“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
19 - SAADET-İ EBEDİYE MÜJDECİSİ (A.S.M)
Anlamı: Sonsuz mutluluğun sevinçli
haberini veren Hz. Muhammed A.S.M
“ İman eden ve iyi işler işleyen
mü’minleri müjdele! ” Bakara Sûresi, 2:25.
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah Teâla Hazretleri ferman
etti ki: 'Ben Azimu'ş-Şân, salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların
işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetler hazırladım.”
….İşte, o zat, bir saadet-i
ebediyenin muhbiri, müjdecisi, bir rahmet-i bînihâyenin kâşifi ve ilâncısı ve
saltanat-ı Rububiyetin mehâsininin dellâlı, seyircisi ve künûz-u esmâ-i
İlâhiyenin keşşâfı, göstericisi olduğundan, böyle baksan-yani ubûdiyeti
cihetiyle-onu bir misal-i muhabbet, bir timsal-i rahmet, bir şeref-i insaniyet,
en nuranî bir semere-i şecere-i hilkat göreceksin. Şöyle baksan yani risaleti
cihetiyle bir burhan-ı hak, bir sirac-ı hakikat, bir şems-i hidayet, bir
vesile-i saadet görürsün…Onuncu Söz
BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;
" And olsun ki, onu bir kere daha
hakikî suretinde, Sidre-i Müntehâda gördü ki, onun yanında Me’vâ Cenneti
vardır. O zaman Sidre’yi Allah’ın nuru kaplamıştı. Göz ne şaştı, ne de başka
bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü."
Necm Sûresi, 53:13-18.
…..Hem yüzer mu’cizât-ı bâhiresine
ve âyât-ı kàtıasına istinaden, başta Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ve
Kur’ân-ı Hakîmin olarak, bütün ervâh-ı neyyire ashâbı olan enbiyalar ve kulûb-u
nuraniye aktâbı olan evliyalar ve ukul-ü münevvere erbabı olan asfiyalar, bütün
suhuf ve kütüb-ü mukaddesede, Senin çok tekrar ile ettiğin vaadlerine ve
tehditlerine istinaden ve Senin kudret ve rahmet ve inayet ve hikmet ve celâl
ve cemâlin gibi kudsî sıfatlarına ve şe’nlerine ve izzet-i celâline ve
saltanat-ı rububiyetine itimaden ve keşfiyat ve müşahedat ve ilmelyakîn
itikadlarıyla saadet-i ebediyeyi cin ve inse müjdeliyorlar ve ehl-i dalâlet
için Cehennem bulunduğunu haber verip ilân ediyorlar ve iman edip şehadet
ediyorlar….Münacat
…………Saadet-i ebediyenin definesini
görüp, anahtarını alıp getirmiş, cin ve inse hediye etmiştir. Evet, Mirac
vasıtasıyla ve kendi gözüyle Cenneti görmüş ve Rahmân-ı Zülcemâlin rahmetinin
bâki cilvelerini müşahede etmiş ve saadet-i ebediyeyi kat’iyen, hakkalyakîn
anlamış, saadet-i ebediyenin vücudunun müjdesini cin ve inse hediye etmiştir
ki:
Biçare cin ve ins, kararsız bir
dünyada ve zelzele-i zevâl ve firak içindeki mevcudatı, seyl-i zaman ve
harekât-ı zerrât ile adem ve firak-ı ebedî denizine döküldüğü olan vaziyet-i
mevhume-i canhıraşânede oldukları hengâmda, şöyle bir müjde ne kadar kıymettar
olduğu; ve idam-ı ebedî ile kendilerini mahkûm zanneden fâni cin ve insin
kulağında öyle bir müjde ne kadar saadet-âver olduğu tarif edilmez.
Bir adama, idam edileceği anda, onun
affıyla kurb-u şahanede bir saray verilse, ne kadar sürura sebeptir. Bütün cin
ve ins adedince böyle sürurları topla, sonra bu müjdeye kıymet ver….Sözler
….. Ve bu kâinatın Sahibi (celle celâluhu) o şahsiyet-i mâneviye-i
Muhammediyeyi (a.s.m.) saltanat-ı rububiyetine bir yüksek dellâl ve kâinat
tılsımının ve hilkat muammasının bir doğru keşşafı ve lütuf ve rahmetinin bir
parlak misali ve şefkat ve muhabbetinin bir beliğ lisanı ve âlem-i bâkideki
hayat-ı daime ve saadet-i ebediyenin en kuvvetli müjdecisi ve elçilerinin en
son ve en büyük bir resul eylemiş. Acaba bu mahiyetteki bir hakikate kanaat
etmeyen veya ehemmiyet vermeyen, ne derece hasâret ve hata ve belâhet ve
cinayet ettiğini kıyas edilsin!...Şualar
………..Öyle de, bütün evliyanın
sultanı olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, değil yalnız kalbi ve
ruhuyla, belki hem cismiyle, hem havassıyla, hem letâifiyle, kırk seneye
mukàbil kırk dakikada, velâyetinin keramet-i kübrâsı olan Miracı ile bir
cadde-i kübrâ açarak hakaik-i imaniyenin en yüksek mertebelerine gitmiş, Mirac
merdiveniyle Arşa çıkmış, Kàb-ı Kavseyn makamında, hakaik-i imaniyenin en
büyüğü olan iman-ı billâh ve iman-ı bil’âhireti aynelyakîn, gözüyle müşahede
etmiş, Cennete girmiş, saadet-i ebediyeyi görmüş, o Miracın kapısıyla açtığı
cadde-i kübrâyı açık bırakmış…..Mektubat
SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU İSİM/SIFATTAN HİSSEMİZ;
………..Ey insan! Bilir misin nereye
gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun?
Otuz İkinci Sözün âhirinde denildiği
gibi, dünyanın bin sene mes’udâne hayatı, bir saat hayatına mukàbil gelmeyen
Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rüyet-i
cemâline mukàbil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i
huzuruna gidiyorsun.
Müptelâ ve meftun ve müştak
olduğunuz mecazî mahbuplarda ve bütün mevcudat-ı dünyeviyedeki hüsün ve cemâl,
Onun cilve-i cemâlinin ve hüsn-ü esmâsının bir nevi gölgesi; ve bütün Cennet,
bütün letâfetiyle, bir cilve-i rahmeti; ve bütün iştiyaklar ve muhabbetler ve
incizaplar ve câzibeler, bir lem’a-i muhabbeti olan bir Mâbud-u Lemyezelin, bir
Mahbub-u Lâyezâlin daire-i huzuruna gidiyorsunuz. Ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan
Cennete çağırılıyorsunuz. Öyle ise, kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek
giriniz.
Hem şu kelime şöyle müjde veriyor,
diyor ki:
Ey insan! Fenâya, ademe, hiçliğe,
zulümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizi
tevehhüm edip düşünmeyiniz.
Siz fenâya değil, bekàya
gidiyorsunuz. Ademe değil, vücud-u daimîye sevk olunuyorsunuz. Zulümata değil,
âlem-i nura giriyorsunuz. Sahip ve Mâlik-i Hakikînin tarafına gidiyorsunuz. Ve
Sultan-ı Ezelînin payitahtına dönüyorsunuz. Kesrette boğulmaya değil, vahdet
dairesinde teneffüs edeceksiniz. Firaka değil, visale müteveccihsiniz.......Yirminci Mektup /Birinci Makam
…………….Biz gidiyoruz, aldanmakta
faide yok. Gözümüzü kapamakla bizi burada durdurmazlar; sevkiyat var.
Fakat gafletten ve kısmen de ehl-i
dalâletten gelen zulümat evhamlarıyla bize firaklı ve karanlıklı görünen berzah
memleketi, ahbapların mecmaıdır. Başta şefîimiz olan Habibullah Aleyhissalâtü
Vesselâm ile bütün dostlarımıza kavuşmak âlemidir.
Evet, bin üç yüz elli senede, her
sene üç yüz elli milyon insanların sultanı ve onların ruhlarının mürebbîsi ve
akıllarının muallimi ve kalblerinin mahbubu ve her günde, es-sebebü ke’l-fâil
sırrınca, bütün o ümmetinin işlediği hasenâtın bir misli, sahife-i hasenâtına
ilâve edilen ve şu kâinattaki makasıd-ı âliye-i İlâhiyenin medarı ve mevcudatın
kıymetlerinin teâlîsinin sebebi olan o zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm,
dünyaya geldiği dakikada “Ümmetî, ümmetî” rivayet-i sahiha ile ve keşf-i
sadıkla dediği gibi, mahşerde herkes “Nefsî, nefsî” dediği zaman, yine “Ümmetî,
ümmetî” diyerek en kudsî ve en yüksek bir fedakârlıkla, yine şefaatiyle
ümmetinin imdadına koşan bir zâtın gittiği âleme gidiyoruz. Ve o güneşin
etrafında hadsiz asfiya ve evliya yıldızlarıyla ışıklanan öyle bir âleme
gidiyoruz.
İşte o zâtın şefaati altına girip ve
nurundan istifade etmenin ve zulümat-ı berzahiyeden kurtulmanın çaresi,
sünnet-i seniyyeye ittibâdır….Lem’alar
.
.