“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
30- TILSIM-I KÂİNATIN MİFTAHI (A.S.M)
Anlamı: Kâinatın tılsımı,
kâinattaki anlaşılması zor olup herkesin yalnız kendi akliyle bilemeyeceği
gizli ve ince hakikatlerin anahtarı olan Hz. Muhammed A.S.M
EY KARDEŞ! Eğer hikmet-i âlemin
tılsımını ve hilkat-i insanın muammasını ve hakikat-i salâtın rümuzunu bir
parça fehmetmek istersen, nefsimle beraber şu temsîlî hikâyeciğe bak:
Bir zaman bir sultan varmış.
Servetçe onun pek çok hazineleri vardı. Hem o hazinelerde her çeşit cevahir,
elmas ve zümrüt bulunuyormuş. Hem gizli, pek acaip defineleri varmış. Hem
kemâlâtça sanayi-i garibede pek çok mahareti varmış. Hem hesapsız fünun-u acibeye
marifeti, ihatası varmış. Hem nihayetsiz ulûm-u bediaya ilim ve ıttılaı varmış.
İşte her cemâl ve kemâl sahibi kendi
cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o sultan-ı zîşân dahi
istedi ki, bir meşher açsın, içinde sergiler dizsin, ta nâsın enzarında
saltanatının haşmetini, hem servetinin şaşaasını, hem kendi san’atının
harikalarını, hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip göstersin. Ta,
cemâl ve kemâl-i mânevîsini iki vech ile müşahede etsin: Bir vechi, bizzat
nazar-ı dekaik-âşinâsıyla görsün. Diğeri, gayrın nazarıyla baksın.
Bu hikmete binaen, cesîm ve geniş ve
muhteşem bir kasrı yapmaya başladı. Şahane bir surette dairelere, menzillere
taksim ederek hazinelerinin türlü türlü murassaâtıyla süslendirip, kendi dest-i
san’atının en lâtif, en güzel eserleriyle ziynetlendirip, fünun-u hikmetinin en
incelikleriyle tanzim edip düzelterek ve ulûmunun âsâr-ı mucizekârâneleriyle
donatarak tekmil ettikten sonra, herbir taam ve nimetlerinin bütün
çeşitlerinden en lezizlerini cami’ sofralar, o sarayda kurdu. Herbir taifeye
lâyık bir sofra tayin etti. Öyle sehâvetkârâne ve san’atperverâne bir ziyafet-i
amme ihzar etti ki, güya herbir sofra yüz sanayi-i lâtifenin eserleriyle vücut
bulmuş gibi, kıymetli hadsiz nimetleri serdi. Sonra, aktâr-ı memleketindeki
ahali ve raiyetini seyre ve tenezzühe ve ziyafete davet etti.
Sonra, bir yaver-i ekremine sarayın
hikmetlerini ve müştemilâtının mânâlarını bildirerek onu üstad ve tarif edici
tayin etti. Ta ki, sarayın sâniini, sarayın müştemilâtıyla ahaliye tarif etsin;
ve sarayın nakışlarının rümuzlarını bildirip, içindeki san’atlarının
işaretlerini öğretip, derunundaki manzum murassâlar ve mevzun nukuş nedir, ve
ne vech ile saray sahibinin kemâlâtına ve hünerlerine delâlet ettiklerini, o
saraya girenlere tarif etsin; ve girmenin âdâbını ve seyrin merasimini
bildirip, o görünmeyen sultana karşı marziyâtı dairesinde teşrifat merasimini
tarif etsin….Sözler
BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;
…”Madem bu san'atlı ve hikmetli
masnuatıyla kendi hünerlerini ve san'atkârlığının kemâlâtını teşhir etmek; ve
bu süslü ziynetli nihayetsiz mahlûkatıyla kendini tanıttırmak ve sevdirmek; ve
bu lezzetli ve kıymetli hesapsız nimetleriyle kendine teşekkür ve hamd
ettirmek; ve bu şefkatli ve himayetli umumî terbiye ve iaşe ile, hattâ
ağızların en ince zevklerini ve iştahların her nev'ini tatmin edecek bir
surette ihzar edilen Rabbânî it'amlar ve ziyafetlerle kendi rubûbiyetine karşı
minnettarâne ve müteşekkirâne ve perestişkârâne ibadet ettirmek; ve mevsimlerin
tebdili ve gece-gündüzün tahvili ve ihtilâfı gibi azametli ve haşmetli
tasarrufat ve icraat ve dehşetli ve hikmetli faaliyet ve hallâkıyetle kendi
ulûhiyetini izhar ederek, o ulûhiyetine karşı iman ve teslim ve inkıyad ve
itaat ettirmek; ve her vakit iyiliği ve iyileri himaye, fenalığı ve fenaları
izale ve semâvî tokatlarla zalimleri ve yalancıları imha etmek cihetiyle,
hakkaniyet ve adaletini göstermek isteyen perde arkasında birisi var. Elbette
ve herhalde, o gaybî Zâtın yanında en sevgili mahlûku ve en doğru abdi ve onun
mezkûr maksatlarına tam hizmet ederek, hilkat-i kâinatın tılsımını ve
muammâsını hall ve keşfeden ve daima o Hâlıkının namına hareket eden ve Ondan
istimdat eden ve muvaffakiyet isteyen ve Onun tarafından imdada ve tevfike
mazhar olan ve Muhammed-i Kureyşî denilen bu zât (a.s.m.) olacak."…Şualar
…Kâinat Sahibi ve Hâlıkı ve
Mutasarrıfının, Rahmâniyet ef’âli ve rububiyet icraatıyla, risalet-i
Muhammediyeye şehadeti. Meselâ Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyanı ona indirmek ve onun
elinde envâ-ı mu’cizatı izhar etmek ve her türlü halinde onu himaye ve muvaffak
ederek onun dinini bütün hakikatleriyle beraber idame ettirmek ve onun makam-ı
hürmet ve şerefini yüceltmek ve ona bilmüşahede bütün mahlûkatın üzerinde makam
vermek gibi Rahmâniyet fiilleri ve onun risaletini kâinatına mânevi bir güneş
yapmak ve onun dinini, kullarının kemâlâtına bir fihriste yapmak ve onun
hakikatini, ulûhiyetinin tecelliyatına câmi bir ayna yapmak ve bu kâinatta mahlûkatın
vücudu için rahmet ve hikmet ve adaletin lüzumu ve gıda ve su ve hava ve ışığın
zarureti derecesinde zarurî vazifelerle onu tavzif etmek gibi rububiyet
fiilleriyle, bu Kâinat Sahibi, onun hakkaniyetine şehadet eder………………..……………..Ben, bu ihtiyarlığım ve
perişaniyetim içinde, zât-ı Muhammediyenin (a.s.m.) getirdiği erzak-ı
mâneviyenin milyondan birisini hissettim. Elimden gelseydi, milyonlar lisanla
salâvatlarla ona teşekkür edecektim. Şöyle ki: Ben firaktan, zevâlden çok
inciniyorum. Halbuki, sevdiğim dünya ve dünyeviyeler, mufarakatla beni bırakıp
gidiyorlar. Ben de gideceğimi biliyorum. Bu pek elîm ve canhıraş meyusiyete
karşı, birden saadet-i ebediye ve hayat-ı bâkiye müjdesini zât-ı Ahmediyeden
(a.s.m.) işitmekle kurtuluyorum ve tam teselli buluyorum. Hattâ teşehhüdde, (Ey
Peygamber, Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun.) dediğimde, ona
hem biat, hem memuriyetine teslim ve itaat, hem vazifesini tebrik, hem bir nevi
teşekkür ve saadet-i ebediye müjdesine bir mukabeledir ki, Müslümanlar, hergün
beş defa bu selâmı yaparlar….
…………………Ve bu kâinatın Sahibi (celle
celâluhu) o şahsiyet-i mâneviye-i Muhammediyeyi (a.s.m.) saltanat-ı
rububiyetine bir yüksek dellâl ve kâinat tılsımının ve hilkat muammasının bir
doğru keşşafı ve lütuf ve rahmetinin bir parlak misali ve şefkat ve
muhabbetinin bir beliğ lisanı ve âlem-i bâkideki hayat-ı daime ve saadet-i
ebediyenin en kuvvetli müjdecisi ve elçilerinin en son ve en büyük bir resul
eylemiş. Acaba bu mahiyetteki bir hakikate kanaat etmeyen veya ehemmiyet
vermeyen, ne derece hasâret ve hata ve belâhet ve cinayet ettiğini kıyas
edilsin!.............Şualar
… Evet, dünyaya mânen reis olacak
*haşiye* ve dünyanın mânevî şeklini değiştirecek ve dünyayı âhirete mezraa
yapacak ve dünyanın mahlûkatının kıymetlerini ilân edecek ve cin ve inse
saadet-i ebediyeye yol gösterecek ve fâni cin ve insi idam-ı ebedîden
kurtaracak ve dünyanın hikmet-i hilkatini ve tılsım-ı muğlâkını ve muammâsını
açacak ve Hâlık-ı Kâinatın makàsıdını bilecek ve bildirecek ve o Hâlıkı tanıyıp
umuma tanıttıracak bir zât, elbette o daha gelmeden herşey, her nevi, her taife
onun geleceğini sevecek ve bekleyecek ve hüsn-ü istikbal edecek ve alkışlayacak
ve Hâlıkı tarafından bildirilirse o da bildirecek. Nasıl ki, sabık işaretlerde
ve misallerde gördük ki, herbir nev-i mahlûkat, onu hüsn-ü istikbal ediyor gibi
mu’cizâtını gösteriyorlar, mu’cize lisanıyla nübüvvetini tasdik ediyorlar…
*haşiye*Evet, Sultan-ı Levlâke
Levlâk, öyle bir reistir ki, bin üç yüz elli senedir saltanatı devam ediyor.
Birinci asırdan sonra herbir asırda lâakal üç yüz elli milyon tebaası ve
raiyeti vardır. Küre-i arzın yarısını bayrağı altına almış; ve tebaası kemâl-i
teslimiyetle ona hergün salât ü selâmla tecdid-i biat ederek emirlerine itaat
ederler….Mektubat
Yâ Erhamerrâhimîn, bu Resul-i
Ekremin (a.s.m.) hürmetine, bizi onun şefaatine mazhar ve sünnetinin ittibaına
muvaffak ve dâr-ı saadette onun âl ve ashâbına komşu eyle! Âmin, âmin, âmin…..Bediüzzaman
Said Nursî
SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN HİSSEMİZ;
“Ey ahali! Şu kasrın meliki olan
seyyidimiz, bu şeylerin izharıyla ve bu sarayı yapmasıyla kendini size
tanıttırmak istiyor. Siz dahi onu tanıyınız ve güzelce tanımaya çalışınız.
“Hem şu tezyinatla kendini size
sevdirmek istiyor. Siz dahi onun san’atını takdir ve işlerini istihsan ile
kendinizi ona sevdiriniz.
“Hem bu gördüğünüz ihsanat ile size
muhabbetini gösteriyor. Siz dahi itaat ile ona muhabbet ediniz.
“Hem şu görünen in’âm ve ikramlarla
size şefkatini ve merhametini gösteriyor. Siz dahi şükür ile ona hürmet ediniz.
“Hem şu kemâlâtının âsârıyla mânevî
cemâlini size göstermek istiyor. Siz dahi onu görmeye ve teveccühünü kazanmaya
iştiyakınızı gösteriniz.
“Hem bütün şu gördüğünüz masnuat ve
müzeyyenat üstünde birer mahsus sikke, birer hususî hâtem, birer taklit edilmez
turra koymakla, herşey kendisine has olduğunu ve kendi eser-i desti olduğunu ve
kendisi tek ve yektâ, istiklâl ve infirad sahibi olduğunu size göstermek
istiyor. Siz dahi onu tek ve yektâ ve misilsiz, nazirsiz, bîhemtâ tanıyınız ve
kabul ediniz.”
Daha bunun gibi, ona ve o makama
münasip sözleri seyircilere söyledi. Sonra, giren ahali iki güruha ayrıldılar:
Birinci güruhu: Kendini tanımış ve
aklı başında ve kalbi yerinde oldukları için, o sarayın içindeki acaiplere
baktıkları zaman dediler: “Bunda büyük bir iş var.” Hem anladılar ki, beyhude
değil, âdi bir oyuncak değil. Onun için merak ettiler. “Acaba tılsımı nedir?
İçinde ne var?” deyip düşünürken, birden o muarrif üstadın beyan ettiği nutkunu
işittiler. Anladılar ki, bütün esrarın anahtarları ondadır. Ona müteveccihen
gittiler ve dediler:
“Esselâmü aleyke yâ eyyühe’l-üstad!
Hakkan, şöyle bir muhteşem sarayın, senin gibi sadık ve müdakkik bir muarrifi
lâzımdır. Seyyidimiz sana ne bildirmişse lütfen bize bildiriniz.”
Üstad ise, evvel zikri geçen
nutukları onlara dedi. Bunlar güzelce dinlediler, iyice kabul edip tam istifade
ettiler. Padişahın marziyâtı dairesinde amel ettiler.
Onların şu edepli muamele ve
vaziyetleri o padişahın hoşuna geldiğinden, onları has ve yüksek ve tavsif
edilmez diğer bir saraya davet etti, ihsan etti.
Hem öyle bir cevvâd-ı melike lâyık
ve öyle mutî ahaliye şayeste ve öyle edepli misafirlere münasip ve öyle yüksek
bir kasra şayan bir surette ikram etti. Daimî onları saadetlendirdi……………………………………………….
İşte Kur’ân şakirtlerinin akıbetleri
böyledir. Cenâb-ı Hak bizleri onlardan eylesin. Âmin! Sözler