“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
18- MU'CİZAT-I BAHİRE SAHİBİ (A.S.M)
Anlamı: Ap açık mu’cizeler sahibi
olan Hz. Muhammed A.S.M
… Evet, ehl-i tahkikatın ittifakıyla, şakk-ı kamer ve parmaklarından su
akması gibi bine bâliğ mu’cizatından hadd ü hesaba gelmez delail-i
nübüvvetinden başka, Kur’an-ı Azîmüşşan gibi bir bahr-i hakaik ve kırk vecihle
mu’cize olan mu’cize-i kübra, güneş gibi risaletini göstermeye kâfidir…Sözler
BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;
………. "Bu kadar ahlak-ı hasene
ve kemalatla beraber, bu kadar mu’cizât-ı bahiresi bulunan bir Zat (a.s.m.),
elbette en doğru sözlüdür. Ahlaksızların işi olan hileye, yalana, yanlışa
tenezzül etmesi kabil değil."..Mektubat
……..Hem o mu’cizât-ı bâhire sahibi
olan vahdâniyet dellâlı ve saadet-i ebediye müjdecisi, kendi zât-ı mübarekinde
öyle ahlâk-ı âliye ve vazife-i risaletinde öyle secâyâ-yı sâmiye ve tebliğ
ettiği şeriat ve dininde öyle hasâil-i gàliye vardır ki, en şedit düşman dahi
onu tasdik ediyor, inkâra mecal bulamıyor. Madem zâtında ve vazifesinde ve
dininde en yüksek ve güzel ahlâkları ve en ulvî ve mükemmel seciyeleri ve en
kıymettar ve makbul hasletleri bulunuyor. Elbette o zât, mevcudattaki kemâlâtın
ve ahlâk-ı âliyenin misali ve mümessili ve timsali ve üstadıdır. Öyle ise,
zâtında ve vazifesinde ve dininde şu kemâlât ise, hakkaniyetine ve sıdkına o
kadar kuvvetli bir nokta-i istinaddır ki, hiçbir cihette sarsılmaz…..Mektubat
……Sabık beyanatta kat’î ispat edildiği
üzere, nihayetsiz bir ilm-i muhît ve hadsiz bir irade-i külliye ve nihayetsiz
bir kudret-i mutlaka sahibi olan şu kâinatın Sâni-i Hakîmi ve şu insanların
Hâlık-ı Rahîmi, bütün semâvî kitapları ve fermanlarıyla Cenneti ve saadet-i
ebediyeyi nev-i beşerin ehl-i imanına vaad etmiştir.
Madem vaad etmiştir, elbette
yapacaktır. Çünkü vaadinde hulf etmek Ona muhaldir. Çünkü vaadini ifa etmemek,
gayet çirkin bir noksandır.
Kâmil-i Mutlak, noksandan münezzeh
ve mukaddestir. Vaad ettiğini yapmamak, ya cehlinden veya aczinden yapamaz.
Halbuki, o Kadîr-i Mutlak ve Alîm-i
Külli Şey hakkında cehil ve acz muhal olduğundan, hulf-ü vaad dahi muhaldir.
Hem başta Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü
Vesselâm olarak bütün enbiya ve evliya ve asfiya ve ehl-i iman, mütemâdiyen o
Rahîm-i Kerîmden, vaad ettiği saadet-i ebediyeyi rica edip yalvarıyorlar ve
niyaz edip istiyorlar.
Hem bütün Esmâ-i Hüsnâ ile beraber
istiyorlar. Çünkü, başta şefkati ve rahmeti, adaleti ve hikmeti ve Rahmân ve
Rahîm, Âdil ve Hakîm isimleri ve rububiyeti ve saltanatı ve Rab ve Allah
isimleri gibi ekser Esmâ-i Hüsnâsı, daire-i âhireti ve saadet-i ebediyeyi
iktiza ve istilzam ederler ve tahakkukuna şehadet ve delâlet ediyorlar.
Belki, Onuncu Sözde ispat edildiği
gibi, bütün mevcudat bütün hakaikiyle dâr-ı âhirete işaret ediyorlar.
Hem, fermân-ı âzam olan Kur’ân-ı
Hakîm, binler âyât ve beyyinâtıyla ve berâhin-i sadıka-i kat’iyesiyle o
hakikati gösteriyor ve talim ediyor. VE NEV-İ BEŞERİN MÂBİHİ’L-İFTİHARI OLAN
HABİB-İ EKREM, BİNLER MU’CİZÂT-I BÂHİREYE İSTİNAD EDEREK, BÜTÜN HAYATINDA,
BÜTÜN KUVVETİYLE O HAKİKATİ DERS VERMİŞ, İSPAT ETMİŞ, İLÂN ETMİŞ, GÖRMÜŞ VE
GÖSTERMİŞ.
Allahım! Ona, âline ve ashabına,
Cennetteki ehl-i Cennetin nefesleri sayısınca salât ve selâm et ve bereket
ihsan et. Bizi, bu kitabın naşirini, arkadaşlarını, sahibi olan Said’i, anne ve
babalarımızı, erkek ve kız kardeşlerimizi, onun sancağı altında saidler olarak
haşret; bizi onun şefaatiyle rızıklandır; bizi, onun âl ve ashabıyla beraber,
rahmetinle Cennete koy, ey Erhamürrâhimîn. Âmin, âmin…Yirminci Mektup | İkinci
Makam
SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİM/SIFATTAN HİSSEMİZ;
Ey Rabb-i Rahîmim!
Resûl-i Ekreminin tâlimiyle ve
Kur’ân-ı Hakîmin dersiyle anladım ki: Başta Kur’ân ve Resûl-i Ekremin olarak,
bütün mukaddes kitaplar ve peygamberler bu dünyada ve her tarafta nümuneleri
görülen celâllî ve cemâllî isimlerinin tecellileri daha parlak bir sûrette
ebedü’l-âbâdda devam edeceğine ve bu fâni âlemde rahîmâne cilveleri, nümuneleri
müşahede edilen ihsanatının daha şa’şaalı bir tarzda dar-ı saadette istimrarına
ve bekàsına ve bu kısa hayat-ı dünyeviyede onları zevk ile gören ve muhabbet
ile refakat eden müştakların, ebedde dahi refakatlerine ve beraber
bulunmalarına icma’ ve ittifak ile şehadet ve delâlet ve işaret ederler.
Hem, yüzer mu’cizat-ı bâhirelerine
ve âyât-ı kàtıalarına istinaden, başta Resûl-i Ekrem ve Kur’ân-ı Hakîmin olarak
bütün nuranî ruhların sahipleri olan peygamberler ve bütün münevver kalblerin
kutupları olan veliler ve bütün keskin ve nurlu akılların mâdenleri olan
sıddıkînler, bütün suhuf-u Semâviyede ve kütüb ü mukaddesede senin çok tekrar
ile ettiğin binler vaadlerine ve tehditlerine istinaden, hem senin kudret ve
rahmet ve inâyet ve hikmet ve celâl ve cemâl gibi âhireti iktiza eden kudsî
sıfatlarına ve şe’nlerine ve senin izzet-i celâline ve saltanat-ı rubûbiyetine
itimaden, hem âhiretin izlerini ve tereşşuhatını bildiren hadsiz keşfiyatlarına
ve müşahedelerine ve ilmelyakîn ve aynelyakîn derecesinde bulunan itikadlarına
ve imanlarına binaen saadet-i ebediyeyi insanlara müjdeliyorlar. Ehl-i dalâlet
için cehennem ve ehl-i hidâyet için cennet bulunduğunu haber verip ilân
ediyorlar, kuvvetli iman edip şehadet ediyorlar.
Ey Kadîr-i Hakîm! Ey Rahmân-ı Rahîm!
Ey Sâdıku’l-Vâ’dil Kerîm! Ey izzet ve azamet ve celâl sahibi Kahhâr-ı Zülcelâl!
Bu kadar sâdık dostlarını, bu kadar
vaadlerini ve bu kadar sıfât ve şuûnâtını yalancı çıkarmak, tekzib etmek ve
saltanat-ı rubûbiyetinin kat’î muktaziyatını tekzib edip yapmamak ve senin
sevdiğin ve onlar dahi Seni tasdik ve itaat etmekle kendilerini sana sevdiren
hadsiz makbul ibâdının âhirete bakan hadsiz dualarını ve dâvâlarını reddetmek,
dinlememek ve küfür ve isyan ile ve Seni vaadinde tekzib etmekle, Senin
azamet-i kibriyâna dokunan ve izzet-i celâline dokunduran ve ulûhiyetinin
haysiyetine ilişen ve şefkat-i rubûbiyetini müteessir eden ehl-i dalâleti ve
ehl-i küfrü haşrin inkârında, onları tasdik etmekten yüzbinler derece
mukaddessin ve hadsiz derece münezzeh ve âlisin.
Böyle nihayetsiz bir zulümden ve nihayetsiz
bir çirkinlikten senin o nihayetsiz adâletini ve nihayetsiz cemâlini ve hadsiz
rahmetini hadsiz derece takdis ediyoruz. Ve bütün kuvvetimizle iman ederiz ki;
o yüzbinler sâdık elçilerin ve o hadsiz
doğru dellâl-ı saltanatın olan enbiya, asfiya evliyalar hakkalyakîn,
aynelyakîn, ilmelyakîn sûretinde senin uhrevî rahmet hazinelerine, âlem-i
bekàdaki ihsanatının definelerine ve dar-ı saadette tamamiyle zuhur eden güzel
isimlerinin hârika güzel cilvelerine şehadetleri hak ve hakikattır. Ve işaretleri
doğru ve mutabıktır. Ve beşaretleri sâdık ve vâkidir. Ve onlar bütün
hakikatlerin mercii ve güneşi ve hâmîsi olan Hak isminin en büyük bir şuâı; bu
hakikat-ı ekber-i haşriye olduğunu iman ederek senin emrin ile senin ibâdına
hak dairesinde ders veriyorlar. Ve ayn-ı hakikat olarak tâlim ediyorlar.
Yâ Rab! Bunların ders ve
talimlerinin hakkı ve hürmeti için bize ve Risale-i Nur talebelerine iman-ı
ekmel ve hüsn-ü hâtime ver. Ve bizleri onların şefaatlerine mazhar eyle. Âmin….Bediüzzaman
Said Nursî R.A
.
.