25.8.20

Bir Dikkat Hasbihali...


Âdem’in AS..yaratılması..secde emri..melek ve şeytanın aldığı pozisyon ve netice…Her şey buradan başlıyor..Ebedi bir dostluk ve mahşere kadar sürecek bir düşmanlık…

Dostluk tarafı ,İnsanın yaratılışındaki hikmetin tespit edilmesiyle başlamış..düşmanlık ise mahiyet ve maksadı tescil edilmiş bu yaratılışı ile birlikte belirli bir mühlet için serbest bırakılmış…

Büyük hadiseleri kavramak,ne olup bittiğini anlamak,içeriği hakkında bilgiye sahip olup,çıkan sonuçları kabul etmek ciddi bir süreç..ve aşama tüm teklif edilen davetin icabını destekleyen deliller,dayanaklar ile beslenmektedir.

Kalp kulağı ile dinlemek, basiret nazarı, feraset açısı ile görmek, ifrat ve tefritten azade olmuş bir akılla düşünmek, vicdanın sesine ulaşmak, kaliteli bir tefekkürü, olgun bir muhakemeyi, kazanım elde edilen bir içsel, zihinsel, fıtri mutaalayı hayattar hale getirmek, iman ve yaratılış arasındaki misaki sözleşmeyi yaşanılır kılmak anlamına gelir.

İnsanın teyakkuzda olması gereken en ehemmiyetli konu; insandan maksud olan Rabbani marziyatın bozulmamasıdır. Şeytanın düşmanlığı bu noktada işlemektedir. Ve bu adavet ciddi bir planlama ve aksamayan bir didiniş ele yapılandırılmış ve uygulanmaktadır. Yani insanın yaratılışı ile huzur-u İlahiye de başlayan ve bilfiil haline getirilmesi için izin istenilen, cennet ve cehennemim vücuduna sebep olan gayet önemli bir iş…

Beşer dünyasının resmini büyütüp baktığımızda ve manzaranın bütünlüğüne hâkim olduğumuzda bu eski şeytani iddianın konuya ne kadar hâkim olduğu ortaya çıkmaktadır. Dünyanın içinde olduğu durum ve tahrip nevi ve büyük suçların kim tarafından kime karşı işlendiğine dikkat edildiğinde şeytanın, yoldan çıkarmak, imha etmek, zulme bulaştırmak, kana boğmak, kısaca insan yaratılış özelliğinin dışında, yani Ahsen-i takvim’e en muhalif şekilde çalıştığını ve çok şey. Başardığını görmek mümkün…

İnsanın sinir uçlarına hâkim olunması, zaaf noktalarının bilinmesi, açıklarının izlenmesi ve vazifesizliğinden, görevlerini yerine getirmemekten, kendisine verilen özellikleri eyerli yerinde kullanmamaktan aralanan kapılarından girilmesi, hileye ve aldanmaya açık hale gelmesine sebep olan cehaleti ve bilgisizliği, dinini, kitabını, peygamberini yeterince tanımaması, ameli noktada ki zaafların çokluğu maalesef bu tahripkâr şeytani akımı bir güç haline getirip, üzerinde muvaffak olmasına medar olmaktadır.

Oysa Allah CC, İnsanın yaratılışı ile deliye dönmüş ve kibri ile kendinden geçmiş olan şeytanın;

"Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna." (Hicr Suresi, 39-40)demesiyle kendine tanınan mühletini doldurmasına karşılık, İnsana ihlâslı olmak ve tövbe etmek silahı verilmiş ve sürekli bir konumda bırakılmıştır. Tövbe kapıları kıyamete kadar açıktır ve İnsan Allah’ın emir ve yasaklarına uymakla ihlâsı kazanır.

Bu eski düşmanlık hiç hız kesmemektedir..Acaba şeytan neleri süslü göstermektedir.Hangi zayıf noktalarımıza kolayca ulaşabilmektedir..masumiyet addettiğimiz şeyler nelerdir..nerelerde iyi yaptığımızı,haklı olduğumuzu ve kimlerin neyi hakkettiğini düşünüyoruz..en çok nelere kızıyor ve neleri seviyoruz..kutsallık derecesinde önem verdiğim şeylerin,dokunulmazlarımızın adı nedir..vs vs vs..Belki tüm dünya görüşümüzü,yaşamaya ait fikirlerimizi gözden geçirmeliyiz…

İnsan kıymeti ve cevheri büyük bir varlıktır..Allah’ın değerli bir muhatabı ve esma-i ilahiyesinin tümüne mazhar bir hazine özelliğindedir…Ancak insanın kendini bilmemesi,öğrenmemesi,tembelliği,tenperverliği onu bu yüksek kıymetten aşağı düşürüp,şeytanın maskarası hükmüne getirmektedir.

Neye üzüldüğü belli olmayan,neyi sevdiği ve nelere sevindiği muamma olan,ne istediği hakkında net bir şeyi ortaya koyamayan,arzuları dünyaya münhasır,ahireti için bir endişe,merak kendisinde bulunmayan,ilme yabani olan bir insan kendisi ile kedi fare oyunu oynanan bir insana dönmüş demektir.

Yine buna karşılık,Yaratışının hikmet ve amacının farkında olan,uyanık,Allah’ın emirlerine karşı dikkatli ve gereğini yerine getirmeye çalışan,haramdan,hileden,aldatmak ve aldanmaktan içtinap edip,her türli noksanlık ve zaafı noktasında Allah’a sığınan,ilmin talibi,öğrenmeye müştak,korku ve ümidi olan,ebedi hayatı düşünen ve elinden aczini ve tövbesini bırakmayan insanlar ise İhlasa sırrına ulaşmış insanlardır.

Bu eski düşmanlığı unutmamış ve nefislerine karşıda teyakkuz halindedirler..Çünkü şeytanı ilk dinleyen Nefsi emaredir..peşine talip,acelesi,önünü arkasını düşünmeyen,hazır lezzetin takipçisi ve daima fenalığı isteyen bir mahiyettedir.Tezkiyesi ve terbiyesi bulunmaz ve hak tarafına yönlendirilemezse şeytanın ordusunun bir neferi gibi çalışacak ve insanın ebedi nedametine ve şekavet’ine sebep olacaktır…

El Hasıl;

"Madem öyledir, hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem'a, bir işarette, bir öpmekte batma. Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma. Çünkü çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar. Nasıl küçük bir cam parçasında gök, yıldızlarıyla beraber içine girip gark oluyor. Hardal gibi küçük kuvve-i hafızanda, senin sahife-i a'mâlin ekseri ve sahaif-i ömrün ağlebi içine girdiği gibi, çok cüz'î küçük şeyler var, öyle büyük eşyayı bir cihette yutar, istiab eder."


Bediüzzaman

8.7.20

Temizlik




Maddi ve manevi temizlik nedir? İslam'da temizlik neden önemlidir ...“ Kötü hasletler, bâtıl itikadlar, günahlar, bid’alar mânevî kirlerden olduklarını unutmamalıyız. “  Lem’alar

“ Temizlik îmândandır.” 

Hazret-i Muhammed Aleyhissâlatü Vesselâm

 “ Muhakkak ki Allah çok tevbe edenleri ve temiz olanları sever. ” Bakara Sûresi

.

BİR YAŞAM HASBİHALİ


Varlık âlemini ve çevresini iki akım zapt altına almak için ellerinde olanı ortaya koyuyor. Bu iki akım bu zabt-ı rabt hadisesi için güdülecek güruhu kendine davet eder.

Öneri ve tekliflerini sunarlar. Akımın birisi, tüm varlık âlemini güçlü bir iradenin kendinde bulunan nitelikleri sergilediği bir âlem olarak tarif eder. Bu tarifin akabinde ise bu teşhirdeki amaçtan söz eder.

Bu amacın temelinde hüner sahibinin hünerini, estetiğini, sanatını, ilmini, akıl, göz, kulak, kalp, ruh ve duygularla donattığı bir kabiliyet tarafından görülmesini, incelenmesini, sanat, bilim, maksat ölçüleriyle değerlendirilmesini talep eder.

Bu müşahede, iradenin iddia ettiği malikiyet davasını tetkik edip, varlıklar arasındaki kesişme noktalarını arasında irtibat çizgileri çekip evet dediğinde. Var ediş ve var ediliş arasındaki köprü kurulmuş olur.

Bu noktada tesadüf reddedilir. Çünkü belirli oranlar, ölçüler, dengeler, sanat, uygunluk, iletken ilişkiler, varlıklar arası dayanışma, anatomik analiz, elementsel nitelik, ortaya çıkan eserin mükemmelliği gibi izlenimler, kasıtlı bir iradenin varlığını kabul eder.

Bu iletken bağlantı tesadüfün çarpık sonuçlara, hatta tanımlanamaz neticeler ve yukarıda söz edilen irdelemeyi yapamayan bir düşüncenin, kendi eksikliği örtmek için kullandığı bir perde biçimidir manasında ele alınır.

Çünkü mükemmel dizayn edilmiş şeyler asla bir rastlantı ile ifade edilemez. Ve varlık âlemin var den iradesi, mülkün kendisinin olduğunu ve vücuda getirilen her şeyin, birbirine lazım ve gözetir bir yardımlaşma ile konumlandırıldığını. 

Bir ağacın meyve verebilmesi için ne kadar çok şeye gereksinim olduğunu ve ancak tüm bu ihtiyaçları bilen ve giderebilecek birinin hâkim kontrolü altında her şeyin her şey ile irtibatlandırıldığını ve sonuç için çalıştırıldığını ifade eder. 

Örneğin bir elmanın olabilmesi için; güneşin mesafesi, dünyanın dönüş hızı ve tüm yıldız ve gezegenlerin arasındaki hassas çekici ve itici güç dengesinin devam etmesi gerekli.

Hava, su, ışık, toprak, uygun mevsim ve tüm bunların içeriğinde bulunan lazımların bir arada ahenkle bulunması olmazsa olmaz bir gerçek. 

Tüm bunlarla birlikte, akılsız, bilgisiz, elsiz, iradesiz, cansız bu öğelerin nasıl olur da her şeyi ile müşterisinin; tad alma duyusuna, koku alma duyusuna, göz zevkine, bedeninin yararına göre bir şey meydana getirsinler ve neden böyle bir şey yapsınlar. Düşünemezler, acıyamazlar, ihtiyacın ne olduğunu bilemezler.

Demek ki tün gereksinimleri maddi ve içsel nedenleriyle bilen birisi, sevgi dolu bir iradeyi göstererek hediyeler sunmuş. Ve bunun karşılığında verdiğini söylediği her duygu ve cihazın dilleriyle teşekkür almak istemiş. 

Akıl düşünecek, kalp sevecek, ruh tüm hisleri bu meyanda canlı tutacak, beden kendisi ile ilgili olan ikmallere şükür ile mukabelede bulunacak Ve tüm bu ibadetleri toplayan namaz ile yekün bir karşılık talep edilmiş.

Bu iddia 124.000 Nebi ve Resuller ile ve onların bir kısmına verilen kitaplar ile ve bu silsilenin avenelerinden ilim sahibi olanların bayraktarlığını ile aynı kıstaslar ile delillendirilerek iddia edilmiş.
Yani bu akım yaratıcı namına kâinatı yaratılmış, bir elden çıkmış şekliyle kabul ederek, bu kabulü ikrar etmiş. Verilen görevleri de almış ve uygulamış.

Kimi iyi uygulamış,kimi eksik..kimi güzel anlamış kimi tam anlayamamış,kimi üzerine düşmüş,kimi hiç böyle bir ihtiyaç hissetmemiş,kimi nedenler ve niçinlerin içeriğini kavramak için inancını sorgulaşmış,kimi hiç zahmet etmemiş.

Kimi merak etmiş,kimi hiç etmemiş,kimileri körü körüne bir bağlılıktan çekinip,madem böyle bir iddia var.İddiacı iddiasını ispat etmelidir deyip,iddiacının neler söylediğini,neler vaad ettiğini öğrenmiş,kimileri ise kılını kıpırdatmamış.

Yanlış anlayanlar,hiç anlayamayanlar,gayretsizler,isteksizler kolay hedef haline gelip.birazdan söz etmeye çalışacağımız ikinci akımın malzemesi ve iddia ettikleri davanın kötü örnekleri olmuşlar.

Anlayanlar,anlamaya çalışanlar,iz sürenler ise hak gördükleri,doğru bildikleri,yeterli donanımları ile her şeyin doğrusu açısını göstermek için gayret etmişler.Ve bu mücadele ile bilinmişler,takdir edilmişler,tebriklerle anılmışlar.

İkinci akıma gelince, onlar akıllarına sığıştıramadıkları her şeye tesadüf demişler.Ve tüm yukarıda söz edilen intizama dair her şeyin aslında bir rastlantı eseri olduğunu iddia etmişler.

Tüm yapı taşları,nitelikleri,içerikleri,sonuçlarıyla amaçsız unsurlar olarak benimsenmiş.Kişisel duygu ve düşünceler ise hislerin tatmini yolunda kullanılmış.Allayıp pullayıp güzel göstermeye çalıştıkları dünyalarını sürekli sanal besiye almışlar.

Oyuncular değişmiş,yenilerini bulmuşlar,bencilliğin içsel ve görüntüdeki tezahürüne karşı sonsuz bir oyalanma sebebi bulup,insanları kendilerini bir birlerine kabullendirmeye çalışan maskeli zavallılar hükmüne getirmişler.İnsani bir şey düşündürmemek ve bu noktada ürettikleri ürünlerin tüketiminden vaz geçilmemesi için yeni yeni gündem maddeleri bulmuşlar.

Rekabet,dedikodu,hırs,kıskançlık,üstünlü k,farklılık,gösteriş gibi duyguları canlandıracak objeleri öne sürmüşler……Ve sırf tüketebilmek için,tüm düzeni basitleştirmek,tüm algıyı çürütmek için ellerinde bir şey olmadığından,kör hissiyat denilen aklı dinlemeyen,ölçümleme yapamayan,tembel,sorumluluktan kaçan,peşin olanı seven duyguları baştan çıkaracak sinir uçlarını elde tutarak;ye,iç,keyfine bak temel prensipli bir felsefe üretmişler ve ona bazı sözcükler ve sözcüklerle tanımlamalar getirmişler.

Hayat mücadeledir,büyük balık küçük balığı yutar,yükselmek için ezeceksin,her şeyi kendi varlığına ve çıkarına feda et..Kuvvetli olan haklıdır gibi özelleştirilen,imrendirilen,fikirsiz insanlara çekici gelen bir Pazar kurmuşlar.Onlar da müşterilerini davet ediyor.İçiriyor,uyutucu eğlencelere çağırıyor.

Aklı devreden çıkaracak ,hisleri coşturacak ilgi merkezleri kuruyorlar.

Filmler,diziler,moda,uyuşturucu içecekler,partiler ve yalan dizinleri vb. Sırf şu intizam ipleri,sanatlı yüzleri,yüksek gayeleri,yararlılıkları ile hayatın eline verilmiş gereksinimleri,ömür,yaşam ve ölüm gibi insanın her şeyini ilgilendiren bu dünyayı kabul etmemek için,ısrarla yanlış olana doğru demiş ve kendilerine yönelen insanları etkilemeye çalışmışlar.Akıllarını zora sokup kalplerini perişan etmişler.

Evet dostlar, bir şeyler bizi insanlığımız muhakemeli penceresinden uzaklaştırıp, hislerimize söylediği ninniler ile uyutuyorsa ve bizlerde o ninniler ile söylenen şeylere sahip çıkıp aynı ninnileri söylüyorsak, kulağımızı başka yerlere açmışsız ve sahil-i selametten epey açılmışız demektir.

İnsan dünyaya bir defa gelmiştir ve bir daha ebediyen gelemeyecektir. Bu tek perdelik oyunu iyi bir sahne ile kapatma dileğiyle…

1.7.20

BİR DEĞİŞİM HASBİHALİ



Alışıla gelmiş bir düzen hüküm sürdüğünde, monotonluk, tek düzelik, yeknesaklık insanı istila eder. Bu kuşatılış bir piton sessizliğinde ve her nefes verişte biraz daha daralan bir sıkılmayı netice verecektir. İnsanın manevi ölümü böyle gerçekleşse gerek.

Standart şeyler yapıyoruz, her günümüz ikiz kardeş ise bu kaçınılmaz son er veya geç başımıza gelecektir.

İnsanın bedeni yaşayışı kendisini bazı mekân ve zaman içerisinde sınırlasa da asıl özgür yaşam fikrin ve hayalin ruh genişliğinde bulduğu hayat olmalı. Bu hayatın hayatı olacak şeyler ise o yaşam kaynaklarına uygun gıdalar tarafından beslenmek, enerji almakla kendini gösterir.

Bunlar nelerdir dersek, belki birçok özlü söz, düşünce, nasihat, öğreti, sayfa sayfa, asır asır birçok şeyi karşımızda ansiklopedik olarak bulabiliriz.

Bir çok uzman,il kütüphaneleri,sağlık örgütleri,psikoloji dernekleri,psikiyatri servisleri vs vs vs..kelimeler,harfler ve daha niceleri.

Dokunmadan anlaşılmayacak,hissedilmeyecek bir sürü şey.Gerek doğru olsun,gerek yanlış,gerekse tamamen kişisel kanaat içersin veya bir idealin sağlı sollu ortaya koyduğu savları içersin,ya da bir dava kimliği olsun..veyahut içerisinde yüzlerce felsefenin gölgesi dolaşsın..eğer bir etkileşim veya eğilim gösterilmediği takdirde,pozitif ve negatif tüm olgular tüm iyi kötü sermayesi ile bir işe yaramayacaktır.

Elini uzatmak ne kadar gerekli..ne lüzumu var..iyi böyle..gölge etme başka ihsan istemem..böyle gelmiş böyle gider..battı balık yan gider gibi atalet ve gayretsizlik lügatinin ölümcül doğası yedi “verem” iklimiyle atalet devini emzirdikçe,İnsan ağırlaşan bir ömür elbisesi ve değerlerine dar gelen,kan akışını zayıflatan bir bezginlik kazanır.

Belki de her şey yolunda dır.Hayatı olduğu gibi yaşamak gereklidir.Bulduğundan fazlasını aramamak lazımdır.Üzümü ye bağcıyı ne yapacaksın gibi yaklaşımlar vurdum duymazlık asıl yaşamın neşesidir.

Ben anlamam öyle şeylerden ve hazır keyfimi de bozmam..bana dokunmayan yılanın canına sağlık,dünya yansa bir kalbur samanım yanmaz şekliyle tescillenmiş odunsu bir hayat görüşüne diyecek söz yoktur.

Ancak insan düşünce dünyasına uygun bir yaşam dairsine sürüklenmemek konusunda ve yetenekli değildir.Nasıl bir fikri yapıya sahipse aynı cinsinden bir dünyaya girecektir.Çünkü kaçınılmaz bir yükseklik ve alçaklık zaviyesi karşında durmaktadır.Yani hiç kimse olduğu yerde sabit kalamaz.Olaylar,çevresel etkiler,toplumsal eğilimler,hareketlilik çeşitleri,genel özel aksiyonlar her hayat oyuncusunu kendine uygun bir rolle sahneye davet eder.İyi oynanır veya oynanmaz..ne olursa olsun sahne zorunlu bir senaryonun gerekliliği ile düzenlenir.

Güneş doğar,orman yangınları çıkar,lastik patlar,dede ölür,köpek evden kaçar,kuş’u kedi yakalar,kan şekeri düşer,işler kesat gider vs vs vs..mutlaka bir yerinden tutulur hayat veya hayat bir yerinden kavrar isteksizliği…

Burada acı olan insanın kendi doğaçlamasının senaryoda bazı değişikliklere sebep olabilecek özelliğinin bilinmemesidir. Kimisi rolünü beğenmez, kimisi oynamaktan kaçınır, kimi yarım yamalak bir şeyler yapar, kimi öylece durur, kimisi de senaryoyu okur, sahneye çıkar ve çıkar çıkmaz objelere dokunur ve hissettikleri, girişimci düşünce yapısı oyuna kendinden bir şeyler katmasına neden olur.

Doğruları yanlışları,eksikleri gedikleri araştıran, veya her şeyin iyisini görmek,iyisiyle meşgul olmak gibi ya da her şey güzeldir’in gerçekçiliğini keşfedebilir bir heyecanın sahibi olarak,karışması ve karıştırması güzel ahlaktan sayılır bir Âdem vaziyetinde kabul edilir.Hayat böyle insanlar için sürekli deşifre olan yanını açar..öğrenmeye,yaşamaya bitmez tükenmez bir talep oluşur…

Genel olan; doğmak, yaşamak ve ölmek arasındaki bu hayat seçme yaşının gelmesi ve farkındalık olgunluğu bağlamında kişi için şekillenmeye başlar. İnsan ya yukarıda söz edilen gerçekçi senaryonun içerisindeki rolünü benimser, öğrenmek, katılmak ve tamamen var olan değerlere göre yaşamak adına bir merak ile bilgesel bir yolculuğa çıkar ya da beceriksiz ve isteksizliği için hazırlanmış suni ve sanal oyunlara kucak açar.

Bireysel hayatın şekillenmesi aklın ve muhakemenin gerçek mantık üzerindeki tercihleri ile pozitif anlamda oluşur.

Yani bir insan çevresine baktığında veya kendi ile ilgili somut olan ve nesnel yapıyı incelediğinde tüm her şeyin bir plan ve program dahilinde planladığını görür.Dünyanın konumu,yıldızların durumu,mevsimlerin içeriği,meyveler,sebzeler,hava,su,ışık,yağmur,bulu t,rüzgar,dağ,orman,deniz,hayvanlar ve bitkiler..kısa tüm hayatlı ve hayasız varlıklar sanatlı bir projenin eseri olarak etrafında durur.Birey bu evrensel organizasyonun içerisinde kendine açılan pencereden konumunu izlediğinde hayatının merkezinde kendisinin bulunduğunu ve tüm duyularıyla ilişkilenen dünyanın kendisi için hazırlanmış bir sahne olduğunu ve bütün gördükleri ile alakalı bir durumun söz konusu olduğunu anlar.

Her şeyin hayat için el ele verdiğini müşahede eder ve kendisinin ilgi ve alakadarlığı boyutunda görevleri ve işlevsel bir niteliği olduğunu keşfederek “ben geldim” der… Ömür dakikaları nesnel dünyanın arkasındaki soyut niteliği dokuyan bir haliçenin tik takları olur.

Bir iğne var ise bir usta,
Bir köy var ise bir muhtar,
Bir nizam var ise bu nizamı oluşturan,
Bir kanun var ise bir kanun koyan,
Bir sanat var ise bir sanatkâr,
Bir idare var ise bir hâkim,
Bir kendi kendine oluş mümkün değilse, bizzat oluşturan biri,
Bir yaratılmışlık söz konusu ise bir yaratan,
Bir güzellik var ise o güzelliği var eden bir güzel,
İşitmek varsa bir işittiren ve işiten,
Görmek var ise bir gördüren ve gören,
Hafıza var ise bir kayıt eden,
Bir kalem var ise, bir yazan muhakkak vardır der. Bu kabul ediş ve ikrar büyük değişimin başladığı hayatsal noktadır. İnsanın iki hayatını ilgilendiren güç kaynağı, perde arkasından, her görünen noktadan deşifre olmuş kimliği ile kendini sobeletir ve yakalatır.

Çünkü var olmanın zorunlu nedeni var edilmekteki amacın bulunmasıdır. Var etmenin zorunlu nedeni ise var eden noktasında bulunmaktır. Eylem ve amacın barış ve uyum içerisinde buluşması ancak bir tokalaşma, karşı karşıya bir gülümseme ve daha iyi şartlara davet edilmekle neticelenir.

Belki de hayat; av ile avcı arasında görünüşte amansız bir mücadele aslında ise bir ünsiyet koşuşturması dır.

Evet Dostlar!

Değişim; kişisel oluşumun temel parçası. Görmek, anlamak, kavramaya çalışmak, uyum, doğru olanı kabul etmek, gelişimi izlemek, oyuna katılmak, öğrenmeye ve öğrendiği ile yaşamaya açık olmak değişimi mükemmelliğin oluşum süreci noktasında tanımlar.

Ancak birde, hayata karşı böyle durumda olamayan, şaşkınlık gösteren, görme yetisi zayıflamış veya oluşmamış, fakat alıcı, arayan, soran, bulunduğu konumdan sıkılan değişim peşinde olanlar vardır. Aslında bu insanlar en talihli olanlardır.

Durumlarındaki basitliği, tek düzeliği, verimsizliği fark etmiş ve hayatını, doğru bir yaşam şekliyle yeni baştan şekillendirmek isteyen talihli insanlar. Çünkü kâinatta kişinin kendini sıfırla arzusu ile işleyen öyle bir müşfik düzen var ki; her kapısına gelen istekli ve içtenlikli devrimciyi adeta sultan yapar.

Değişimin inkılâp başı olduğu bu nokta, basitlik kabuğunu kırmakla hayat hakkında farkına varılmaya başlanılan ahengi yaşamak arzusunun katılımcı potansiyelinin sahneye çıkışıdır.

Değerli Dostlar!

Özetle, konunun geldiği yer nazarında iki temel değişim ifade edilmiş. Birisi kişinin şahsiyetinin ve dünyasının şekillenmesindeki gelişim sürecini fark etmesi veya fark ettirildiğinde kabul etmesi ile oluşan ve insani mükemmellik yolunda başlayan bir değişim.

Diğeri ise; Yaşadığı şartlar içerisindeki konumunun basitliği ve tek düzeliğinden sıkılarak, anlamsızlıklarını görerek, geniş hayat dairesinde nefes almak ve vaziyetini değiştirmek için içtenliğini kullanıp, itiraflar ve sükûnet bağlamında büyük değişimin izini süren yorgun talihliler.

Bu iki kanat uçması gereken bir kuşun hem ümidini hem emniyetini gösteren bir resim olabilir.

Ancak bir üçüncü durum var ki; Konumuna ve durumuna kanaat etmiş. Kendini olduğu gibi benimsemiş. Pozisyonunu değiştirmekten çekinen insanlar. Ve suni insanların elleriyle yaptığı oyunların peşinde olan insanlar. Yenilenmek ve değişmek fikrinin esamesinin yanlarında olmadığı, cehalet örtülerini ilim zanneden, hayatını boş ve faidesiz işlerde heba eden, hevalarına kapılmış, pişmanlık nedir bilmeyen, öğrenmeye bir iştiyak, keşf etmeye bir meyil, doğru ve güzel yaşamaya bir şevk hissetmeyen, kendinde var olduğu mülahazasıyla iyilik yönlerine güvenen, sürekli kendini oyalatacak ve oyalanacak şeylerin peşinde olan, aklı geveze, kalbi susmuş, ruhu sersem insanların dünyası…

Değişim kendisini kabul etmekle zorlu olan alışkanlıklar dünyasından ayrılışı ve başka bir yapılanmayı ifade eden bir düşünce ve gayretli bir fiilin sembolü… İnsan her terk ettiği tiryakiliğinin ona geçici bir süre taciz ateşi açacağını bilse sabır etmekle bu saldırının mutlaka kesileceğini düşünse, mücadele için kendinde güç bulacaktır.

Belki de asıl gizli korku oluşacak bu ayrılık boşluğunun ne ile doldurulacağıdır. Bu korku nedeniyle birçok insan zarar gördüğü yerleri terk etmekten tüm mesuliyetlerine rağmen çekiniyorlar. Atlama zamanı gelen ve çakılmaya doğru giden uçaktan sırtlarında değişim isteğinin tevekkül paraşütü ile atlamıyorlar.

Boşluk, perişanlık, sefalet, iflas, çöküş, aldanış, günahın annesi olan kötü ruhlu şeytanın dizlerini dövmesine, gitme evladım kal demesine acıyıp yerlerinde kalıyorlar. Hayat apartmanının çatısında kör ebe oynuyorlar…

Değerli Dostlar! Değişmesi gerekenlerimiz için değişim günleri etkinliğini başlatalım..Ne dersiniz……………

30.6.20

BİR İNSANOĞLU HASBİHALİ


En eski düşmanlık Şeytanın Âdeme olan düşmanlığı ve dolayısıyla tüm âdemoğullarına olan düşmanlığın başladığı noktadır.

Bu düşmanlığın çarpan etkisinde şöyle bir sonuç ortaya çıkmıştır. Şeytan, Âdemoğluna düşmandır. Âdemoğlu da Allah’a düşmanlık yapmaktadır.

Konunun düşmanlık tarafını ele aldığımızdan..bu düşmanlığa düşmanlık edip şeytanı düşman olarak ilan edip her desisesi ve fitnesiyle uğraşıp şeytanın mağlup edemediği kısım bu yazıdaki mevzunun şimdilik dışındadır.

Kibir temelli olan bu yol ayrımında şeytanın yürüttüğü felsefe, yaptığı kıyas ölçüsüyle onu şeytan yapan kimliği tanımlamıştır.

Ateşten yaratılmış olmanın, topraktan yaratılmış olmaya üstün olduğu hakkında fikir yürütmüş ve kendi yolunun açılmasına sebep olmuştur.

Neye göre ateş topraktan üstündür bu ise onun ilk olarak kendine şeytanlık yaptığı muammayı ortaya koyar. Yani şeytan yaptığı felsefe ile ilk olarak kendini kandırmıştır. Sonra Âdem ve Havva’nın affa müstahak olan aldanmaları gelmektedir. Burada şeytan için ikinci ve en ağır darbe kendini düşürdüğü açığın af özelliğinin olmayacağı bir derinlik olmakla birlikte, kandırdığı âdemoğulları hakkında bir bağışlanmanın, onun tüm emeklerini boşa çıkaracak bir özelliğinin olmasıdır.

Şeytan tüm şartlarda en aldanmış ve en mağlup en neticesiz işlerin sahibi olması ile birlikte, hatasını fark edip kendini temizlenme kapısını getiremeyenleri kendi hedefi doğrultusunda yönlendirmektedir. Yani yukarıda ifade edilen, âdemoğluna düşmanlık yapmakla, onu Allah’ın düşmanı olarak desteklemesi ve ele geçirmesiyle, insanoğluna olan düşmanlığını kat be kat ortaya koyacak faaliyetler yürütmektedir.

Bu çalışmalarını o kadar planlı ve gizli yapmaktadır ki; hiçbir kötülük ve fenalığın ve çirkin işlerin hiçbir yerinde sebep olarak görülmez. Hiç kimse onu suçlamaz. Çünkü bu savaş planının en temel dürtüsü, kendisine tabi olanlara kendisini inkâr ettirmesi ve bizzat her fiilin faili olarak yapılan işleri kendisini takip eden insanlara sahiplendirmesidir.

Elhasıl filanca örgüt neticeyi üstlenir.

Kullanılan jargon bellidir.Kelimeler söylemler tek kalıptır.Bu meşum literatürlerin kullandığı diller çürür,hayattan çekilir,veya işe yaramadığı için unutulur,ölüme terk edilir vs. Şeytanın onda kullanacağı bir şey kalmadığında tüm elde ettiği sermaye ile bir kenara atılır.Onlarca güzellik kraliçeleri..jönler..rol modeller..şimdi yaşlanmış ve sevilmek beklentisi içinde olup nefret gören yüzler…Nice katiller..hırsızlar.Uyuşturucu bağımlıları,yakıp yıkanlar…Yakılıp yıkılanlarla doludur geçmişin defteri.

Aynı oyununun devam etmesi için yeni yüzler, yeni jönler, yeni artistler, yeni zalimler lazımdır. Ve sahne aynı senaryo ile canlı kalır.

Ancak temel aldatılma planı en eski kıyasla yoluna devam eder. Ateş topraktan üstündür…
Şeytan tüm aldatmasını kendini aldattığı felasifesi üzerinden yapılandırır. Çünkü bu savın fikir babası ve iddiacısı o’dur. Dolayısıyla kendi tezinin doğruluğunu ne pahasına olursa olsun uygulamakta kararlıdır.

İnsanoğlunun aldanmasında ve ya yolunu şaşırmasının içeriği irdelendiğinde, İblisin felsefesinin gölgesi, aslı, neticesi, düşüncesi, etkisi görünür.

Cinayetler,hıyanetler,hileler,alçaklıklar tamamıyla bu üstünlüğün değişik versiyon algılarıyla işlenir.Tüm maktuller ölümü hak etmiş,tüm hıyanete uğrayanlar bu ihanete kendileri sebep olmuştur.Tüm hile ve kandırmacalara duçar olanlar ezilmesi gerekenlerdir..çünkü onlar topraktandırlar.

Çarpan etkisinin insanoğlunu Allah’a düşman etmesi..bu eski düşmanın adeta kendisinin direk olarak yapmaktan çekindiği ve hiçbir etkinliğinin olmadığı düşmanlığı,Allah’ın yarattığı ve üstünlük noktasında vasfettiğine yaptırmak,onun kendi tezini ahmakçasına da olsa Allah’a ispatlamak çabası düşünülebilir.

Burada söz konusu olan en önemli ayrıntı,tüm bu hareketliliğin bir “Mühlet” ile sınırlandırılması ve özgürleştirilmesidir.Fakat bu düşmanlığın ve mühletin başladığı noktayı bilmeyenler..nereden gelip nereye gidiyoruz diye düşünmeyenler..bunu dert edinmeyip oyuna hep yarı yoldan katılanların gözünden bu mühlet meselesi kaçtığında,var olan süreç sonsuz bir döngü yanılgısını yansıtmaya başlar ve âdemoğlunun büyük bir kısmı aldanır.

Şeytanın felsefesine göre görünenden başka bir şey yoktur..ve her şey kıymetsiz bir şeye inkılap edecek ve sonunda TOPRAK olunacaktır..Yani tamamen değersiz bir kayboluş..toprak gibi değersiz…Ne kadar dikkat çekici…Sonunda TOPRAK olacağız…

O zaman ateşin üstünlüğü ile yaşa..yak yık..tahrip et..tutuştur..Evi yak,şehri yak,ormanı yak,ülkeyi yak,dünyayı yak,insanı yak,çocukları yak,hayvanları yak,gönülleri yak..sadece yak..Çünkü bu uğursuz lanetli felsefeye göre ATEŞ ÜSTÜNDÜR…

Evet Dostlar..

İnsanoğlunun Allah’a düşman olmasının söylemsel olarak ilan edilmesi her insi şeytanın yapabileceği bir şey değil. Ancak fiilsel olarak, tüm kutsal değerlere ve tanımlanmış hak, hukuk, adalet gibi değerlere karşı ihlal hareketinde bulunmak ve hiçbir ahlaki olguyu kabul etmeyip çiğnemek, şefkat ve merhametten uzak durmak, hiçbir dini ölçüyü kabul etmemek ki özellikle İslamiyet dinine ait her şey düşman olmak tamamen şeytanın eli ayağı gibi davranma adeta ona vücut olmak anlamına gelmektedir.Tarihte olsun,bugün olsun bunun örnekleri tüm toplumsal yozlaşma,küresel terör,savaş vs..her yerde görmek mümkün.Ve aslında tüm bu bozuk,yıkıcı ve yıkılan sahnede yer almak bir dizi şeytani eğitimden geçmek neticesinde mümkün olmaktadır.

İnsanoğlunun beslenen bencilliği, hayat algısındaki faydacı yaklaşım, her şeyi kendi isteklerine feda etme eğilimi, maddi manevi vazifelerinde gösterdiği tembellik, kendini beğenmek, beğendirmeye çalışmak, sadece kendini düşünmek, iyi görünmek, önemsenme isteği, üstünlük tavrı, yalnız kendi fikrine önem vermek, sürekli tahrip mazeretleri, her şeyi suçlamak, her şeyde bir hakkının olduğunu düşünmek, makamlara göz dikmek, zenginliğe ve güce ulaşmak, hâkimiyet kurmak, korkulur olmak, herkesin çekindiği bir konuma gelmek, istediği şeyi elde etmek hissine sahip olmak gibi kötü ahlak sahibi olmak, şeytanın ordusuna hazır asker konumunda olmak anlamına gelir.

Ve şeytanın elindeki tüm sermaye budur. Ve bu sermeye yukarıda değinildiği vecihle ateşin üstünlüğünün öz kaynağıdır. Değişik cihetler, değişik kabiliyetler, toplumlar, cemiyetler, mezhepler, politikalar vs. arasında aktif olarak kullanılır. İblise el ayak olanlar kendi çıkarlarından başlayan bir silsileyi ta ülkelerin çıkarlarına, kendi inançlarının çıkarlarına kadar bir daireye taşıyıp dünyayı ateşe verebilirler.

Ve dünya ateşe verilir.Yaş kuru ne varsa yanar..bir mühlet için zıtlar bir birinin içinde ve karışık bir şekilde durur.Ve her şey bir biriyle çarpışır…Vaktaki mühlet biter..gerek şahsi,gerek nevi,gerekse kürevi kıyamet kopar…Her şey layık olduğu yere çekilir.

Değerli Dostlar Ezcümle;

Elimizdekiler ateş mi toprak mı?

29.6.20

BİR ÂDEM HASBİHALİ


Âdemin bir parça sudan başlayan bedeni yolculuğu bir zamanla kayıtlı olsada..ruhi olarak hayatının başlangıç ve devamı bir ölümsüz kanunun insan mahiyet aynasında ezeli ve ebedi bir aksi göstermekte..

Bir şeyin doğrusuna varmak için,olumlu ve olumsuz yönleri karşılaştırmak ve mukayese etmek..teklifleri değerlendirmek gibi akli bir süreç gerekmektedir.Nihayetinde zararlı olan şeylerden çekilmek ve kazançlı olan şeyleri lehine çekebilmek için bu ölçütün kullanılması kaçınılmazdır.

İnsan fıtratı gereği faydacı bir mizaca sahiptir. Çünkü yaratılmış ve kendisine bedeni hayatını devam ettirebilmesi noktasında yiyecekler içecekler gibi cismani ihtiyaçlar hayatın merkezine konulmuş ve talip olunması ise hem gereksinimler hem de lezzetlerle desteklenmiştir.

İnsanin manevi yapısı, ihtiyaçları ise onun beden ihtiyaçlarını gibi organize edilmiştir.Burada da bir talep ve tedarik zinciri vardır.Her canlı ve cansız olan şeyin ihtiyacı olan şeyler karşılanmaktadır amma..bunu fark edenler ile fark edemeyenler arasında ciddi bir tat farkı vardır…

Ruhunda bir denge olmayan ve manavi ve manevi ihtiyaçlarına kulak tıkayan bir tedarik sistemi, sadece heveslerini tatmin etmek, hayvani ihtiyaçlarını gidermek açısından bir yaşam tarzı belirleyecektir.

Yemek,içmek ve lezzet almak endeksli bir hayat…Dolayısıyla bu yoldaki hacetlerini yerine getirmek ve ikmal etmek isteyen birisi için..büyük balık küçük balığı yutar..hak güçlü olandan yanadır..yaşamak için öldüreceksin gibi canavarca dürtüler sadece bu yaşamı baz alarak sahibini kuyu dibine indirmeye yeterlidir.

Diğer taraftan yaşamak için iktisadi prensiplerle hayatını tanzim eden Âdem; hayatı ,öncesi,sonrası,hali hazırı ve içindeki anlamlar dizininde ele alır.

Ruhi olan dinginliği ve akli olan düşünce sistemi ;eko sistemin işleyişi,varlıklardaki yaratılış mucizeleri,sanatsal yönleri,ergonomik yapıları,hayata sağladıkları hizmet veya kendilerinde görünen var ediliş inceliği ve estetiği gibi hayati manzarada çerçeveye yerleştirilen noktalarda ele alır.Kendi yerini tespit eder ve kabiliyetinin gözlem kulesinden iyi bir seyirlik gösterir.Hayat insanın karıştırıcı elinin karışmadığı yerde ne kadar güzel olduğunu fark eder…Ve bu karışık ve karıştırıcı elin bir mutlaka ne ile meşgul olduğu hakkındaki denetime gireceğini bilir.Çünkü yaratılış noktasında her varlığa verilen özellik ve niteliklerdeki adaletli giydiriliş ve donanım ve ihtiyaçlarına yönelik uyumlu ikmal sistemi..solum ve hayat gibi şartlardaki dikkat ve özen,fiil noktasında da bir takibi sürdürdüğü gerçeği hafızalarda yapılan kayıtlarında desteği ile görülmektedir…Kısaca hayatın sorumluluk bağlamında,ince bir hesap,dakik bir dikkat,ciddi bir sistem,kontrol altında bir idare,ihatası tam bir hakimiyet,amacı realist bir işleyiş,maksadı olan bir hedef tedbirinde olduğu ve irade edildiğine deliller çoktur.Hatta şüphe bile bir ciddi delildir.Çünkü insan, varlığı ve var olmayı kendi soyut sistemi ile somut olarak ispat edemeyeceği bir yoklukla yapmaktadır.Yani sualin merkezi bulunmak istenen bir cevabın tetiklediği başka bir menzildedir.

Sadede gelirsek,varlık,var olmak,yaratılmak,yaşamak ve ölmek..ölümden sonrası,tarihsel deneyimler,felsefeler,hayata dair söylemler,ahlaka ait insanlık mazi ve geleceğini kapsayan bir etik literatür..erdemler vs vs vs…Tüm insani olgular ve Âdemin yaşam serüveni insanın iki hayatını çerçeveleyen bir plan…

Ve anlatılar,nasihatler,uyarılar hep bu iki hayatın gereksinimlerinde ki doğru tercihin nasıl olmasıyla ilgili şeyler…

Peki hayatı kötü yaşamak için ne yapmak yada ne yapmamak lazım…Hiçbir şey yapmamak hayatı kötü yaşamak için en kestirme yol..Veya iyi yaşam koşul ve önerilerini aksine sadece bedeni bir hayat tercihi ile yaşamak yeterli…

Evet Dostlar! İnat etmek, göz kapamak, hayvani yaşayışı savunmanın neticesi sıkıntılı bir ömür sefih bir yaşamdır. Hissi ve düşünceyi iptal etmek için sarhoşluklar, eğlenceler geçici uyuşma metotlarıdır.

Yukarıda konuya girerken değindiğimiz kıyaslamalar noktasında..var olmanın gerçekçiliği ile cismani yaşayış kıyaslanarak bir ölçümleme yapıldığında,taraflar arasında vaad edilen yaşam koşullarının arasındaki uçurum net gözükür…

Bir tarafta hayvanca yaşamak arzusunun tüm değerleri arzularının arkasındaki mezarlığa gömen yanı..diğer tarafta meşru bir dairenin hatlarını çizdiği,sağlıklı ve esenlik dolu yaşam alanı…

Yani Ey Âdem..Cismani ve hayvani yaşayışı bırak,kalp ve ruhunun derece-i hayatından hayata bak…….

Çünkü sen hayvan gibi olamazsın..lezzetlerin geçiciliğinden gelen elemler ve alakadar olduğun dünyadaki hızlı değişim ve müdahale edemediğin şeyler senin hayatı yaşanmaz bir hale getirir..Aklın seni tazip eder..kalbin mahkum..ruh sıkıntın seni, ne yapacağını bilemez duruma sürükler..Böylelikle devamlı bir şekilde eğlence ve sarhoşluğa kaçmak zorunda kalırsın…

Neden bu yoldan gidesin ve ne zorun var ki..?

Evet Âdem..hayatı yaratan, hayatın gerçek ihtiyaçlarını kendi gerçeği içerisinde belirlemiş..O’dan başka bir ilah olmadığından hayata başka bir müdahale söz konusu değil.

Dolayısıyla O’nun emrine muti ol..yani itaat et kurtul…

Çünkü;Ölüm ölmüyor,kabir kapısı kapanmıyor..İnsanın ahiret yolculuğu kesilmiyor sürat peyda ediyor…

_____________________-
Gecenin hayli yarısı..Ruhumun menfezlerini süpüren rüzgarları içime çekecek bir şeylere ihtiyacım var.

Bir zaman öğrendiklerin bir zaman sonra yaşadıkların hayat sırlarına dönüyor. Bir yolunu buluyor ve o sırların esini ile bazen anlık, bazen günlük, bazen haftalık, aylık, yıllık ve yaşanmışlık ile beraber yaşanacaklara kadar geniş bir atıfla insan dünyasında temizlik yapabiliyor.

Atılacak şeyler atılarak, ortadan kaldırılacak şeyler ortadan kaldırılarak bir düzen sağlanabiliyor. Her deneyimin kalan etkisi, kendinde bulunan özellikler ile insanı meşgul edebiliyor. Ancak geçmiş şeylerin geçmiş olması ve bugün için sadece hayali bir durumda bulunması, gelecek günlerin gelmemişliliği ve bizim için gelip geleceğinin bilimiyen olması görüş açısını belirleyen bir çizgi. Hazır gün ise bu ölçülerle arınan ve üstesinden gelinecek bir konuma bürünüyor.

Yani gereksiz olasılıklar ve geçen şeylerin bıraktığı izler ile meşgul olarak hazır günü örümcek ağına düşünmenin bir anlamı yok.Bu manasız ihtimaller dünyası ve elden çıkmış gitmiş şeylerin ardından gereksiz bir ilgiyle ah vah etmek sadece bugünü öldürmekle kalmayıp,gelecek günlerinde aynı süzekte ele alınmasına neden olan bir düşünce hastalığına dönüşen hastalıklı bir bakış açısı…

Yenilenmek,elini hava boşluğunda boş ver deyip sallamak önemli..ya da hayata katkı boyutunu “bir şey daha öğrendim” deyip arşivlemekte doğru bir yaklaşım.Çünkü bulaşıklığın devamı söz konusu ise buna bir mazi tanımı ve tecrübe kimliği verip layık olduğu rafa kaldırmak yolu açan bir başka eylem..

Belki biraz tecrübe, biraz dert, biraz umut lazım galiba…Yada güç yönetimi..Kuvvetler dağılımının kontrolü..bir nevi stratejik cephe savaşları..sahip olunan ilgi olgusunu alakadarlık saflarında konumlandırırken,geçmiş ve geleceğin sadece silueti ve vehmi görünen cenahlarına asker sevk etmemek gerekli.Merkez zayıfladığında hayalet saldırısı başlar ve insan yoklarla savaşmaktan halüsinasyona inkılap eden ve zoraki oluşturulan bir düşman ve fısıltılarla boğuşmak zorunda kalır.Boşluğa yumruk sallamak ne hasmı mağlup eder ne de dövüşçüyü galip..yorgunluk ve düşüş…

Hayatı olmadığı gibi yorumlayanlar ve hayatın görsel,işitsel,fikirsel etki alanında bulunanların felsefi bir cephesi oluşturduğu bu hayali düşmanlıklar ve bu düşmanlıkları yorumlamakla var ettikleri adem gölgelerine karşı ya yandaş ya da o düşmanlıkları körükleyen kurgularla insan ömrünün içine akınlar düzenlediler.

Hayat bir mücadele, büyük balık küçük balık, tesadüf şebekeleri, yaşamak için öldür,hayata bir defa geldin,dilediğince yaşa,kendini düşün,önemli olan sensin,hiçbir şeyin değeri yok,sadece senin lezzet ve çıkarların doğrultusunda karşıla hayatı..Al sana oyalanacağın şeyler..Öfke,şiddet ve şehvet…………

Bu üç unsusu kullan ve kendini kullandır..dolayısıyla bu sentez bu sistemin bir parçası..sonunu düşünme..böyle gelmiş böyle gider diye hayvanları bile dehşete düşürecek fikri saldırılar…Bu düşüncelerin arkasında sizce kim olabilir…Gerçek insanlar mı..yoksa insan suretine girmiş şeytanlar mı?Ya da şeytanlaşmış İnsanlar mı?

İnsanları aldatan bir diğer konu şu olsa gerek..yapılan her taarruzun bir plan dahilinde ve şuurlu bir şekilde yapıldığı gerçeğinin göz ardı edilmesi..

Bir ürün reklamı bile bir çok strateji barındırır.Bir tatil köyü müşteri çekmek için bir çok aktiviteler hazırlar..bir gazete okunmak,bir tv seyredilmek,bir radyo dinlenmek bir site izlenmek için kendilerine göre bir talep oluşturmak için çalışırlar.

Bunun gibi bazı felsefi,siyasi düşünceler lobiler oluşturur.Savaşlara, düşüncelere kaynaklar aktarırlar.Eylemleri desteklerler..eylemcileri yetiştirirler.Bu etkinlikler ülkeler mabeyninde organize edilir büyük planlardır.Küresel hakimiyet veya ülkeler nezdinde bir sömürü düzeni…

Din savaşlarının hâlâ değişik elbiseler giyerek devam ettiği malum.Karışıklıkların İslam ülkelerindeki durumunu tesirli hale getiren yüz yıllar süren kargaşa alt yapısının hazırlanmış olmasıdır.Artık zemin müsait olduğundan ve tahrip etmenin kolaylığı kaosu derhal etkin bir şekilde sağlamaktadır.

Buna hayır diyebilir misiniz? Dünyanın kanayan yarası her türlü sömürünün hakim olduğu ülkeler değil mi?

İster insan olsun,istese bir ülke..tüm varlık ve oluşumlar bir fikrin etrafında yaşar ve ırsi bir bağlılıkla hayatlarını canlı tutarlar.Dünyada hakim olan her devletin ulusal bir stratejisi ve onu hayatta tutacak bir uygulaması vardır.Terör,İslam,Elmas,Madenler vs..Her birinin temelinde çıkarlarına ulaşmak için bir neden ve bu nedeni besleyen bir düşmanlık mutlaka olmalıdır.Sömürü ve hakimiyet felsefesini meşrulaştırmak için felsefi bir sebep kaçınılmazdır.Ve insanlar buna inandırılır..Size özgürlük getireceğiz…ABD’nin ve diğer kan emici ülkelerin IRAK’ta ki özgürleştirme hareketi bu konuya ciddi bir örnektir.

İçsel sömürü aynı stratejiyle hayata geçirilir.Cezayir de tüm gençlerin rüyası Fransa da yaşamak..Amerika hala özgürlükler ülkesi..İngiltere sinsi savaşlarıyla beraber tüm entelektüel görünen insanların vatan özlemi çektiği yer..İtalya hasret diyarı..Sizce başaramadılar mı?

Fakat burada göz ardı edilen ve planlanamayan geçek bu tür bir idari yapı ve işlevsel felsefenin bumerang etkisi..Avrupa toplumundaki sosyal ve ahlaki çöküntü.Son zamanlarda ekonomik yıkımlar.Sefil gençlik..yüksek intihar oranları..Ağlayan ihtiyarlar..yaşlanan nesil..uyuşturucu vs vs vs…

Biraz inceleme imkanı olan dostlarımız incelerse görecekler ki;bu yıkıma karşı hiçbir stratejileri ve gerekçeli bir planları yok.Çünkü tüm fikirleri tahrip etmek üzere yapılandığından,olumlu bir şeyin ruhu hakkında hiçbir bilgiye sahip değiller.Fiziksel düzenlemelerin yeterli olabileceği ahmaklığı ile ortada kalmış durumdalar.Ve bu çöküntüyü hükumet stratejileri olarak gizlemektedirler.Hayata sunacak hiçbir değer kalmamıştır.

Yukarıda söz ettiğimiz;ye iç keyfine bak..kendini düşün vs. dünyası batmaktadır.Oyunları kendi başlarına dönmüş ve kendi toplumlarını çökertmiştir.İnsan oh olsun demek istiyor aslında..ancak insaniyetin masumiyet tarafına olan şefkat potayı dikkatli tutmanın gereğini ve dikkatini düşüncemizde oluşturuyor.Dedelerinin hatalarını masumiyetini koruyan torunlarına düşmanlık şeklinde değerlendiremeyiz.

Gecenin bu hayli yarısında hayırsız bir evlat hakkında duyulan endişeye benzer duygular sardı zihnimi. Kendi ülkemizin gençleri, hiçbir gayesi kalmamış yaşlıları ve kendi ölümümü ve öteki dünya yolculuğumu anlamlandıracak bir gaye tefekkürü…

Blogum,yaşam kültürü vs…Bunalımlı insanlar..Yine canına kıyanlar hakkında güncel bir şeylere baktım…

Güç dağılımının ve cephe savaşlarında mağlup olan düşüncenin ardında bıraktı metruk insan enkazları her yere dağılmış, saçılmış…

Duyarsız kalmak,bana dokunmayan bin yaşasın fikri,bana bir şey olmaz düşüncesinin asla çözüm olmadığı bir meydana çıkıyor insan..göz kapamanın sadece kendine gece yaptığı bir alan..ve mutlaka sırası geliyor ve bir tarafından yara alınabiliniyor.

Bu şeytani ve nefsani meşum kurgu ile kontrat imzalamış olmak bir dizi yok oluşu peşinden getirmektedir. Gençliğin, namusun, değerlerin vs… Körpeliğini yitirmiş her şey yeni gelenlerle yer değişir. Döngü böyle…

Öncelikle hayatın mücadele olduğunu kabul ettiğinde, kendi harcanman için bu sözleşmeyi kabul etmiş olursun…

Hayata düşmanlık yapan mezatçılarının vaatleri, övgüleri ve cazip hayaller ve tükeniş. Biraz bu vaatlere bakıldığında ise tüm hayati noktalara,değerlere,iki dünyayı ilgilendiren ilkelere karşı bir savaş açılmış olduğu görünmektedir.Bunun savaşın adının ne olduğu önemli değil. Hedef tahtasına oturtulmuş olan insanın,yalnızca çıplak olmalısı,fikirden, ardan, inançtan soyutlanmış olarak ortada kalması yeterli.

Bunun için önce mücadelesini kutsallaştıracak bir sorun lazım..insanı açığa alacak kutsal bir amaç…Özgürlük mü? Çağdaşlık mı? Haksızlık mı? Siyaset, adalet, hak mı? Sadece insanı insanlığından uzaklaştıracak ve taraftarları olan küresel bir neden bir vehim gerekmektedir.Bu gereksinim giderildiğinde;Artık her yapılacak kötü bir şeyi meşrulaştıran ve güzel gösteren bir neden vardır.

İnsan bu yıkım için önemlidir..içebilir,kırabilir ve yakabilir..Annesine küfür edebilir,babasını küçük görebilir,kız kardeşine karışmaya bilir..O kadar büyük amaçlar vardır ki,onlara ulaşmak için her şeyini satabilir…

Yani dostum! Bu insan yaşamaktan vazgeçebileceği her nedeni boynuna asabilecek şeylere kavuşturulur. İsyankar olmanın uğursuz ve sarhoşluğu içerisinde yaptığı meydan okuma birikimleri kişiliğinden tahsilata geldiğinde, o insan kendinde bulunan şeylerle müdafaa yapacak durumda değildir. Ele geçmiş, kullanılmış ve iflas ettirilmiştir.

İnsan nerede olursa olsun ne makamda bulunursa bulunsun bu tükenişten kaçamaz.Zenginler,şöhret sahipleri,fakirler,kariyerli insanlar fark etmez.Bir eşeğin yapmayacağı şeyleri kolayca yapabilirler.Kıstasları kaybolmuş,elif ba’sını unutmuş her insan hayvandan aşağı bir durumda ömrünü tamamlamak zorunda dır.

Aldanmak,kullanılmak ve bir köşeye atılmak acı bir şey…Sevilmek beklerken nefret edilmek korkunç..korunamayan iffetin ayaklar altında bir saygısızlığa dönüşmesi berbat bir durum.Onurun peşkeş çekildiği geçici hevesler,deli saçması cesaretler,mukaddesatı çiğnemeye kalkmak vs…Asıl dehşetli olan ise tüm bunları yaparken senin hakkında verilen kararın sessizlikle ömrünü takip etmesidir...

Ne istersen yap..ne düşünürsen söyle..ne çalacak san çal,neyini pazara çıkaracaksan çıkar,neyini satacak san sat..ancak bil ki:derin bir sessizlik seni izlemektedir.Çıldırtan ve etrafını çeviren bir sessizlik…

Bu duruma razı olmakla asla kalbine bir teselli, ruhunu aydınlatan bir ışık, aklını bunalımdan kurtaracak bir pusula bulamayacaksın.

Çünkü teselli ve aydınlık hakikate başkaldırışın değil,ancak ona itaatin bahtına yazılmıştır.

İnsan, insaniyet itibariyle bu feci duruma şefkat ediyor. Hatta düşmanlarına bile acıya biliyor. Kat kak karşılık alınacak ve perişan olunacak bir yola girenlere karşı her ne kadar müstahak denilse de insan içinden yazık demekten geçemiyor.

Bir bar köşesinde rezil bir adam..Bir kafeteryada sefil bir kız,bir şişe dininde dumana sarılı bir genç…Nerede gözünü açtığı belli olmayan bir insan..güneşin doğuşunu göremeyen bir yolcu..Boynunda ip ile bir ihtiyar..Beylik silahını alnına dayamış bir polis..bir yol kenarında cesedi bulunan kadın…

Evet dostlar manzara kötü..hayat simsarları kumara davet ettikleri ve vaatlerle oyuna soktukları insanları bu akıbete getirip bırakıyorlar…Posasını çıkardıktan sonra bir çöp poşetine çok rahatlıkla sokabiliyorlar.Bu o yolun kanunu..savaş gibi görünen veya gösterilen mücadele dayatması,hayatın olumsuzluklarına ,gelecek güzellikler hesabına sabırla tahammül etmek ve umudla beklemenin yerini alarak kendi sonucunu insanın kimsesiz kalmış kucağına bırakıyor.Hiç bir güzelliği yaşayacak görecek bir açı kalmamacasına duvarlar örüyor…

İnsanın heveslerine, kibirine, kendini beğendirme duygusuna bağlı işlenen bu cinayetle ulaşmak zor değil. Sadece yapılması gereken insani görevlerin yapılmasını terk etmek yeterli…

Oysa güzel yaşamak adına vaad edilen her şeyin altında yatan mutluluk, hayata dair barış dolu bir sorumluluğu üzerine almakla ilgilidir…

Fiziksel ve içsel her türlü özekıyıma karşı direniş……………….


Sevgiyle Kalın…

24.6.20

UZUN BİR HASBİHAL

Derdimiz büyük..devamızda…
Davamız büyük..iddiamızda…
Yolumuz belli..yolculuğumuzda…
Ancak yürünmüyor azizim..yürünemiyor bir türlü.Bin türlü telaşemiz var.
Ve içinde bulunduğumuz zaman ne kadar acayip..ve bunu da biliyoruz aslında..zaman ahir zamandır…
Neredeyse tüm kıyamet alametleri çıktı..bak bundan da haber vermişti..demişti..söylemişti diyoruz.

Günler belki çok inanan insan için yarın emelli geçiyor..belki çoğu için o yarın bile bir emel değil…Ve her gün yer yüzünden sürülen dörtyüzbin cenaze ile devri alem devam ederken sıramızı sanki hiçbir şeyin farkında olmayan koyunlar gibi bekliyoruz.Ecel acele gel ve al bizi…

Umuda dair tasavvur mu elimizde olan..yoksa ümit gelinliği giymiş gulyabani bir hayal mi?Acaba ummanın ferasete ait bir bakış açısı varmı?
Allah büyüktür derken bu büyüklükle ilgili sözün giydiği libas veya ekrana düşen Kibriya şahitliği nedir?

Mesela Hz. Muhammed (Al ve ashabına, ehli beytine, tabi olanlarına, sadıklarına, hâdimlerine, sur dibinde medfun olanlarına selam olsun)Hendek savaşı hazırlığında kazma sallarken, İslam’ın geleceği ile ilgili müjdeler vermiş…

Üstad Bediüzzaman şark illerinde aşiretler mabeyninde sürdürdüğü münazaralarda” zaman ahir zamandır gittikçe fenalaşacak”olan bir fikre muhalefet ederek..Neden herkese terakki dünyası olsunda bize tedenni dünyası olsun diyerek..hamiyetli bir nesle hitaben,hakimiyet-i diniye ve mehasini medeniyeyi hakikiyeye ait, orada ve değişik değişik yerlerde “sözlerini irad etmiş…
Veya İstanbula geldiğinde bir alimin”Avrupa ve Osmanlının”istikbaline dair sorduğu ufuk sorusuna tarihi cevap vererek Bediüzzaman ünvanına basireti ve ferasetiyle layık olduğu göstermiş…

Feleği okumak basiret işi..feraset işçiliği…
Düşmanı fark etmek..dostlara savunma temin etmek..müdafaa teçhizatı üretmek hepimizin anyalabileceği şeyler değil demek ki…
Yani bilsek ki..Avrupa dessas zalimleri,Asya münafıkları,İnsi ve cini şeytanlar el ele vererek,Şeytanın Allah’tan mühlet istediği ve kendisine mühlet verilen yoldan çıkarma imtihanı için,hiç yorulmadan,bir an bile vaz geçmeden,sürekli yeni yollar geliştirerek,insanı etki altına alacak,özendirme,müptela etme,korkutma,yıldırma,vehmini tahrik etme,hevalarını uyandırma vb..insanın helaketine sebep olabilecek her türlü çalışmayı yaptıklarını.
Yani Allah’a bana mühlet ver ben onlara değişik cihetlerinden yaklaşacağın ve yoldan çıkaracağım ve sen onları şükreder bulamayacaksın… Ve ona verilen mühlete ait gayretini elden hiç bırakmadığını…
Mesela bu mühlet meselesine biz şahit olsaydık..ve şeytanın bu sözüne karşı cevabımız ne olurdu?
Büyük ihtimalle “ey kovulmuş şeytan sen bizi Rabbimizin yolundan çevirmezsin” derdik..Her halde fıtratımıza tevdi edilen cihazatın yüksekli mücadeleye mümkün,ihanete uygun değildi ve ancak şeytanın safına bilerek geçen zümre insanlığını çoktan terk etmişti.
O nedenle Allah..sana tabi olanlarla seni cehenneme dolduracağım diyerek,samimi kullarını,yani kendilerine verilen emaneti basit bir hevese,bir oyuna bir zulme bağlamayanları kurtaracağını..şeytanın ağzına parmak çalarak kudurttuklarını ise onunla beraber gayet feci bir akıbete sürükleyeceğini söyledi.

Akla şöyle bir şey geliyor ki;Şeytan insan kadar Allah’a karşı isyan etmekte cesur değil..veya akıllı değil..İnsanın şeytanlaşmışları kadar Allah’a isyan edemez.Ve kendine tabi olanların daha çok Allah’tan korkar.Bununla ilgi bahisler Kur’anda bulunmaktadır.
Fakat insan şeytanın kulvar kenarından ona verdiği bayrağa sahip çıkarak o yarışı o kadar ileri götürür ki..şeytan onu ayakta alkışlar…İmrenir özenir…

Evet bugün dünya bu bayrak yarışının hızla koşulduğu bir alan durumunda.Şeytanın askerleri ağır silahları..hafif ama tesirli oyunlarıyla hiç durmadan Allah’a teslim olduklarını ifade eden ve şehadet getiren Müslümanların üzerinde kılıç sallıyorlar.
Ele ele verdikleri münafıklar ve o münafıkların kolayca aldattığı fasıklarla berber köşeye sıkışmış bu toplumu yaralıyorlar.
Ve biraz hamiyeti olanları ise çok kolay şekilde oyalıyorlar. Hiç aralarında kargaşa olmayan toplulukları vehmi bir tahrikle bir birini boğazlayabilir duruma getirebiliyorlar.

Meleklerin İnsan yaratıldığında Allah’a “yeryüzünde kan dökecek fesat çıkaracak bir şey yaratıyorsun”meyanında ki soru ve meraklarının çıkış kaynağı olarak gösterilen sebeplerden biri “insanın özelliklerine bakıp bu kanaate vardıkları ifade edilmiş” Şeytan da “ insana vakıf olduğundan onun cihazatını yanlış kullanmasıyla ortaya çıkacak dehşeti stratejisine konu yapmış ve planını bunun üzerinden yapılandırmış.

Yani insan kendine verilen ölçü ve cihazları fıtratı üzerine kullanırsa Allah’ın muradı olan maksada hizmet eder ve Ahsen-ül takvim kıymetini alır.Ancak böyle kullanması engellenirse..cehennemim en derin yerine hayvanlardan daha aşağı bir kimlikle düşer.Proje bunun üzerine yapılandırıldı.Ve kendine tabi olanlar,ona kulak verenler,söyledikleri ve gösterdiği şeyleri süslü görenler “insanlık denilen hiçbir olguyu tanıyamaz hale geldiler…
Savaş suçlarına bakıldığında bu suçları işleyenler,işledikleri insanları bir insan olarak görmediklerini o nedenle bir acıma duygusu vs hiçbir şey hissetmediklerini söylerler.Bu sıfat şeytanın sıfatıdır.Demek ki öyle şeytanlaşıyorlar ki insaniyete dair hiçbir duygu ve düşünce o insanda barınmıyor.
Şeytan bu projesini birkaç adımda gerçekleştirir. Önemli olan kaosun ortaya çıkması, insanların bilgisiz olması ve değer yargılarının kaybolması yeterli. Tutunacak bir dalı olmayan bir insan en kolay bir hedeftir.
Bu manzaraları ne kadar çok seyrediyoruz değil mi? Eğer ölümlü bir netice istiyorsa en etkin silah ırkçılık..Eğer temel ve ahlaki bozulma isteniyorsa “kadınları dışarı çıkarmak ve onları çağdaşlık,özgürlük gibi dejenere edici bir çukura taşımak”..Diziler,basın,internet vs bütün ahlaksızlığı mübah ve bütün ulvi değerleri basite indirgemek üzere faaliyetlerini sürdürmektedirler.Ve bunu benimsedik..
TV’de kur’an tilaveti olurken bir bir vucut losyonu reklamıyla karşılaşabilirsiniz.Bir İslam ülkesinde bir bomba haberinde onlarca telef olan insanların feryadının arasında ,şen şakrak bir eğlence programının fragmanını görebilirsiniz.Öyle muhteşem zamanlamalar ki bunlar..
Bak böyle bir şey var ama önemli değil sen keyfine bak..
Bir birlerini yiyorlar gör..
Abd oraya müdahale etti özgürlük gelecek merak etme..
Ramazan sofranda kola olsun iç..sen asla kendine gelme ..asla hiçbir şeyi merak etme,asla İslam alemiyle ilgili hiç bir şeyi dert etme..Onlar ahmaklar..demokrasiye muhtaçlar..biz bu işi düzelteceğiz vs vs vs…
Böylelikle uyuşmuş, düşünemez bir zümre…
Cemaatler meşrep ayrılığında..
Aydınların önlerine kasıtlı konulmuş politikalarla uğraşmalarından beyni sulanmış..
Her yaştan insanlar olarak sosyal ağlarda hangi akla hitap eder bilinme meşguliyetler içerisindeyiz.
Güya çok ciddi şeyler yaptığımızı düşünürken, bir ayeti paylaşırken, bir ezan dinlerken reklam pencerelerinde önemsizleştirme hareketi hiç bıkmadan devam etmektedir. Ve eninde sonunda bizim o pencerelerden birini tıklayacağımızı bilirler.
Bütün kullandığımız online sistem ve dil onların.Ey bizim gerçek dostlarımız diyebilir miyiz.Bankalar,kredi kartları vs vs vs..Hangisinden vaz geçebilir hangi alışkanlığımızı terk ederek bir boykot oluşturabiliriz…
Bizim her şeyimiz biliniyor dostlar..hangi saatlerde ne yediğimiz ne seyrettiğimiz neleri takip ettiğimiz biliniyor.
Hangi videoları seyrediyorsak o videolar arama motorunda yönlendirilir..Hey hat..düşman nerede?Düşman var mı? Abartıyor muyuz? Komplo teorileri mi?
Hayır Dostlar..Bu savaş gerçek..Dünya siyaseti olarak bu güç düşmanların elinde…Para ve iktidar..ve bitmeyen hakimiyet davaları.
Bu savaşın arkasında kimin olduğu önemli değil..ABD ,İngiltere,Fransa,Almaya vs..Küfrün tek millet olduğu bu oluşumun hedefi ise tek.
İslamiyet ve Müslümanlık, bunların saldırı misyonunu oluşturduğu gibi, zayıflık ise iştahlarını kabartan bir diğer unsur. Gayet korkak olan ve ancak elinde tahrip etkinliği bulunan bu güce karşı her hangi bir şekilde tepki verilmez ise bu şımarıklık devam edecek ve kedi ile fare oyununun kurbanı olmak bize yazgı.

Dikkat edilirse tüm dünya politikası egemen güçlerin çıkarları üzerine kurulu.Ve tüm diğer unsurla bu güce petrolüyle,yer altı üstü kaynaklarıyla,kan ve can,ırz ve namuslarıyla hizmet etmek zorunda..peki neden?
Birlik olamamaktan mı?
Değerlerimizi özümsememekten mi?
Düşmanlarımızı tanımamak, hilelerini sezmemekten mi?
Kardeş olamamaktan mı?
Devam etmesi gereken dikkat ve temkinliliği elden bırakmak mı?
Kurânı..ahireti bilmemekten mi?
Allahın kanunlarına karşı tembellik etmek mi?
Bile bile bu zalimlerin zulumlerine taraftar olmak mı?
Yoksa Allah Alemi islamın intikamını alacak onu mu bekliyoruz? Böyleyse yanılıyoruz dostlar? İslam mücadele tarihine baktığımızda hiçbir zaferin oturarak kazanılmadığını görürüz…

Neyse..Satırların baş tarfında gerek Hz.Muhammed’in ki “tüm enfası ümmet adedince ona a- ve ashabına ve tabi olanlarına selam olsun” hendek içinde iken müjdelediği İslam istikbali..Bediüzzaman’nın ümitvar olunuz şu istikbal inkılabı diye ,dünyanın teslim olacağı İslam hakikatinin nasıl beşaret verdiklerini..hangi feraset ve basiret işe gördüklerini bu kanlı ve karışık tablo içinde görmek mümkün mü?
Eğer İslam dünyaya hâkim olacak veya İslamlar içinde hükümleri uygulanacak sağlayacağı ittihad güzel gümlerin yaşanmasına sebep olacaksa ve vaktinden evvel bir kıyamet kopmaz ise bu nasıl olur?

Yani Müslümanlar nasıl bir tutum içerisine girecek ki,reva görülen bu ezilmişlik tablosu yerini güzelliklere bırakır?
Ya da mübarek zevat-ı nuraniye istikbaldeki nurun beşaretini verirken ne yapmışlar ve ne yaparak geleceğin İslam adına şekilleneceği öngörüsüne sahip olmuşlar.

Sorunun cevabı verilen mücahedenin içinde olsa gerek?Savaşmışlar..İlim olarak gelişmişler..Ellerinde bürhanlarla küfrün dayandığı kalaleri yıkıp zir-ü zeber etmişler.Ne felsefelerini ne de isnitalarını bırakmışlar.

Dahilde olan ahmakların savlarını çürütmüşler..bidatlarını reddedip asıl ve esas üzerinde mesai teksif edip,Allah’ın bir’e on verdiğine olan itimad ile say ve gayretlerinin neticelerinin ne olacağını görüp işaret etmişler.Bunun için adam yetiştirmek üzerine gitmişler..Bilerek,anlayarak sadakatle hizmetlerini sürdürecek ve rıza-i ilahiden başka bir gaye gütmeyecek fıtrat-ı maksad üzerine erler yetiştirmişler…

Bu karşılık, vazife yapmamak, zulme taraftar olmak, cehlin arkasına sığınmak, Allah’ın sevmediği, dinin tasvip etmediği şeyleri meşru görmek, hakikate karşı kulakları tıkamak büyük ve mesuliyetli bir hatadır.

Değerli Dostlar!

Düşman uyumuyor..Aileyi bozmaya..ahlaksızlığı yaymaya..değerleri basitleştirmeye türlü fantezilerle çalışıyor.Sürekli tüketen,üretmek için zihninde hiç bir şey bırakılmayan insanlar yetiştiriliyor.Kurt gövdenin içinde ve en kötüsü düşman seviliyor.Bu ne yazık ki insanlara kabul ettirildi..döven ve seven bir baskı benimsendi maalesef.Oysa onlar yaşayabilmek için bizden düşmanlar oluşturdular bizler ise onları yaşatmak için elimizden gelen desteği veriyoruz.Tüm İslam aleminin tepkilerine baksanız belki şuurlu bir tekzip duyamazsınız.
Mefkûremiz kaybolmuş desek pekte yersiz bir şey söylemiş olmayız.

Burada sözü daha fazla uzatmadan tek bir şey söyleyerek konuyu noktalarsak..bu zalim ve emperyalist güçlerle mücadele etmenin en tesirli silahı ve ilk adımı “İKTİSAD”dır desek arif’e işaret kabilinden bir şey söyleyebildiğimizi umarız…Çünkü bu kuvvet zaruri olmayan gereksinimlere ait bir sistemi yönetiyor ve gücünü buradan alıyor.Tüm yapay dünya bunların elinde.Bisküviden iletişime kadar bir çok tüketim alışkanlığı bu sefillerin yaşam kaynağını oluşturuyor…Allah rızası için bu alışkanlıkları terk etmek,dükkanı iflas etmeye zorlayabileceği gibi bizler içinde bir vizyon zenginliğine sebep olur.Bu zenginlik ve karakteristik davranış ise şuurlu bir misyona sermaye olur.

Bu savaş Allah’a iman edenler ile şeytan ve ona tabi olanların arasında olan bir savaştır.Asla barış ihtimali olmayan kazanan ve kaybedenin haşir meydanında net belli olacağı bir mücadeledir.Ehli iman cennete ehli şeytan cehenneme dökülünceye kadar sürecek bir savaş.Gaye odur ki fazla can telef etmeden zafer dolu günler yaşamak.

Evet, bir soruyla satırları bitirmiş olalım “Gelecek nasıl güzel olacak”Ve ya gelecek güzel olacaksa bizim bu çorbaya katacağımız tuz miktarı ve envaı nedir?

 

Bediüzzaman Said Nursî, İstanbul'da çok hareketli bir siyasî hayat yaşıyor, cemiyetlere üye oluyor, gazetelere makale yazıyor, konferanslara ve toplantılara katılıyor, kendisine yakın bulduğu topluluklara nasihat ediyordu. Yine bir gün Şehzadebaşı'ndaki Ferah Tiyatrosu'nda Ahrardan Mizan gazetesi başyazarı Murat Bey'in bir konferansı sırasında İttihatçılar bir kargaşa çıkarmış ve Murat Bey'i vurmaya teşebbüs edecek kadar ileri gitmişlerdi. Kargaşanın kötü sonuçlar doğuracağını gören Said Nursî, oturduğu iskemlenin üstüne çıkarak, fikre saygı gösterilmesi ve hatibin dinlenmesi gerektiğini anlatıp, salondaki heyecanı yatıştırmış ve büyük bir kavgayı önlemişti.

O dönem İstanbul'u, birçok siyasî ve sosyal olaylarla kaynıyordu. Hamalların, İttihatçılara ve Meşrutiyete karşı bir ekonomik engelleme hareketi olarak başlattıkları boykot da bu olaylardan biriydi. Böyle hareketli bir ortamda, İstanbul'da yaşayan ve hamallık yapan Kürtlerin kandırılarak siyasî ve anarşik olayların içine çekilmesinden endişe eden Said Nursî, hamalların yoğun olarak bulunduğu yerleri, özellikle kahvehaneleri gezerek onlara meşrutiyeti anlatıyor ve boykotu o sıralarda Bosna-Hersek'i ilhak eden Avusturya'nın mallarına karşı yapmalarını tavsiye ediyordu. Bu görüşmeler sonucunda hamallar ikna olarak boykotlarını yalnızca Avusturya mallarına karşı uygulamışlardı. Böylelikle Bediüzzaman, hem çıkması beklenen muhtemel anarşiyi önlemiş, hem de Avusturya mallarına karşı boykot başlatarak Osmanlı Devleti'nin devletlerarası politikada Avusturya'ya karşı mesafe kazanmasına öncülük etmişti.

Kaynak:Risale-i Nur Enstütüsü /Bediüzzaman Biyografisi


İşte o hammalların, Avusturya’ya karşı, benim gibi bütün Avrupa’ya karşı boykotları ve en müşevveş ve heyecanlı zamanlarda akılane hareketlerinde bu nasihatin tesiri olmuştur.


Bediüzzaman

Konunun dip notunda ise;

"Siz Avusturya’ya güya boykot yapıyorsunuz, hem onun gönderdiği kalpakları giyiyorsunuz. Ben ise, bütün Avrupa’ya boykot yapıyorum, onun için yalnız memleketimin maddî ve manevî mamülatını giyiyorum"
demiş.

Uyumayan düşman yazımızda değindiğimiz Avrupa dessas zalimleri, Asya münafıkları gibi, Âlem-i İslam’ın düşmanlarına karşı iktisadi bir boykotun tesirli bir direniş fikri olduğu hakkındaki kanaate devam etmek niyeti ile bu yazımıza devam ediyoruz.

Ayrıca bugün tüm dünyayı ekonomik gücü ile etki altına alan Çin’in Müslümanlara karşı olan zulüm ve işkencesi de göz ardı edilemez büyük bir cinayettir.Enterasan olan Uygur Müslümanlarını katl eden bu zalimler,İslami tüketim mallarını üretmekte dünya lideridir...Hac ve ümreden gelen takkelerimiz,otomatik zikir aletleri,seccadeler vs vs vs.......


Müminlerin inanmakla Allah tarafından ilan edilen üstünlüğü..ve imanın mizacında olan kardeşlerine karşı azami şefkat,düşmanlarına karşı korkusuzluk ve az kuvvetle galip kılınmak gibi ilahi destekler bugün bu şartlarda var olan ama ulaşılmazlık noktasında görmek mümkün.Fakat tevekkül ve mücadelenin kararlılığı bu potansiyel gücün,müminler açısından lehde bir inayete çevrilmesinin, Rahmeti İlahiyeden ümid edilmesi gayet haklı bir bekleyişi ifade edebilir.

Safların ayrışması cephelerinde belirginleşmesini gösterir.Ancak bugün bir sıraya gelmiş,aynı tezgaha konulmuş ve karakterleri bir biri içine girmiş,dahilde dal budak hatta kök salmış olan yapılanmayı ayrıştırmak ve genel anlamda bir cephe oluşturmak pek kolay görülmemektedir.

Ortada dem ve damarlara sirayet etmiş bir tiryakilik hükümferma olduğundan bu bağımlılıktan kurtulma azmini göstermek ve bir ulvi idealin dava kabul edilmesi ile Milliye-yi İslamiye ile hareket edebilmek gerçekten kahramanlıktır.

Kişisel kalite ölçülerimizde esas olduğundan burada yine aynı kıstasla ferdi olarak bir direnişi insan şahsi âleminde başarsa, Alem-i İslam kadar külli bir niyeti ve alemi asgarında ise o millet kadar küçük bir devleti islamiyeti barındırmış olur. O nedenle bu emperyalist, Siyonist güçlerle mücadele edilmez vehmini bir kenara bırakarak, hamiyeti milliye-yi diniye ile safını belli etmek noktasında bir keyfiyeti düşüncemize esas tutuyoruz.

Bediüzzaman’ın 1952 yılında Eşref Edip ile söyleşisi sırasında ifade ettiği;

"Bana ıztırap veren," dedi, "yalnız Islâmın mâruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı. şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki, cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü, düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basîret gözü böyle körleşirse, îman kalesi tehlikededir. Işte benim ıztırâbım, yegâne ıztırâbım budur. Yoksa, şahsımın mâruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeye bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate mâruz kalsam da, îman kalesinin istikbâli selâmette olsa!"

Yüz binlerce îmanlı talebeleriniz size âtî için ümit ve tesellî vermiyor mu?"

Evet, büsbütün ümitsiz değilim…

Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan Garb cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir vebâ, bir tâun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sâri illete karşı İslâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl formülleriyle mi? Yoksa, İslâm cemiyetinin ter ü taze îman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. Îman kalesini küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız îman üzerine mesâimi teksif etmiş bulunuyorum.
"Risâle-i Nur'u anlamıyorlar yahut anlamak istemiyorlar. Beni skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, bütün müsbet ilimlerle, asr-ı hâzır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim. Hattâ bu hususta da bâzı eserler telif eyledim. Fakat, ben öyle mantık oyunları bilmiyorum, felsefe düzenbazlıklarına da kulak vermem. Ben, cemiyetin iç hayatını, mânevî varlığını, vicdan ve îmânını terennüm ediyorum, yalnız Kur'ân'ın tesis ettiği Tevhid ve îman esâsı üzerinde işliyorum ki; İslâm cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur.

Diyerek ruhundaki fevaranı ve hizmet-i diniye ve imaniyesinin çerçevesini gösteriyor.

Fakat ne yazık ki birçok insan bu önemli gelişmeyi, kanser gibi yayılan önemsizleştirme ve nazarı dünyaya çevirme strajesini kavrayamadı. Küfür, nefsin mahiyetinde olan peşincilik ve hazır lezzet tutkusunu güzel kullandı.
Modadan, yiyip içmeye, yiyip içmekten gezip tozmaya ve gezip tozmaktan bireysel yaşamın bencil dünyasına toplumu sürükledi.

Yaşlılar huzur evlerine,bayram günleri Kış aylarına denk geldiğinde Avrupa,yaz aylarına geldiğinde sahil kıyılarına seyahatler başladı.Oruç aylarının 2010-2013’lü yılları bu ayın hürmetini saymayan insanların aleni olarak baş kaldırışlarına sahne oldu.Camilerde içki içe bilme ve daha bir çok rezalete tevvesül edebilme isyanı kendini gösterir oldu.Bu ifadeler bir şikayeti dile getirmek maksadını gütmüyor..asıl ifade edilmek istenen Şeytan’ın Âdemoğluyla olan mücadelesinde ne kadar başarılı olduğuna dikkat çekmek.Ve kendi ordusuyla zayıf toplumlar ve Müslümanlar üzerindeki bombardımanında ne kadar etkili olduğunu göstermek.50-60 yıl önce Bediüzzaman’ın ifade ettiği dünyanın buhran geçiriyor olmasında nasibimizin ne kadar ziyade olduğunu bilmek.

Ülkemizdeki boşanmalar..Uyuşturucu kullanma yaşı..Hapishanelerin doluluk oranı..Suç çeşitliliğindeki artış..Dolandırıcılıklar..Organ mafyası..Tacizler..Anarşi..Her yıl artan intihar vakaları vs vs vs…

İnkişaf etmeyen ne? Yüz yıl önce yaşanmadığında gizlenmiş İslamiyet’in elimizden tutacak merhameti bugün de mi küsmüş durumda..?

Allah’tan hangi küresel mutluluğu ve saadeti bekleyebiliriz..dileklerimiz hakkında şefaatçi olarak sunabileceğimiz gözyaşı ve pişmanlıklarımız yeterli mi?

Dilerse bizi affedebilecek olan Allah bizi affetmeyi dileyebilir mi?

Bir diğer mana ile “İrade-i Külliye hangi İrade-i cüz’iye üzerine taalluk”edecek…

Yani ortaya koyulmuş, hamiyet, muavenet bekleyen bir irade var mı?

Yoksa sürekli bir ihtiyaç dairemiz var ve tüm himmetimiz o ihtiyaç dairesini kutsallaştırmak üzeremi hamiyetini göstermekte.
Önce can mı?
Eve lazım olan camiye haram mı?
Allah versin mi?
Bana dokunmayan yılanın bir hakkı hayatı var mı?
Bir haber programında saçlarını sarıya boyatmış bir genç kıza habercinin sorduğu neden sorusuna genç kızın verdiği cevap çok enteresandı..Şöyle demişti:

Özendik ve boyadık..sonra baktık ki bu biz olmuşuz…

Tüketim alışkanlıkları karakter oluşturmakta çok etkilidir. Az çok bir şeyler araştırma merakı olanlar bu bilgilere ulaşabilir. Geçen yazdığımız “su damlası” satırlarındaki ihtiyar hoca çocukların dışarıdan bir şey yemelerinin onların karakterleri üzerinde olumsuz etkilerine değinmiş ve besmeleyle hazırlanan yemeklerin mizaç üzerindeki olumlu etkisinin öneminden bahsetmişti…

Konumuza dönersek..bugün tüm İslam alemini tahripleriyle ele geçiren ve inleten ve siyasetlerini ele geçirdikleri ülkedeki kukla iktidarın zulümlerini besleyen ülkelerin asıl gücü dünya üzerinde hakim oldukları ekonomik baskı parasal güç iktidarıdır.

Oluşturdukları zaruret politikaları ve finansal sömürü ile iktisadi hayatın kontrolünü elde tutmaktadırlar.

Bireysel etkileşim olarak ve kısmen baktığımızda bile bu kültürün hayatın bütün alanlarına sirayet ettiği ve her şey bulaştığını görürüz.

Seyrettiğimiz sinemalar..özgürleşen kadınlar..asi gençler ve herkesçe malum olan çöküntü artık bacalarımıza sarmış durumda.

Hepimizin paçasını kaptırdığı bir banka..alışkanlık yaptığımız bir kafeterya..müptela olduğumuz bir online oyun..saatlerimizi geçirdiğimiz bir internet tarrakası..acı bir facebook,twetter davası vardır.

Ve bunun acısını hissedebilecek bir baskı onlarca teville tarafımızdan geçiştirilmiş veya geçiştirebilmemiz için organize edilmiştir.

Hepimiz iki satırda meramını anlatabilir bir duruma geldiğimiz gibi iki satırdan fazlasını okuma kabiliyet ve tahammülünü de kaybettik. Kelimelerimizi bize ait cümleleri yazdığımızda sistem onları hatalı kelimeler olarak gösteriyor. Ve uzun yazıların vurgusuzluğu sıkıcı bir durumda uzun konulara ilgiyi azaltıyor.Ve bunlara alıştık.Çünkü hızlı ve anlamsızca tüketmeli ve aynı anlamsızlıkla tüketilmeliydik.

Evet Dostlar! Kendi yaşamları için yaşamamıza izin veren ve sürek avı keyifleri için bizi öldüren bu zalimler topluluğuna karşı belki bugün siyaseten bir şey yapmak kolay bir şey değil veya siyasetin böyle bir düşüncesi olmayabilir.

Global politika ve karşılıklı çıkarlar dava misyonu olarak küresel arenada bir etkilik yapması söz konusu değildir vs vs vs. Dünyanın gelmiş olduğu süreç bazı ilahi yasaları çiğnemek noktasında ruhsatlar temin edebilir bu böyle gelip böyle gidebilir…

Ancak gerçek iman sahipleri için bu böyle değildir. Hakkın hatırı âlidir hiçbir hatıra vb. duruma feda edilmez.

İmandan medet alacak, İslam ahlakından beslenecek bir yapılanma idari noktada olmadığından küçücük bir cereyan menfi bir akımda siyaset ve kurumlar aciz kalmaktadır.
Agresif bir ahlak hareketi başlatma noktasında bir kararlılık ve strateji başı dik bir şekilde ortaya çıkamamaktadır..maalesef…

Çünkü halka olan güven siyasete olan güveni sarsacağından politika bu açık sözlülüğe yanaşmamaktadır.

Yani Dostlar! Hükümet hiçbir Çin malını, Fransız müskirini, İsveç çikolatası, ABD kolası, Yahudi bilmem nesini Boykot etmeyecek edemeyecektir. Dünya politikası ve siyasetin küresel ve hâkim baronları ipleri elinde tutmaktadır.

Ülke içerisinde olan ve bu pis ahlakı benimsemiş bazı firmalarında maalesef kontrolü yapılamamaktadır. Bu millete yedirmedikleri halt kalmayan yerli münafıklar ayrıca dikkat edilmesi gereken, kâfirlerden daha şiddetli, seciyesi bozuk, İslam ahlak zincirinden çıkmış şeytanlaşmış insanlarda vardır. Devlet bunlarla kalıcı bir şekilde mücadele edememektedir. Kontroller ve gerekli mevzuat ve düzenlemeler ne yazık ki yürütülememektedir. Çıkarılan kontrol ve denetim yasaları sürekli ötelenmekte, ceza ve yaptırımlar tarihi olan gelenekle sürekli pas geçilmektedir. Bu nedenle akıllı tüketim sadece, dinsiz imansızlara karşı değil, dinini ve imanını dünyaya satanlara karşıda geçerlidir.

Ancak ne olursa olsun..halk yani bizler sabretmeye ve vazgeçmeye karar verdiğimizde işte bunların buna karşı yapabilecekleri bir şey yoktur.Kimsenin burnunu sıkıp ağzını açtıramazlar.Rabbimizin Şeytana karşı “Senin benim ihlaslı kullarımın üzerinde bir etkin tesirin ve yaptırım gücün yoktur”meyanındaki ifadesi bunu isbat eden bir Rabbani kaynak olsa gerek.

Evet Dostlar! Kendi içimizde olan münafık sanayici ve üreticileri beslemeyeceğimiz gibi, dünyayı fesada vermiş, kana bulamış bu canavarların, kanımızı içerek bize sundukları şeyleri kullanmayalım.

Zaruri olmayan ihtiyaçları zaruri hale getirerek kurdukları imparatorluklara güç sağlamaya devam etmeyelim.

Alışkanlıklarımızı terk edelim. Değişimi kabul edelim. Allah’ın sevmediği müsrifliklerle ve bu bu müsrifliği düşmanlarımız elinden alarak yapmış olmayalım…

Kitaplara dokunalım..çok çok okuyalım..biraz fazla yürüyelim..yapay hiçbir şeyi tüketmeyelim..Dostlarımızı yüz yüze ziyaret edelim..dualarımızı tüm Alem-i İslâmı içine alacak şekilde genişletelim…Hayırlar kurtuluşlar temenni edelim.Bazı gecelerimizin yarılarını bu manevi mesaiye ayıralım.Ki Rabbimiz beklemek yüzümüzün olacağı günleri bize ihsan etsin diyebilelim…

El Hasıl..Bediüzzaman’ın ;

"Siz Avusturya’ya güya boykot yapıyorsunuz, hem onun gönderdiği kalpakları giyiyorsunuz. Ben ise, bütün Avrupa’ya boykot yapıyorum, onun için yalnız memleketimin maddî ve manevî mamülatını giyiyorum"

Boykotu nevinden yalnızca maddi manevi İslam memleketinin mamülatından istifade edelim…