20.10.16

Bitmeyen Oyun ve Sosyal Ağlar...

İnsanın yaşam kalitesi tercihleri ile belirginleşir.Ne kadar nasihat ve öğretiden hoşlanılmasa da bilgi ve tecrübenin haddi zatında böyle bir misyonu var.Bilen konuşur..tecrübe paylaşılır..ilim akla kapı açar ve irade müstakildir.

İnsan yönlendirilmesinde meyiller neticeyi belirler. Tercih önüne koyulan veya iradeye teklif edilen her ne ise oluşturduğu etki kişinin elini uzatacağı, fikrini yolculuğa çıkaracağı, hislerini serbest veya tutacağı konumu oluşturur.

Var olmak, hayat meydanına koyulmak asla basit ve sıradan bir iş değildir. Bunun sıradan olmadığını ölüm gibi bir hakikat tüm açıklığı ile ortaya koyar. Tüm değerler, görünen ve görünmeyen âlemler, duygu dünyası, emeller, kaybetmekten korkulan şeyler, üzerine titrenen sevgililer bir anda toprak arkası ile yer değiştirir. İnsanın kendince tüm önemli meseleleri hayal derecesine düşer. O nedenle hayatında ölümünde insandan beklediği ve istediği şeylere karşı, tanılar, anlatılar ve önem sırasını yapılandıran düzenlemeler yapılmıştır.

En belirgin sınıflandırma şüphesiz yaratıcı tarafından ortaya koyulan, Peygamberleri, kitapları, seçkin ve sadık kullarıyla desteklenen ve varlık âleminde bulunan her şey ile kuvvetli bir delil hükmüne getirilen maddi ve manevi bir teşekkül ile tanzim edilen bir sistem ve organizasyonla kendini göstermiştir.

Yani madem insan ve diğer canlı ve cansız varlıklar bir amaç ve kimlikle var edilmişlerdir. Öncelikle bunun açıklanması ve neden, niçin, nereden nereye gibi ciddi soruların cevaplarının verilmiş olması lazımdır. İşte yaratıcı kudret bunu gayet sonsuz bir rahmet ve nihayetsiz bir şefkat ve rahmani bir adaletle açıklamıştır. Bu açıklamanın doğruluğuna hayatın kendisi şahit olduğu gibi, yaratıcının varlığı, birliği ve bu değerlerin temsilciliği ile diğer hayatın gerçeği ve sorumluluklar ve de neticenin ele alınacağı gibi konularda, tüm temsilcilerin görüş, görünüş ve ifade birlikteliğinde hareket etmeleridir.

Bu birlikteliğin diliyle ifade edilen gerçekler herkes tarafından az çok bilinmektedir. Az bilenlerin az bilgilerini çoğaltmak, çok bilenlerin ise bildikleri ile hareket etmeleri bu az ve çok bilmenin gerekli ve gerekçeli fiilidir. Dolayısıyla anlaşılması mümkün ve yapılması imkân dâhilinde olan ve içeriği sorumluluk barındıran her şey kişiye özel bir karşı ödemenin sayısal ve saygısal tablosunu oluşturur.

Az bilen az bildiği ile aldığı veya alacağı sorumlulukla yola çıkar ve bilgisini hareket ile birlikte bir niteliğe ulaştırmak gayesi ile yürümeye başlar. Bilenler ise buna yetinmeyerek sonsuz satırlara muhatap olmanın çekici ve öğrenmenin zevkli adımlarıyla hedeflenen noktaya doğru gider.

Bunun dışında kalanlar yani her şeye kulak tıkayan zümre belirli bir vakte kadar kendilerine mühlet verilen güruhu temsil eder. Bu güruhun gizli lideri kendisine ilk mühlet verilen şeytan’dır.

Yukarıda hayatın ve neticesine yönelik sonucu oluşturan şeylerin asla basit olmadığını ifade etmiştik.

Burada en ciddi olan konu bu kendisine ilk mühlet verilen en eski düşmanın, kendisine mühlet verilen ama bu mühletin farkında olmayan güruhun yönetilmesi işidir. Bu tepkisiz, sağır ve kör gurubun komutası şeytan ve onun temsilcilerinin elindedir.

Aklın ve muhakemenin doğru ölçme ve doğru bilgi temelli yaşamanın hayat alanı ile ölçmeme düşünmeme, önemsememe, görevsizlik olarak hayat sürmenin değerleri bir birinden çok başkadır.

Bu iki cenahın idaresi ve hayat tanımları ve vaad ve teklifleri de bir birinden doğu batı gibi uzaktır. Varlık ve yokluk kadar ayrıdır…

Bizim burada ki konumuz bu mühlet süresinin bilinçli tüketilen ömür dakikaları değil, bilinçsiz ve hazırlanan bir oyun çerçevesinde heba edilmesidir.
Bitmeyen oyunun sanal dünya perdesi… Bu perde de oyun her şeyi önemsizleştirmek ve önemsizleştirilen her şey içinde küçük değerlerin varlığını özgür göstermektir.

Tüm yüksek değerlerinizi paylaşan ancak bu değerlerinizin yanında kendi değerlerini fikre değil hislere etki eden bir plan ile yerleştiren bir sistem çalışmaktadır. Bunun örneğini çok yaygın olarak kullandığımız “sosyal ağlarda” görebiliriz.

Kısa ifadeler, hazır cevaplar, düşünceye meydan vermeden tetiklenen kendini ifade etmeler, resimler, reklamlar, kaynaştırma sistemleri, arkadaşlıklar, önermeler, dürmeler, oyunlar, gizemlilik, cazip olgular ve kimliğini gizleyebilmenin getirdiği serbestiyet dürtüsü ve daha bilinen bir yığın strateji...

Sürekli güncellik, haberdar etme, mesaj göndermeler, ekleyenler, etiketleyenler, takip edenler vs ile ilgili mailler vb…

Değerli Dostlar! Sizce bunlar masum hareketler mi?

Sosyal ağları kullananlar olarak kitap okuma alışkanlığımız ne seviye de ?

Önem verdiğimiz konular kaçıncı önem sırasında?

Bizleri ilgilendirmediğini düşünüp yanından vakarla geçebildiğimiz kaç meseleye şimdi dönüp bakmıyoruz?

Heyecanlandığımız, feyiz aldığımız ulviyetiyle bir edebi örtü altına girdiğimiz duygusal etkileşimlerimiz neler ile yer değiştirdi?

Bir birine selam vermekten çekinen insanlar hiç tanımadıkları insanlara oyun daveti veya özel mesaj yoluyla teklif ettikleri perdesizlik nasıl kazanıldı?

Erkek ve Bayanlar arasında olan veya olması gereken en önemli mesafe, ne ile ve ne için aradan kalktı?

Bütün insanlığı ilgilendiren olaylar nasıl servis ediliyor fark ediyor muyuz?

Mesela İslam dünyasında olan bir parçalanma, akan gözyaşı hakkında içimiz acıdığından bir dakika sonra herhangi bir şarkı, komik bir paylaşım, bir entrika haberi, ünlü biriyle ilgili bir duyuma kendimizi kaptırıyor muyuz?

Sistem artık içinde olmadan küçük dokunuşlarla biz tarafında yürütüle biliyor mu?
Büyük ve kurumsal işletmelerde şirketler sistemle çalışır. Departmanlarda tanımlanan görevler yerine getirildiğinde faaliyetler aksamadan yerine getirilir. Patronun iş yerinde olmasına gerek yoktur.

Şimdi dünyanın en çok kullandığı, ancak İslam ülkelerindeki kullananların kullanıldığı bu sistemin gerçek sahipleri kim bunu bilmiyor fakat kurdukları oyunların içerisinde bizlere verdikleri oyunculuk sorumluluklarını yerine getiriyoruz.

Genel itibariyle ne zaman sevineceğimizi ve ne kadar sevinebileceğimizi, ne kadar ve nası üzelebileceğimiz kısa videolar, paylaşımlarla bizlere kontrol ettiriliyor. Çok sıkılırsak bir oyuna başlar sonra da başka arkadaşlarımızı davet ederiz. Başımızı kaldırmadan bir ömür sürecek bir oyunun içine dalar gideriz…

Binlerce arkadaşımız olur ama 5-10-20 ‘sini ancak tanırız. Tüm insanlığa rahmet olan peygamberin A.S.M buyurduğu “Kişinin çok arkadaşının olması riyakârlık alametidir” hakikat ölçüsüyle kendimizi, paylaşımlarımızı beğendirmeye çalışırız.

Değerli Dostlar!

Birkaç yıl önce birilerine fikri bir kitap okuma tavsiyesinde bulunmak noktasında olsaydım..gayet titiz ve seçici bir şekilde bir şeyler söylemeye gayret ederdim.Ancak bugün ne okuyayım diye biri bir şey sorsa,istediğin her fikri kitabı oku derim.Çünkü bu tür kitaplar genelde insanların düşünce yapılarına seslenir.Akıl bu durumda doğru şeyleri ölçme ve değerlendirme niteliği ile kendi lehinde karar verebilir.Kabul etmeyebilir veya benimser.Nihayetinde fikri olarak bir yol bulabilir.

Ancak eğer insanlar hislerine yönelik bir stratejiye hedef olmuşlar ve orada yakalanmışlarsa; his muhakemeyi dinlemediğinden yanlışlar ve hatalar kaçınılmaz olur. Zaten tüm hatalar akla hâkim olan duygular yüzünden yapılır dersek mübalağa etmiş olmayız.

Tüm sapkılıklar da aklın devreden çıkarılması noktasında çalışmış ve felsefeleştirilmişlerdir. Evet, kendine kıyamete kadar mühlet verilen şeytan ve temsilcileri, kendilerine bir ömürlük mühlet verilenleri yönetmek azminde en eski düşmanlıklarını gayet sinsi bir şekilde sürdürüyorlar.

İnsanları yalnızlaştırarak,bağlı bulundukları değerlerden uzaklaştırarak,tüm çirkinliklere masumiyet elbisesi,aşk vs..kisvesi giydirerek ,ibadetten,duadan,itiraf ve sığınmaktan koparıyorlar.Yüz elli harflik dava kahramanları oluşturuyorlar.


Değerli Dostlar!

Bir tarafta;

Her şeyin nefesini elinde tutan bir Rab..

Yüz yirmi dört bin temsilci enbiya..

Âlemlere Rahmet bir Muhammed A.S.M

Kâinat kitabını okuyan bir Kur’an..

Yüz binlerce Üstatlar.. âlimler.. pirler..

Ulvi besteler,gerçek şiirler,kasidelerimiz,yol gösteren sözler..

Ölümle başlayan sonsuz bir hayat..

Diğer tarafta;

Nefsani,fani,günahlı,geçici,çirkin,haram,seviyesiz ,hayvani bir yaşam..İnsan ruhundan beslenen acımasız düşman ve düşmanlıklar…Uğursuz oyuncaklar ve bitmeyen oyunlar…Kaybedilen bir ebed………………

Evet Dostlar;

Artık eve dönme vakti…………….

Allah’a (CC) Hüsn-ü Zan Etmek…

İnsanın yaratılması ve yaratılıştaki maksat,ondan beklenen netice,mahiyeti,icraatları,hayat algısı,davranış biçimi,mukabeleleri,geri bildirimleri ,muameleleri geniş bir planın organizasyonda tesis edilmiş..

Şartlar temin edilmiş..zaman,müddet ölçülendirilmiş her şey bir kanuna bağlanmış.. ilaahir…

Bu büyük döngü ve hayatlı kurgu karşımıza özetle üç temel amaçla çıkıyor..

Risale-i Nur Külliyatı On Birinci Sözde Üstadım Bediüzzaman’ın gerekçesi ile birlikte ifade ettiği vecihle;

“İşte her cemâl ve kemâl sahibi kendi cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o sultan-ı zîşân dahi istedi ki, bir meşher açsın, içinde sergiler dizsin, ta nâsın enzarında saltanatının haşmetini, hem servetinin şaşaasını, hem kendi san’atının harikalarını, hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip göstersin.

Ta, cemâl ve kemâl-i mânevîsini iki vech ile müşahede etsin:

*Bir vechi, bizzat nazar-ı dekaik-âşinâsıyla görsün.

*Diğeri, gayrın nazarıyla baksın.

Burada hadiseyi tazammun eden manasında;

"Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim (bilinmeye muhabbet ettim) ve kâinatı yarattım." Hadis-i Kudsi'si sayılabilir.

Bunu insan akıl ve kabine yaklaştıran rahmet ise yakınlığını temin ettirmek lütfü bağlamında ise;

“Ben göklere ve yere sığmam, fakat mü’min kulumun kalbine sığarım.” Hadis-i Kudsi'si söylenebilir.

Üçüncü noktada bu iki bakış açısına ait hikmetin ortaya çıkardığı, görünmek, bilinmek, tanınmak, sevilmek, itaat edilmek, ibadet edilmek bileşeninin işlevselliğidir.

Yine Üstadım Bediüzzaman’ın dersinde irad ettiği;

man tevhidi,tevhid teslimi,teslim tevekkülü,tevekkül saadeti ebediyeyi….şeklinde hülasa edilebilir.

Tüm bu iletken bütünlük, anlayış, kavrayış ve kabullenmek olgusunun kazandırılması üzerine hareket etmektedir.İdrak etmeye zorlama yoktur..Çünkü gözün önüne serilen sanat,aklın önüne açılan hikmet,kalbin önüne açılan hakiki sebep,ruhun mahiyetinde olan cezb,vicdanın fıtri iz’an ve taraftarlığında olan sevk yolun yürünmesini kolaylaştıracak,görsel ve içsel tarifnamelerle yeterlidir.

Adil olan yaklaşım iradeyi tercihinde hür bırakmaktır. Bununla birlikte şefkatli olan yaklaşım ise, doğru olanı tercih ettirmek noktasında müreccih iradeye bir meyil oluşturmaktır.

Risale-i Nur Külliyatı-Lem’alar Kitabı, On Dördüncü Lem’anın İkinci Makamında; Allah’ın Vahdet Dairesinin genişliği ve muhatabiyette fikrin acizliği noktasında, yakınlığını ihsas etmesi meselesini ifade edilirken;
......

"Hadsiz kesret içinde vâhidiyet tecellîsi,(Allah’ın bütün varlıkları kapsayan birlik tecellisi) hitab-ı نَعْبُدُ اِيَّاكَ demekle herkese kâfi gelmiyor. Fikir dağılıyor. Mecmuundaki vahdet arkasında Zat-ı Ehadiyeti mülâhaza edip “Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz.” demeye, küre-i arz vüs’atinde bir kalb bulunmak lâzım geliyor. Ve bu sırra binaen, cüz’iyatta zâhir bir surette sikke-i ehadiyeti gösterdiği gibi, her bir nevide sikke-i ehadiyeti göstermek ve Zât-ı Ehadi (her bir varlıkta birliği tecelli eden Allah)mülâhaza ettirmek için, hâtem-i Rahmâniyet içinde bir sikke-i ehadiyeti (Allah’ın her bir varlıkta olan birlik mührü) gösteriyor.

Tâ, külfetsiz, herkes her mertebede نَسْتَعِينُ وَاِيَّاكَ نَعْبُدُ اِيَّاكَ “Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz.” deyip, doğrudan doğruya Zât-ı Akdese hitap ederek müteveccih olsun."

Şekliyle, Allah’ın şahdamarından daha yakın olduğu hakikatini ünsiyet içerisinde bir rahmet tecellisi olarak söylenmiş…

Evet,bir biri içinde müdahil daireler,bir birine bağlı hadiseler,vukua gelen haller,insanın temas etmesi,duçar kaldığı neticeler,sorunlar,nimetler vs..her bir vaka her şeyi ile her sonucu ile ya şükrü ya istiazeyi sığınmayı,tevekkülü,sabrı vb. iktiza etmekte..

İnsanın hoşuna gitmeyen şeyler, mahiyetindeki beka arzusu, hevasının etkisi, tutkularının müptelalığı, tevehhümleri, nefsi değerlendirmeleri bu muamma içerisinde nazarını başka bir noktaya çekebilir.

Gaflete düşebilir ve o gaflet saikasıyla hakikatin hakiki olan güzel yüzünü göremeyebilir. Dünyaya geldiğine pişmanlık gösterebilir. İsyan hallerinde kalabilir. Yaratılışın ulvi maksadına karşı edepsizlik vaziyeti alabilir. Dolayısıyla hilkat-i kâinattaki amacın dışına çıkarak, Rububiyeti müteessir edebilir. Hukuku ibada ve mahlûkatın hukuklarına tecavüz ederek, onları vazifesizlikle suçlamak suretiyle kendisi hakkında bir mahkemeyi netice verip ebedi hapis içerisinde, sonsuz olarak cehennemde kalabilir.

Hem bu felaketi önlemek hem yaratılıştaki maksadı idrak için, her şeyin iyi tarafını görmek, hikmeti anlamaya çalışmak, Kur’anı ve onun nurundan nebean eden eserleri okumakla ve Peygamberimizin A.S.M izini takip etmekle;

Allah ne yaptıysa güzel yaptı,

Neylerse güzel eyler,

Kaderin her şeyi güzeldir,

Her şey güzeldir gibi bir bakış açısına sahip olarak, hakiki mahiyetteki güzelliği idrak ederek, Allah’ın güzelliğine kanaat etmek nimetine mazhar olunmaya çalışılmalı.

O'na tevekkül etmekte,Dua etmekte, O’nu vekil tayin etmekte Rahmetine hikmetine itimad etmeli…Adaletine ,hesap görücülüğüne güvenmeli..Kudreti ile ilgili tereddüde düşmemeli…

Bilgisizliğin davet ettiği,cehaletin körüklediği vesvesenin istilasına kapılmamalı.İnsan dünyaya niye geldiğini öğrenmeli ve yaşamak maksadını idrak ederek..Sahib’ül hayatın marziyatı çerçevesinde hayatını tanzim ederek düzenlemeli…

Ancak Kur’anı, Kur’anın dersini okumadan, çalışmadan, sünnet-i seniye denilen, Allah’ın razı olduğu şeklin temsilcisi, fihristesi olan bir yaşam tarzını benimsemeden güzel görebilmek mümkün değildir.

Çünkü güzellik ancak İmani bir nazar için hakikatiyle gösterilmiştir. Yani bir diğer ifadeyle Mana-yı harfi nazarıyla her şey imana güzeldir.

Diğer zahiri güzellikler ve heveslere göre tasarruf edilen numune nimetler ehli gaflet ve hıyanetin talip oldukları peşin ücretlerdir. Lezzeti gider elemi kalır ve mahrumiyet ardından bir düşmanlık taşır…

Evet Rabbimiz başkasının nazarından görmek irade ettiği eserine bakan gözleri,ebedi manzaralarda ücretlendirmek için seyrin bir adap çerçevesinde olmasını murad etmiş ve bu dileğini Peygamberimizin yüksek ahlakından bizlere göstermiş..

Onun için işiten kulaklar, tutan eller, yürüyen ayaklar, seven gönüller, keşif yapan akıllar, hikmet peşinde giden gayretler önemlidir.

"Allah Teâla Hazretleri şöyle ferman buyurdu:

"Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem."

Hadis-i Kudsi

Hadisin açıklaması için bakınız; (Önemli)

http://www.sorularlaislamiyet.com/ar...r-misiniz.html

Evet, Rabbimiz tüm eserleri, kitapları, peygamberleri A.S,Evliyaları, Asfiyaları, Müçtehitleri, Mücedditleri, kendisinin nurani ve karanlıklı perdelerinin ardındaki güzelliklerin hizmetkârlarıdır.

Kendi aralarında dereceleri, mahsus mazhariyeti ve onlara göre meşrepleri vardır. Fakat amaç bin bir renkli bu haliçe-i nuraniyenin nakışlarını görmek ve talibine göstermektir.

Evet, Rabbimiz kendisine yönelik zanlar hakkında buyurmuş ve habibine söyletmiş A.S.M;

'Ben abdimin zannı yanındayım (Ona Öyle mua¬mele ederim), istediği gibi beni zannetsin'

Hadis-i Kudsi

«Ben kulumun kalbinde iki korku ve iki emniyeti toplamam. Kim (dünyada benden korksa,. Âhirette' onu emniyette bırakırım. Kim dünyada benden (azabımdan) eminse, âhirette onu korkuda bırakı¬rım,» buyurdu.

Hz. Muhammed A.S.M

“Her biriniz (başka şekilde değil) ancak Allah’a hüsnü zan ederek ölsün.”

Hz. Muhammed A.S.M

İyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve hanif (tevhidi) olan İbrahim'in dinine uyandan daha güzel dinli kimdir? Allah, İbrahim'i dost edinmiştir. (Nisa Suresi)

"Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman edenlere dünya hayatında ve şahidlerin (şahitlik için) duracakları gün elbette yardım edeceğiz." (Mümin Suresi, 51)

"...İman edenlere yardım etmek ise, Bizim üzerimizde bir haktır." (Rum Suresi, 47)

"... Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir." (Şuara Suresi, 62)

Ey iman edenler, sabır ve namazla yardım isteyin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.

Bakara/153

'Ben abdimin zannı yanındayım (Ona Öyle mua¬mele ederim), istediği gibi beni zannetsin'

Hadis-i Kudsi


«Ben kulumun kalbinde iki korku ve iki emniyeti toplamam. Kim (dünyada benden korksa,. Âhirette' onu emniyette bırakırım. Kim dünyada benden (azabımdan) eminse, âhirette onu korkuda bırakı¬rım,» buyurdu.

Hz. Muhammed A.S.M

“Her biriniz (başka şekilde değil) ancak Allah’a hüsnü zan ederek ölsün.”

Hz. Muhammed A.S.M


Evet, mesleğimiz olan risale-i Nur bütün dersleri

Tılsım-İ Hilkatin Muamması,

Tılsım-I Muğlâk-I Âlem,

Tılsımı-I Kâinatın Keşşafı,

Hikmet-İ Âlemin Tılsımını,

Hilkat-İ İnsanın Muammâsını,

Hakikat-İ Salâtın Rumuzunu gibi meseleleri idrak etmemizin zahiri ve batıni delillerini talim etmektedir.

Ki, zannımız zahire göre hükmetmesin. Göremediği, anlayamadığı şeylerdeki güzellikleri tahkir etmesin. Zeminden semavata, hayattan ukbaya kadar olan tüm icraat-ı ilahiyenin hakikatini kavrasın. İnsanlık dünyasının tabi tutulduğu imtihanı, Allah’ın mutlak rahim, kerim ve adil olduğu hakkında ilme sahip olsun, marifete yakini olsun..muhabbete ulaşsın…

Kendini Allah’a sevdirmenin yollarını görsün..dua ve ubudiyetin adabını öğrensin..ihlas’a ulaşsın..nefsiyle,şeytanın desiseleriyle mücadele edebilmenin taktiklerini kavrasın…Rabbini isim ve sıfatlarıyla tanıyarak o’na kavuşma,o’nu razı etme isteği ile dolsun..hizmet edebilme aşkıyla yoğrulsun…

Aşağıda, Risale-i Nur’un çok önemli bir hilkat muamması dersiyle son verelim…


YİRMİ DOKUZ’NCU SÖZ’DEN;

Remizli bir nükte:

Şu kâinata dikkat edilse görünüyor ki, içinde iki unsur var ki her tarafa uzanmış kök atmış: Hayır-şer, güzel-çirkin, nef'-zarar, kemal-noksan, ziya-zulmet, hidayet-dalalet, nur-nar, iman-küfür, taat-isyan, havf-muhabbet gibi âsarlarıyla, meyveleriyle, şu kâinatta ezdad birbiriyle çarpışıyor, daima tagayyür ve tebeddülâta mazhar oluyor.

Başka bir âlemin mahsulâtının tezgâhı hükmünde çarkları dönüyor. Elbette, o iki unsurun birbirine zıt olan dalları ve neticeleri ebede gidecek, temerküz edip birbirinden ayrılacak, o vakit Cennet-Cehennem suretinde tezahür edecektir.

Madem âlem-i beka, şu âlem-i fenâdan yapılacaktır. Elbette, anâsır-ı esasiyesi bekaya ve ebede gidecektir. Evet, Cennet-Cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden dalının iki meyvesidir ve şu silsile-i kâinatın iki neticesidir ve şu seyl-i şuûnâtın iki mahzenidir ve ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcudatın iki havuzudur ve lütuf ve kahrın iki tecellîgâhıdır ki, dest-i kudret bir hareket-i şedîde ile kâinatı çalkaladığı vakit, o iki havuz münasip maddelerle dolacaktır.

Şu remizli nüktenin sırrı şudur ki:

Hakîm-i Ezelî, inâyet-i sermediye ve hikmet-i ezeliyenin iktizasıyla, şu dünyayı, tecrübeye mahal ve imtihana meydan ve Esmâ-i Hüsnâsına ayna ve kalem-i kader ve kudretine sayfa olmak için yaratmış.

Ve tecrübe ve imtihan ise, neşvünemâya sebeptir.

O neşvünemâ ise, istidatların inkişafına sebeptir.

O inkişaf ise, kabiliyetlerin tezahürüne sebeptir.

O kabiliyetlerin tezahürü ise, hakaik-i nisbiyenin zuhuruna sebeptir.

Hakaik-i nisbiyenin zuhuru ise, Sâni-i Zülcelâlin Esmâ-i Hüsnâsının nukuş-u tecelliyâtını göstermesine ve kâinatı mektubat-ı Samedâniye suretine çevirmesine sebeptir.

İşte, şu sırr-ı imtihan ve sırr-ı teklif iledir ki, ervâh-ı âliyenin elmas gibi cevherleri, ervâh-ı sâfilenin kömür gibi maddelerinden tasaffi eder, ayrılır.
İşte, bu mezkûr sırlar gibi daha bilmediğimiz çok ince, âli hikmetler için, âlemi bu surette irade ettiğinden, şu âlemin tagayyür ve tahavvülünü dahi o hikmetler için irade etti.

Tahavvül ve tagayyür için zıtları birbirine hikmetle karıştırdı ve karşı karşıya getirdi.

Zararları menfaatlere mezc ederek,

şerleri hayırlara ithal ederek,

çirkinlikleri güzelliklerle cem ederek, hamur gibi yoğurarak, şu kâinatı tebeddül ve tagayyür kanununa ve tahavvül ve tekâmül düsturuna tâbi kıldı.

Vakta ki meclis-i imtihan kapandı.

ecrübe vakti bitti.

Esmâ-i Hüsnâ hükmünü icra etti.

Kalem-i kader, mektubatını tamamıyla yazdı.

Kudret, nukuş-u san'atını tekmil etti.

Mevcudat, vezâifini ifa etti.

Mahlûkat, hizmetlerini bitirdi.

Herşey mânâsını ifade etti.

Dünya, âhiret fidanlarını yetiştirdi.

Zemin, Sâni-i Kadîrin bütün mucizât-ı kudretini, umum havârık-ı san'atını teşhir edip gösterdi.

Şu âlem-i fenâ, sermedî manzaraları teşkil eden levhaları zaman şeridine taktı.

O Sâni-i Zülcelâlin hikmet-i sermediyesi ve inâyet-i ezeliyesi,

o imtihan neticelerini, o tecrübenin neticelerini,

o Esmâ-i Hüsnânın tecellîlerinin hakikatlerini,

o kalem-i kader mektubatının hakaikini,

o nümune-misal nukuş-u san'atının asıllarını,

o vezâif-i mevcudatın faydalarını, gayelerini,

o hidemât-ı mahlûkatın ücretlerini ve

o kelimât-ı kitab-ı kâinatın ifade ettikleri mânâların hakikatlerini ve istidat çekirdeklerinin sünbüllenmesini

ve bir mahkeme-i kübrâ açmasını

ve dünyadan alınmış misalî manzaraların göstermesini

ve esbab-ı zâhiriyenin perdesinin yırtmasını

ve herşey doğrudan doğruya Hâlık-ı Zülcelâline teslim etmesi gibi hakikatleri iktiza etti.

Ve o mezkûr hakikatleri iktiza ettiği için, kâinatı dağdağa-i tagayyür ve fenâdan, tahavvül ve zevalden kurtarmak ve ebedîleştirmek için, o zıtların tasfiyesini istedi ve tagayyürün esbabını ve ihtilâfâtın maddelerini tefrik etmek istedi.

Elbette kıyameti koparacak ve o neticeler için tasfiye edecek. İşte, şu tasfiyenin neticesinde Cehennem ebedî ve dehşetli bir suret alıp, taifeleri “Sizler, ayrılın, ey mücrimler!” Yâsin Sûresi, 36:59. tehdidine mazhar olacak; Cennet ebedî, haşmetli bir suret giyerek, ehil ve ashabı "Size selâm olsun. Buraya ter temiz geldiniz. Ebediyen kalmak üzere girin Cennete." Zümer Sûresi, 39:73. hitabına mazhar olacak.

Amenna

Hasbihal

Değerli Dostlar..

İnsanın en kıymetli ve üstünde titrediği malı, onun ruhudur..der Üstad Bediüzzaman…Onu zâyi olmaktan ve fenadan ve başıboşluktan muhafaza etmek için kuvvetli ve emin bir ele teslimin sevincinden bahseder…Ve ölüm meleğini ruhunu eline teslim edeceği emin bir varlık olarak görür,sevinç hisseder…

Yaşam soru ve cevapların harmanında yapılan mücadelenin sonucu ile belirginleşir kişi için.Merak ilmin hocasıdır..öğrenme iştiyakı bilginin peşinden gitme şevkini oluşturur.Hiç bir şeyin başı boş olmadığı bir evrende insanın kendini bizzat ve müstakil bilmesi ve yine Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle ,üzerinde bir rakibin,gözetleyicinin bulunmasını istememesi,beklide vurdum duymazlık savurganlığını insana yaşatan duyguların başında gelir.Heves ve arzuların hissin kör tarafına dayanan durumu,mantıksız ve düşüncesiz bir çok hareketin doğmasına sebep olur.Ve insanın hayatı güvensizlik ve endişe üzerinde akmaya başlar.

Değerli şeyler aniden oluşmaz. Ödüllerine kolayca ulaşılmaz. Kıymet bir bedelin sonucunda oluşur. Erdem tüm süreci kanıksayan bir kabulleniş fikir ve eyleminin meyvesidir. İstekler fiiler bağlamında olgunlaşır. İstek ve dileklerin ani şekilde karşılananı son nokta özelliğinde olan şeylerin karşılığıdır. Fırtına çıkmıştır ve pamuk ipliği kopma noktasına gelmiştir. Her kapı kapanmıştır vb gibi…

Dileklerin uzun yol kat edenleri ise, ihtiyaç, mana, tarz, amaç, sonuç gibi birçok menzilden geçer. Birçok usul ve fasıl ve de asıl süzgecinden süzülür. Devasa bir sistemin işleyişinde kaidelere bağlı yanı tüm kâinatı ilgilendirir ve çok geniş bir hukuk nezdinde ele alınır. Tüm bu zorluk olarak görünen kapı kapı üstüne görüntü haddi zatında bir görüntüdür. Belki yüzlerce perdenin örttüğü bir güzellik ve en gerçek keyfiyet ve maksada ulaştırır insanı… Hali hazırda acil olmayanlar, muaccel bir cennet ödeneğidir.

Ömrün uğradığı duraklar..içinde karşılaşılan durumlar.Davranış ve tutumlar..düşünceler sürekli bir alış veriştir.Ve dünya bu meyanda bir sergi bir Pazar yeridir.Bir şeyler ödenir ve bir şeyler alınır.Bazen iyi mallar ve bazen çürük şeylere talip olunur bu çarşıda.Her alış veriş ve bünyeye dahil edilen şeyler vücudun ve ruhun sağlığı ile ilgilidir.Acele tüketmek,peşinci olmak,sabırsızlık iktisadi olarak sistemi akamete uğratır.Olur olmaz her şeyi havsalaya doldurmak,gereksiz lüzumsuz şeylere yatırımlar yapmak,geliri azalttığı gideri çoğaltmak sermayenin tükenmesi ve iflasın gelmesi demektir.

Harcama alışkanlıkları sınıfların statüsünü belirler.Düşük gelirlilerin harcamaları hep bir ihtiyaç ekseninde döner.Bu durum öyle bir hale gelir ki;ucuz olarak algılanan her şey bir ihtiyaçtır görüşüyle tüm gelirlerini sarf ederler.Orta gelirli olanlar yetinmek konusundan yoksundurlar ve sürekli ulaşabilmeleri kolay olan ihtiyaçları oluştururlar.Belli olan gelirlerini tüketebilecekleri bir çok gereksinimleri vardır..örneğin var olanın yenilenme zamanının geldiği gibi…Bu nedenle sürekli yükümlülük satın alırlar.Düşük ve orta gelirliler bu bağlamda sabit bir çerçeveye dahil yaşarlar.Muhtemelen kendilerinin önceliği dışında hiçbir kimsenin de işine yaramazlar.

Diğer taraftan gerçek zengin olanlar ise, yükümlülük değil varlık niteliği olan şeylere, yani sürekli getirisi olabilecek şeylere yatırım yaparlar. Bu nedenle iyi bir finans yönetimi ile sürekli kazanırlar. İstihdam oluştururlar, vergi verirler, sosyal sorumluluk projeleri ile topluma değer üreten, fayda sağlayan bir konumda bulunurlar.

Değerli Dostlar!

Ruhumuz bize verilmiş bir varlık,bir değer bir ana sermaye…Bir emanet..ölümlü bir bedende misafir bir cevher…Ruhumuzu basit şeylere ulaşmak adına heveslerimizin oyununa getirmemek önemli..ve yukarıda söz edilen orta gelirlilerin davranışı gibi,sürekli bir ihtiyaç sürekli bir meşguliyet ve ilgi alanları üretim,ebedi bu konumda kalınacak gibi yükümlü ve yorgun bir ruha sahip olmamalıyız.

Üçüncü olarak gerçek zenginlerin varlıklarını kollayıp, işlevsellik kazandırdığı sermayelerini yönetmekte gösterdikleri dikkat nevinden, bu sermayemizi kollayarak, gözeterek, doğru yatırımlara yönlendirerek sonsuza yakışır bir özvarlığa çevirme titizliği en akıllı bir yatırım şekli olsa gerek.

Değerli Dostlar,

Dünya da her şey bir hikmet ve ölçü ile bir karara bağlanmış..ebedi bir hayatın ürününü yetiştirmekte..ve bu mezraya ekilen her insan davranışlarına bağlı olarak,celp ettiği elementlerin tesirine göre sürgün vermektedir.Cennetin tuba ağacı ile cehennemin zakkumu bu ekeneğin mahsulüdür.

Üstad Bediüzzaman’ın bir ifadesiyle hasbi halimize nokta koyalım..Demiş ki;
………………….
Eğer insan, şu dar âlem-i arzîde, hayat-ı dünyeviye toprağı altında, o cihazât-ı mâneviyesini nefsin hevesâtına sarf etse, bozulan çekirdek gibi, bir cüz'î telezzüz için, kısa bir ömürde, dar bir yerde ve sıkıntılı bir halde çürüyüp tefessüh ederek, mesuliyet-i mâneviyeyi bedbaht ruhuna yüklenecek, şu dünyadan göçüp gidecektir.

Eğer o istidad çekirdeğini İslâmiyet suyu ile, imânın ziyâsıyla, ubûdiyet toprağı altında terbiye ederek evâmir-i Kur'âniyeyi imtisâl edip, cihazât-ı mâneviyesini hakiki gâyelerine tevcih etse, elbette âlem-i misâl ve berzahta dal ve budak verecek ve âlem-i âhiret ve Cennette hadsiz kemâlât ve nimetlere medâr olacak bir şecere-i bâkiyenin ve bir hakikat-i dâimenin cihazâtına câmi' kıymettar bir çekirdek ve revnaktar bir makine ve bu şecere-i kâinatın mübârek ve münevver bir meyvesi olacaktır.
……………..
Ey insan! Hayatın ağır tekâlifini omuzuna alıp zahmet çekme. Hayatın fenâsını düşünüp hüzne düşme. Yalnız dünyevî, ehemmiyetsiz meyvelerini görüp, dünyaya gelişinden pişmanlık gösterme……………….

Rabbimiz ebedi hayatımızın sermayesini muhafaza etmemizde bizimle olsun..Âmîn…


Selam ve dua


Madem öyledir, dikkat et...

Âdem’in AS..yaratılması..secde emri..melek ve şeytanın aldığı pozisyon ve netice…Her şey buradan başlıyor..Ebedi bir dostluk ve mahşere kadar sürecek bir düşmanlık…

Dostluk tarafı ,İnsanın yaratılışındaki hikmetin tespit edilmesiyle başlamış..düşmanlık ise mahiyet ve maksadı tescil edilmiş bu yaratılışı ile birlikte belirli bir mühlet için serbest bırakılmış…

Büyük hadiseleri kavramak,ne olup bittiğini anlamak,içeriği hakkında bilgiye sahip olup,çıkan sonuçları kabul etmek ciddi bir süreç..ve aşama tüm teklif edilen davetin icabını destekleyen deliller,dayanaklar ile beslenmektedir.
Kalp kulağı ile dinlemek, basiret nazarı, feraset açısı ile görmek, ifrat ve tefritten azade olmuş bir akılla düşünmek, vicdanın sesine ulaşmak, kaliteli bir tefekkürü, olgun bir muhakemeyi, kazanım elde edilen bir içsel, zihinsel, fıtri mutaalayı hayattar hale getirmek, iman ve yaratılış arasındaki misaki sözleşmeyi yaşanılır kılmak anlamına gelir.

İnsanın teyakkuzda olması gereken en ehemmiyetli konu; insandan maksud olan Rabbani marziyatın bozulmamasıdır. Şeytanın düşmanlığı bu noktada işlemektedir. Ve bu adavet ciddi bir planlama ve aksamayan bir didiniş ele yapılandırılmış ve uygulanmaktadır. Yani insanın yaratılışı ile huzur-u İlahiye de başlayan ve bilfiil haline getirilmesi için izin istenilen, cennet ve cehennemim vücuduna sebep olan gayet önemli bir iş…

Beşer dünyasının resmini büyütüp baktığımızda ve manzaranın bütünlüğüne hâkim olduğumuzda bu eski şeytani iddianın konuya ne kadar hâkim olduğu ortaya çıkmaktadır. Dünyanın içinde olduğu durum ve tahrip nevi ve büyük suçların kim tarafından kime karşı işlendiğine dikkat edildiğinde şeytanın, yoldan çıkarmak, imha etmek, zulme bulaştırmak, kana boğmak, kısaca insan yaratılış özelliğinin dışında, yani Ahsen-i takvim’e en muhalif şekilde çalıştığını ve çok şey. Başardığını görmek mümkün…

İnsanın sinir uçlarına hâkim olunması, zaaf noktalarının bilinmesi, açıklarının izlenmesi ve vazifesizliğinden, görevlerini yerine getirmemekten, kendisine verilen özellikleri eyerli yerinde kullanmamaktan aralanan kapılarından girilmesi, hileye ve aldanmaya açık hale gelmesine sebep olan cehaleti ve bilgisizliği, dinini, kitabını, peygamberini yeterince tanımaması, ameli noktada ki zaafların çokluğu maalesef bu tahripkâr şeytani akımı bir güç haline getirip, üzerinde muvaffak olmasına medar olmaktadır.

Oysa Allah CC, İnsanın yaratılışı ile deliye dönmüş ve kibri ile kendinden geçmiş olan şeytanın;

"Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna." (Hicr Suresi, 39-40)demesiyle kendine tanınan mühletini doldurmasına karşılık, İnsana ihlâslı olmak ve tövbe etmek silahı verilmiş ve sürekli bir konumda bırakılmıştır. Tövbe kapıları kıyamete kadar açıktır ve İnsan Allah’ın emir ve yasaklarına uymakla ihlâsı kazanır.

Bu eski düşmanlık hiç hız kesmemektedir..Acaba şeytan neleri süslü göstermektedir.Hangi zayıf noktalarımıza kolayca ulaşabilmektedir..masumiyet addettiğimiz şeyler nelerdir..nerelerde iyi yaptığımızı,haklı olduğumuzu ve kimlerin neyi hakkettiğini düşünüyoruz..en çok nelere kızıyor ve neleri seviyoruz..kutsallık derecesinde önem verdiğim şeylerin,dokunulmazlarımızın adı nedir..vs vs vs..Belki tüm dünya görüşümüzü,yaşamaya ait fikirlerimizi gözden geçirmeliyiz…

İnsan kıymeti ve cevheri büyük bir varlıktır..Allah’ın değerli bir muhatabı ve esma-i ilahiyesinin tümüne mazhar bir hazine özelliğindedir…Ancak insanın kendini bilmemesi,öğrenmemesi,tembelliği,tenperverliği onu bu yüksek kıymetten aşağı düşürüp,şeytanın maskarası hükmüne getirmektedir.

Neye üzüldüğü belli olmayan,neyi sevdiği ve nelere sevindiği muamma olan,ne istediği hakkında net bir şeyi ortaya koyamayan,arzuları dünyaya münhasır,ahireti için bir endişe,merak kendisinde bulunmayan,ilme yabani olan bir insan kendisi ile kedi fare oyunu oynanan bir insana dönmüş demektir.
Yine buna karşılık,Yaratışının hikmet ve amacının farkında olan,uyanık,Allah’ın emirlerine karşı dikkatli ve gereğini yerine getirmeye çalışan,haramdan,hileden,aldatmak ve aldanmaktan içtinap edip,her türli noksanlık ve zaafı noktasında Allah’a sığınan,ilmin talibi,öğrenmeye müştak,korku ve ümidi olan,ebedi hayatı düşünen ve elinden aczini ve tövbesini bırakmayan insanlar ise İhlasa sırrına ulaşmış insanlardır.

Bu eski düşmanlığı unutmamış ve nefislerine karşıda teyakkuz halindedirler..Çünkü şeytanı ilk dinleyen Nefsi emaredir..peşine talip,acelesi,önünü arkasını düşünmeyen,hazır lezzetin takipçisi ve daima fenalığı isteyen bir mahiyettedir.Tezkiyesi ve terbiyesi bulunmaz ve hak tarafına yönlendirilemezse şeytanın ordusunun bir neferi gibi çalışacak ve insanın ebedi nedametine ve şekavet’ine sebep olacaktır…

El Hasıl;

"Madem öyledir, hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem'a, bir işarette, bir öpmekte batma. Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma. Çünkü çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar. Nasıl küçük bir cam parçasında gök, yıldızlarıyla beraber içine girip gark oluyor. Hardal gibi küçük kuvve-i hafızanda, senin sahife-i a'mâlin ekseri ve sahaif-i ömrün ağlebi içine girdiği gibi, çok cüz'î küçük şeyler var, öyle büyük eşyayı bir cihette yutar, istiab eder."


Bediüzzaman

Dönüş

İnsanın düşmanları pek çok,belaları pek fazla… Başta kendisi ve arzuları, istekleri şeklinde ifade edilmiş…

Dünyanın akışı ve hadiselerin görüş ve etki mesafesine girmesi, insanın davranışları, olaylar karşısındaki tutumu karşılığında şeklini belirlemekte…

Neticelerin en müteessir edeni yani üzeni,insanın kendi eliyle kazandıklarıdır.Elinde olmadan başka şeylerin tesiri ile ortaya çıkanlara karşı yumuşatıcı,kabullendirici bir yapı insanın düşünce ve ruh dünyasında hafifletici etki sağlar.Genel afetler,ölümler vs gibi..Ölümlü dünya..hayat devam ediyor..takdir-i İlahi..ne gelir elden..Sabırlar diliyorum..bu da geçer vs. vs. vs……Fakat insanın kendi kazdığı kuyuya düşmesi,faaliyet birikimleri,sebep ve sonuç ilişkileri ile boynuna asılı bulduğu neticeler öyle kolayına kabul edilebilir şeyler değildir.

Çünkü sebep sonuca ilişiktir. Yani seninledir, elinde, dilinde, ruhunda, kalbinde, aklında ve ortadadır. Bir yerin kesilmiş ise ömür boyu o izi ve nedenlerini taşırsın gibi… Bizzat olayın içinde olmak, aksiyona katılmak insanda kalıtımsal sonuçlar bırakır. Ve baskından uzaklaşmak kolay değildir.

Yaşanılan şeyler,yaşam nevi itibariyle çıktılarını oluştururken,bir süreç beslemesiyle birlikte gelir.Örneğin bir damarın tıkanması aniden oluşmaz..Bir iç organ birden kullanılamaz hale gelmez.(Kazalar vb hariç)İnsana felç bir birikim sonucu uğrar.Dolayısıyla bu tür gelişmelerin olumsuzluğundan necat bulmak bir dizi cerrahi operasyonu,ani müdahaleyi gerektirebilir.Ya o uzvun bedenden uzaklaştırılması,ya tahrip olmuş yerin ayrıştırılması,ya nakil vs..yine sonuç itibariyle hiçbir şey eskisi gibi olmaz.Bu nedenle hayat tüm maddi manevi sağlık aşamalarıyla önemlidir.

İçsel ve duygusal yaşam, yani hisse, duyguya, düşünceye dayalı olan yaşamında darbe aldığı, yaralandığı, tahrip olduğu birçok cephe vardır. Konu başında denildiği gibi insan, birçok düşmanla mücadele etmek zorundadır. Bu bağlamda savaşı kazanmak stratejik bir ordu düzeni, hareket kabiliyeti, ikmal ve karargâh desteği ile mümkündür. Yoksa her planlı taarruza, etki ve tepki yaklaşım refleksi yeterli bir müdafaa biçimi değildir.

İnsana hücum eden her şey insanın sonsuz yaşamını etkileyecek biçimde organize olmuştur ve tüm ömür mercek altındadır.Çocukluktan başlayan akınlar vardır.Erik çalmak,komşu camını kırmak,hayvanlara kötü davranmak,eşyalarını hor kullanmak gibi..Genç olunca daha başka şeyler..daha tatmin özellikli ve ego merkezlidir..kendini kabul ettirmek,marjinal takılmak,cesaret,cüret,farklılık arayışı,kimlik bunalımı,aşk,kıskançlık ve beden yaşantısının hayvani keşfi vs..Orta yaş ve ileri yaşlar gençlik evresinin kalıntıları ile şekillenir.Ve neticeleri ise o geçmiş verasetin vesayetinde kuruntulu bir geleceği tanzim eder.Zevksiz,vakardan uzak bir yaşam akıbetinin çürük asasına dayanarak ömür tüketilir.

İnsan tercihlerinde özgürdür. Bu nedenle de sonuçlarından sorumludur. Tercih etme hakkı olmadığı şeylerin sonuçlarına yönelik ise bir mesuliyet taşımazlar.
Evet, insanın kendine yönelik almış olduğu yara bereler, kalp ve ruhundaki deformasyon, insan hakkında yaratılışı ile başlayan bir iddiayı ve talebi göz önüne getirir. Yaratıcının ilk insan Âdem AS. Yaratması ve insan nevi hakkındaki planı ve insana verilen özelliklerin teşhir edildiği bir boyutta, şeytanın ve meleklerin yaklaşımı imtihan edilecek konunun da bölümlerini belirgin hale getirmişti.

İblisin kıskançlığı ve itirazı, meleklerin ifadeleri ve yaratılış hikmeti hudutları belli bir tabloyu ortaya koydu. Yaratıcı insanı yaratış hikmetinin temel olgularını gösterdiğinde, şeytan insanın mağlup olunabilecek özelliklerini tespit etmiş ve yaratılış maksadının karşında yer alarak, isyanın en büyüğünü uygulamak için mühlet istemiştir. Güya insanın halife seçilmesi, ilahi planda bir hataydı ve o bunu ispat edecekti…

Aynı yaklaşımın benzerini meleklerde göstermiş fakat hikmetin tahakkuku, yani insana verilen özelliklerin sadece tahrip etmek olmadığını, onda bulunan cihazların en yüksek şekilde yaratıcının amacı doğrultusunda netice verebileceğini ve üstün bir yaratılışa sahip olduğu hakikatine ulaştıktan sonra, insana düşmanlık beslemenin tam aksi istikametinde, fayda temin eden, yardımcı unsurlar olarak komunlandırılmışlardır.

İnsanın yaratılışı iki farklı görüşü ve karşılığı ortaya çıkarmıştı..Birisi,insandaki nefsani özellikler menfezinden girerek onu bozacak ve ilahi planın yanlışlığını ispat edecek bir şeytani ekol..Diğeri ise,bu düşüncenin yanlış olduğu ve planın mükemmel bir plan ve mazharın en güzel bir mazhar olduğunu kabullenip,daha doğrusu fikri değişip,hedef ve planın realitesini kabul edip,yaratıcıyı tüm noksan sıfatlardan tenzih ederek boyunları eğmiş ve proje içerisinde katkı sağlayanlar olarak yer aldırılmış,görevlendirilmişlerdir.

Bütün hayatımızda asıl izlediğimiz şey ve yaşadıklarımız, ortaya çıkan sonuçlar yukarıda özetle söz edilmiş konular ile kesişir. Alınan yaralar, neticelere yaklaşım, olumsuz hayat algısı, isyanlar, itirazlar, görevsizlikler ile insan, yaratılış planın doğru bir plan olmadığı noktasında şeytanın iddiasını ispat etmek adına elde edilen çıktılardır.

Yani işte görülüyor ki;

Halife olarak adlandırılmış olan insan, kendi heva ve hevesleri doğrultusunda yaşamaya müsait ve her yaptığını bizzat isteyerek yapan, zevk peşinde koşan, her şeyi kendi çıkarına feda edebilen, en küçük kışkırtma ile yoldan çıkan, iradesiz, cahil, basit bir mahlûktur. Yaratıcının bu insanı halife olarak tespit etmesi hatalı bir iradedir.

Eğer insana hakkında elde edilen bu sonuçlar direkt olarak söylense idi bunların hiç birini kabul etmezdi. Ancak yaşam tarzının içine eritilmiş olduğunda hiç birinin farkına varmadan bu sonuca isteyerek ve bilerek koşmaktadır. Öncelikle bir defa olsun kendisinde bir meyil oluşması, bir lezzetin tadına varılması zamanla alışkanlığa döneceğinden, daha sonra müptelalığa ulaşacak ve terki mümkün olmayacak bir konuma taşınacaktır. İşte kendi isteklerini ilah edinme durumu burada ortaya çıkacak ve desisenin aktif bir potansiyeli ve savunucusu olacaktır.

Hayat bardağında şehvetin adı aşk ile eritildiğinde, cömertlik ve iyilik, hastalık olarak kabul edildiğinde, hak kuvvetli olmakla yer değiştiğinde, hayâ, edep özgürlük adı altında çirkinleştiğinde, hiçbir anlam içermeyen, sadece mutsuzluk enjekte eden şarkılar, müzikler ruhun gıdası olduğunda, güzel şeyler yapmak için yaşlanmak beklendiğinde, çekiştirme, kovuculuk basitleştiğinde, boş işler haber almak, hiçbir niteliği olmayan kitaplar ve okumakla entelektüellik olduğunda, ölüm, daha çok var ile isimlendirildiğinde insanın cevheri bozulmuş ve ele geçirilmiştir.

Diğer taraftan, insanlığının farkına varmış, dünyanın geçiciliğini anlamış, görevi kabul etmiş ve hayatı tüm niteliği ile yaşamaya çalışan ve yaratılış planı doğrultusunda yaşayanlarda vardır. Bunlar az ve değerlidirler. Rablerini tanımaya, onun isteklerini kavramaya ve hayat yolculuğunu meşru daire denilen yerde geçirmeye azmederler.

Yukarıda söz edilen mağlubiyet tablosuna, Yaratıcın çok ciddi artıları vardır. O’da tüm bu olumsuz gelişmelerle elde edilen sonuçlara karşı duyulan pişmanlık duygusu ve bunu itiraf ederek ifade edilen bağışlanma dileğidir. Meleklerin farkına varıp, Allah’a rucu ettikleri gibi kendi yaratılış sebebin fakına vararak, o çizgi üzerinde yürümek isteğidir.

Evet, Şeytanın bütün çalışmasını iflasa sürükleyen hatalarının farkına varmış bir insanın, kusurlarını Rabbinin huzurunda eteğine dökerek, af beklentisidir. Bir anlamda yaratış planı Allah’ın rahmeti ile desteklenmektedir. Bu nedenle şeytan buradaki stratejisini kendini unutturmak, kişinin farkına varmasını önlemek, yapılan hataları süslü göstermek, ciddi işleri önemsizleştirmek gibi noktalar ile oluşturmuştur. Bu nedenle tövbe etmek, her işe besmele ile başlamak, hata yaptığını da yapmadığını da düşünse tövbe etmek gibi tavsiyeler, emirler ısrarla beyan edilmiştir.

El hâsıl, dikkatli bir yaşam, titiz bir algı hayatı ebedi renklendirecek ve helal dairesinde nefes almanın lezzetini ortaya çıkaracaktır.
Kuzu postuna bürünmüş kurtların farkına varmak dileğiyle…

"Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar." (Zümer, 39/53)

De ki: “Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım.”(Mü’minûn 97)

“Ey Rabbim! Onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım.”(Mü’minûn 98)

Âmîn

Mümtaz Letafet

İnsanın yüzleştiği bir önemli gerçeği kendi zayıflığı olsa gerek. Acizliği, takatinin yetmeyişi ve isteklerine ulaşmaktaki çektiği zorlukları… Düzeltemediği gerçekler, kaçamadığı, uzaklaşamadığı istemediği şeylerle dolu bir hayat ve fikrinde birikmiş tortular…

Sistemin işleyişi ve zembereğin kuruluşu hiçbir fikri esas almadığından ve büyük iradenin hâkim olduğu maddi ve manevi unsurlar tek başına bir hüküm ve tasarımla, öncesi ve sonrası, hazır olanı ve içsel derinliğe haiz bir tarzda icra edilmiş…

İnsan ise bu büyük kadranda kendini müdahil,müstakil ve karışabilen olarak görebilmekte ve o şekilde hadiselerin içerisine girmek,varlığını ilan etmek gibi fikri vücudi olan teşebbüslerde bulunmakta…Ne kadar başarılı olur,sözü neye geçer,onu kim dinler,kim baş üstüne der,buyrukları nerelere kadar ulaşır muamma..yani aslında onu hiçbir anasır dinlemez,tabiat söylediklerine kulak kesmez,hiçbir vadi merhamet etmez vs. vs. vs…Ancak koca bir malikiyet vehmi ufku karartır..Oysa icra tüm zamanları ve ihtiyaçları önceden tesis ederek programlamıştır..Havadan suya,ışıktan gıdaya,yaşamın tüm gereksinimleri,hastalıkları ve ilaçları,kısaca hayata ve ölüme lazım olan her şey,tüm canlı ve cansız mazharların heybelerine koyulmuştur.

Müdahil olunmaz ve bu taşın bir zerresi yerinden oynatılamaz bir ihata ve malikiyet gerçeği kendini gösterir…

Buna rağmen ve o rağmenin alt konjöktüründeki mağlubiyet planı, Donkişot’un yel değirmenleri ile olan savaşı nevinden bir hırs ve felsefi bir temerrüd cuntası hayata tahakkümi bir dayatma ile içinden çıkılmaz bir neticeyi insanın kucağında bırakarak nefes almayı zorlaştırmakla teslim-i silah için şeraiti düşünce cephesine sürülmüştür.

Tüm faaliyet akıbetine şerh düşülmüş yafta ;güçlü değilsin..tek başına başaramazsın..birinin yardımı olmadan o kuyudan çıkamazsın yazıları ile doludur.

Bu esasın esası, agresif bir baş kaldırış hareketine isyankârane bir tarzda sahip olmak değildir. Belki kendi iradesinin istimali ve kullanılması noktasındaki neticeyi bizzat müşahede edip, zatından müteşekkil bir emanet oluşturup, kendini ebede kadar bir yed-i emine bırakmaktır. İnsanın üzerinde bulunan cihazların özelliklerine ait marifeti ve işleyişleri hakkındaki bilgi edinmesi, istiab ve kapasitelerini keşif etmesi ile ortaya çıkan şehadetten müteşekkil bir neticedir aslında hakiki varlığın ve farkına varmanın başlayış noktası… Kim bunun neresinde kim neresine kadar yolculuk yapabilir o hazırlanan vedianın ambalajına bağlıdır herhalde…

Bu hayatsal ivme, anlayıp kabul edenler ve kavrayamayıp akıl erdiremeyenler bağlamında iki zaviye ile hedefe doğru yürür.

İdrak ehli kendini iz’anın eliyle bir sepete koyup,nil-i tevekkül akıntısına bırakır..Gaflet ehli olanlar ise müdahil olamadıkları,hiçbir zerresini yerinden kıpırdatamadıkları,hiçbir şeyin iradi kontrölünün elinde bulunmadığı bir hayata karşı sahiplik iddiasıyla yaşamaya devam edip akıntıya karşı kürek çekerler.Buradaki davranış nüansı bir müşahede aklının iktizasıyla belirginleşir.Yani kendinin farkına varamayan ve hakikati hakkında bir tanıma gayreti içerisinde olamayanlar hiçbir zaferi olmayan yorgun savaşçılar olarak akıbetlerine doğru yol alırlar.Kendi hakikatine vasıl olmuş,aczini müşahede etmiş ve ihtiyaç dairesinin genişliğine vakıf bir görüş ise tüm ile olan ilişkisi ve bağlılığı noktasında ve farkına vardığı rabıtanın iktizası doğrultusunda kendini külli tasarrufun eşiğine bırakır.Çünkü insanın en temel gerçeği gayet aciz ve zayıf oluşudur.Ve tüm kuvveti bu aczi ve zaafı ile kendini kudrete ve sonsuz merhamete kabul ettire bilmesindedir.

İnsan hayat anlayışı ve davranış karşılığı ile kendi hakkındaki hükmü verdirir. Hayali bir varlık iddiası ve kendine yer edinme kurgusu ciddi bir yalnızlık ve karanlıklarla dolu bir dünyayı meydana çıkarır. Eşyanın ve yaşamın tüm varlıkları, eserleri ve sadır olan neticeleri kontrol altında ve kabiliyetlerince yaratılış amaçlarına göre boyun eğmişlerdir. Tüm kâinatın ve sistemin karşısına geçip “ben kendimin sahibiyim”diye evrene bırakılan bir söz “öyle ise kendinle baş başa kal”aks-i sadası ile karşılık bulacaktır. Ve bu insan hakiki dışlanmanın içerisine terk edilecektir. Bu durum tamamen yanlış anlamanın bir sonucudur. Hayata savaş açanlar, yaşama düşmanlıklar üretenler bu anlayışın mahsulü olacaktır.

Her şeyin gerçek yüzünü görmek, gerçek sesini işitmek ve lehinde ve de aleyhinde olan şeyleri tespit edebilmek ve bu elde edilen varidat ile ne yapacağını bilmek hayat pusulasını doğru okumuş olmak anlamına gelir. Hayatın içine saklanmış ve ömür menzillerine bırakılmış yolluk nimetleri bu mana yolcularını bekler.

Yol başı, ara duraklar sürekli bir hareketlilik ve seslenişe muntazırdır. İstikamet ise varılmak istenilen hedefe doğru istikrar gösterilmesidir. Yalpalanmak, düşmek, kalkmak, emeklemek, sürünmek her ne olursa olsun amaç çizgisi üzerinde kazanım sayılır. Yeter ki insan kendi ile ilgili ilan ve ilamını doğru yerde doğru noktada tebliğ ve sunum paketini itinalı bir zarafet, mümtaz letafet ve edep ile takdim etsin…

Yol Işıkları

Hayatın basit olmadığı ve anlamsızlık içermediği, evrenin yüzünde görülmektedir. Her şeyde gözetilen bir intizam ve düzenli işleyiş ve varlıkların tümünde bulunan oranlamalar önemli bir dikkati, titiz bir planlamayı ilan ediyor.

Varlık âlemini şuurlu, yani akıl edebilen, anlayabilen, idrak yeteneği, ölçme biçme kabiliyeti olanlar ile olmayanlar arasında ayırdığımızda, kargaşanın akıl sahiplerinin bulunduğu noktayı işaret ettiği gayet açık. Hayvanlarda da bir nevi tercih edebilme özelliği izlenebilmektedir. Yani irade nerede var ise kişisellik doğrultusunda kullanılıyorsa orada bir düzensizlik hâkim olmaktadır.

Yani uzun uzun sözün kısası,seçenekler üzerinden netice veren hayat,sonuçları itibariyle bir iradenin mahsulüdür.Her fiilin,başlangıcı,gelişmesi ve nihayetinde o hareket ile bağlı bir somut gerçek kendini göstermektedir.Yani karşılık bulunacak olan,yapılanın nevinden olacaktır..Yüzme bilmemek ve denize girmek sonucunda,yüzme bilmeyip denize girmek neticesinde boğulmak kaçınılmazdır..ve bu karşılık,bilgisizlik ve deniz nevinden boğulmakla ortaya çıkan bir sonuç olacaktır gibi…

Bu nedenle kendisinde tesadüfe yer olmayan hayat,fiil ve karşılık açısından bir tanımlamaya ihtiyaç duyduğundan,bilinçli bir programa tabidir.Ne yapılırsa nasıl sonuç elde edilir,ne yapılırsa başarılı olunur ve ne yapılmaz ise başarısızlık ve ne yapılırsa kazançlı çıkılır..ve tüm bu mücahedenin akıbeti nedir ve ne olacaktır gibi her şeyin açıklanması,tarif edilmesi ve üzerinde durulması gerçekleşmiştir.
İnsandan ne beklendiği,nereden gelip nereye gittiği ve bu dünyada ki işinin ne olduğu gibi yaşamanın en temel realitesi ve esasları da belirtilmiş..Mesela;İnsan hayvan gibi yaşayıp,keyif sürmek için dünyaya gönderilmemiştir..gibi..Ona verilen akıl ve cihazat ile,kendisini buraya gönderenin kim olduğunu bulmaya,tanımaya,bilmeye ve onun amaçları doğrultusunda hareket etmeye zorunludur.Bu zorunlu davranış bir itaat ve saygının ve de var olmak adına bir teşekkür ve bağlılığın göstergesidir.Bu karşılık verişin sonucunda ise,saygı göstermek,hatırlamak,teşekkür edilmesine mukabil ebedi bir hoşnutluk ile taçlandırılacaktır.

Aklı bu yönde kullanmayıp,tüm kabiliyetini hususi lezzeti,şahsi rahatı ve kendi arzu ve istekleri doğrultusunda yaşayanlar,amaç dışı bir hayat sürdürdüklerinden bulacakları karşılık,saygısızlık,itaatsizlik,şükürsüzlük neticesi nevinden olacaktır..yani en kısa ifade ile terk edilecekler ve elde ettikleri neticeler ile baş başa bırakılacaklardır.Burada ince bir nüanstan söz edebiliriz..şöyle ki;

Ne iyi bir harekette bulunmakta ne de kötü bir tercih yapmakta,sonuca giden yolda hiçbir durağanlık yoktur..yani iyilikte ,iyili sahipleri de sonsuzluk yolcusu olduğundan kendine ait değerler ile gelişmekte olduğu gibi,kötülük ve kötülük sahipleri de aynı oranda ve zıt bir karşılıkla tedenni etmekte alçalmaktadır.Bozmaksa daha çok bozmak,yıkmaksa daha çok yıkmak,kendi şahsi hayatını afete çevirmek ise daha çok afete çevirmek gibi..çünkü her iki yolculuğunda sonucu bir ebediyet konumu içermektedir..Sonsuzluk ,sonsuz derecede bir meyve verecek bir çekirdeği gerekli kılar..Cehennemde bulunan zakkum,cennette bulunan tuba ağacı gibi…İster küçük olsun ister büyük olsun her fiil ve düşünce bütününe dahildir..yani ortada kalmak yoktur…

Uyuşmak,hiç bir şey hissetmemek,endişelenmemek,düşünmemek,merak etmemek,ilgi duymamak,kayıtsız kalmak haddi zatında sahibine bir zararı yok gibi görünse de neticesi itibariyle ağır bir yüktür..çünkü tüm vazifesini yapanlar,bigane kalmayanlar,hareket halindeki tüm mevcudat,masnuat,eser-i sanat olan şeyler hak dava ederler..adalet ise bu noktada her konuyu mizana alır…

Değerli dostlar!

Yukarıda karşılık bulmak,yaptığı işin sonucuna,işi nevinden ulaşmak gibi konulara değinilmiş ve biraz daha yukarısında intizam ve nizama tabi,tesadüften uzak bir kainattan küçücük bahsedilmiş..sadet noktasında gelinmek istenilen nokta şudur:

İnsan tercihlerinde tarif edildiği üzere, doğru şeyleri tercih etmekte iradesini göstermeli ve önleyici tedbirlerin farkına varmalıdır. Her davranışın ve davranış biçiminin özelliğine göre karşılık bulacağı gözden kaçırılmamalıdır.

Başlangıç noktasındaki toleranslar, opsiyonlar o işin doğru olduğu anlamına gelmez. Her işin başlangıcında her hareketin ilk çıkış noktası sonucu göstermese de gelişme süreci geri dönüşü zor olan bir nihayeti belirler. Uzak durulması gereken her şeyden uzak durarak, yakın durulması gereken her şey yakın durarak neticeyi lehine çevirmek mümkündür…


Selamlar

19.10.16

Dinlence

Susmak bilmenin en son ulaştığı noktadır aslında..kalabalık kelimelerden kurtulmak ifadenin en doğrusunu bulmaktır mesela…

Marifet ve muhabbetin eninde sonunda kendini bir “Hu” zamiri ile ifade edebileceği gibi…

Durulma ve safileşmek güneşin karşısında buharlaşarak çiğ tanesi olmaktır.Benlik ve bencillikten uzaklaşan ve tebahür eden her hiçlik,elle tutulmaz,gözle seçilemez bir vücudu daimide var olmak anlamına da gelir de diyebiliriz.

Bu hiffeti yakalayamamak benlik gölgesi altında ezilmenin sebebini oluşturur.
Ben düşünmeliyim,
Ben güçlü olmalıyım,
Ben ayaklarımın üzerinde durmalıyım,
Bilmeli ve bilinmeliyim,
Önemsenmeliyim,
Kim O?
Benim ben……………..Küçücük mikroba mağlup olan kudretli ve hakir Sultan………

Oysa insan, ulaştıkça uzaklaşmalı kendinden, uzaklaştıkça ulaşmalı bensizliğe…

Tırtıl kelebek suretine tebdil edildiğinde terk ettiği zaman ve içinde bulunduğu mekânla ilgilense, kısacık ömründe belki de gökyüzünü göremez. İnsan bilsin bilmesin ömrü bir neticeye doğru gelişmektedir. Hayali, fikri kendini sabit bilse veya öyle tasavvur etse yahut gözlerini kapasa da bu değişmez. Yakın geleceği sonsuzluğun kapısında onu beklemektedir.Dolayısıyla her hadise bir anlam yükü olduğu gibi, her bilgi ve doğru düşünce de bir mananın devamını temin eder.

Her öğrenilen şey ve marifet kesbedilen konu veya başka türlü içsel kazanımlar insanı kendine yönelik bir ilgi bataklığına sürüklüyorsa, yükselebilmek için, dibe çöküş nedeni ağırlıklar kurtunulması gereken şeylerdir. Onlarca cilt kitabı yanında taşımak yerine, okuyup muhteviyatı bilmek gibi…

Hayat ve manası okunması gereken harflerden, kelimelerden, cümle ve satırlardan, az sayfalı ve de çok sayfalı içeriklerden oluşur. Bu kitabı okuyabilen, manasını alıp nakışlarını, süslerini, kışır ve kabuklarını bırakabildiğinde ve kendi ölçü aletlerinden de vazgeçebildiğinde özgürleşir. Sınır çizgilerini aşmamakla kendisini ilgilendirmeyen, söz geçiremediği, bir türlü düzeltemediği, kontrolü kendi elinde olmayan ve peşinden getiremediği şeyleri terk eder.

Yoksa kendini önemsememin ağırlığı, beğendirme külfeti, desinler düşüncesi, her şeyle ilgilenmek gibi boynuna astığı alakadarlık küfesi, beni sevsinler sikleti ve dünya hayatını ebedi zannetmek fikri ve yaşam biçimi hayat lezzetini kaçırır.

Çünkü;

Kendini ispat etme çabaları derin bir kuyudur.
Bilmiyorum diyememek, insanı maskara yapan bir tutumdur.
Olduğundan büyük görünmeye çalışmak, ahmakça bir mahkûmiyettir.
Başkalarının beğenisine göre davranmaya çalışmak ve davranışlarını ona göre ayarlamak divanece bir durumdur.

Feryadı duymayan ve elinden akıp giden şeylerin arkasında baka kalmak ve hayatı sadece bu âleme ait görmek acıların büyükçe bir kısmını oluşturur.
Bu gibi hallerde insanın her terk ettiği nefsanî amaç onu hafifleştirecektir. Eğer insan kendi isteklerini olduğu gibi kabul etse hiçbir direniş göstermese, küçük dünyası esaret altına girmiş demektir ve tonlarca leşi sırtında taşımak zorunda kalacaktır.

Demek ki insan kendi başına musallat ettiği şeylerin belasına uğrar. Oysa mülkü mülk sahibine bırakmak, kendini o’nun mülkünde memluk kabul etmek hakiki hürriyetin alfabesidir.

Yorgun olduğunu düşünen dostlarımız..bindiğimiz bu hayat gemisi,kaptanına güvenmek şartıyla hepimizi sahili selamete çıkaracak niteliktedir.Madem bu sefineye bindik,sırtımızdaki,hakimiyet ve tereddüt çuvalını güverteye bırakıp,üstüne oturarak etrafı seyredelim..Ne dersiniz?

Âdem yalnız kalınca...

Değerli Dostlar!

Âdemin ademle savaşında harici desteklerin yardımı ne kadar önemliyse, Âdemin kendi karşılama, savunma, yumuşatma, geri çevirme, kabul etme, kavrama, anlama, düşünebilme, yorumlama ve fikir üretme gibi akli olan manevra kabiliyetinin de yeterliliği, gelişmeye yönelik yapılanması önemlidir. Ve muhtemel en önemli olan da budur.


Kişinin olgunlaşmış kıstasları, gelen doğru ve yanlış durumları, riskleri veya yararları lehinde ve aleyhinde değerlendirebilecek konumda olması esas olan yaşam dinamiklerini yerli yerine koyabilir.

Çünkü doğru bilginin kaynağını korumak, dejenere olmaktan kendini korumuş bir toplum kültürüne sahip olmak pek kolay değildir. Bilginin ilmi olarak bir noktada kariyerini muhafaza edememesi onu cehaletin defterinde değişime uğratarak kıymetsizliğe, öyküye çevirebilir.

Toplumun maddi ve manevi tüketim alışkanlıkları kişisellik ekseninde tesirini göstermeye başladığında, fikrin iradi yapısı kırılmaya, özgün direnişi soft ve kırılgan bir pahaya inkılâp edebilir.

Malum zaman ve zeminin mizaçlar üzerinde etkisi vardır. Bu konuya inancın eylem literatüründe; azimet ve ruhsat denilir. Yani bir konunun asıl maksadı üzerine kararlı bir şekilde davranmakla, zorunlulukları ölçümleyip tölere edilebilir yanını ele almak arasında mesafe gibi.

Buna bir anlamda da tevil denilebilir. Belirli delilleri bir araya getirerek lehinde bir hükmü çıkarmak veya mazur bir duruma uygun bir elbise hazırlamak gibi. Bu konu her ne kadar zararı engellemek, uygun ve uyulabilir bir hale getirmek noktasında eylemi zarardan korumak adına değerlendirilse de zamanla kendi konumunu kaybedebilir.Yani kredi kartı kullanmaya başlamak gibi.

Bu tevil konusunda hassas bir nokta var. Ancak bu konu bizim konumuzla ilgili olmadığından ona bir atıfla işaret edip etraflıca değinmeyeceğiz. O da Müteşabihat denilen, yani benzeştirerek yapılan anlatılarda konuyu kavramak için kullanılan tevil yolu, teşbihi idrake yaklaştırır.

Evet, şahsi çıkarların söz konusu olduğu yerde, Etik olarak bazı engellerin yol kesmesine karşı çıkar eğiliminin konuyu yenilir yutulur hale getirmesini buna başka bir örnek olarak verebiliriz.

İhtiyacım var..Çıkış yolum yok..Herkes aynısını yapıyor..Kimse yanımda olmadı..Zararı küçük..vs vs vs.

Fakat bilinmez ki bu ruhsat denilen şey zamanla tavize ve değerlerin gerekli saygınlığını koruyamama durumuna doğru yol alır.

Bir anlamda müptelalık gizli olan bir his ve bağlılık enerjisini açığa çıkarmak ve onun akımına kapılmaktır. Bu nedenle kutsal öğretiler ve erdem eğitimleri, insanları bu kötü enerjiyi açığa çıkaracak etkinliklerden uzak tutmak konusunda baskındır.

Sadede dönersek, toplum; politik, ekonomik, kültürel olarak birçok etkileşime maruz kalabilir, kökleri yerinden çıkabilir ve kutuplaşmalar kültürel yapıyı hiçe sayabilir. Böylelikle insanın asıl meselesi ötelenebilir, merak ruhsatı taraftarlık duygusu dikkati başka yöne çekerek, Âdem başka bir sahnede kısacık ömrüne rağmen kurulan bu oyuna kendini kaptırabilir. İşte burada önemli olan kişisel yetkinlik, şahsi olgunluk ve bilgi donanımı elde edilen verileriyle konumunu muhafaza etmekte insana pozisyon belirleyici bir rol oynar.

Buna kısaca başkalarından bir şey beklememek ve başkalarını bizim beklentilerimize en iyi cevap verici olarak değerlendirmek doğru bir yaklaşım değildir. Mesela siyaset insan mutluluğunu temin edebilir mi? Politik manevralar ne kadar yaşam enerjisi verebilir? Tüm Sivil toplum kuruluşları bir araya gelse insanlığı genel olarak saadete ve huzura taşıyabilir mi? Tüm psikologlar, psikiyatriler bir araya gelse bir ruha ne kadar dinginlik ve sürdürülebilir bir güç sağlayabilir? Tüm falcılar en iyi yalanlarıyla bir araya gelseler, tüm hikâyeciler, şairler bir araya toplansalar kaç kişinin yastığa başını koyduğundaki emellerini, korkularını teskin edebilir?

Asıl enerji kaynağından uzaklaştığında ve siluetlere çarpıp gölgelere rast geldiğinde aydınlatıcı etkisini kaybeder. Aynalar suretlerin aslını gösterme noktasında sadece yansıtıcıdırlar.

Toplumla gelen şeyler, genel anlamıyla bizlere gelene kadar birçok kokuyu üzerine alan, tadları ve renkleri karışmış, görüntüsü bir şey ifade etse de aslında oyalamacı bir kimlik kazanarak gelir ve çığ gibi büyük manasız bir hüviyete bürünür. Ve insan yaşadığı toplumdan zarar görmeye başlar. Kimse bu büyünün bozulmasını istemez. Hiç kimse gerçek bir dünyanın varlığını düşünmek istemez. Çünkü oyalanmak ataletle öyle bir özdeşle hale gelir ki kendisini rahatsız edecek, ona bir sorumluluk yükleyecek hiçbir şeyle ilgilenmez.

Ve düşünebilen insanlar yalnızlaşır. Bu noktada üç kaçınılmaz hareket vardır.

Birincisi: Düşünceyi, aklı bir kenara bırakıp bu akıma kapılmak.

İkincisi: Kayıtsız kalmak ki bu da bir nevi ölümdür.

Üçüncü: Durumu kavrayıp içsel bir yolculuğa başlamak.

Burada asıl konu da budur. Kişi için, her şeyin ondan yüz çevirmesi ya da onun her şeyden yüz çevirmesiyle başlayan kendi kendine bir yolculuktur.

Âdemin yalnızlığı olarak görünen bu yolbaşı beklide onu tüm ihtiyaçlarına götürecek bir ayrım noktasıdır. Eğer insan düşünerek terk etmeye karar verdiği bir anlamsızlığa sahip olmuşsa onu manaya götürecek, anlama kavuşturacak bir gemiye binmiş demektir.

Değerli Dostlar!

Âdemin hayat yolculuğu tercihler ve bazen de zorunlulukla üzerine tesis edilmiştir. Bilmek öğrenmek, okumak düşünmek bu tercih ve zorunlu yol ayrımlarında lazım olan donanımı ifade eder. Hayatın yaşanılması veya bitmesi hep bu dağarcığın yeterliliği ile ilgilidir. İnsan bir gün hayatı ile ilgili çok önemli bir karar vermek durumunda kaldığında, onu zarardan koruyucu ve ona çözümcü olabilecek bir kararı ancak, aklının ve kalbinin heybesine yüklediği bilgi ve ondan doğan duygusal eğilimlerle ile verebilir.

İnsanın akıl ve kalp kütüphanesi boş olduğunda,kendi içinde kendi konum ve durumunu okuyacak bir satır yazı bulamadığında..çoğunluğun aktığı rehavet deresinin kıyısına atıldığında ,hayatı hakkında en büyük kararsızlığına imza atmış olur.

Değerli Dostlar! Bir önemli konu daha var ki; Her şeyin bittiği ve büyük yalnızlıkların başladığını yerlerde, Dua yukarıda söz ettiğimiz anlam gemisinin pusulasıdır. Manidar bir tükenmişlik ve bilinçli bir kimsesizlik kapısı bu anahtarla açılır.Belki de tüm dileklerimizi,korkularımızı,umutlarımızı,beklentil erimizi,çaresizliklerimizi ,gökyüzüne yüzünü dönmüş avuçlarımızın içine bırakmalıyız..ne dersiniz?

Âdem'in iyiliği...

Âdemin ademle mücadelesi varlık sebebi olarak ciddi bir kaliteyi ifade etmektedir. İnsan dışındaki varlıklarda görülen mükemmel ergonomi ve yaşam koşullarına uygunluk onların bir hazırlık sürecinden geçtikten sonra hayat sahnesine çıktıklarını gösteriyor.


Mesela balık yumurtadan çıktıktan sonra, bir kuzu doğumunun ardından, sanki yaşamlarına lazım olan şeylere göre hazırlanarak gelmişler. Balık hemen yüzer, kuzu ayağa kalkar ve koşmaya başlar.


Diğer tüm hayvanlar incelendiğinde bu yasanın insan dışındaki tüm varlıkları kapsadığı görünür.Kısaca hiçbir hayvan yaşam şartlarını en genel itibarla tecrübe ederek öğrenmez.Dünyaya gelmeden evvel neredeyse, adeta orada davranış gelişimini tamamlar ve öyle gelir.Kısa bir müddet annesi yanında olur..Kimisi için ise bu hiç söz konusu değildir.Kumsallardan denize koşan Karetta yavruları gibi…


Bundan anlaşılıyor ki; hayvanların yaşam görevleri düşünmek, fikir yürütmek, felsefe üretmek, gelişmek değil, sadece hayat sahnesinde onlara verilmiş rollerini oynamaktır. Ne geçmişten bir endişeleri ne de gelecekten bir korkuları olmadığından uzun süreli kederler içerisinde yaşamazlar. Ürün haline getirilecek bir koyunu işlemek için yere yatırsalar, kesim aletini boynuna dayasalar sonra bıraksalar o hiçbir şey olmamış gibi yem yemeye devam eder.


Fakat insan böyle değildir. İnsanın özelliklerine bakıldığında yukarıda söz edilen hiçbir şeyin onun yaşam koşullarıyla ilgisi yoktur. Belki insan yirmi yaşına kadar doğru ve yanlışı bir birinden ancak ayrıştırabilir. Ve tüm ömrünce öğrenmeye muhtaç bir varlıktır. Demek ki insan kendini değerlendirirken bu önemli farkı görmeli ve bu farklılığa göre bir yaşam tarzını benimsemelidir. Yani düşünmeli, akıl erdirmeli, kendiyle ilgili keşfin sınırlarını zorlamalıdır.


Yoksa aklı fikri, kalbi gibi organize bir duygu ve his ağı olsun ve o tüm bunlar sanki yokmuş gibi hayatını yemek içmek gibi bedeni lezzetlere göre yaşasa, çok kederli ve sorunlu bir hayatı olur. Çünkü aklın, hissin, kalbin içerisinde olan özelliklerin hayat alanları çok farklı ve yaşam potansiyelleri çok başka alanlara aittir.


Değerli Dostlar!


Âdem'in ademle (yokluk, karanlık) savaşında, hayatın tanımından önce âdeme kendini tanımının yapılması en doğru strateji olsa gerek.

İnsan kendinde bulunan özelikleri öğrenemediğinde, büyük bir kaynağı çok basit işlerde kullanmaya başlar. Bu nedenle de insan dünyanın en korkunç varlığı olabilmektedir. Korktuğunda da menfaati olduğunda da öldürebilen, asla bir duracak noktası olmayan, tatminsiz tahripkâr bir varlık olur. Kendi çıkarları için tüm insanların, çocukların, masumların ölmelerini göze alabilir. Eline bir güç geçtiğinde bunu zalimce kullanabilir.

Kişinin hayatın gerçeği ile ilgili bir nitelik algısı ve gerçek yaşam değerleriyle ilgili bir eğitimi yoksa..ya da yanlış bir bilgilenmeye sahip olduysa canavar bir hayvan olabilme kapasitesine sahiptir.


Konuya girişimizde hayvanların hayata gelişleri hakkında birkaç meseleye değinmiştik. Doğadaki faaliyetlerin geniş çerçevesi izlendiğinde, insanın müdahale etmediği, elini karıştırmadığı yerde “ekolojik denge”hükmünü uygulamaktadır. Buradan görüldüğü gibi çevre dengesi evrensel bir dayanışmanın eseridir. Evrende olan her şey görev olarak bir birine omuz verir ve hayata hizmet eder bir konumdadır.
İnsan evreni kendi şahsi menfaatlerine uygun kullanma dürtüsü ile hareket ettiğinde ise her yeri bir karışıklık ve kaos sarar.


İnsan bilinçli ve bilinçsiz olarak yaşam tercihini iki seçenek üzerinden yapar.
Birisi ya evrendeki dayanışmayı örnek alarak, yardımlaşma ve dayanışma tarafında olan insanların bulunduğu bir çevrede bulunacaktır. Ve bu çevrenin hayattan ve yaşamın kendi gerçeğinden el edilmiş kültürü ile düşünce tarzını oluşturacak ve yaşama ve alanlarına karşı sorumlu bir birey olarak yaşayacaktır.


Diğeri ise, hayatın sadece neticesinde gördüğü noktaya odaklanarak, sebeplerin ve planın temel yapısındaki evreleri pas geçerek sadece kendi menfaatine yarayacak şeylerin peşine düşecektir. Bunu için ırkçılık, maddi güç, silah üstünlüğü, arsızlık, merhametsizlik gibi olumsuz birçok yıkıcı his ve duygu yeterlidir. Kendi gibi düşünen insan görünümlü hayvanlarla beraber olacaktır. Genel itibariyle bu akıma liderlik yapan kötü ruhların elinde bir oyuncak olacak ve kötülük birikiminin faturalarının ödemesi geldiğinde bu feci bir son ile üzerine alacaktır.


Hayat ve sonrası çok değerli olduğundan yaşam sahnesine koyulan tercihler kendilerine göre birçok niteliği barındırırlar. Burada en temel mantık ve doğru tecrübe şudur ki;


“İyilik iyilik ve kötülük kötülük getirir.”


İnsan kendinde bulunan duygu ve düşünce cihazlarının yardımıyla iyilik tarafında ve iyilerle beraber olarak kendinde bulunan pozitif enerjiyi açığa çıkararak âdemi varlık sahasında güzel neticelerle tutabilir.


Kötülük ve kötü insan ve çevrelerde olmak ise yukarıdaki manzaranın tam tersi bir durumu netice verecektir.


Çünkü kötü olmanın bedeli çok ve maliyeti çok yüksektir.


Öncelikle ikiyüzlü olmak ve sonrası ile tüm kötülük uyumunu göstermek zorunda olmak vardır. En fazla rezillik yapabilmeli, en çok yakmak ve yıkmak eyleminde olabilmeli, hiçbir ahlaki değeri kabul etmeden tüm ahlaksızlığı yapabilmelidir. Tutunabilmek için çalabilmeli ve öldürebilmelidir.

En uç noktasından söz ettiğimiz bu zaviyenin ara sokaklarında ise iyi ve kötü duyguları tam gelişmemiş hangi yola geçeceği belli olmayan şaşkın ve çekingenler grubu dolaşmaktadır. Kötülük ve iyilik bu Araf yolcularını kendi dünyalarına davet eder. Aslında bu daveti oluşturan nedenin ana merkezinde, iyiliğin paylaşmak mizacı, kötülüğün daha fazla kötülüğe sahip olma karakteri vardır.


Ve hayat tercihlere göre şekillenir. Bu tercihlerden sonra sorumluluk seçeneği işaretleyen iradenindir.


Âdem varlık savaşını doğru şıkkı işaretleyerek, iyi şeylerin ardından giderek ve yalnızca iyi şeyleri gözlemleyerek ve bilerek, öğrenerek devam ettirmelidir.


Yoksa bu insan denen kıymetli varlığın başının üzerinde leş kargaları dolaşmaktadır.

Şu unutulmamalı sevgili dostlar!

İnsanın çok düşmanı vardır. İnsan için sonsuzluğa kavuşuncaya kadar bu düşmanlık asla bitmeyecektir. Ancak insanın güçlenmesi bu mücadeleyi onun zaferi noktasında sonuçlandıracaktır. Yoksa bomboş yaşamak her arzu ettiğini yapmakla oluşan bir barış zannı, etrafı sarılmış olmanın bir işaretidir. Bir piton yılanının avını öldürmesindeki aşamalı sıkmasına benzer. Hevesler, görenekler, hayranlıklar, keyif düşkünlüğü, kibir, bencillik, tahrip gibi kötü şeyler insanı yokluk ve karanlıklara götüren bir yakalanıştır.


İyi şeylerle meşgul olmak, iyilerle beraber bulunmak ise insanın cevherinde bulunan insani bir değeri açığa çıkarır. İşte manzara artık o nokta da berrak hayatın anlamı şeffaftır.


İyilerle,iyiliklerle beraber olabilmek dileğiyle……….

Kendi Gerçeğini Aramak

Bazı insanlar gördükleri bir olumsuzluk karşısında çok aşırı tepki verirler.Mesela bir yangın görse,yahut bir kazaya rastlasa,yada denize düşmüş bir havyan görse..vb..vd…Kollarını açarak,seslerini yükselterek o hadiseyi duyurmaya çalışırlar…

Veya herhangi bir tehlike gelişmesi durumun da, o tehlikeli duruma dikkat çekerek, kimse zarar görmesin diye ellerinden geleni yaparlar…

Bazı insanlar da var ki; bizzat, vukua gelmiş olayın tam ortasında bir şeylere çare olmak için özveri ile koşuşturlar…

Bir kısım insanlar da lazım olan kanı vermek için gayret gösterirler…

Kısaca herhangi sıra dışı bir durum geliştiğinde, alışkanlık ve tek düzelik bozulduğunda o konunun meydana getirdiği etkiyi hisseden insanlar, kendi eğilimlerine göre tepki verirler. Ortaya çıkan durumla ilgilenerek samimiyetle dağınıklığı toplamak için emek sarf ederler.

Bu insani hissedişin bir derinlik algısı olsa gerek. Hissetmek, kendini sorumlu görmek, elinden geleni esirgememek, yapabilecekleri noktasında cömert davranmak gibi…

Bu insanlar sevilir.Takdir edilir..parmakla gösterilir.Çünkü onlar,bir durum değişikliğinde,bir tehlike sezisinde,hayatın tehdit edildiği bir anda kendilerini öne çıkartırlar.Geride kalmaz ve seyirci gibi durmazlar.Bazen kendi yaşamlarını hiçe sayanlar olur.

Sadet noktasına gelirsek:

Mesela bir insanı bir şehir gibi kabul etsek, çocukluğunun sokaklığından, gençlik caddelerine çıktığında, yaşı kemal noktasını bulduğunda, kendinde ve çevresinde olan değişiklikler, yitikler, boşalan yerlere gelenler, içindeki değişim, kazalar, kederler, sevinçler, yani ömrünün başına gelenleri nasıl değerlendirmeli. Kendi için nasıl bir özveride bulunmalılar.

İnsanın ilgisini çeken hadiselerin harici dünya da gelişenleri insanları, alakadarlık bağlamında içine dahil etse de hakikat itibariyle genelde insan o durumda geçici bir rol üstlenir.

Olay bittiğinde ilginin de finali de gelir.Ve sahne anılara paylaşılacak bir iz bırakır.Kişi ilgisi nispetin de bir kazanım elde eder.Belki yaşanmışlığına nitelik kazandırır.Ve ne olursa olsun,istisnai bir durum gelişmediği müddetçe o olayın hakikati hadiseyi bizzat yaşayanlara aittir.

Duvara çarpan,vücudun da yanık oluşan,merdivenden düşen..yani acıyı çeken,müdahil olandan çok farklı bir boyutta olayı algılar ve yaşar.

Müdahil olanın ilgisi bu anlamda ikincil bir alaka niteliği taşır. Ambulans geldiğinde biter gibi… Erdem açısından harika bir netice alır ve kahraman yoluna devam eder. Onu bekleyen hayatı yaşamaya devam eder.

Oysa insanın kendi içinde ne büyük değişimler olmaktadır. Ancak genel itibariyle kendisi ile bu denli samimi ilgilenmiyor sanki. Geçiştirme, öteleme, muhtemel riskleri başkalarına verme, ömründe olan değişimleri görmeme, sıkıntılardan çabuk kaçma isteği, derinlemesine düşünmeme gibi anti reaksiyonlar içinde kalıyor. Her gün yıprandığını, ömründen bir gün daha kaybettiğini, geri gelmeyecek zamanlar yaşadığını düşünmek istemiyor. Aklı ve kalbinin içine doğru bir yolculuk yapmaktan ve bu gemi nereye gidiyor diye sormaktan hep uzak kalmayı tercih ediyor.

Kendisi ile ilgilenmesi fikri doğduğunda bu düşünceden ve arkasından getireceği sorgulamalardan derhal uzaklaşma gayretine giriyor.

Bazı insanlar her gün sarhoş olmak için özel bir gayret gösterirler.

Kimileri eğlence olarak gördükleri ve sürekli yaptıkları işleri her gün sürdürürler.
Kimisi kumar oynar. Kimileri uyuşturucu kullanır. Fakat neden bunları yapıyorum diye sormaktan çekinirler. 

Eğer sormaya kalksalar klişeler önlerini kesecek ve aynı hayatı yaşamak boyunduruğuna sokulacaklardır.

“Dünyaya bir defa geliyoruz”

“Yaşamaya bak”

“Fazla düşünme”Vs..vb…

Yani fikrinin üstünü ört. Arayışını kör et. Merakını sustur. Kendini arama… Sanki bir insan tüm yaşadığı ve yaptığı boş işleri terk etse, eğlence ve oyalamaca sektörü iflas edecek.

Barlar, meyhaneler iş yapamayacak,

Şans oyunları oynanmayacak,

Uyuşturucu kullanılmayacak,

Cinayetler azalacak, bataklıklar kuruyacak vb. Sanki birileri bunu istemiyor ve ellerinde olan her şeyle düşünce uyuşmasını temin etmek için her şeyleri ile çalışıyorlar. İnsanın fikrine arayışına nefes aldırmayacak kadar çok gündem oluşturuyorlar. Ve insan kendiyle konuştuğu dili unutuyor. Hakiki ihtiyaçlarının sesini ve feryadını duymuyor. 

Ta ki; sermayesi bittiğinde onu terk eden tüketicilerin vefasızlığını ve aldandığını anlayana kadar. Kimileri için ise artık çok geç olabiliyor. Kendine olduğu yabancılığı onu dünya ve içindekilere karşıda yabancı konumunda tutuyor.Yani ne kendinin ne hayatın içinde olanların dillerini anlamıyor.Ya tekrar geri dönmek için çabalıyor ya da yalnızlık ile sığıntı bir şekilde hayatını noktalıyor.

Oysa insan kendini hayvandan ayıran niteliklerini ve yaşam koşullarını kıyaslayarak düşünse, insani, yani aklın gereği bir hayatı tercih etmek için bir isteği içinde bulabilir.

Taş gibi cansız olmadığını, bu dünyada bir görevi olup olmadığını fehmetse, eko sistemde sürekli bir sinerji ile çalışan varlıkların bir amaca hizmet ettiklerini anlayıp, dillerini çözebilir.
Monoton yaşantısını ele alsa, her gün güya farklı bir şey yapıyor gibi dünü unutarak güncellediği yaşam tarzını sorgulasa o tek düze idamdan kurtulabilir.

Belki o zaman içindeki kargaşaya kollarını kaldırarak dur diyebilir. Ya da şehri boşalmış dünyasındaki boşluğa neredesiniz diye bağırarak yitiklerini arayıp bir araya getirebilir.

Neden anlamlı ve erdemli, saygın şeyleri ölgün, anlamsız şeyleri canlı göstermeye çalışıldığını fark edebilir. Neden insanların kendilerinin hevesleri için bir birini tüketmeye çalıştığı görebilir. İkiyüzlülüğün ve beğenilme isteğinin, kendini kabullendirme ödünlerinin ne kadar zararlı olduğu idrakini kazanabilir.

Belki kendi içine olan yolcuğun ve derin dalışın ve sorgulamanın gerçek hayat olduğunu hissedebilir…
Hepimize iyi yolculuklar ve kendimiz için gerçeğimizi yaşamayı diliyorum…


İç Savaş

İnsanın kendi içindeki iç savaşla başa çıkması zordur. Doğrular, eğriler her şeyin kendine göre bir tanımı ve sağladığı etkisi vardır. İnsan her iki akımın karşında alıcı veya tepki gösteren bir iradeyle durur. Ve bu irade her zaman en kolay olan öneriyi kabul eder.
Hazzı peşin olan ve direk damak tadı oluşturan şeyler tercih sebebidir. Oysa her kolaylığın elde ettiği neticede iğreti bir konumdadır.
Mesela sürekli eğlenme, giyim kuşam, gezme tozma, yeme içme gibi tercihler olay mahallinden uzaklaşmakla birlikte boşluklar ve pozisyon değişiminden sıkıntılar bırakırlar. Yani kazanım olarak elde edilen sonuç havadır. Ve insan bu kullanımdan hayati önemi olan bir şey sermayeye sahip olamaz. Yaşandı ve bitti…
Ancak her biten şeyin insan üzerinde bıraktığı geçiş izleri unutulmaz. Ve o izdüşümü onunla ilgili duyguda kendine bir yer bulur. Vakti geldiğinde buradayım der. Niteliği ne ise onunla insanı karşılar. Bir zaman sonra ise, yani insanın heveslerine arzularına bakan ve onları tatmin için harcadığı özkaynağı tükendiğinde koskocaman bir hiçlik kucağına düşer. Gençliği, hislerinin canlılığı, tad alma duyusu, bıkkınlık, pişmanlık, doyumsuzluk, yetersizlik gibi taşıyıcı kolanlar yıkılmaya yüz tutmuştur.

İdraki yıpranmış, kalbi yorulmuş, aklı karışmış, ruhu sersemleşmiş ve boynunda bir tükenmişlik yaftası asılı olarak kendini bulur.

Eğer insan kendi tercihleri önünde bir gelir gider tablosu oluşturmaz, ne kazanır ne kaybederim diye bir durum değerlendirmesinde bulunmaz ve eğilimini bir kıymetli bir katkıdan yana yönlendirmez ise, kolay gelen şeyler peşin hükümlülükle ileride edilecek iflasın, görünüşteki şatafatıyla muhatabını avlamış olur.

Netice itibariyle insan kendi yol ayrımına geldiğinde,önündeki uzun sefer için insanlık heybesinde bulması gereken bir şeyler vardır.Bunlar ona ebedi olarak lazım olacak kumanyalar sayılırlar.Madem sonluluk hayatın bir gerçeğidir.Madem film biter..şarkı susar..resim eskir..yaz geçer kış gelir..madem çocukluk gençlikle,gençlik yaşlılıkla,yaşlılık ölümle yer değiştirir..insan uğrayacağı her durak için oraya uygun bir malzeme seçimi yapmalıdır.Yoksa bu yolculuğa lakayt kalmakla,o yolda yürünmeyecek düşüncesi bir vehimden ibarettir.İster hazırlıklı isterse hazırlıksız olsun herkes bu hendekten atlamak zorundadır.

Güçlenmiş iradeler, bilgi sahibi olmuş bir dimağ, açlığını gidermiş bir ruh arayışı, sevgi ve ilgiyi yönetebilmiş bir kalp, cehaletini mağlup edebilmiş bir ilmi titizlik, insanı mükemmel bir donanıma sahip kılar.

Kendinle savaşmak ne kadar zor olsa da, iyi ve kötünün irade önünde mihenge vurulması aklı tercih noktasında galip kılabilir. Geçici olan zevklerin yerine kalıcı ve kaliteli eylem ve sorgulamaların peşine düşen insanlarda nitelikli yaşam bir refleks haline gelebilir. Ve ayrıca savaşın zorluğunu unutturan ve mücadeleyi kutsayan şey ise zaferin kendisidir.

Evet, sevgili dostlar asıl özgürlük ve bağımsızlık; insani donanımın kendine has nitelikte bulunan işlerle meşgul olması ve kendini keşfetmesiyle mümkündür. Yoksa bir ömür kendine ninni söylemek, her şeyden kulağını ve gözünü kapamak en muhtaç olunan zamanda müflis bir teselliye insanı mahkûm eder… Velhasıl bir ömre yazık olur…

...