“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
82 - *DİN VE ŞERİAT-I İSLÂMİYENİN
SAHİBİ* *(A.S.M)*
Anlamı: Kâinatın, dünyanın hayatın
ve insanın yaratılış gayeleri ve var oluş şekillerini açıklayarak, onları
mânasızlıktan ve abesiyetten kurtaran ve İnsanların cemiyet hayatında barış içinde ve
kardeşçe yaşamalarını sağlamaya ve hakiki saadet vesilelerini ders veren..Kur’an’ın
hükümleri ile Allah’ın emirlerini, doğru ve nurlu yolunu tarif eden, Allah’a itaat
etmek, Peygambere tâbi' olmak ve din namına ne bildirilmişse, kalb ile dil ile
tasdik ve onunla amel etmek şartlarını talim eden.. İslâm’ın mahiyetindeki
külli maksadın en cami muhatabı, üstadı ve sahibi olan Hz. Muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâm.
Din: *Zira, kemâlin cemâli dindir. Hem, din saadetin ziyasıdır, hissin ulviyetidir,
vicdanın selâmetidir*…Münazarat
Şeriat: insanlardan sudur eden
ef'âl-i ihtiyariyeyi bir nizam ve bir intizam altına alıp tahdid eden
kaidelerin hulâsasıdır veya devletin işlerini tanzim eden nizamların,
düsturların, kanunların mecmuasıdır….İşârat’ül İ’caz
Şeriat ikidir. Birincisi: Âlem-i
asgar olan insanın ef'âl ve ahvâlini tanzim eden ve sıfât-ı kelâmdan gelen
bildiğimiz şeriattır. İkincisi: İnsan-ı ekber olan âlemin harekât ve sekenatını
tanzim eden, sıfat-ı iradeden gelen şeriat-i kübra-yı fıtriyedir ki, bazan
yanlış olarak tabiat tesmiye edilir…Mektubat/Hakikat Çekirdekleri
İslâm: “Allah katında gerçek din
islam’dır.” (Al-i İmran, 3/19)
“Kim İslam’dan başka bir din ararsa,
ondan (bu din) asla kabul olunmaz ve o, ahirette de en büyük zarara
uğrayanlardandır.” (Al-i İmran, 3/85)
“Kim nefsini (tümüyle) Allah’a, O’nu
görür gibi teslim ederse muhakkak ki o, en sağlam kulpa yapışmıştır. Bütün
işlerin sonu ancak Allah’a dayanır.” (Lokman, 31/22)
“ Bugün sizin dininizi kemale
erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı verip
ondan razı oldum...” (Maide, 5/3)
İslâm: Ulema-i İslâm ortasında, "İslâm" ve
"İman"ın farkları çok medâr-ı bahsolmuş. Bir kısmı, "İkisi
birdir", diğer kısmı, "İkisi bir değil, fakat biri birisiz
olmaz" demişler ve bunun gibi çok muhtelif fikirler beyan etmişler. Ben
şöyle bir fark anladım ki:İslâmiyet, iltizamdır. İman, iz'andır. Tabir-i
diğerle: İslâmiyet, hakka tarafgirlik ve teslim ve inkıyaddır; iman ise, hakkı
kabul ve tasdiktir….Mektubat
*Din-i İslâm ve kemâl-i iman için
Allah’a hamd olsun. Daire-i İslâmın merkezi ve envâr-ı imanın menbaı olan
Muhammed ile onun bütün âl ve ashabına, gece gündüz, ay ve güneş devam ettikçe
salât ve selâm olsun*.
İ’lem eyyühe’l-aziz! Şu gördüğün
büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, nur-u Muhammedî (a.s.m.) o
kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir.
Eğer o âlem-i kebir bir şecere
tahayyül edilirse, nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur.
Eğer dünya mücessem bir zîhayat farz
edilirse, o nur onun ruhu olur.
Eğer büyük bir insan tasavvur
edilirse, o nur onun aklı olur.
Eğer pek güzel şaşaalı bir cennet
bahçesi tahayyül edilirse, nur-u Muhammedî onun andelîbi olur.
Eğer pek büyük bir saray farz
edilirse, nur-u Muhammedî o Sultan-ı Ezelin makarr-ı saltanat ve haşmeti ve
tecelliyat-ı cemâliyesiyle âsâr-ı san’atını hâvi olan o yüksek saraya nâzır ve
münâdi ve teşrifatçı olur. Bütün insanları dâvet ediyor. O sarayda bulunan
bütün antika san’atları, harikaları ve mu’cizeleri târif ediyor. Halkı o saray
Sâhibine, Sâniine iman etmek üzere câzibedar, hayretefzâ dâvet ediyor….Mesnevi-i Nuriye
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
*Şehadet ederim ki Allah’tan başka
ilâh yoktur ve yine şehadet ederim ki Hz. Muhammed (a.s.m.) Allah’ın resulüdür*.
Bu kelime-i âliye, üssü’l-esas-ı
İslâmiyet olduğu gibi, kâinat üstünde temevvüc eden İslâmiyetin en nurânî ve en
ulvî bayrağıdır. Evet, misak-ı ezeliye ile peyman ve yeminimiz olan iman, bu
menşur-u mukaddeste yazılmıştır. Evet, âb-ı hayat olan İslâmiyet ise, bu
kelimenin aynülhayatından nebean eder. Evet, ebede namzet olan nev-i beşer
içinde saadet-sarây-ı ebediyeye tayin ve tebşir olunanın ellerine verilmiş bir
ferman-ı ezelîdir. Evet, kalb denilen avâlim-i gayba karşı olan penceresinde
kurulmuş olan lâtife-i Rabbâniyenin fotoğrafıyla alınan timsal-i nurâniyle
Sultan-ı Ezel’i ilân eden harita-i nuraniyesidir ve tercüman-ı beliğidir. Evet,
vicdanın esrarengiz olan nutk-u beliğanesini cemiyet-i kâinata karşı vekâleten
inşad eden hatib-i fasîhi ve kâinata Hâkim-i Ezel’i ilân eden imanın mübelliğ-i
beliği olan lisanın elinde bir menşur-u lâyezâlîdir.
İşaret
Bu kelime-i şehadetin iki kelâmı
birbirine şahid-i sâdıktır ve birbirini tezkiye eder. Evet, ulûhiyet nübüvvete
burhan-ı limmîdir.Muhammed Aleyhisselâm, Sâni-i Zülcelâle zâtıyla ve lisanıyla
burhan-ı innîdir.
Bürhan-I İnnî:Hâdiselerden
kanunlarına, neticelerden sebeblerine ve eserden müessire olan delil. Dumanın
ateşe delil olması gibi.
Bürhan-I Limmî:Kanunlardan
hâdiselerine, sebeblerden neticelerine ve müessirden esere olan istidlâl. Yani
eseri meydana getirenden esere olan delil. Kablî delil. Ateşin dumana delil
olması gibi…Muhakemat
…Hem o burhan-ı hak ve sirâc-ı
hakikat, öyle bir din ve şeriat göstermiştir ki, iki cihanın saadetini temin
edecek desâtiri câmidir. Ve câmi olmakla beraber, kâinatın hakaikini ve
vezâifini ve Hâlık-ı Kâinat’ın esmâsını ve sıfâtını, kemâl-i hakkaniyetle beyan
etmiştir.
İşte o İslâmiyet ve şeriat, öyle bir
tarzda muhit ve mükemmeldir ve öyle bir surette kâinatı kendiyle beraber tarif
eder ki; onun mâhiyetine dikkat eden elbette anlar ki; o din, bu güzel kâinatı
yapan Zâtın, o kâinatı kendiyle beraber tarif edecek bir beyannamesidir ve bir
tarifesidir.
Nasıl ki bir sarayın ustası, o
saraya münasip bir tarife yapar, kendini vasıflarıyla göstermek için bir tarife
kaleme alır. Öyle de, din ve şeriat-i Muhammediyede (a.s.m.) öyle bir ihata,
bir ulviyet, bir hakkaniyet görünüyor ki, kâinatı halk ve tedbir edenin
kaleminden çıktığını gösterir. Ve o kâinatı güzelce tanzim eden kim ise, şu
dini güzelce tanzim eden yine Odur. Evet, o nizam-ı ekmel, elbette bu nazm-ı
ecmeli ister…Mektubat
…………………..Hakkın siracı, hakikatin
burhanı, muhabbetin lisanı, rahmetin timsali, kâinat tılsımının keşfedicisi,
yaratılış muammasının halledicisi, Rububiyet saltanatının dellâlı,
• Kâinatın
Yaratıcısının, bu varlıkları yaratmasındaki gayesinin meydana çıkış sebebi,
• kâinatın
kemâlâtının meydana çıkış vasıtası,
• mânevî
şahsiyetinin yüksek işaretiyle, Kâinat Yaratıcısının bu kâinatı onu nazara
alarak yarattığı anlaşılan (öyle ki, Âlemin San’atkârı ona bakmış, onun ve
emsâlinin hürmetine bu âlemi yaratmış),
• düsturlarıyla,
iki dünya saadetinin düsturlarına bir fihriste olan din ve şeriat ve
İslâmiyetin sahibidir. Öyle ki, o din, âdetâ kâinat kitabından süzülmüş bir
fihriste, Kur’ân ise bu kâinat âyetlerini okumak için ona inmiş gibidir. Onun
getirdiği hak din şu vaziyetiyle, Kâinat Nâzımının nizamı olduğuna işaret eder.
Çünkü şu noksansız tam düzen içindeki kâinatın düzenleyicisi kim ise, bu en iyi
ve en güzel düzen olan dinin nâzımı da Odur.
Yer ve gökler var oldukça salâvâtın
en üstünü ve selâmetin en mükemmeli, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve
biz mü’minler topluluğunun imana yönlendiricisi olan Abdulmuttalib’in torunu ve
Abdullah’ın oğlu Muhammed’in (asm) üzerine olsun.
Bu vahdaniyet şahidi, kendisi bu
görünen âlemde iken, gayb âlemine dair herkesin gözü önünde öyle haberler verir
ki, hali ve tavrı, gayb âlemini bizzat gören bir kimsenin tavrıdır.
Evet, görülüyor ki, kendisi görür,
sonra da, asırların ve kıt’aların arkasından, en yüksek bir sesle insan
taifelerine seslenerek şahitlik eder.
Evet, geçmişin derelerinden
geleceğin tepelerine kadar bütün kuvvetiyle işitilen ses, onun sesidir……. Yirmi
Dokuzuncu Lem'a /Dördüncü Bab Tercümesinden
*İslâmiyetin esası, sıdktır. İmanın
hassası, sıdktır. Bütün kemalâta îsal edici, sıdktır. Ahlâk-ı âliyenin hayatı,
sıdktır. Terakkiyatın mihveri sıdktır. Âlem-i İslâmın nizamı, sıdktır. Nev-i
beşeri kâbe-i kemalâta îsal eden sıdktır. Ashab-ı Kiramı bütün insanlara
tefevvuk ettiren, sıdktır. Muhammed-i Hâşimî Aleyhissalâtü Vesselâmı meratib-i
beşeriyenin en yükseğine çıkaran, sıdktır*. İşaratü'l-İ'caz
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
Mustafa Sungur’un müdafaasıdır.
Afyon Ağırceza Mahkemesine; İddia
makamı, benim de Nurcular cemiyetine dahil olup halkı hükûmet aleyhine teşvik
ettiğim iddiasıyla cezalandırılmamı istiyor.
Evvelâ: Nurcular cemiyeti diye bir
cemiyet yoktur. Ve ben böyle bir cemiyete mensup değilim. Ben bin üç yüz elli
seneden beri her asırda üç yüz elli milyon mensupları bulunan ve kâinatın
medar-ı iftiharı olan Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın kurduğu
muazzam ve nuranî ve bütün insanlık için ebedî saadet ve selâmeti müjdeleyen
kudsî ve İlâhî İslâmiyet cemiyetine mensubum. Elhamdülillâh, onun evâmir-i
kudsiyesine de bütün kuvvetimle itaat etmeye azmetmişim. Talebeliği hakkımda
bir suç sayılan Risale-i Nur ise, bana dinî ve imanî vazifelerimi öğreten ve
İslâmiyetin en yüce ve en mukaddes bir din ve beşerin yegâne medar-ı saadeti
olduğunu ve Kur’ân ise bütün varlıkların sahibi, her yerde hazır, nâzır;
zerrelerden yıldızlara, güneşlere kadar bütün mevcudat idare-i ezeliyesinde
bulunan Zât-ı Zülcelâlin bir emr-i İlâhîsi, ezel ve ebed ve bütün hâdisat
ihâta-i nazarında bir eser-i mu’cizânesi ve Kur’ân bütün kitapların fevkinde
kırk vech ile mu’cize ve saadet-i ebediyeyi nev-i beşere müjdelemesiyle
müştakları ebediyen kendine minnettar kılan bir Şems-i Sermedînin bir mükâleme-i
ezeliyesi ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Hâlık-ı Kâinat tarafından
gönderilmiş, bütün hal ve ahvâliyle bütün insanların en ekmeli, en sadık ve en
yücesi ve kemâlâtça en yükseği ve getirdiği İslâmiyet nuruyla insanlara en
büyük müjdeyi ve en kudsî teselliyi bahşeden ve On dört asrı ve beşerin beşten
birisini saltanat-ı mâneviyesinde idare eden ve bin üç yüz yıldan beri gelen
bütün ümmetin kazandığı sevabın bir misli onun defter-i hasenatına geçen ve
kâinatın sebeb-i vücudu, Habibullah olduğunu, hem âhiret, Cennet ve Cehennemin
kat’iyen hak ve muhakkak olduğunu harika burhanlarla ve parlak hüccetlerle
ispat eden bir mu’cize-i Kur’ân’dır.
Risale-i Nur ise, kelime ve
cümleleriyle nur-u Kur’ân’dan ve Nur-u Muhammedîden (a.s.m.) gelen ezelî ve
ebedî bir Nur olduğuna şehadet ediyor. O da Kur’ân’a mensubiyeti ve has bir
tefsiri cihetiyle ve bu itibarla semâvîdir, arşîdir. İşte halkı hükûmet aleyhine
teşvik edici zannedilen Risale-i Nur, bütün Sözleri, bütün Lem’a ve Şuâları ve
bütün Mektubatıyla hakaik-i İlâhiye ve desâtir-i İslâmiyeyi ve esrar-ı
Kur’âniyeyi ders veriyor. Acaba böyle muhterem ve çok yüksek ve ahlâk ve
fazileti ve hakaik-i imaniyeyi kat’î ders veren Risale-i Nur’u okumak ve onun
ebedî saadetler bahşeden yazılarını istinsah etmek veya bir mü’minin istifadesi
için iman cihetinde ona hizmet etmek bir suç mudur? Halkı hükûmet aleyhine
teşvik midir? Ve böyle mübarek ve muazzam bir eserin müellifi ve kemâlât-ı
insaniyenin zirve-i bâlâsında, en yüksek bir mertebe-i iman ve ahlâk ve
faziletle mücehhez bir nur âbidesini ziyaret ve bu asırda iyilik ve doğrulukla
ve sarsılmaz iman ve itikadlarıyla İslâmiyet şerefini ve Kur’ân’ın hakaikini koruyan
ve yükselten ve Allah’ın rızasını kazanmaktan başka gayeleri olmayan Risale-i
Nur talebeleriyle iman ve Kur’ân yolunda kardeşlik peydâ etmek……………………..Şualar