6.8.13

Ey Allah’ım, ey Rabbimiz!

Ey Allah’ım, ey Rabbimiz! Bizi Cehennem ateşinden halâs eyle, muhafaza et, necat ver!

Allah’ım, bize âfiyet ver, bizi affet, bizi iyilerle birlikte pâk ve temiz diyarın olan Cennete koy. 

Bunu sadece affınla yap, ey kullarını azaptan koruyan Mücîr! Fazıl ve kereminle olsun, ey bütün günahları bağışlayan Gafur!

Ben, şu kıymetli ve şerefli isimlerinin, şu yüce ve lâtif sıfatlarının hakkı için istiyor ve yalvarıyorum ki, Efendimiz Muhammed Aleyhisselâtü Vesselâma, onun yaptığı iyilikler sayısınca salât ve selâm eyle!

Allah’ın ismiyle.

Allah bana kâfi.

Allah’tan başka ilâh yok.

Allah her şeye şahit.

De ki; O Allah’tır. Allah’ın dilediği olur. Rabbim Allah’tır. Allah’ın şânı yücedir. Allah âlîdir. Allah’a tevekkül edip güvendim. Allah onlara karşı sana kâfidir. O her şeyi işiten ve bilendir.

Bütün kusurlardan münezzehsin. Ey kendisinden başka ilah olmayan Allah’ım! Eman ver bize, eman diliyorum. Sana olan medih ve senâları sayıp dökemiyorum. Sen, Zâtını övdüğün gibisin.

Ey bütün kemâl sıfatlarını taşıyan hakikî Ma’bud olan Allah! Ey bütün mahlûkata rızık verip merhamet eden Rahman! Ey ahirette sâlih kullarına lütuflarda bulunacak olan Rahîm! Ey bütün günahları bağışlayan Gafûr! Ey kullarının ibâdet ve şükürlerine bol mükâfatla karşılık veren Şekûr!

Zâtın için saydığın güzel isimlerin, yüce sıfatların ve eksiksiz kelimelerin hakkı için Senden istiyor ve yalvarıyorum ki, beni, anne-babamı, Üstadım Said Nursî’yi, Nur Talebelerini ve bütün erkek ve kadın mümin ve Müslümanlardan hayatta olan ve ölenleri bağışla!

Bize öyle bir merhamette bulun ki, Senden başkasının merhametine ihtiyacımız kalmasın!

Dünyada ve ahirette ihtiyaçlarımızı yerine getir ve dilediğimizi ihsan eyle! Dünyadan ayrılırken son nefesimizi saâdet, şehâdet, ikram ve müjdeyle vermemizi nasip eyle!

Bizim adımıza Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmı lâyık ve müstahak olduğu şeylerle mükâfatlandır.

Gözümüzü açıp kapayıncaya kadar bizi ne nefsimize, ne de yaratıklarından hiç birine havâle etme!

İşlerimizi ıslah edip, yoluna koy! Bizi, hiç zâil olmayan ilim ve sıyânetinle himâye eyle! Ayrı yaşanamayan desteğinle bizleri muhâfaza eyle, ey Celâl ve İkram Sahibi!

Bizden ve bu isimleri üzerinde taşıyan kimselerden cin, insan ve şeytanlardan gelecek âfetleri, yer sarsıntılarını ve Allah korkusundan meydana gelen dağ parçalanışlarını, tâun ve vebâ musîbetlerini, kem gözleri, vücut ağrılarını ve diğer felâketleri def eyle!

Bizi bütün şer ve kötülüklerden muhâfaza et.

Rahmetinle bize dünyada ve âhirette selâmet, âfiyet ve hayır nasip eyle, ey merhametlilerin en merhametlisi!

Allah, Efendimiz Hazret-i Muhammed’e (a.s.m.), onun âl ve Ashâbına sallât ve selâm eylesin!

Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.

Amin..Amin..Amin...

(CEVŞEN)

23.6.13

Ey Semavat ve Arzın ve bazıları bilmeseler de içindekilerin Rabbi!


Her şey kendisine verilmiş programa büyük bir sadakatle uyar. Dünyaya gelmekte gitmekte bir takdir iledir. Verilmiş zaman bittiğinde şu seyrine doyulmaz dünya ve bir parça sudan inşa edilmiş şu harika beden sarayı kıymetsiz bir paçavra gibi toprağa atılır. Ölüm tüm felsefeyi sessizliğe tüm isyanı tereddüde boğar.
Çünkü dünya da her neye bakarsak bakalım hiç önem vermediğimiz adi basit şeyler bile mükemmel olarak meydana gelirler. Bir yağmur tanesinden bir böcek gözüne kadar.
Ve sen güya büyük bir susku içindesin..yıldızları ve galaksileri çeviriyor,mevsimleri arka arkaya takıyor,yüz binlerce canlıyı dünyaya gönderiyor yüz binlercesini sahneden alıyorsun..sana ne derlerse desin her şeyi sahibine iade ettiğinden,iyilik ve kötülük insanın kendi rengine karışıyor..Mesela seni inkar edenler inkar edilmişlerdir.Senin olan ilişkilerini ucundan tutanlar salla pati bir hayat yaşar..arada derede kalıp iman ile küfür arasında kalanlar hep muallakta sallanan bir ip gibi anlamsız yaşar.Sana içtenlikte gelmiş olanların durumunu insanlık bilmekten acizdir.Ve sen onlarla konuştuğundan onlar kimselerle konuşmazlar…
Sana yakın olduğunu iddia edip bir türlü yanında kalamayanlar sürekli bir kaos içindedirler.Seni anamayanlar anılmaz..sevmeyenler sevilmez..çaba göstermeyenlere çaba gösterilmez…
Çünkü sen herkese, kendine yetecek bir anlayışı adaletle verdin. Kimseyi anlamadığından kavramadığından mesul tutmadın. Ancak yapmacık her yaklaşımı o zavallı konumunda bıraktın…
Biz sadece samimi olacak, olduğumuzdan fazla görünmeye çalışmayacak, tüm kafa karışıklığımızı sana söyleyecektik. Biz senden kaçarak hiçbir kudreti olmayan, hiçbir isteğimizi yerine getiremeyen ve en önemlisi başımızı bastırdığın topraktan arkasını bize gösteremeyenlerin yanında insanlığımızı aradık.
Ve kovulduk..
Yalnız kaldık..
Kimse bizi anlamadı ve biz kimseye kendimizi anlatamadık…
Bugün din gününden evvel bir gün..Berat günü..Diyorsun ya “Benim Şükreden Kullarım Azdır”..beni ve benim gibi tüm pişman kulcuklarını bu azlardan eyle…

Bu gece..

Ey Rabbim ! Bu gece bütün söylemek istediklerimi bir araya toplayıp ifade etmeye kalksam ancak Üstadım Bediüzzaman’ın  duası arkasına saklanır,tüm ruhumla kabul ettiğim bu ilticasına.. 

"Ey Hayy ve Kayyûm olan! Hayy ve Kayyûm isimlerin hürmetine, bu perişan kalbe bir hayat ver, bu müşevveş akla doğru yolu göster" 

..binler Amin derim…

Yine başka bir duasını avuçlarıma alıp rahmetine doğru kaldırırım;

İlahi! Günahlar beni lal etti. 
İsyanımın çokluğu yüzünden mahcubum. 
Gafletin şiddeti ise sesimi kıstı. 
İşte, ben de, seyyidim ve senedim şeyh Abdülkadir Geylani’nin sesiyle Senin dergah-ı rahmetinin kapısını çalıyor ve onun, kapıcıya aşina nidasıyla Senin mağfiret kapında nida ediyorum:

• Ey rahmeti herşeyi kuşatan ve ey herşeyin melekütu elinde bulunan Zat,

• Ey hiçbir şey kendisine zarar veya fayda veremeyen Zat,

• Ey hiçbir şey Ona galebe edemeyen ve hiçbir şey Ondan kaçıp gizlenemeyen,

• hiçbir şey Ona ağır gelmeyen ve hiçbir şeyin yardımına muhtaç olmayan,

• hiçbir şey Onu bir başka işten alıkoyamayan,

• hiçbir şey Ona benzemeyen,

• ve hiçbir şey Onu hiçbir şeyden aciz bırakamayan Zat, Beni hiçbir şeyden hesaba çekmeyecek şekilde her şeyimi bağışla.

• Ey her şeyi alnından tutup kudretine boyun eğdiren ve her şeyin anahtarları elinde bulunan Zat,

• Ey her şeyden önce var olan Evvel,

• her şeyden sonra baki kalan Âhir,

• her şeyin fevkinde olan Zahir,

• her şeyin dünuna nüfuz eden Batın,

• kudret ve galebesi her şeyin fevkinde bulunan Kahir, Benim her şeyimi bağışla. Şüphesiz Senin her şeye kudretin yeter.

• Ey her şeyi her haliyle bilen Âlim ve her şeyi kuşatan Muhit ve herşeyi hakkıyla gören Basir,

• Ey her şey her an Onun nazar-ı şuhudunda olan şehid ve herşeyi görüp gözeten Rakib,

Ve ilmi her şeyin bütün inceliklerine nüfuz eden Latif 
Ve her şeyden hakkıyla haberdar olan Habir, 
Beni hiçbir şeyden hesaba çekmeyecek şekilde, günah ve hata olarak her neyim varsa hepsini bağışla. Hiç şüphesiz, Senin herşeye kudretin yeter.

Allahım, Gafletten ve kötü arzularımdan Senin izzet-i celaline ve celal-i izzetine, Senin kudret-i saltanatına ve saltanat-ı kudretine sığınırım.
Ey kurtuluş isteyenlerin tahassungahı olan Allahım,
Beni şeytani şehvetlerden kurtar; 
beşeriyetin kazuratından temizle; 
Nebin olan Muhammed’i (s.a.v.) sıddıkiyet muhabbetiyle bana sevdirmek suretiyle beni gaflet paslarından ve cehalet vehimlerinden ter temiz kıl-öyle ki, enaniyet fena bulsun ve Allah’ın minnet bahrinde Allah’ın nimetlerine gark olmuş, Allah’tan alıkoyan her meşgaleye karşı Allah’ın kılıcıyla mansur, Allah’ın inayetiyle mahzuz ve Allah’ın himayesiyle mahfuz olarak herşey Allah için, Allah ile, Allah’a ve Allah’tan olsun.

Ey Nurların Nuru, ey bütün sırların Âlimi, ey gecenin ve gündüzün Müdebbiri, 
Ey Melik, ey Aziz, ey Kahhar, ey Rahim, ey Vedüd, ey Gaffar, ey gayb alemlerini her haliyle bilen, kalbleri ve gözleri dilediği gibi halden hale çeviren, ey ayıpları örten ve ey günahları bağışlayan, Günahlarımı bağışla; 
Esbabın tazyikatına maruz, 
Ve bütün kapılar yüzüne kapanmış 
Ve doğru yolda gidenlerin tarikine sülük etmek ona zorlaşmış 
Ve bir kazanç elde edemeden ömrünü ve nefsini gaflet ve masiyet meydanlarında bad-ı hava harcamış olan kuluna merhamet et.
Ey dua edildiğinde cevap veren, ey hesapları sür’atle gören, ey Kerim, ey Vehhab,
Hastalığı büyük ve şifası zor, çaresi zayıf ve belası kuvvetli olan ve Senden başka melce ve ümidi bulunmayan kuluna merhamet et.
İlahi, Derdimi, üzüntümü ve şikâyetimi Sana arz ediyorum.
İlahi, Senin dergâhında hüccetim, hacetimdir; azığım ise fakrım ve çaresizliğimdir.
İlahi, Senin cüd bahirlerinden bir katre bana yeter; Senin af nehirlerinden bir zerre bana kafi gelir, ey Vedüd, ey Vedüd, ey Vedüd, ey şan ve şerefi herşeyden yüce olan Arş-ı Mecid Sahibi, ey Mübdi’, ey Muid, ey herşeyi dilediği gibi yapan Fa’alün lima Yürid!

Arşının rükünlerini kaplayan nur-u veçhin hürmetine, bütün mahlükatını hükmüne ram ettiğin kudretin hürmetine ve herşeyi kuşatan rahmetin hürmetine Senden istiyorum. Senden başka ilah yoktur, ey Muğis, bize imdad et. 
Ve bütün ömrüm boyunca işlediğim bütün günahları ve lisanımın hatalarını rahmetinle bağışla, ey Erhamü’r-Rahimin. Âmin.
Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.

O’nun lisanıyla söyle kendi hacaletimle binler âmîn derim…Benim senden af ve mağfiretini,inayet ve merhametini ummaktan başka sermayem yok..Şu ölmüş ,maziye dökülmüş ömrümü taze bir baharla tebdil et..biliyorsun ki ben buna çok muhtacım…………Amin..Amin..Amin…

16.6.13

BEDİÜZZAMAN'DAN ZAMANA MEKTUP..



HÜKÜMET BU MEKTUBU CİDDİYETLE OKUMALI..SİYASET YANLIŞ VE ANLIK ÇÖZÜMLERE YÖNELMEMELİ...

.....Bin seneden beri, âlem-i İslâmiyeti kahramanlığı ile memnun eden ve vahdet-i İslâmiyeyi muhâfaza eden ve âlem-i beşeriyetin küfr-ü mutlaktan ve dalâletten şanlı bir sûrette kurtulmasına büyük bir vesîle olan Türk milleti ve Türkleşmiş olanların din kardeşleri,

EĞER ŞİMDİ, ESKİ ZAMAN GİBİ, KAHRAMANCASINA KUR'ÂN'A VE HAKAİK-I ÎMÂNA SAHİP ÇIKMAZSANIZ

VE DOĞRUDAN DOĞRUYA HAKAİK-I KUR'ÂNİYE VE ÎMÂNİYEYİ TERVÎCE ÇALIŞMAZSANIZ,

SİZE KATİYEN HABER VERİYORUM VE KATÎ HÜCCETLERLE İSPAT EDERİM Kİ,

ÂLEM-İ İSLÂMIN MUHABBET VE UHUVVETİ YERİNE,

DEHŞETLİ BİR NEFRET VE KAHRAMAN KARDEŞİ VE KUMANDANI OLAN TÜRK MİLLETİNE BİR ADÂVET

VE ŞİMDİ ÂLEM-İ İSLÂMI MAHVA ÇALIŞAN KÜFR-Ü MUTLAK ALTINDAKİ ANARŞÎLİĞE MAĞLÛP OLUP,

ÂLEM-İ İSLÂMIN KAL'ASI VE ŞANLI ORDUSU OLAN BU TÜRK MİLLETİNİN PARÇA PARÇA OLMASINA VE ŞARK-I ŞİMÂLÎDEN ÇIKAN DEHŞETLİ EJDERHANIN İSTİLÂ ETMESİNE SEBEBİYET VERECEK.........

Evet, hariçte iki dehşetli cereyâna karşı,

BU KAHRAMAN MİLLET, KUR'ÂN KUVVETİYLE DAYANABİLİR.

YOKSA, KÜFR-Ü MUTLAKI, İSTİBDÂD-I MUTLAKI, SEFÂHET-İ MUTLAKI VE EHL-İ NÂMUSUN SERVETİNİ SERSERİLERE İBÂHE ETMESİNİ ÂLET EDEREK DEHŞETLİ BİR KUVVETLE GELEN BİR CEREYÂNI DURDURACAK,

ANCAK İSLÂMİYET HAKÎKATİYLE MEZC OLMUŞ,

İTTİHAD ETMİŞ

VE BÜTÜN MÂZİDEKİ ŞEREFİNİ İSLÂMİYETTE BULMUŞ OLAN BU MİLLETTEKİ DİN KUVVETİ VE ÎMAN BÜTÜNLÜĞÜDÜR.

Evet, bu milletin hamiyetperverleri, milliyetperverleri herşeyden evvel bu mümteziç, müttehid milliyetin can damarı hükmünde olan
 

“HAKAİK-I KUR'ÂNİYEYİ”
 

“TERBİYE-İ MEDENİYE” YERİNE İKAME ETMEK

VE DÜSTUR-U HAREKET YAPMAKLA O CEREYÂNI DURDURUR, İNŞÂALLAH.

Ikinci cereyan:

Eğer siz, hamiyetperver, milliyetperver adamlar gibi, şimdiye kadar cereyan eden ve MEDENİYET HESÂBINA MUKADESÂTI ÇİĞNEYEN USÛLLERİ MUHÂFAZAYA ÇALIŞIP, , üç dört şahsın inkılâp nâmında yaptıkları icraatı esas tutarak mevcud haseneleri ve inkılâp iyiliklerini onlara verip ve mevcud dehşetli kusurlar millete verilse, o vakit üç dört adamın seyyiesi üç dört milyon seyyie olup,

BU KAHRAMAN VE DİNDAR MİLLETİ VE İSLÂM ORDUSU OLAN TÜRK MİLLETİNİN GEÇMİŞ ASIRLARDAKİ MİLYARLAR ŞEREFLİ MERHUM ORDÛLARINA VE MİLYONLARLA ŞEHİDLERİNE VE MİLLETİNE BÜYÜK BİR MUHÂLEFET VE ERVÂHINA BİR MÂNEVÎ AZAP VE ŞEREFSİZLİK OLMAKLA BERABER,

o üç dört inkılâpçı adamın pek az hisseleri bulunan ve millet ve ordunun kuvvet ve himmetiyle vücud bulan haseneleri o üç dört adama verilse, o üç dört milyon iyilikler, üç dört haseneye inhisar adip küçülür, hiçe iner; daha dehşetli kusurlara keffâret olamaz.

Sâlisen: SİZE KARŞI ELBETTE ÇOK CİHETLERDE DAHİLÎ VE HÂRİCÎ MUÂRIZLAR VAR.
EĞER BU MUÂRIZLARINIZ HAKAİK-I ÎMÂNİYE NÂMINA ÇIKSAYDI, BİRDEN SİZİ MAĞLÛP EDERDİ.
ÇÜNKÜ BU MİLLETİN YÜZDE DOKSANI, BİN SENEDEN BERİ AN'ANE-İ İSLÂMİYE İLE, RUH VE KALB İLE BAĞLANMIŞ. ZÂHİREN MUHÂLİF FITRATINDAKİ EMRE İTAAT CİHETİYLE SERFÜRÛ ETSE DE, KALBEN BAĞLANMAZ.

HEM, BİR MÜSLÜMAN, BAŞKA MİLLETLER GİBİ DEĞİL.
 

EĞER DÎNİNİ BIRAKSA ANARŞİST OLUR,
 

HİÇBİR KAYIT ALTINDA KALAMAZ;
 

İ S T İ B D Â D - I M U T L A K T A N,
 

R Ü Ş V E T - İ M U T L A K A D A N   B A Ş K A   H İ Ç B İ R   T E R B İ Y E   V E   T E D B İ R L 
E   İ D A R E   E D İ L M E Z .
 

BU HAKÎKATİN ÇOK HÜCCETLERİ, ÇOK MİSALLERİ VAR. KISA KESİP SİZİN ZEKÂVETİNİZE HAVÂLE EDİYORUM.

BU ASRIN KUR'ÂN'A ŞİDDET-İ İHTİYACINI HİSSETMEKTE ISVEÇ, NORVEÇ, FİNLANDİYA'DAN GERİ KALMAMAK, SİZE ELZEMDİR; BELKİ ONLARA VE ONLAR GİBİLERE REHBER OLMAK VAZİFENİZDİR. 


Siz, şimdiye kadar gelen inkılâp kusurlarını üç dört adamlara verip, şimdiye kadar umûmi harb vesâir inkılâpların icbârıyla yapılan tahribâtları-husûsan an' ane-i dîniye hakkında-tâmire çalışsanız, hem size istikbâlde çok büyük bir şeref ve âhirette büyük kusurâtlarınıza keffâret olup, hem vatan ve millet hakkında menfaatli hizmet ederek milliyetperver, hamiyetperver nâmına müstehak olursunuz

Râbian: Mâdem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor; ve mâdem siz de herkes gibi kabre koşuyorsunuz; ve mâdem o katî ölüm ehl-i dalâlet için îdâm-ı ebedîdir, 


…………………..ELBETTE BENİM SİZE KARŞI BU FIKRİMİ TAM NAZARA ALMAK, EHEMMİYETLİ BİR VAZİFENİZDİR. SİZ DÜNYEVÎ ÇOK DİPLOMATLARI HER ZAMAN DİNLİYORSUNUZ; BİR PARÇA DA ÂHİRET HESÂBINA KONUŞAN BENİM GİBİ KABİR KAPISINDA VATANDAŞLARIN HÂLİNE AĞLAYAN BİR BÎÇAREYİ DİNLEMEK LÂZIMDIR…

BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ

Emirdağ Lahikası

14.6.13

Karanlıklar İçinde Niyaz Etti...



Allah'ım!

"Bismillâhirrahmânirrahîm"in sırları hürmetine, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin zâta ve onun bütün âl ve ashâbına, Senin rahmetine ve onun hürmetine yaraşır şekilde salât ve selâm eyle. Bize de, Senden başka, hiçbir mahlûkunun merhametine ihtiyaç bırakmayacak bir şefkat ve rahmetle merhamet eyle.
Âmin.

“Karanlıklar içinde niyaz etti: ‘Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.’” Enbiyâ Sûresi, 21:87.

Ey Rabbim ! Muhtelif karanlıklar,çeşitli zulmetler içerisinde beni senden başka gören olmadı…

“Rabbine şöyle niyaz etmişti: ‘Bana gerçekten zarar dokundu. Sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.’” Enbiyâ Sûresi, 21:83.

Ey Rabbim! Bütün düşünce ve hislerimi saran illetlerden çıkardığım feryadı senden başka duyan olmadı…

“Eğer senden yüz çevirecek olurlarsa de ki: Allah bana yeter. Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi Odur.” Tevbe Sûresi, 9:129.

Ey Rabbim ! Bütün ayrılıklar ve yalnızlıklar sebepleri olan belaları boynuma takıp giderken yanımda senden başka kalan olmadı…

“Allah bana yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.

Ey Rabbim ! Tüm karışık ahval ve emvaç dehşeti ile asbab dağdağası içinde sağa sola çarparken,senden başka kimse elimi tutmadı…

“Havl ve kuvvet, ancak herşeyden yüce ve nihayetsiz azamet sahibi olan Allah’a aittir.” ( Buhârî- Müslim )

Ey Rabbim ! Hayatımın başlangıcından bugünüme kadar,Aklım,kalbim,ruhum senden başka hiçbir şeyden medet almadı…

“Herşey helâk olup gidicidir—Ona bakan yüzü müstesnâ. Hüküm sadece Ona aittir; siz de Ona döndürüleceksiniz.” Kasas Sûresi, 28:88.

Bâkî kalan ancak sensin, ey Bâkî. Bâkî kalan ancak sensin, ey Bâkî.

Ey Rabbim ! Senin bekanla kaimdir hayatım ve senin bekanla devam eder…

“[Kur’ân] iman edenler için bir hidayet rehberi ve bir şifadır.” Fussilet Sûresi, 41:44.

Ey Hayy ve Kayyûm olan! 
Hayy ve Kayyûm isimlerin hürmetine, bu perişan kalbe bir hayat ver, bu müşevveş akla doğru yolu göster. Âmin.

“Rabbim! Benim gönlüme genişlik ver.”
{Taha /25}


"Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmederse (yani onu dilerse) ona ancak 'ol' der, o da oluverir" (Âl-i İmrân, 47) buyrulur.

“Ey Rabbim! Ben senin bana indireceğin hayra. öylesine muhtacım ki...”
{Kasas / 24}

“En yüce sıfatlar ise, Allah'ındır.” (NAHL/60-)

“Bizden hüznü gideren Allah’a hamdolsun.
Kuşkusuz rabbimiz çok bağışlayan ve şükrün karşılığını verendir”
{Fatır / 34}


Allah’ım Vahidsin birsin,Vâcib-ül Vücudsun mutlaksın,Ezeli ve ebedisin,Hiçbir şeye benzemez ve benzetilemezsin,varlığı hiçbir varlığa ve hiçbir sebep ve şarta bağlı olmayansın,Hayyun la yemutsun ölümle gelen fena ve zevalden münezzeh ve mukaddessin,İlmin sonsuzdur senin..işiten,bilen ve her şeyi görensin..Kudretin sonsuz,merhametin nihayetsizdir..Her şeyi yaratan Ahsenül'-Hâlikîn ve ihtiyaçlarını veren Rahman ve Rahimsin..Bütün güzel isimler senindir..Esma’ül Hüsnanı şefaatçi yapıp niyaz ediyorum ki;

Razı olacağın matlubumu bana musahhar kıl,

İhtiyaçlarımı gider..Çünkü tek tevekkül ettiğim,yardımını istediğim,umduğum ve beklediğim inayet ve keremin sahibi sensin…

Ey Melik ! Mülkündeki bu aciz memlükünün kusurunu affet..senden başka gidecek ve sığınacak yeri olmayan kölene acı…

...Allahım Duamı Kabul Et.. (İbrahim 40)

Amin ..Amin.. Amin…

Allahım,

Risâlet semâsının güneşi, nübüvvet burcunun ayı olan yüce Peygambere (a.s.m.), onun hidâyet yıldızları olan Al ve Ashâbına salât ve selâm eyle. Bize, erkek ve kadın mü'minlere merhamet et.

Amin, âmin, âmin.

10.5.13

" Allâh kabul etmeyeceği duayı kuluna ettirmez."...mi?




 " Allâh kabul etmeyeceği duayı kuluna ettirmez."

Cümlesini Necip Fazıl Üstad dan iktibas olarak kabul edilmiş şekliyle, bir çok yerde dua bahislerinde, orijinal metninden eksik ve önemli bir kelimesi atlanarak istimal edilmiş. Ve bu manayı göründüğü gibi algılayanlar, muhtemelen ben bu duayı ettiysem kabul olacak ve olmuştur gibi kabul edebilirler.
Ancak İmam-ı Rabbaniye ait bu söz tamam metni ve atlanan kelimesi olan “ISRAR”la Şöyle dir;

"Bir şeyi istemek, ona nâil olmak demektir. Zirâ Allahû Tealâ kabul etmeyeceği duâyı kuluna ısrarla ettirmez."

İmamı Rabbanî

Burada vurgulanan “Duanın Israrında Olan Sebat”onun kabul olacağına bir işaret anlamına gelir. Duada ısrar olmadığında bu duanın içten bir isteyiş olmadığı açıktır. Dolayısıyla samimi olmayan bir duanın, kabul edilmeyen dualardan olduğu kaynaklarca ifade edilmiş.

Evet, konun genel hatlarıyla intişar etmiş hali olan " Allâh kabul etmeyeceği duayı kuluna ettirmez."şekli üzerinden fikre gelen manaların noksanlıklarını giderecek bazı notları paylaşalım.

Üstadım Bediüzzaman’nın Risale-i Nur Derslerinden konuya birkaç misal ;

1’nci Misal:

"Meselâ, birisi kendine bir erkek evlât ister. Cenâb-ı Hak, Hazret-i Meryem gibi bir kız evlâdını veriyor. 'Duası kabul olunmadı.' denilmez. 'Daha evlâ bir surette kabul edildi.' denilir. Hem bazan kendi dünyasının saadeti için dua eder. Duası âhiret için kabul olunur. 'Duası reddedildi.' denilmez. Belki, 'Daha enfâ bir surette kabul edildi.'denilir, ve hâkezâ..."

2’nci Misal

“Madem Cenâb-ı Hak Hakîmdir. Biz Ondan isteriz, O da bize cevap verir. Fakat hikmetine göre bizimle muamele eder. Hasta, tabibin hikmetini itham etmemeli. Hasta bal ister; tabib-i hâzık, sıtması için sulfato verir. "Tabip beni dinlemedi" denilmez. Belki âh ü fizârını dinledi, işitti, cevap da verdi, maksudun iyisini yerine getirdi.”

3’ncü Misal:

İman duayı bir vesile-i kat'iye olarak iktiza ettiği ve fıtrat-ı insâniyye, onu şiddetle istediği gibi; Cenâb-ı Hak dahi «Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?» Furkan Sûresi, 25:77.  mealinde ferman ediyor. Hem “Bana dua edin, size cevap vereyim.” Mü’min Sûresi, 40:60. emrediyor.

Eğer desen: 

«Bir çok defa dua ediyoruz, kabûl olmuyor. Halbuki, âyet umumîdir.. her duaya cevab var ifade ediyor.»

Elcevab:

Cevab vermek ayrıdır, kabûl etmek ayrıdır. Her dua için cevab vermek var; fakat kabûl etmek, hem ayn-ı matlubu vermek Cenâb-ı Hakk'ın hikmetine tâbi'dir. Meselâ: Hasta bir çocuk çağırır: «Ya Hekim! Bana bak.» Hekim: «Lebbeyk» der.. «Ne istersin cevab ver?» Çocuk: «Şu ilâcı ver bana» der. Hekim ise; ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez. İşte Cenâb-ı Hak, Hakîm-i Mutlak hâzır, nâzır olduğu için, abdin duasına cevab verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanın hevaperestane ve heveskârane tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbâniyenin iktizasıyla ya matlûbunu veya daha evlâsını verir veya hiç vermez.

4’ncü Misal:
Ben otuz-kırk seneden beri, bendeki kulunç denilen bir hastalıktan şifa için dua ederdim. Ben anladım ki, hastalık dua için verilmiş. Dua ile duayı, yâni dua kendi kendini kaldırmadığından anladım ki, duanın neticesi uhrevîdir; kendisi de bir nevi ibadettir ve hastalık ile aczini anlayıp dergâh-ı İlahiyyeye iltica eder. Onun için otuz senedir şifa duasını ettiğim halde, duam zâhirî kabul olmadığından, duayı terketmek kalbime gelmedi. Zira hastalık, duanın vaktidir; şifa, duanın neticesi değil. Belki Cenab-ı Hakîm-i Rahîm şifa verse, fazlından verir. Hem dua, istediğimiz tarzda kabul olmazsa makbul olmadı denilmez. Hâlık-ı Hakîm daha iyi biliyor, menfaatimize hayırlı ne ise onu verir. Bazen dünyaya ait dualarımızı, menfaatimiz için âhiretimize çevirir, öyle kabul eder. 

Gibi…

Dolayısıyla imanı olan müminlerin duaları sadece o an için veya bir maksad için istedikleri şeylerin verilmesi anlamıyla kabul edilmesi direkt olarak beklenmez ve aynı isteğin verilmemesi matlubunun kabul edilmediği anlamına gelmez..buyrulduğu gibi daha evla bir şekilde,daha geniş bir dairede,daha büyük bir netice olarak kabul edildiğine itikad edilir.Bu meyanda hadis-i şeriflerde çokça bulunmaktadır.
Allah’ın CC bir kulunun dua etmesini dilemesi yorumundan çok,kulun duayı bir kulluk vazifesi ve emri rabbani cihetinde değerlendirmesi,imana ait,ubudiyete ait şık bir duruş ve göz ardı edilmeyecek bir zarurettir.Burada önemli olan duanın içeriğinde ziyade bunun bir görev ve Rabbimiz ile aramızdaki olan ubudiyet ve uluhiyet dairelerini bir birine yaklaştıran,kesiştiren ve ilişkilendirip bir alış veriş gerçeklendiren,gayet fıtri bir husus olduğu anlaşılmalıdır.
Yoksa dua sadece mü’minlere has bir şey değildir. Mü’minlere has olan vechi,mümince duanın bir vazifeyi ubudiyet olarak telakki edilip kabul edilmesidir.
Duanın olduğu fakat kabul olmadığı durumlardan bazı misallerle konuyu bu açıdan da ele alırsak:


·         “Kâfirlerin duası daima boşa çıkar.” (Râ’d, 13/14; Mü’min, 40/50)

·         “Biliniz ki, ALLAH gafil bir kalpten gelen duayı kabul etmez.” (Tirmîzî, De’avât, 66; bk. Hâkim, De’avât, No: 1817, I, 493)

·         “Üstü başı dağınık, toz toprak içinde yollara düşen, ellerini göğe açıp ‘Ya Rabbi! Ya Rabbi!’ diye yalvaran, buna karşılık; yediği, içtiği ve giydiği haram olan, haramla beslenen bir insanın duası nasıl kabul edilir?” (Müslim, Zekât, 65)

·         “Nûh, Rabbine seslendi: ‘Rabbim, dedi, oğlum benim âilemdendir. Senin va’din/sözün elbette haktır ve sen hâkimlerin hâkimisin!” (Hûd, 11/45)
Bunun üzerine Yüce ALLAH, Nuh Peygambere şöyle seslendi: 

       “Ey Nûh, dedi, o senin âilenden değildir. Çünkü o sâlih olmayan bir amelin sahibidir. Bilmediğin bir şeyi benden isteme. Sana cahillerden olmamanı öğütlerim!” (Hûd, 11/46). Nuh (a.s.), bu ikaz üzerine şöyle dua etti: 

       “Nuh; ‘Ey Rabbim! Ben bilmediğim bir şeyi istemiş olmaktan dolayı sana sığınırım. Sen beni bağışlamazsan, bana merhamet etmezsen, ben hüsrana uğrayanlardan olurum’ diye niyazda bulundu” (Hûd, 11/47) 


·         “Onlar (münafıklar) için ister af dile, ister dileme, onlar için yetmiş defa af dilesen, yine ALLAH onları affetmez. Böyledir, çünkü onlar, ALLAH’ı ve elçisini tanımadılar/inkâr ettiler; ALLAH, yoldan çıkan kavmi doğru yola iletmez.” (Tevbe, 9/80)

·         De ki: "Rabbim adaleti emretti; her secde yerinde yüzünüzü O'na doğrultun; dinde samimi olarak O'na yalvarın. Sizi yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz."

·         Oysa onlar, doğruya yönelerek, dini yalnız Allah’a has kılarak O’na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekatı vermekle emrolunmuşlardı. Dosdoğru olan din de budur. Beyyine 98/5

·         “ALLAH’la beraber başka ilâha dua / ibadet etme. O’ndan başka ilâh yoktur. O’ndan başka her şey yok olacaktır. Hüküm O’nundur ve siz O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas, 28/88)

·         “Mescitler, ALLAH’a mahsustur. ALLAH ile beraber hiç kimseye yalvarmayın.” (Cin, 72/18)

·         “(Ey Peygamberim!) De ki: Ben ancak Rabbime yalvarırım ve hiç kimseyi O’na ortak koşmam.” (Cin, 73/20; bk. Mü’minûn, 23/117).

·         “Zulüm olan bir fiili işlemek veya akrabalık bağlarını koparmak için veya dua ettim de kabul edilmedi demediği sürece müslümanın duası kabul olur.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, 132, No: 2811)

Rabbimizi bizi, ihlâsı isteyen, ihlâslı isteyen, razı olan ve rıza talep eden, duasını bir ubudiyet sırrı içerisinde yapmakta muvaffak eylesin. Kusur ve günahlarımızı affetsin. Âmin

Mü'minin mü'mine en iyi duası nasıl olmalıdır?



Elcevap: Esbab-ı kabul dairesinde olmalı. Çünkü bazı şerâit dahilinde dua makbul olur. Şerâit-i kabulün içtimaı nisbetinde makbuliyeti ziyadeleşir.

Ezcümle, dua edileceği vakit, istiğfar ile mânevî temizlenmeli; sonra,makbul bir dua olan salâvat-ı şerifeyi şefaatçi gibi zikretmeli ve âhirde yine salâvat getirmeli. Çünkü, iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur. 

 Hem بِظَهْرِ الْغَيْبِ 2 yani gıyaben ona dua etmek, 3 

 Hem hadîste ve Kur’ân’da gelen me’sur dualarla dua etmek; meselâ, 

اَللّٰهُمَّ اِنِّى اَسْئَلُكَ الْعَفْوَ وَالْعَافِيَةَ لِى وَلَهُ فِى الدِّينِ وَالدُّنْيَا وَاْلاٰخِرَةِ 4 

رَبَّنَاۤ اٰتِنَا فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِى اْلاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ 5

gibi câmi dualarla dua etmek,..


 Hem hulûs ve huşû ve huzur-u kalble dua etmek, 

• Hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra, 

• Hem mevâki-i mübarekede, hususan mescidlerde, 

 Hem Cumada, hususan saat-i icabede, 

 Hem şuhur-u selâsede, hususan leyâli-i meşhurede, 

 Hem Ramazan’da, hususan Leyle-i Kadirde dua etmek, kabule kârinolması rahmet-i İlâhiyeden kaviyen me’muldür.

makbul duanın ya aynen dünyada eseri görünür; veyahut dua olunanın âhiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur.

Demek, aynı maksat yerine gelmezse, dua kabul olmadı denilmez,belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir.
2 : Müslim, Zikr: 86-88; Tirmizî, Birr, 50; Ebu Davud, Vitr, 29; İbni Mâce, Menâsik, 5. 
3 : Müslim, Zikr, 88; Tirmizî, Birr, 50; İbni Mâce, Menâsik, 5; Ebû Dâvud, Vitr, 29.
4 : Allahım, Senden kendim ve onun için dünyada ve âhirette af ve âfiyet istiyorum. en-Nevevî, el-Ezkâr, 74; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:517. 
5 : “Ey Rabbimiz, bize dünyada da güzellik ver, âhirette de güzellik ver. Ve bizi Cehennem ateşinin azâbından koru.” Bakara Sûresi, 2:201.

8.5.13

Kendi Duamız...

Rabbimiz her insanı farklı istidatta yaratmış ve kabiliyetine göre ona mahsus olmak üzere, haline kal’ine bir lisan takmış.
Siması gibi sesinin rengini de farklı yapmış. İdrak edişi, ifade edişi, bir meseleyi dile getirişinde kendi sıbgasının tesirini müessir kılmış.
Taklidi yaşayışını, tahkiki yaşayışına tebdil edecek bazı menzilleri de hayat yolunun üzerine bırakmış.
Mesela insanın sorumluluk yaşına gelinceye kadar almış olduğu dini eğitimin, matbu bir standardı var. İlmihal bilgileri, sünnet-i Seniyeye ait öğrendikleri gibi. Ancak yaşı ilerledikçe bu almış olduğu temel eğitimin üzerinde yetenek hamurunun kendi kıvamını bulabilmesi için bir dizi konu gelişmektedir. Bu hamurun suyu tuzu, kıvama gelmesi ve fayda verebilmesi ancak, İman ilimlerinin takviyesiyle mümkündür. İnsanı Rabbinin huzuruna bir edeple getiren dinin hususiyetleri olduğuna nazaran, onu o huzurda daim kılacak olan şey ise, ibadetine kazandırdığı gelişme ve niteliklerdir. Ayrıca imanı için sağladığı tecdit, yani yenilenme ve delil ve tefekkür ile beslediği manevi dinamizmi onun istikbalini ışıklandıran ameli gayretleri ifade eder.
Bu bağlamda dua ibadetin ruhu hükmünde olduğundan..yani nasıl ceset ruha dayanır ayakta kalır, ibadet ve ubudiyette istikrar ,şuur lanmış bir imanın duadan aldığı kuvvet ile en direkt olarak alakalıdır.Bu noktadan hareketle;her insanın kendi duasını keşfetmesi mühim bir meseledir.
Büyüklerden sudur eden dualar, insan için ciddi bir değer oluşturmakla birlikte, duanın kalıbı hakkında bir dersi açığa çıkarır ve kendi dualarımız için mihmandarlık yapar. Bizler her ne kadar bu duaları okusak, kalbimizin, aklımızın dua lisanı o kadar inkişaf eder ve bizim Rabbimize karşı yaklaşımımızı makbuliyetleri nedeniyle destekler.
Ancak yukarıda da ifade edildiği gibi, buluğ çağına ermek süresindeki idrak babından konuyu ele almalı ve kendi duamızın keşfine doğru yokuşu zorlamalıyız. İfadelerimizin, yakarışlarımızı n usul ve erkânını öğrendikten sonra, âlemimizde olan derinliklere doğru yol almalı, kendi ihtiyaçlarımızı tespit ederek bize ait bir lisanı hacetlerimiz için kullanmalıyız.
Hayat görüşümüz, asli dertlerimiz, içimizde ki boşluklar, fikrimizdeki dağınıklıklar, tefekkür zaafları, şefkat, merhamet eksiklikleri, ilim noksanlığı, ziyade yoksulluk çektiğimiz değerler, ahiret endişelerimiz, rıza beklentilerimiz, iman, marifet, muhabbet, mağfiret gibi zorunluluklarımız, hizmet arzularımız, himmet niyetlerimiz, uhuvvet gerekleri, ayaklarımızın sağlam olarak yere basması gibi her neyimiz varsa onları kendi özel şive-i maneviyemizle ibraz etmemiz önemlidir.
Rabbimizin bize bakan Ehadi pencerisinde, mahsus tecelli ve özel marziyatı doğrultusunda istidadımız tekellüme gelmeli ve kendini kendi olarak ifade etmesindeki fıtrat maksadını yerine getirmelidir. Bu isale ile kendi dünyasına giren bir yolcu, Allah’ın kurbiyet nurlarını daha yakından hissedecektir. Dualar, sualler ve dile gelen ihtiyaçların kendi mahiyetiyle kendini söylettirmesi, sırların kapısını ilahi ünsiyet kandilleriyle aralayacaktır…

Kendi dualarımızın keşfi duası ve ümidiyle..

m.safitürk

Ve keza, dünyanın iki yüzünü gördüm.

Bir yüzü:Az çok zahirî bir ünsiyet, bir güzelliği varsa da, bâtını ve içi daimî bir vahşetle doludur. İkinci yüzü: Filcümle zahiren vahşetli ise de, bâtınen daimî bir ünsiyetle doludur. Kur'ân-ı Azîmüşşan, nazarları âhiretle muttasıl olan ikinci veçhe tevcih eder. Birinci vecih ise, âhiretin zıddı olup ademle muttasıldır.

Mesnevi-i Nuriye/Katre

7.5.13

Ey daire-i esbabdan zuhur eden işleri,


Ey daire-i esbabdan zuhur eden işleri, hadiseleri esbaba isnad eden gafil, cahil! Mal sahibi zannettiğin esbab, mal sahibi değillerdir. Asıl mal sahibi, onların arkasında iş gören kudret-i ezeliyedir. Onlar, ancak o kudretten gelen hakikî tesirleri ilân ve neşretmekle muvazzaftırlar. Demek, daire-i esbab, hükûmetin kalem dairesi hükmündedir ki, yukarıdan gelen emirlerin tebliğatı o daireden yapılıyor. Çünkü, izzet ve azamet perdeyi iktizâ eder; tevhid ve celâl dahi şirketi reddeder, tesiri esbaba vermiyor.  

Evet, Sultan-ı Ezelînin memurları vardır, ama icraatçıları değillerdir ki, saltanat ve rububiyetinde ortak olsunlar. Ancak o memurların vazifesi dellâllıktır ki, kudretin icraatını ilân ediyorlar. Veya o memurlar, nâzır müşahitlerdir ki, gördükleri evâmir-i tekviniyeye karşı yaptıkları itaat ve inkıyad ile istidatlarına göre bir nevi ibadet yapmış olurlar. Demek esbab, ancak ve ancak kudretin izzetini, rububiyetin haşmetini izhar için vaz edilmiş birtakım vasıtalardır. Yoksa, kudretin acz ve ihtiyacı için muavenet eden yardımcı değillerdir. Beşer sultanlarının memurları ise, sultanların ihtiyaç ve aczlerini def için tayinlerine zaruret hasıl olan yardımcı ve ortaklarıdır. Binaenaleyh, Allah’ın memurlarıyla insanın memurları arasında münasebet yoktur. Yalnız gafil ve cahil olanlar hadiselerde ve vukuattaki hikmetleri, güzellikleri göremediklerinden, Cenab-ı Haktan şekva ve şikâyetlere başlarlar. İşte o şekva ve şikâyetlerin hedefini değiştirmek için esbab vaz edilmiştir. Çünkü, kusur onlardan çıkıyor, onların kabiliyetsizliğinden ileri geliyor. Bu sırra bir misal-i lâtif sûretinde bir temsil-i mânevî rivayet ediliyor ki:
Hazret-i Azrail Aleyhisselâm, Cenab-ı Hakka demiş ki:
"Kabz-ı ervah vazifesinde Senin ibâdın benden şekva edecekler. Benden küsecekler."
Cenab-ı Hak, lisan-ı hikmetle ona demiş ki: 

"Seninle ibâdımın ortasında musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım. Tâ şekvaları onlara gidip sana küsmesinler." 

Evet, nasıl ki hastalıklar perdedir, ecelde tevehhüm olunan fenalıklara mercidirler. Ve kabz-ı ervahta hakikî olarak hikmet ve güzellik, Hazret-i Azrail Aleyhisselâm’ın vazifesine mütealliktir. Öyle de, Hazret-i Azrail Aleyhisselâm da bir perdedir. Kabz-ı ervahta zahiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemaline münasip düşmeyen bazı hâlâta merci olmak için o memuriyete bir nâzır ve kudret-i İlâhiyyeye bir perdedir. 

Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden. 

"Allah herşeyin yaratıcısıdır. Ve O her şey üzerinde hakkıyla görüp gözeticidir." Zümer Suresi, 39:62. 

"Göklerin ve yerin tedbir ve tasarrufu Ona aittir." Zümer Suresi, 39:63. 

"Şanı ne yücedir Onun ki, herşeyin hüküm ve tasarrufu elindedir." Yasin Suresi, 36:83" 

Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim yanımızda olmasın." Hicr Suresi, 15:21. 

"Hiçbir canlı yoktur ki, Allah onu alnından tutup kudretine boyun eğdirmiş olmasın." Hud Suresi, 11:56.
Mesnevi-i Nuriye

5.5.13

Hem Madem..



Dünya madem fânidir.
Hem madem ömür kısadır.
Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur.
Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır.
Hem madem dünya sahipsiz değil.
Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir müdebbiri var.
Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır.
Hem madem "Allah kimseye gücünden fazlasını yüklemez." (Bakara Sûresi, 2:286.)
sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur.
Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır.
Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır.

Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin. 
               


Bediüzzaman Said Nursi

EY İNSAN!

Aklını başına al. Hiç mümkün müdür ki: Bütün enva-ı mahlukatı sana müteveccihen muavenet (yardım) ellerini uzattıran ve senin hacetlerine “Lebbeyk!” dedirten Zat-ı Zülcelal, seni bilmesin, tanımasın görmesin?… Madem seni biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor; sen de Onu bil, hürmetle bildiğini bildir. Ve kat’iyyen anla ki: Senin gibi zaif-i mutlak, aciz-i mutlak, fakir-i mutlak, fani, küçük bir mahluka bu koca kainatı musahhar etmek ve onun imdadına göndermek; elbette hikmet ve inayet ve ilim ve kudreti tazammun eden hakikat-ı rahmettir...

Bediüzzaman Said Nursi


2.5.13

...müjde var ki:

da şöyle bir müjde var ki: Hadsiz hâcâta mübtelâ, nihayetsiz a’dânın hücumuna hedef olan rûh-u insanî şu kelimede öyle bir nokta-i istimdât bulur ki, bütün hâcâtını te’min edecek bir hazine-i rahmet kapısını ona açar ve öyle bir nokta-i istinâd bulur ki, bütün a’dâsının şerrinden emin edecek bir kudret-i mutlakanın sâhibi olan kendi Ma’bûdunu ve Hâlıkını bildirir ve tanıttırır, sâhibini gösterir, Mâliki kim olduğunu irâe eder. Ve o irâe ile, kalbi vahşet-i mutlakadan ve rûhu hüzn-ü elîmden kurtarıp, ebedî bir ferahı, dâimî bir sürûru te’min eder.

Mektubat Yirminci Mektup/Bediüzzaman

1.5.13

Sermayedar milyon, amele kuruş kazanırsa..


Bismillahirrahmanirrahim

Bu devirde sû-i istimâlât o dereceye vardı ki, bir sermayedar, kendi yerinde oturup, bankalar vâsıtasıyla bir günde bir milyon kazandığı halde; bir biçare amele, sabahtan akşama kadar, tahte’l-arz madenlerde çalışıp, kut-u lâyemût derecesinde, on kuruşluk bir ücret kazanıyor. Şu hal, müthiş bir kin, bir iğbirar verdi ki, avâm tabakası havâssa ilân-ı isyan etti.
Şu asrın tâbiriyle, sosyalistlik, bolşeviklik sûretinde, evvel Rusya’yı zîr ü zeber edip geçen Harb-i Umumîden istifade ederek, her yerde kök saldılar. Şu bolşevizmin perdesi altındaki kıyâm-ı avâm, havâssa karşı bir kin ve bir tezyif fikrini verdiğinden, büyüklere ve havâssa âit medâr-ı şeref herşeyi kırmak için bir cesaret vermiş. (Mektubat-Yirmi Sekizinci Mektup-Altıncı Risale olan Altıncı Mesele)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:
avâm : halk
havas : seçkinler sınıfı, zenginler
iğbirar : dargınlık, gücenme, kırılma
kıyâm-ı avâm : halk ayaklanması
kut-u lâyemût : ölmeyecek kadar alınan gıda
sû-i istimâlât : kötüye kullanmalar
tahte’l-arz : yer altı
tezyif : hakaret
zir ü zeber etme : altüst etme