı medih fıkralar o nuranî ağaca aittir. Benim hissem, kat’iyen, hiçbir cihette fahir olamaz. Belki, yalnız ve yalnız şükürdür. Öyleyse kâinat adedince eşşükrü lillâh, elhamdülillâh...

Elbâki Hüve'l-Bâki

Said Nursî

24.12.18

Ona Benzemek

Ey… Rehber-i küll
Ey… Sultan-ı levlak;
Senin ile sevmek mahbub-u hakikiyi
An şart imiş
O’nun sevmesinde sana benzemek var imiş…

10.12.18

Hoş geldin, sefa geldin ey sabah ve ey yeni gün!


sabah vakti ile ilgili görsel sonucuMerha-ba ey mutlu gün! Ve merhaba ey kâtip ve şahit melek! Şu söy-lediklerimizi bizim için yaz:

Ezelden ebede kadar varlıkların halleriyle ve dilleriyle yaptıkları sonsuz hamdler, şükürler ve övgüler yalnız Kendisine ait olan Hamîd; her şeyin üstünde sonsuz derece bir şeref sahibi ve sonsuz takdis ve övgülere lâyık olan Mecîd; dilediğini dilediği şekilde yükselten, yücelten ve herkese lâyık olduğu rütbeyi ve mertebeyi veren Refî’; yarattığı varlıkları çok seven ve onlara da Kendisini her vesileyle sevdiren Vedûd; bütün sıfat, isim ve fiilleriyle her şeyi kuşatan Muhît; mahlûkatı hakkında dilediğini yapan Fa’âl Allah’ın adıyla.

O kuluna şah damarından daha yakındır.

Allah’a îman etmiş, Ona kavuşmaya inanmış ve delillerini kabul etmiş, Allah’ın ulûhiyeti dışında başka ilâhları inkâr etmiş ve Allah’a tevekkül etmiş olarak sabahladık.
Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini, Arşını taşıyan meleklerini şâhid tutuyoruz ki: O bütün mükemmel sıfatlara sahip ve noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah’tır. Kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur, O tektir. Onun ortağı yoktur. Ve yine şahadet ediyoruz ki: Muhammed (a.s.m.) Onun kulu ve Resulüdür. Cennet haktır. Cehennem haktır. Kevser Havuzu haktır. Şefaat haktır. Kabirde sorguya çeken Münker ve Nekir melekleri haktır. Allah’ın verdiği söz haktır. Muhakkak Kıyamet Günü gelecektir ve bunda hiçbir şüphe yoktur. Allah, kabirde yatanları da diriltecektir. İşte biz bu inançla yaşıyor, bu inançla öleceğiz, bu inançla yarın diriltileceğiz ve azap da görmeyeceğiz, inşaallahu teâlâ.

Bahâüddîn Nakşıbend R.A / Evrad-ı Kudisye

8.12.18

ALLAH’ım,



Bismillâhirrahmânirrahîm,

ALLAH’ım, senden (bir şey) istememe üç haslet engel oluyor; bir haslet de senden (bir şey) istemeye itiyor beni.

(Rabbim,) Yerine getirmediğim, getirmekte ağır davrandığım emirlerine, tereddüt etmeden işlediğim yasaklarına ve şükrünü eda etmekte kusur ettiğim nimetlerine bakınca, senden (bir şey) istemeye utanıyorum. Sana yönelenlere, hüsnü zanla dergâhına gelenlere olan lütuf ve fazlını görünce de, senden istekte bulunmaya cüret ediyorum. Çünkü, senin bütün ihsanların bir lütuf, bütün nimetlerin karşılıksız bir bağıştır.

Ey mâbudum, şimdi ben, zilletle boyun eğmiş bir halde izzet kapının önünde durmuş, çoluk çocuğu çok, fakr-u zaruret içindeki biri gibi utanarak senden (lütuf ve merhametini) dileniyorum ve itiraf ediyorum ki, bana ihsanda bulunduğun zaman sana karşı gelmemeye gayret etmekten başka bir şey yapmış değilim ve hiçbir zaman da senin lütuf ve fazlından mahrum kalmamışım.

Şimdi ey Rabbim, katında kötü şeyler kazandığımı ikrar etmek, bana bir yarar sağlar mı? Çirkin işler yaptığımı itiraf etmek, beni senden (senin azabından) kurtarır mı? Yoksa, bulunduğum durum itibariyle gazabını mı hakkettim?! Yoksa seni çağırırken gazabınla mı cevap vereceksin?!

Seni tenzih ediyorum! Tövbe kapısını yüzüme açık bıraktıktan sonra senden ümit kesmem. Aksine, günahları büyük, bahtı dönmüş, amel zamanının bittiğini, ömrünün sona erdiğini görüp senden kurtulamayacağını, senden kaçamayacağını anlayınca, tertemiz bir kalple sana dönüp ihlasla tövbe eden, sonra da karşında eğilip bükülerek, başını aşağı salarak, korkudan dizleri titreyerek gözyaşları suratını ıslatmış bir halde kısık bir sesle seni çağıran, sana yalvaran, kendine zulmetmiş, Rabbinin saygınlığını küçümsemiş hakir bir kul gibi; “ey merhametlilerin en merhametlisi; ey merhamet arayanların yöneldiği en merhametli zat; ey mağfiret dileyenlerin etrafında dolaştığı en şefkatli Zât-ı Kibriya; ey affı cezalandırmasından çok olan; ey rızası gazabından bol olan; ey güzel affıyla yaratıklarına minnet koyan; ey kullarını tövbelerinin kabul olacağına alıştıran; ey kötülerin tövbeyle ıslah olmalarını sağlayan; ey kullarının az amellerine razı olan; ey onların az amellerine çok mükâfat veren; ey dualarına icabet etmeyi onlar için tazmin eden ve ey lütfuyla onlara en iyi ödülü vereceğini vaad eden (yüce ALLAH)!” diyerek seni çağırırım, sana yalvarırım. Çünkü ben, sana isyan edip de bağışladığın en isyankâr, mazeret gösterip de mazur gördüğün en kötü ve tövbe edip de tövbesini kabul ettiğin en zalim kişi değilim.

Buradan sana yönelerek, kaçırdığı fırsatlara pişman olan; devşirdiği günahlardan korkan; yaptıklarından utanç duyan; senin indinde büyük günahı affetmenin büyük bir şey olmadığını, bunun sana göre kolay bir iş olduğunu, hadsiz hesapsız suçlara göz yumabileceğini bilen ve sana en sevimli kulun; sana karşı büyüklük taslamayı terkeden, günahlardan sakınan ve sürekli bağışlanma talebinde bulunan kul olduğunun bilincinde olan biri olarak tövbe ediyorum.

(Ey Rabbim,) Büyüklük taslamaktan, günahlara devam etmekten sana sığınırım. Kusur ettiğim hususlarda senden bağışlanmamı dilerim. Âciz olduğum, güç yetiremediğim konularda senden yardım isterim.

ALLAH’ım, MUHAMMED ve âline salat eyle ve üzerime farz ettiklerini bana bağışla; hakkettiğim cezalandırmalarından beni kurtar; günah ehlinin korktuğu (cehennem azabı)ndan bana güvence ver. Çünkü sen, af ile dolusun; mağfiret için umulansın; bağışlama ile tanınmışsın; hacetimi senden başka kimseden dilemem; günahımı senden başka bağışlayacak olan yoktur. Her türlü eksiklik sıfatından münezzehsin sen. Senden başka kimse bana zarar veremez, senden başka kimseden korkmam. Hiç şüphesiz, sen takva ehlisin; mağfiret ehlisin. MUHAMMED ve âline salat eyle ve hacetimi gider, dileğimi kabul et; günahımı bağışla, korkumu güvene çevir. Hiç kuşku yok, sen her şeye kadirsin ve bunlar sana pek kolaydır.

Âmin, ya Rabbe’l-âlemin.”…….Seyyidü'l-Sacidin Zeynelâbidîn (Radıyallahu Anhüm)

4.12.18

Ey insan!


yıldızlardan insana ile ilgili görsel sonucu..Madem şu Kâinat Sahibinin böyle bir ilmi vardır. 

Elbette insanları ve insanların amellerini görür ve insanlar neye lâyık ve müstehak olduklarını bilir; hikmet ve rahmetinin muktezasına göre onlarla muamele eder ve edecek. 

Ey insan! Aklını başına al, dikkat et: Nasıl bir Zât seni bilir ve bakar, bil ve ayıl!..............Mektubat

1.12.18

San'atlı bir eser, san'atkârı icab eder..


San'atlı bir eser, san'atkârı icab eder....Bedîüzzamân

28.11.18

Merkez-i Muhabbet A.S.M




"Allah'ım,Senin Habibin,benim perişan ve kararmış kalbimin nur kandili Muhammed'e,gerek muhabbetle,gerek şefkatle,gerek hüzünle,gerekse mesruriyet ve memnuniyetle ile döktüğü gözyaşlarından ıslanan kirpikleri sayısınca salât ve selâm eyle..Âmin



.

23.11.18

Ey insan!


Fâtır-ı Hakîmin senin mahiyetine koyduğu en garip bir hâlet şudur ki:
Bazan dünyaya yerleşemiyorsun, zindanda boğazı sıkılmış adam gibi "of, of" deyip dünyadan daha geniş bir yer istediğin halde; bir zerrecik, bir iş, bir hatıra, bir dakika içine girip yerleşiyorsun. Koca dünyaya yerleşemeyen kalb ve fikrin o zerrecikte yerleşir. En şiddetli hissiyatınla o dakikacık, o hatıracıkta dolaşıyorsun.

Hem senin mahiyetine öyle mânevî cihazat ve lâtifeler vermiş ki, bazıları dünyayı yutsa tok olmaz; bazıları bir zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş bir batman taşı kaldırdığı halde, göz bir saçı kaldıramadığı gibi; o lâtife, bir saç kadar bir sıkleti, yani, gaflet ve dalâletten gelen küçük bir hâlete dayanamıyor. Hattâ bazan söner ve ölür.

Madem öyledir, hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma. Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma. Çünkü çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar. Nasıl küçük bir cam parçasında gök, yıldızlarıyla beraber içine girip gark oluyor. Hardal gibi küçük kuvve-i hafızanda, senin sahife-i a’mâlin ekseri ve sahaif-i ömrün ağlebi içine girdiği gibi, çok cüz’î küçük şeyler var, öyle büyük eşyayı bir cihette yutar, istiab eder.

Mesnevi-i Nuriye Zühre

21.11.18

Ey biçare insan!


…Biz dahi Kur'ân namına diyoruz ki: Ey biçare insan! Aklını başına al, ehl-i dalâletin vekilini dinleme. Eğer onu dinlersen hasâretin o kadar büyük olur ki, tasavvurundan ruh, akıl ve kalb ürperir.

Senin önünde iki yol var: Birisi, ehl-i dalâletin vekilinin gösterdiği şekavetli yoldur. Diğeri, Kur'ân-ı Hakîmin tarif ettiği saadetli yoldur.

İşte, o iki yolun pek çok muvazenelerini, çok Sözlerde, hususan Küçük Sözlerde gördün ve anladın. Şimdi, makam münasebetiyle, binde bir muvazenelerini yine gör, anla. Şöyle ki:

Şirk ve dalâletin ve fısk ve sefahetin yolu, insanı nihayet derecede sukut ettiriyor.

Hadsiz elemler içinde nihayetsiz ağır bir yükü, zayıf ve âciz beline yükletir. Çünkü, insan Cenâb-ı Hakkı tanımazsa ve Ona tevekkül etmezse, o vakit, insan, gayet derecede âciz ve zayıf, nihayet derecede muhtaç, fakir, hadsiz musibetlere maruz, elemli, kederli bir fâni hayvan hükmünde olup,bütün sevdiği ve alâka peydâ ettiği bütün eşyadan mütemadiyen firak elemini çeke çeke, nihayette, bâki kalan bütün ahbabını bir firak-ı elîm içinde bırakıp, kabrin zulümatına yalnız olarak gider. Hem müddet-i hayatında gayet cüz'î bir ihtiyar ve küçük bir iktidar ve kısacık bir hayat ve az bir ömür ve sönük bir fikir ile, nihayetsiz elemlerle ve emellerle faidesiz çarpışır ve hadsiz arzuların ve makàsıdın tahsiline, semeresiz, boşu boşuna çalışır. Hem kendi vücudunu yükleyemediği halde, koca dünya yükünü biçare beline ve kafasına yüklenir. Daha Cehenneme gitmeden Cehennem azâbını çeker.

Evet, şu elîm elemi ve dehşetli mânevî azâbı hissetmemek için, ehl-i dalâlet, iptal-i his nev'inden gaflet sarhoşluğuyla muvakkaten hissetmez. Fakat hissedeceği zaman, kabre yakın olduğu vakit, birden hisseder. Çünkü, Cenâb-ı Hakka hakikî abd olmazsa, kendi kendine mâlik zannedecek. Halbuki, o cüz'î ihtiyar, o küçük iktidarı ile şu fırtınalı dünyada vücudunu idare edemiyor. Hayatına muzır mikroptan tut, tâ zelzeleye kadar binler taife düşmanları, hayatına karşı tehacüm vaziyetinde görür. Elîm bir korku dehşeti içinde, her vakit kendine müthiş görünen kabir kapısına bakıyor…………….Sözler

19.11.18

Hz. Muhammed A.S.M

gül muhammed ile ilgili görsel sonucuEy… Rehber-i külli

Ey… Sultan-ı levlak;

Senin ile sevmek mahbub-u hakikiyi

An şart imiş..

O’nun sevmesinde sana benzemek var imiş…
...

14.11.18

Ey insan-ı müştekî!


Ä°lgili resimEy insan-ı müştekî! Sen mâdum kalmadın, vücut nimetini giydin, hayatı tattın, câmid kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalâlette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün, ve hâkezâ...

Ey nankör! Daha sen nerede hak kazanıyorsun ki, Cenâb-ı Hakkın sana verdiği mahz-ı nimet olan vücut mertebelerine mukàbil şükretmeyerek, imkânât ve ademiyat nev’inde ve senin eline geçmediği ve sen lâyık olmadığın yüksek nimetlerin sana verilmediğinden, bâtıl bir hırsla Cenâb-ı Haktan şekvâ ediyorsun ve küfrân-ı nimet ediyorsun?

Acaba bir adam, minare başına çıkmak gibi âli derecatlı bir mertebeye çıksın, büyük makam bulsun, her basamakta büyük bir nimet görsün; o nimetleri verene şükretmesin ve desin: “Niçin o minareden daha yükseğine çıkamadım?” diye şekvâ ederek ağlayıp sızlasın ne kadar haksızlık eder ve ne kadar küfrân-ı nimete düşer, ne kadar büyük divanelik eder; divaneler dahi anlar.

Ey kanaatsiz, hırslı ve iktisatsız, israflı ve haksız, şekvâlı, gafil insan!

Kat’iyen bil ki, kanaat, ticaretli bir şükrandır; hırs, hasâretli bir küfrandır. Ve iktisat, nimete güzel ve menfaatli bir ihtiramdır.

İsraf ise, nimete çirkin ve zararlı bir istihfaftır. Eğer aklın varsa kanaate alış ve rızaya çalış. Tahammül etmezsen, “Yâ Sabûr” de ve sabır iste, hakkına razı ol, teşekkî etme.

Kimden kime şekvâ ettiğini bil, sus. Herhalde şekvâ etmek istersen, nefsini Cenâb-ı Hakka şekvâ et; çünkü kusur ondadır.

Mektubat

7.11.18

Cüz-i iradeden dahi vazgeçip, işini irade-i İlahiyyeye bırakmak..

Yâ Rab! Tevekkülsüz, gafletle, iktidar ve ihtiyarıma dayanıp derdime derman aramak için 
cihât-ı sitte denilen altı cihette nazar gezdirdim. Maatteessüf derdime derman bulamadım. Mânen bana denildi ki: "Yetmez mi dert, derman sana." 

İşte şu altı cihette ünsiyet ve teselli değil, belki dehşet ve vahşet aldığım onlara mukabil, benim elimde bir cüz-i ihtiyarîden başka hiçbir şey yoktur ki, ona dayanıp onunla mukabele edeyim. 

Halbuki o cüz-i ihtiyarî denilen silâh-ı insanî hem âciz, hem kısadır. Hem ayarı noksandır. İcad edemez. Kisbden başka hiçbir şey elinden gelmez. 

O cüz-i ihtiyarînin meydan-ı cevelânı, kısacık şu zaman-ı hazır ve bir ân-ı seyyaldir. 

İşte, şu bütün ihtiyaçlarımla ve zayıflığımla ve fakr ve aczimle beraber, altı cihetten gelen dehşetler ve vahşetlerle perişan bir halde iken, kalem-i kudretle sahife-i fıtratımda ebede uzanan arzular ve sermede yayılan emeller âşikâre bir surette yazılmıştır, mahiyetimde derc edilmiştir. 

Belki dünyada ne varsa, nümuneleri fıtratımda vardır. Umum onlara karşı alâkadarım. Onlar için çalıştırıyorum, çalışıyorum. 

İhtiyaç dairesi, nazar dairesi kadar büyüktür, geniştir. 

Hattâ, hayal nereye gitse, ihtiyaç dairesi dahi oraya gider; orada da hâcet vardır. Belki, her ne ki elde yok, ihtiyaçta vardır. Elde olmayan ihtiyaçta vardır; elde bulunmayan ise hadsizdir. 

Halbuki daire-i iktidar, kısa elimin dairesi kadar kısa ve dardır. 

Demek, fakr ve ihtiyaçlarım dünya kadardır. 

Sermayem ise, cüz-i lâyetecezzâ gibi cüz'î bir şeydir. 

İşte, şu cihan kadar ve milyarlar ile ancak tahsil edilen hâcet nerede? Ve bu beş paralık cüz-ü ihtiyarî nerede? Bununla onların mübayaasına gidilmez, bununla onlar kazanılmaz. Öyleyse başka bir çare aramak gerektir. 

O çare ise şudur ki: O cüz-i ihtiyarîden dahi vaz geçip, irade-i İlâhiyeye işini bırakıp, kendi havl ve kuvvetinden teberri edip, Cenâb-ı Hakkın havl ve kuvvetine iltica ederek hakikat-i tevekküle yapışmaktır. Yâ Rab! Madem çare-i necat budur; Senin yolunda o cüz-i ihtiyarîden vaz geçiyorum ve enaniyetimden teberri ediyorum. 

Ta, Senin inayetin, acz ve zaafıma merhameten elimi tutsun. Hem, ta Senin rahmetin, fakr ve ihtiyacıma şefkat edip bana istinadgâh olabilsin, kendi kapısını bana açsın. 


Cüz-i iradenin mahiyetini evsafıyla üstadımız 17.nci sözde izah etmiş ve Risale-i Nur'un; 30.ncu söz "ENE BAHSİNDE" insan irade ve iktidar hissinin mahiyetinden de söz edilmiş. 

Ayrıca, 26.ncı söz KADER RİSALESİNDE imtihan içersindeki sorumluluk ve fiil dairesi beyan edimiş. 

İşaret-ül İ'caz mühürlenen kalplerde, müreccih ve tercih manalarında ki mahiyeti küfür içersindeki efali, ve irade-i külliyenin talebe taalluku gibi izahlarla İrade-i meydan ve meyalanı belirtilmiş... 


Mahiyetinin külli izahı ile anlaşılan şu ki; bu hadsiz ihtiyaç karşılığındaki hadsiz zaaf iradi olarak irade-i cüz-iyi terki iktiza ediyor... 

Yine bu sözün devamında, yok yokun varlığında... Kendinden geçmekle varlıkta var olmanın ehemmiyeti gösteriliyor. 

Bize bakan cephesi ise; Bu derslere olan muhatabiyetimiz noktasındadır. Ve ihtiyacımızın iştiyakıyla ve şevkine olan şuurumuzla istifade etmeye kanaatimizle manalar dahada anlaşılır. 

Cüz-i İrade bir meyl-i husussidir. İnsanın istemesine, daire-i imtihanda adaletli ve hikmetli fıtri, varlığıyla yokluğu belli olmayan bir kanundur. 

Bu mahiyet imam ve itminan ile ya halıka veya halka rucu ettiğinde mahiyeti değişik görünür. Halıka olan meylinde; Böyle mutlak bir acz, böyle bir kudrete kendi havl ve kuvvetinden vaz geçerek istinad ve istimdadı iktiza eder.Bilerek ve görerek şuhudi olan imanın muktezası budur. 

Bediüzzaman hazretleri, İrade-i cüziyyesini kullanmadan terk etmiyor. Dikkat edersek altı cihette onun penceresinden; geçmişe, geleceğe ve hakeza bakıp, irade-i cüziyyenin mahiyetini ilmen, yakinen, hakkan idrak ederek, irade-i Külliyenin Rahmet kapısına tevdi ediyor. 

Şimdi bu tarzda bir fikri ve ilmi tasarrufu istimal etmeden, bu manaya nufuz mesaisini yapmadan ve teveccüh mahiyetini almadan; Ben irademden vaz geçiyorum denildiğinde, iradi varlığımızı ortaya koymuş oluruz. İçinde bizimde olduğumuz bir mana, yokluk manası olmayacağından, luzumsuz ifadelerden başka birşey olmaz... 

İrade-i Cüziyye ve İrade-i Külliye; Tecalliyat-ı Esma ile Meyelan-ı beşeriye dairesinde hallakıyetin ve imtihanın en hareketli müessesesidir. 

Halka raci olan kısmı 30.NCU SÖZ penceresinden göründüğü gibi müthiş hatalar ve felsefi ve şedit zulümları netice verir bir meyelan-ı habisedir. 

Kısaca; Kendi mahiyetinde derc edilen, acz ve fakr, ihyaç ve zayıflığı, ilmen fark eden insan; iman-ı tahkikiyle de Rabbi Rahiminin marifet nurundan istifade ettiğinde, bendilikten Allah'a firar etmesi, hem kendi hakikatinin gereğidir, Hem de İmanın tezahür ve kanat cephesinde fiilinin elzem-i zarurrisidir. 

17.NCİ SÖZ, Cüz-i İradenin muazzam teslim ve tesellüm usulünü gösterir. Ve Risal-i Nur, Tevhidin mertebelerini ders verirken; İstifade, kanaat, itminan, itimat, istimdat, istinad gibi fıtri ve vicdani yapıyı ele alarak uygular. 

İnsan fıtratını manevi yapısı binler alemlerle bağlıdır. İman bu alemleri hem keşif eden hem mahiyeti gösteren nurdur. 

Bu manevi irtibat ilmin ve marifetullahın aleme girmesiyle diğer karanlık noktarın da aydınlatır keyfiyettedir. Maddi alemde olduğu gibi manevi alemde de herşey herşeyle bağlıdır. 

Cüz-i İradenin İmanı Billah Meyline İman. Ve İman marifetullahı netice verdiğinden ve marifetullah meyli, Muhebbetullahı netice verir. Allah'ı tanıyan ve seven Kendi iktidarıyla, kainatta duruyorum zannıyla yaşaması ne garip olur. Ne kadar çelişkidir. 

İnsan ayinesini nereye çevirirse oradaki görüntüyü alır. Üstadımız; MESNEVİ-İ NURİYEDE kısmen değindiği, İnsanın doğumundan ölümüne kadar olan sürede -Lahavle vela kuvvete illa billaha- olan ihtiyacı fıtrısinden bahseder. 

"Evet, her kim ki rahmetin nihayetsiz denizini bulsa, elbette bir katre serap hükmünde olan cüz-i ihtiyarına itimat etmez, rahmeti bırakıp ona müracaat etmez." 

Terk etmek için o kadar sebeb varki... 

Allah (C.C.) bilerek, şahit olarak, hakikaten bizi emaneti teslim edenlerden eylesin... 

ALTINCI SÖZ'DEN.. "Beşinci hasâret: 

Hayat-ı ebediye esasatını ve saadet-i uhreviye levazımatını tedarik etmek için verilen akıl, kalb, göz ve dil gibi güzel hediye-i Rahmâniyeyi, Cehennem kapılarını sana açacak çirkin bir surete çevirmektir. 

Şimdi satmaya bakacağız. Acaba o kadar ağır birşey midir ki, çokları satmaktan kaçıyorlar? 

Yok, kat'a ve asla! Hiç öyle ağırlığı yoktur. Zira helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Ferâiz-i İlâhiye ise hafiftir, azdır. Allah'a abd ve asker olmak öyle lezzetli bir şereftir ki, tarif edilmez. Vazife ise, yalnız bir asker gibi, Allah namına işlemeli, başlamalı. Ve Allah hesabıyla vermeli ve almalı. Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı. Kusur etse, istiğfar etmeli. 

"Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmin" demeli ve Ona yalvarmalı. 

Selam ve dua ile

2;

İnsanın gözünün gördüğü ve elinin tuttuğu,fikrinin hayalinin ulaştığı her yerle ilişkisi var.Kainat sabit kanunlarla durmuyor. 

Her halk edilmiş mahlukat masnuat mevcudat,bir ilanname hükmünde.Maddi vucutları gibi,niyet nazar ve manayı harfi ve manayı ismi ile de manevi vucutlarının neşri var. 

İnsan kainata karşı duruşu ile,istidadına göre o alemden,onun marifet ayinesine manalar aks ederler.İnsanın benliğinin rengine göre de görünürler. 

İşte bu büyük sahifeye;hem fikir ile hem hayat ile duran insan,bu azim mecmuada hayrete ve dehşete düşmemesi mümkün değil. 

Burada Allah'ı tanımakla tanınmak arasında şuuri bir ilişki var.Ve bu ilişkide bir kanundan diğer bir kanuna intikal,bir tecelliden diğerine bir firar söz konusu. 

İlim bilmekle yaşamanın en suhuletli yolu...Herşey öyle yerli yerinde ki.Bu bizlerin aynasının kabiliyetiyle renklenen sentezde elbette karanlık noktalar olacak. 

"Siz ne yaparsanız yapın Din muhakkak galip gelecektir"Hadis olarak hatırımızda kalmış.İnsanın acizliği ile Dinin mükemmelliğini gösteren harika bir mirat... 

Bundan dolayı;İnsan yapabildiğinin en güzelini yapmaya ve yapamadıklarına büyük niyetlerle ulaşmaya çalışmalı... 

Alemde ne varsa ve elin ve fikrin neye ulaşıyorsa,bilmek için dokunmak cesaretle sorgulamak gerekiyorki;o manalar bize açılsın... 

"İnsan samimiyetle ne isterse Allah verir"diyor Bediüzzaman.İlmin talibi Rahmanın talibidir diyor Peygamberimiz... 

Bu müjdelerle hayata ümidle hayata iştiyakla sarılmak ve sonsuzluğun müdakkik sevdalısı olmak gerekiyor. 

Talep etmek istemekle çok kapılar açılır.Çalmanın adabını edeple ve rızayla yerine getirebilene Allah Muin'dir Muin olur. 

Bütün keşf ettiğimiz kabileyetlerimizle,Alemde var olanlar arasında hayattar bir ilişki var.Bu sebeple cüz-i irademiz bizi aczin kapısına götürür.Acz kapısında fakrın ve ihlasın edebiyle durduğumuzda,kapı açılır.Mesele bize verilen cihazatı kullanmakla,mükemmelliği görmek ve emaneti sahibine vermektir. 

Altıncı ve Otuzuncu Sözler bunların muazzam izahını yaparlar.Otuzuncu sözde benlik rasatını kullandıktan ve marifet manasına ulaştıktan sonra teslimat"LEHÜLMÜLKÜ VELEHÜLHAMDÜ VELEHÜLHÜKMÜ VEİLEYHİ TURCEÜN"Şeklinde ifade edilmiş. 

Kabiliyetlerimizi ve cüz-i irademizi Rabbimizin istediği gibi kullanacağız.Zaten ister istemez bunları bizden geri alacak..İşlemiş olarak vermek daha güzel olur İnşallah.. 

Feryat gibi görünen şeyler hakkında Üstadımız "İşlemek neşesinden gelen nağamattır"diyor.Ve Allah'ın hayat emirlerine itaat eden ve o itaatte telef olan ve zahir nazardan gizlenip ebedi vucudu ve nuru kazanan nice varlıklar var. 

Yaşamak bir niyet ve nazar işi olduğu gibi ilim de sual ve duadan mürekkep bir macun-u nuranidir... 


Selam ve dua