İnsan kendi ömür müddeti ile tanzim edilmiş hayat safha ve sayfalarından mürekkep kendi kitabını yazan şahit ve müşahit bir kalemdir…
20.12.19
8.11.19
4 / 1 Hasbihal...
· ....................... Ancak insan bu bir bakışta anlaşılması kolaylık olan
iradenin karşısında ayak diredi..çünkü kavrama teklifinde sunulan suhulet ,ona
BEN yatırımı yapmıyordu. Beş şart altı esasla çevrilen çeperin âdemin egosunu burnunu
sürtmekten başka bir işe yaramadığı aşikardı.
Oysa şu dimağda olan kargaşa, zihindeki
curcuna, her şeye bir kulp takan cerbeze, savlar arasındaki itiş kakış daha
çekiciydi.
Güya bu akılcıl divanelik, sümüklü beşerin fikir
babalarını aristokratik bir
seviyeye taşıyacak, tâbi kölelerin hikayelerle beyinlerinin sömürülmesiyle de
hayatlarını devam edecekti…Öyle de oldu…. İnsan kendini bu kaos içerisinde daha
iyi hissetti…. varlık aynasındaki yaratış prospektüsünde okuduğu hilkat
yazılarını zimmetine geçirdi….Haris elini yıldızlara uzattı, galaksiler
arasında at koşturdu, cennetten bir bidon su alıp, cehennemim ateşini
söndürdü……..Eline geçirdiği İKRA yazıtlarını harabeye çevirdi…….sor bi niye
???? Çünkü ;…evet, evren önünde ki kahve net diğeri fulü tüm müştemilatıyla bir
planlayıcı ve yaratıcı meşietin eseriydi..fakat o meşiet hiç bir şey karışmıyor,
İNSAN DENİLEN SIRRIN iradesine işini bırakmıştı……………… Bu adı olan Abdullah’ı kaybetmiş azgın özgürlüğün
sapkın yorumundan doğan gayri meşru ihtilal beslemeleri kendilerini ortaya atıp
ilahlıklarını ilan ediyor ve her şeye küçük küçük tanrılıklar vererek, -siz
kendinizin idarecisi ve sahibisiniz- mavalını düğümlüyor, sihir yaparak boyunlarına
muskalarını asıyordu………………………..
Bu
yağmanın kanı herkesin üzerine sıçradı….Tabiat bundan payını aldı…ceylan
yavrularını parçalayan Aslan da……bir kısım kendi kendine kutsiler de
hisselerini istediler…vs ıslah ediciler tasrih işine giriştiler…..Konuştular…konuştular….konuştular……
O ise ;Heybemize beş şartın küskünlüğünü,
altı esasın ardını dönük resmini, ve kendi suskunluğu ile susmuş nicelerinin sessizliğini
bıraktı………….
Ve her şeyle yabancılaştık. Kendi
varlığımızı hayale sardık..ama ayaklarımız dışarıda kaldı…..Bir türlü gözümüze
gelmeyen baharlar toplayıp çoluk çocuğu olan çiçeklerini ve dirilişini ülfet
perdesi ile gözümüzden nikaplandı….O kadar takdir ettik ki yapmadığımız şeyleri,
yapabileceklerimiz gözümüze gelmedi…..Koskoca bir yaz geçti önümüzden sırtında küfesi,
içinde binler çeşit meyvesi ile dudak bükümü bir besmele alamadı…..dürülüp
dürülüp açıldı ve saçıldı üzerimize gece gündüz de alışkanlığın ölü toprağı
kılımızı bile kımıldatamadı…..Her nefesle bir HAY geldi bir HU’ya gitti de bir
iç çekemedik…..
Sonra başımızı gerçeğe çarptık…beynimize
tünemiş mal-i hülya kuşları havalandı…..aklımız çıplak kaldı…o kadar üşüdü
ki..ellerini kalbimizin içine uzattığında kalbimizde zemherir bir mevsim
başlamıştı…….Hiç bir şeyin dilini bilmediğimizi anladığımızda şüphe Mieszko'nun
Mızrağı böğrümüze saplandı……hayat boyu elde ettiğimiz varidatımız bitkisel
hayata girmemize mani olacak can suyunu ruhumuza emziremedi …
Şimdi içimizde ve fikrimizde
biriktirdiğimiz tortuları tahliye edip, temiz bir dolaşım sistemi ile
yakabildiğimiz kadar ben’ii yakıp, neyi susturduysak hepsiyle tokalaşıp …………… yeni şeyler söylemek lazım………………
Mesela :
Hoş
geldin, sefa geldin ey sabah ve ey yeni gün! Merha-ba ey mutlu gün! Ve merhaba
ey kâtip ve şahit melek! Şu söy-lediklerimizi bizim için yaz:
Ezelden
ebede kadar varlıkların halleriyle ve dilleriyle yaptıkları sonsuz hamdler,
şükürler ve övgüler yalnız Kendisine ait olan Hamîd; her şeyin üstünde sonsuz
derece bir şeref sahibi ve sonsuz takdis ve övgülere lâyık olan Mecîd;
dilediğini dilediği şekilde yükselten, yücelten ve herkese lâyık olduğu rütbeyi
ve mertebeyi veren Refî’; yarattığı varlıkları çok seven ve onlara da Kendisini
her vesileyle sevdiren Vedûd; bütün sıfat, isim ve fiilleriyle her şeyi kuşatan
Muhît; mahlûkatı hakkında dilediğini yapan Fa’âl Allah’ın adıyla.
O
kuluna şah damarından daha yakındır.
Allah’a
îman etmiş, Ona kavuşmaya inanmış ve delillerini kabul etmiş, Allah’ın
ulûhiyeti dışında başka ilâhları inkâr etmiş ve Allah’a tevekkül etmiş olarak
sabahladık.
Allah’ı,
meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini, Arşını taşıyan meleklerini şâhid
tutuyoruz ki: O bütün mükemmel sıfatlara sahip ve noksan sıfatlardan münezzeh
olan Allah’tır. Kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur, O tektir. Onun ortağı
yoktur. Ve yine şahadet ediyoruz ki: Muhammed (a.s.m.) Onun kulu ve Resulüdür.
Cennet haktır. Cehennem haktır. Kevser Havuzu haktır. Şefaat haktır. Kabirde
sorguya çeken Münker ve Nekir melekleri haktır. Allah’ın verdiği söz haktır.
Muhakkak Kıyamet Günü gelecektir ve bunda hiçbir şüphe yoktur. Allah, kabirde
yatanları da diriltecektir. İşte biz bu inançla yaşıyor, bu inançla öleceğiz,
bu inançla yarın diriltileceğiz ve azap da görmeyeceğiz, inşaallahu teâlâ.
Evrad-ı Kudisye
9.9.19
Muhasebe ...
..........Ebu Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
..........Saîd b. Abd’ul-Aziz, Rabîa b. Yezîd’den, o da Ebi İdris el-Havlâni’den, o da Ebu Zerr Cündüb b. Cünâde’den (r.a), o da Nebi’nin (sav) Allah Teâlâ’dan yaptığı rivâyette ( Hadis-i Kudsî) şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
*Ben sizin görmediğinizi görür, işitmediğinizi işitirim*.
*Nitekim sema uğuldadı, uğuldamak da ona hak oldu.* (Uğuldama;
Meleklerin kesretli ve tesbihatı manasıyla)
*Semada dört parmak sığacak kadar boş bir yer yoktur,her
tarafta Allah'a secde için alnını koymuş bir melek vardır.*
*Allah'a yemin olsun, benim bildiğimi siz bilse idiniz az
güler, çok ağlardınız, yataklarda kadınlarla telezzüz etmezdiniz, yollara,
çöllere dökülür,(belanızı defetmesi için) Allah'a yalvar yakar olurdunuz.*
[Ebu Zerr (radıyallâhu anh) ilâve etti:] *Keşke sökülen bir
ağaç olsaydım.*
[Tirmizî, Zühd 9, (2313); İbnu Mâce, Zühd 19, (4190).]
"Nev-i beşerin en büyük meselesi Cehennemden kurtulmaktır.”
Bediüzzaman
..........Saîd b. Abd’ul-Aziz, Rabîa b. Yezîd’den, o da Ebi İdris el-Havlâni’den, o da Ebu Zerr Cündüb b. Cünâde’den (r.a), o da Nebi’nin (sav) Allah Teâlâ’dan yaptığı rivâyette ( Hadis-i Kudsî) şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
“Ey kullarım! Şüphesiz Ben zulmü kendime haram kıldığım gibi,
onu aranızda da haram kıldım. O halde birbirinize zulmetmeyiniz.
Ey kullarım! Benim hidâyet ettiğim kimseler hariç, hepiniz
yolunuzu sapıtmışsınız. O halde Ben’den hidâyet isteyin ki, sizi doğru yola
ileteyim.
Ey kullarım! Benim doyurduklarımdan başka hepiniz açsınız.
Ben’den rızık isteyin ki sizi yedireyim.
Ey kullarım! Giydirdiklerim dışında hepiniz çıplaksınız. O
halde Ben’den giyecek isteyin ki, sizi giydireyim.
Ey kullarım! Sizler gece-gündüz günah işlersiniz. Ben de günahların
tamamını affederim. Bu sebeple, Benden bağışlanmanızı isteyin ki, size mağfiret
edeyim.
Ey kullarım! Hiçbir zaman, Bana zarar vermeye gücünüz yetmez
ki, veresiniz. Bana fayda verecek hale ulaşamazsınız ki, Bana faydanız
dokunabilsin.
Ey kullarım! Sizden öncekiler ve sonrakiler, ins ve cinniniz,
içinizden muttakî bir adamın kalbinin en iyi hâli üzere onun kalbi gibi olsa,
bu durum Benim mülkümde en küçük bir şey artırmaz.
Ey kullarım, sizden öncekiler ve sonrakiler, ins ve cinniniz,
bir alanda toplansalar, sonra Ben’den dileklerini isteseler, mahlûkatın
tamamına istediklerini versem, bu, Benim katımdaki hazineyi ancak, iğnenin
denize sokulup çıkartıldığında, denizden eksilttiği kadar eksiltebilir.
Ey kullarım, sizden öncekiler ve sonrakiler, ins ve cinniniz,
içinizden en kötü bir adamın kalbinin bulunduğu en kötü niyyeti üzere toplansa,
bu durum benim mülkümden bir şey eksiltmez.
Ey kullarım, sizin amellerinizi adınıza zabteder, onların
karşılığını eksiksiz size veririm. O halde kim hayır bulursa hemen Allah’a
hamdetsin. Kim de kötülükle karşılaşırsa kendi nefsini kınasın.”
Saîd der ki: “Ebu İdris bu hadisi rivayet ederken diz üstü
çökerdi”. Müslim: 2577. R. Salihîn: 1/111.)
.
7.7.19
???
12.5.19
Tekellüf
...." Hem Üstadımız, tekellüf ( Gösterişe kapılmak. Özenmek. Yapmacık hal ve hareket)
ve taazzumdan (kibir, büyüklenmekten) aslâ hoşlanmaz ve talebelerinin dahi tekellüf kaydından âzade olmalarını emreder.
Ve buyururlar ki;
Tekellüf, şer'an ve hikmeten fenadır; çünki tekellüf sevdası, insanı hadd-i marufu (İslâm'ın kabul ettiği sınırı) tecavüze sevkeder.
Mütekellif olanlar,(tekeffüle kapılanlar) bazan hodbinane (bencilce) bir tezahür (görünme) ve tefahur (kendiyle övünme) tavrı ve muvakkat soğuk bir riyakâr vaziyeti takınmaktan kurtulmaz.
Halbuki bunların ikisi de ihlası (Allah için samimi olmayı,o emrettiği için yapılması gerekenleri yapma gayesini,onun rızasını kazanmak için titiz ve dikkatli olmak hassasiyetini) zedeler. "
..................
Yani medar-ı necat ( kurtulma sebebi) ve halâs (kurtuluş), yalnız ihlastır.
...
Allahım! İhlâs Sûresinin hakkı için, bizi ihlâs sahibi olan ve ihlâsa eriştirilen kullarından eyle. Âmin, âmin.
Lem'alar
ve taazzumdan (kibir, büyüklenmekten) aslâ hoşlanmaz ve talebelerinin dahi tekellüf kaydından âzade olmalarını emreder.
Ve buyururlar ki;
Tekellüf, şer'an ve hikmeten fenadır; çünki tekellüf sevdası, insanı hadd-i marufu (İslâm'ın kabul ettiği sınırı) tecavüze sevkeder.
Mütekellif olanlar,(tekeffüle kapılanlar) bazan hodbinane (bencilce) bir tezahür (görünme) ve tefahur (kendiyle övünme) tavrı ve muvakkat soğuk bir riyakâr vaziyeti takınmaktan kurtulmaz.
Halbuki bunların ikisi de ihlası (Allah için samimi olmayı,o emrettiği için yapılması gerekenleri yapma gayesini,onun rızasını kazanmak için titiz ve dikkatli olmak hassasiyetini) zedeler. "
..................
Yani medar-ı necat ( kurtulma sebebi) ve halâs (kurtuluş), yalnız ihlastır.
...
Allahım! İhlâs Sûresinin hakkı için, bizi ihlâs sahibi olan ve ihlâsa eriştirilen kullarından eyle. Âmin, âmin.
Lem'alar
20.4.19
Lemeât Tefekkürü
Dinle, havadaki demdeme, kuşlardaki civcive, yağmurdaki zemzeme, denizdeki gamgama, ra’dlardaki rakraka, taşlardaki tıktıka birer mânidar nevaz.
Havada ki yüksek sesleri ,kuşların cıvıldaşmalarını, yağmurun çıkardığı ezgiyi, denizlerin dalgalarındaki haykırışı,gökgürültüsünde kayaların yuvarlanışı gibi çıkan uğultuyu, taşların bir birine çarpmasıyla çıkan ,anlamlı tatlı, ahenkli sesleri dinle……………..
Terennümât-ı hava, naarât-ı ra’diye, nağamât-ı emvac, birer zikr-i azamet. Yağmurun hezecâtı, kuşların seceâtı birer tesbih-i rahmet, hakikate bir mecaz.
O havanın çıkardığı huzur veren fısıltılar, gök gürültüsü denilen o semadan işitilen yüksek sesler, dalgaların hareketinden çıkan nağmeler, hoş sesler, büyük bir zikirdir.Yağmurun ölçülü nağmeleri,kuşların ritimli ötüşleri birer rahmet tesbihi olup,kendi görünen anlamı dışında onları dile getiren bir hakikati ifade eden, tanıtan bildiren, bir lütuf ve keremi haber veren sesler manzumesidir…….
Eşyada olan asvat birer savt-ı vücuttur; ben de varım derler. O kâinat-ı sâkit birden söze başlıyor: “Bizi câmid zannetme, ey insan-ı boşboğaz!”
Nesnelerde olan sesler var oluşun sesidir. Kendi var edilişlerini ilan edip, düşüncesiz insanlara bizi cansız, manasız zannetme derler.
Tuyurları söylettirir ya bir lezzet-i nimet, ya bir nüzul-ü rahmet. Ayrı ayrı seslerle, küçük âğazlarıyla rahmeti alkışlarlar. Nimet üstünde iner, şükür ile eder pervaz.
Kuşları ya bir nimetin lezzeti dile getirir, ya da bir lütfun ve merhametin inişi….(Onlar da)………Ayrı ayrı seslerle, küçük ağızlarıyla rahmeti alkışlayıp, üzerlerinde kanat çırpıp uçarlar …
Remzen onlar derler: “Ey kâinat, kardeşler! Ne güzeldir halimiz.
İşaret dili ile onlar imâ ederler ki; “Ey her biri bir dünya olan, aynı elden çıkmış, kabiliyetine göre bir ölçü ve intizamla, yaratılış bütününün içine yerleştirilmiş, her biri bir vazife ile tavzif edilmiş kardeşler! Şu durumumuz ne kadar güzeldir….
“Şefkatle perverdeyiz, halimizden memnunuz.” Sivri dimdikleriyle fezaya saçıyorlar birer âvâz-ı pür-naz.
“Sevgiyle ,ilgiyle,merhametle, ihtiyaçlarımız karşılanarak besletiliyoruz bu halimizden memnunuz”……..diyerek …… dik çıkışlı sesleri ile tâ semavat alemlerine kadar çok nazlı sadalarını saçıyorlar….
Güya bütün kâinat ulvî bir musikidir; iman nuru işitir ezkâr ve tesbihleri. Zira hikmet reddeder tesadüf vücudunu; nizam ise tard eder ittifak-ı evham-saz.
Sanki bütün âlem bir yüce hakikatin musikisini terennüm etmektedir. Kainata yayılan bu mizanlı,ahenkli nağme ve seslerle tüm mahlûkatın; Rablerini noksan sıfatlardan tenzih edip, minnetle anışlarını ancak iman nuruna sahip olanlar işitebilirler.….Zira herşeyin yerinde yapılışı ve o yapılışa uygun işleyişi rastlantı düşüncesinin varlığını kabul etmez.İntizamla ,özenle yapılmış düzenlilik ise tüm bir araya getirilmiş kuruntuları kendinden kovup uzaklaştırır………..
Havada ki yüksek sesleri ,kuşların cıvıldaşmalarını, yağmurun çıkardığı ezgiyi, denizlerin dalgalarındaki haykırışı,gökgürültüsünde kayaların yuvarlanışı gibi çıkan uğultuyu, taşların bir birine çarpmasıyla çıkan ,anlamlı tatlı, ahenkli sesleri dinle……………..
Terennümât-ı hava, naarât-ı ra’diye, nağamât-ı emvac, birer zikr-i azamet. Yağmurun hezecâtı, kuşların seceâtı birer tesbih-i rahmet, hakikate bir mecaz.
O havanın çıkardığı huzur veren fısıltılar, gök gürültüsü denilen o semadan işitilen yüksek sesler, dalgaların hareketinden çıkan nağmeler, hoş sesler, büyük bir zikirdir.Yağmurun ölçülü nağmeleri,kuşların ritimli ötüşleri birer rahmet tesbihi olup,kendi görünen anlamı dışında onları dile getiren bir hakikati ifade eden, tanıtan bildiren, bir lütuf ve keremi haber veren sesler manzumesidir…….
Eşyada olan asvat birer savt-ı vücuttur; ben de varım derler. O kâinat-ı sâkit birden söze başlıyor: “Bizi câmid zannetme, ey insan-ı boşboğaz!”
Nesnelerde olan sesler var oluşun sesidir. Kendi var edilişlerini ilan edip, düşüncesiz insanlara bizi cansız, manasız zannetme derler.
Tuyurları söylettirir ya bir lezzet-i nimet, ya bir nüzul-ü rahmet. Ayrı ayrı seslerle, küçük âğazlarıyla rahmeti alkışlarlar. Nimet üstünde iner, şükür ile eder pervaz.
Kuşları ya bir nimetin lezzeti dile getirir, ya da bir lütfun ve merhametin inişi….(Onlar da)………Ayrı ayrı seslerle, küçük ağızlarıyla rahmeti alkışlayıp, üzerlerinde kanat çırpıp uçarlar …
Remzen onlar derler: “Ey kâinat, kardeşler! Ne güzeldir halimiz.
İşaret dili ile onlar imâ ederler ki; “Ey her biri bir dünya olan, aynı elden çıkmış, kabiliyetine göre bir ölçü ve intizamla, yaratılış bütününün içine yerleştirilmiş, her biri bir vazife ile tavzif edilmiş kardeşler! Şu durumumuz ne kadar güzeldir….
“Şefkatle perverdeyiz, halimizden memnunuz.” Sivri dimdikleriyle fezaya saçıyorlar birer âvâz-ı pür-naz.
“Sevgiyle ,ilgiyle,merhametle, ihtiyaçlarımız karşılanarak besletiliyoruz bu halimizden memnunuz”……..diyerek …… dik çıkışlı sesleri ile tâ semavat alemlerine kadar çok nazlı sadalarını saçıyorlar….
Güya bütün kâinat ulvî bir musikidir; iman nuru işitir ezkâr ve tesbihleri. Zira hikmet reddeder tesadüf vücudunu; nizam ise tard eder ittifak-ı evham-saz.
Sanki bütün âlem bir yüce hakikatin musikisini terennüm etmektedir. Kainata yayılan bu mizanlı,ahenkli nağme ve seslerle tüm mahlûkatın; Rablerini noksan sıfatlardan tenzih edip, minnetle anışlarını ancak iman nuruna sahip olanlar işitebilirler.….Zira herşeyin yerinde yapılışı ve o yapılışa uygun işleyişi rastlantı düşüncesinin varlığını kabul etmez.İntizamla ,özenle yapılmış düzenlilik ise tüm bir araya getirilmiş kuruntuları kendinden kovup uzaklaştırır………..
3.4.19
Mİ'RAÇ
………Resul-i Ekrem Efendimizin A.S.M mi’racı semada ve Yunus Aleyhisselam’ın mi’racı balık karnında vaki olmuştur…. Hüseyin-i Cisrî /Risale-i Hamidiye
Şerh:
………Resul-i Ekrem Efendimizin A.S.M mi’racı ………( doğduğu şehirde uğradığı boykot ve dışlanma, "melek-sıfat" eşi Hz. Hatice’nin R.A ve müşriklere karşı onu koruyan Amcası Ebu Talib’in vefatı, insanları İslâma davet için gittiği Taifte taşlanması gibi kayıp ve üzüntülerin çokça yaşandığı hüzün yılında tüm varlığı ve hakikati ile yükselerek Allah’a yakınlığının lahuti boyutuyla ) semada ………ve Yunus Aleyhisselam’ın mi’racı (denize atıldığı zaman onu yutan balığın karnında Allah’ın birlik tecellisinin iman ve yakininde inkişafı ile dile getirdiği niyaz vasıtasıyla ) vaki olmuştur….
- Peygamberimizin A.S.M ‘nın o mağduriyet ve Taifte gördüğü ezalar içinde Mi’raç evveli yaptığı müncaatı:
“Ya Rabbi! Kuvvet ve kudretimin en zayıf hâliyle, elimdeki çare ve vasıtaların en basitiyle, insanların gözünde ifade ettiğim değersizliğimle Sana yalvarıyor, Sana sığınıyorum.
Ey merhametlilerin en merhametlisi! Sen zulme uğramış tüm mazlumların Rabbisin. Sen benim de Rabbimsin. Beni kimlerin eline bırakıyorsun? Bana kaba ve sert davranan bir yabancıya mı, yoksa bana üstün kılacağın bir düşmana mı?
Eğer Sen bana dargın değilsen, başıma gelen eziyet ve işkencelere aldırmam. Ancak Senden gelecek bir himaye ve koruma çok daha hoştur. Öfke ve gazabına uğramaktan; karanlıkları aydınlatan, dünya ve ahiret işlerini düzene koyan Zâtının nuruna sığınırım! Sadece Sana sığınır ve Senin rızanı dilerim. Senden başka kuvvet ve kudret yoktur!”……..
…………Öyle de, bütün evliyanın sultanı olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, değil yalnız kalbi ve ruhuyla, belki hem cismiyle, hem havassıyla, hem letâifiyle, kırk seneye mukàbil kırk dakikada, velâyetinin keramet-i kübrâsı olan Miracı ile bir cadde-i kübrâ açarak hakaik-i imaniyenin en yüksek mertebelerine gitmiş, Mirac merdiveniyle Arşa çıkmış, Kàb-ı Kavseyn makamında, hakaik-i imaniyenin en büyüğü olan iman-ı billâh ve iman-ı bil’âhireti aynelyakîn, gözüyle müşahede etmiş, Cennete girmiş, saadet-i ebediyeyi görmüş, o Miracın kapısıyla açtığı cadde-i kübrâyı açık bırakmış….Mektubat
Yunus Aleyhisselamın Mi’raç anahtarı:
Lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn
“Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.” Enbiyâ Sûresi, 21:87.
Hisse:
Kendi Mi’racımıza Rabbimizin inayet ve lütuf ile muvaffak olmak dileğiyle
Hayırlı Kandiller
.
Şerh:
………Resul-i Ekrem Efendimizin A.S.M mi’racı ………( doğduğu şehirde uğradığı boykot ve dışlanma, "melek-sıfat" eşi Hz. Hatice’nin R.A ve müşriklere karşı onu koruyan Amcası Ebu Talib’in vefatı, insanları İslâma davet için gittiği Taifte taşlanması gibi kayıp ve üzüntülerin çokça yaşandığı hüzün yılında tüm varlığı ve hakikati ile yükselerek Allah’a yakınlığının lahuti boyutuyla ) semada ………ve Yunus Aleyhisselam’ın mi’racı (denize atıldığı zaman onu yutan balığın karnında Allah’ın birlik tecellisinin iman ve yakininde inkişafı ile dile getirdiği niyaz vasıtasıyla ) vaki olmuştur….
- Peygamberimizin A.S.M ‘nın o mağduriyet ve Taifte gördüğü ezalar içinde Mi’raç evveli yaptığı müncaatı:
“Ya Rabbi! Kuvvet ve kudretimin en zayıf hâliyle, elimdeki çare ve vasıtaların en basitiyle, insanların gözünde ifade ettiğim değersizliğimle Sana yalvarıyor, Sana sığınıyorum.
Ey merhametlilerin en merhametlisi! Sen zulme uğramış tüm mazlumların Rabbisin. Sen benim de Rabbimsin. Beni kimlerin eline bırakıyorsun? Bana kaba ve sert davranan bir yabancıya mı, yoksa bana üstün kılacağın bir düşmana mı?
Eğer Sen bana dargın değilsen, başıma gelen eziyet ve işkencelere aldırmam. Ancak Senden gelecek bir himaye ve koruma çok daha hoştur. Öfke ve gazabına uğramaktan; karanlıkları aydınlatan, dünya ve ahiret işlerini düzene koyan Zâtının nuruna sığınırım! Sadece Sana sığınır ve Senin rızanı dilerim. Senden başka kuvvet ve kudret yoktur!”……..
…………Öyle de, bütün evliyanın sultanı olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, değil yalnız kalbi ve ruhuyla, belki hem cismiyle, hem havassıyla, hem letâifiyle, kırk seneye mukàbil kırk dakikada, velâyetinin keramet-i kübrâsı olan Miracı ile bir cadde-i kübrâ açarak hakaik-i imaniyenin en yüksek mertebelerine gitmiş, Mirac merdiveniyle Arşa çıkmış, Kàb-ı Kavseyn makamında, hakaik-i imaniyenin en büyüğü olan iman-ı billâh ve iman-ı bil’âhireti aynelyakîn, gözüyle müşahede etmiş, Cennete girmiş, saadet-i ebediyeyi görmüş, o Miracın kapısıyla açtığı cadde-i kübrâyı açık bırakmış….Mektubat
Yunus Aleyhisselamın Mi’raç anahtarı:
Lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn
“Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.” Enbiyâ Sûresi, 21:87.
Hisse:
Kendi Mi’racımıza Rabbimizin inayet ve lütuf ile muvaffak olmak dileğiyle
Hayırlı Kandiller
.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)