Dua tam bir ibadettir. Hz.
Muhammed Aleyhisselatu vesselam…
Dua bir sırr-ı azîm-i ubûdiyettir.
(kulluğun büyük sırrı)
Belki ubûdiyetin ruhu (Allah’a CC
kulluğun, hayat kaynağı, cevheri, canı) hükmündedir.
Duanın şe’ni, (özelliği) terdad
ile takrirdir. (tekrar ile sağlamlaştırma) Bediüzzaman
........
Allah’a CC verine fıtraten verilen
misaka sadık kalmak uzun soluklu ve daimî bir durum, hayatlı bir daire, titiz
yaşanılacak bir ömür çizgisidir.
İbadet denilen hakikat, yaratan ve
yaratılan arasındaki münasebeti karşılıklı bir konumda tutan yegâne yoldur.
Muhtelif şekli olan ibadetin şuurlu dili ise duadır. Gizli, açık seslendirilen
isteklilik hali, düşünceyi, arzuyu itiraf eden, hal ve kâle tercüman olan aracı
fiil duadır.
İnsan kendini ne kadar tanırsa
acizliğinin ve fakirliğinin farkına varır. İhtiyaçlarını kavrar. Gereksinimlerini
giderecek bir yol arar. Çünkü insanlığı kaybolmamış bir insan; - Bediüzzaman’ın
ifadesiyle- “İnsan insaniyete layık bir
şerefle yaşamak ister”…
Biraz daha akıl yürüten bir insan
maddi manevi ihtiyaçlarını nasıl tedarik edebileceğini düşünmeye ve taharriye başlar.
Birçok sebep dairesinin kapısını çalar…
Ve sonunda “isteyende aciz
kendisinden istenen de” buyrulan hakikatin kapısına yanaşır…Esbap yolunun
bittiğini anlayan veya sebeplerin mahiyeti asliyesini kavrayan bir iz’an “Esbap
ise bahanelerdir, vesait de perdelerdir” penceresinden nefes almaya başlar…
Tüm bu iletişim ve etkileşim, birbirine
bağlı olan, iman, tanımak bilmek, sevmek üçlüsünün sonucudur.
Bir maliki, yaratanı olduğuna
sağlam iman etmemiş birisinde, onu tanımak merakı oluşmaz. O’nu tanımak merakı
oluşmayan bir inanç ise taklidi ve örfi bir inançtır. Zayıftır, hatalıdır,
tehlikelidir.
Ancak yaratanın varlık ve birlik
delilleri ile hüccetledirilmiş olan bir iman, iman sahibinde tanımak, bilmek
hissini ve sevkini meydana getirir. Bu nedenle sonsuz bağ ve bu bağlar arasında
hadsiz ilişkileri olan bir münasebeti, bildim, buldum zannetmek, küçük bir
lem’ayla kifayet edip ışığın kaynağına ulaşamamak anlamına gelir.
Daha yok mu? Yaklaşımıyla
genişleyerek yürümeye devam eden bir isteklilik ve ilgi bilmek tanımak ufkunda,
sonsuz nur bulmaya neden olur. Muhatabı hakkında elde ettiği her bilgi,
ulaştığı her nimet, aklını, kalbini, ruhunu olgunlaştırıp kâmil bir noktaya
doğru çekecektir. Bilmek ve bilinmek denge noktası ise birçok sırrı,
muhabbetti, aşkı ve vuslat iştiyakını netice verecektir.
İşte dua bu bilmek bilinmek denge
yolculuğundaki tekellümdür. Arz-ı haldir. Talepleri, edepleri ifade etme aracı,
sevgiyi ilan vasıtasıdır. Razılık ilamını hadsiz nazarlara açan ve temaşaya
davet eden, kulluk mayasının gereğinin teşhiridir.
Yani aslında dua, yakın geleceği
ilgilendiren bireysel talepleri elde edebilmek için bir usul olmaktan çok daha
yüksek bir değere ve dua, edilen muhatabı itibariyle hakiki ihtiyaç, iştiyak ve
samimiyete ve istenilen şeyin değeri ile ilgili bir denkleme de sahiptir.
Bazı dünyevi meseleler duanın
temas edebileceği her şeyi dikkate alır. Bir amaca uğraşmak amaca tayin edilmiş
maksat veya fetvaya namzet, ya da akıbete duçar veyahut nimete mazhar olanların
yaşam dairelerindeki tüm münasebeti kapsar.
Bir çocuğun göz yaşına takdir
edilmiş şekerlemenin veya bir ailenin sofrasına gelecek ekmek, temas edebileceği,
yağmurdan toprağa, topraktan başak'a kadar bir etkileşim alanına sahiptir.
Manzaranın bütününü göremeyen
cinayetkâr hırsın müdahale talebi meşieti ilahiye tarafından geri verilir.
Üstadımızın dediği gibi, Meşieti ilahiye meşieti beşeriyeyi geri verir. Kader
konuşur cüz-i ihtiyari susar.
İşte çok istimal edilen
“HAYIRLISI” kelimesi kader bezminde hudutları malum olmayan sınırlara müdahil
olmaktan edeple içtinap edip teslim olmanın bir ifadesidir.
“Eğer
hak onların keyiflerine tâbi olsaydı, gökler ve yer fesâda uğrardı.” Mü’minûn
Sûresi, 23:71. Buyrulduğu
ve yine üstadın şiddetli ifadesiyle;
“Ey müteşekkî! Sen nesin? Neye
binaen itiraz ediyorsun? Cüz’î hevesini külliyat-ı kâinata mühendis mi
yapıyorsun? Kokmuş olan zevkini nimetlerin derecelerine mikyas ve mizan mı yapıyorsun?
Ne biliyorsun ki, nikmet olarak gördüğün şey belki ayn-ı nîmettir? Senin ne
kıymetin var ki, sineğin kanadına müvâzi olmayan hevesini tatmin ve teskin için
felek çarklarıyla hareketten teskin edilsin? Hitabı ile karşılaşır.
Eğer talepte edep olmaz ise
bütünüyle bir mahrumiyettir. Çünkü talep dillendirilen bir ihtiyaçtan ileri
gelmektedir. Hakikatte bir hak kaybının feveranı değildir. Velev öyle olsa
Allah'ın adil olduğunu bilen bir iman teslimiyet yolunu tercih ederek, kaderin
adaletini bekleyecektir. Evet bir aczin ve ihtiyacın lisanı olmuş bir lisanın
mahviyet ve tevazu içinde bulunması ve ilan ettiğine tevekkül etmesi esastır.
Tereddüt göstermek, delil
sorgulamak, acabalar içinde olmak, dua edilen hakkında bilgisizliğe ve inanç
zafiyetine delalet eder.
Örneğin; İşitir, bilir, görür ve
lakayt kalmaz. Kudretli ve merhametli. Vermeyi sever ve muktedir. Kullarının
mutlak hayrını ister. Yaratan ve yarattığına hâkim. Her şey onun izni ile
meydana gelir vb. Bilen bir yakarışın vehimle münasebet kurup çelişkiye düşmesi
talihsizliktir.
Evet, duanın dua olabilmesi için,
imtihanın kavranması, ihtiyacın gerçekliliği, talepteki içeriğin nefsi zaaf ve
isyan, tahammülsüzlük içermemesi, tevekkül ve kanaat ile güven ilkesine sahip
olması önemlidir.
Yani, umumu alakadar eden şeylerde
sana göre diye bir şey olmaz. Zaman, zemin, mekân etki alanı, diğer haklar veya
haksızlıklar, takdirler, sonuçlar vb çok geniş bir daireyi içine alan durumlar
göz ardı edilmemeli. Kişi kendince ihtiyaç gördüğü şeyleri ve talepleri uygun
bir üslupla dile getirip neticeye kanaat etmeli. Olursa nurun ala nur. Olmaz
ise vardır bir bildiği deyip, durumu muhabbetle kabullenmeli.
İnsanların konumları
karıştırmaları öncelikli meselelere yer değiştirdiğinden, beka yanında sinek
kanadı kadar değeri olmayan bir dünyanın işlerine, kırılacak camlarına elmas
bahası verildiğinden, kendilerini ilgilendirdiğini düşündükleri boylarından büyük
şeylere gözlerini dikmiş, severek isteyerek kendi olumsuz akıbeti için dilekte
bulunabiliyor. Oysa kabul olmadığını düşündüğü dualarına yön değiştirip;
Hakiki geleceğimi zenginleştir.
İman selameti ver.
Rızanı kazanmamı nasip et.
Emaneti bir hakkın eda edebilme,
sana ulaştırmama yardım et.
Beni kötü hülyadan ve günahların
arkadaşlıklarından kurtar.
İlmimi arttır. İmanımı arttır.
Seni sevebilme kabiliyetimi genişlet,
sevdire bilme hizmetleri içinde bulundur.
Doğru ahbaplar ve dostlar lütfet.
Cennetine al. Âmin gibi isteklerde
bulunsa talebin doğruluğu ve ihtiyacın realitesi itibariyle, ilme, imana,
hizmete dair şeylerdeki isteklere gelen cevaba kendisi şaşıracaktır.
Mahiyet itibariyle mezra olan bir yere,
kalıcı bir nazarla bağlanmak, orada rahata ulaşmaya çalışmak, ona baki bedeller
vermeye hazır olmak, müminler açısından Rahmet-i İlahiye ye uygun olmadığından,
zahiren red cevabı ile karşılaşabilir. Hakikatte ise merhamet ile baki meyveler
verebilir.
Üstadın
dediği gibi. Hikmetine itimat etmeli, rahmetini tenkit etmemeli…
Bazen ise çok ısrar kerhen bir
takdire rast gelir. Bir elde edilir bin kaybedilir. El- iyazü-billah…
Konuya girerken paylaştığımız dua
ve ibadet ilişkisi ile ilgili konuları nazara almalı. Duayı Rabbimizi tanımaya
vesile yapmalı.
Yoksa hakkında hiç bir şey bilmediğimiz,
isim ve sıfatları hakkında bir ilme, hangi icraatı hangi sonuca bakar, neyi
nasıl verir, ekser faaliyet tarzı hakkında bir görüş ve birikime sahip
olmadığımız,sevgisinden,güzelliğinden,cömertliğinden,adaletinden,takdirinden emin
bulunmadığımız ,zenginliğinden bihaber kaldığımız, itimat etmekte tereddüt yaşadığımız,
onu razı etmek hususunda titizlikle davranmayışımız ibadetlerimizdeki eksiklikler,
emirlerine gösterdiğimiz hassasiyet yoksunluğu ile şunu ver. Bunu ver. Niye
vermedin gibi bir gaflete düşmek feci bir sonuç olsa gerek… Doyma yeri olmayan
bir yerde doymaya çalışmak ne kadar boş…
Evet kısaca neyi nasıl isterim den
çok önce, dualarımla Rabbimden kendiyle ilgili bana bahşedeceği marifetten ve
mağfiretten ne dileyebilirim. Onu ve kendimi nasıl tanıyabilirim. Benden ne
istediğini nasıl öğrenebilir ve nasıl karşılık verebilirim gibi, duayı Onun
yakınlığına kavuşma vesilesi yapmalı…
Temelleri olmayan veya zayıf olan
hiçbir bina sağlıklı değildir. Doğru talepler, duanın kabul şartları risale-i
nurlarda ve birçok alim ve kaynaklarda vardır. Bu bilgilere ulaşmak kolaydır.
Âmâ duaya ulaşmak bambaşka bir şeydir.
Herkesin iman ve marifeti nispetin
de kendine ait kelimeleri oluşur. Duasının kendine özgü bir dili ve rengi
meydana çıkar. Kendi sesi ve iniltisi dileklerini şekillendirir. Ne zaman ki
insan, parmak izi gibi, kimseye benzemeyen yüzü gibi, kimsede olmayan hisleri
gibi sözcüklere kavuşur. İşte o zaman duaya ulaşır. Sevilenlerin dualarına
kendi dualarını karıştırır, öğretilenleri ikrar ile tekrar ederek sağlamlaştırır.
Asıl matlup, maksat, kendini gösterir.
Kısaca makul duada devam duaya
olan sırra bir yolculuktur.
Dua ile elde edilen neticeden daha
önemli olan dua edebilecek bir imana sahip olabilmektir.
Yine dua ile elde edilecek
şeylerden daha önemli olan şey, dua edebilecek birinin kulu olabilmektir…
Evet sevgili dostlar duaya
ulaşabilmek niyetiyle hoş kalın……….
.