20.10.16

Allah’a (CC) Hüsn-ü Zan Etmek…

İnsanın yaratılması ve yaratılıştaki maksat,ondan beklenen netice,mahiyeti,icraatları,hayat algısı,davranış biçimi,mukabeleleri,geri bildirimleri ,muameleleri geniş bir planın organizasyonda tesis edilmiş..

Şartlar temin edilmiş..zaman,müddet ölçülendirilmiş her şey bir kanuna bağlanmış.. ilaahir…

Bu büyük döngü ve hayatlı kurgu karşımıza özetle üç temel amaçla çıkıyor..

Risale-i Nur Külliyatı On Birinci Sözde Üstadım Bediüzzaman’ın gerekçesi ile birlikte ifade ettiği vecihle;

“İşte her cemâl ve kemâl sahibi kendi cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o sultan-ı zîşân dahi istedi ki, bir meşher açsın, içinde sergiler dizsin, ta nâsın enzarında saltanatının haşmetini, hem servetinin şaşaasını, hem kendi san’atının harikalarını, hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip göstersin.

Ta, cemâl ve kemâl-i mânevîsini iki vech ile müşahede etsin:

*Bir vechi, bizzat nazar-ı dekaik-âşinâsıyla görsün.

*Diğeri, gayrın nazarıyla baksın.

Burada hadiseyi tazammun eden manasında;

"Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim (bilinmeye muhabbet ettim) ve kâinatı yarattım." Hadis-i Kudsi'si sayılabilir.

Bunu insan akıl ve kabine yaklaştıran rahmet ise yakınlığını temin ettirmek lütfü bağlamında ise;

“Ben göklere ve yere sığmam, fakat mü’min kulumun kalbine sığarım.” Hadis-i Kudsi'si söylenebilir.

Üçüncü noktada bu iki bakış açısına ait hikmetin ortaya çıkardığı, görünmek, bilinmek, tanınmak, sevilmek, itaat edilmek, ibadet edilmek bileşeninin işlevselliğidir.

Yine Üstadım Bediüzzaman’ın dersinde irad ettiği;

man tevhidi,tevhid teslimi,teslim tevekkülü,tevekkül saadeti ebediyeyi….şeklinde hülasa edilebilir.

Tüm bu iletken bütünlük, anlayış, kavrayış ve kabullenmek olgusunun kazandırılması üzerine hareket etmektedir.İdrak etmeye zorlama yoktur..Çünkü gözün önüne serilen sanat,aklın önüne açılan hikmet,kalbin önüne açılan hakiki sebep,ruhun mahiyetinde olan cezb,vicdanın fıtri iz’an ve taraftarlığında olan sevk yolun yürünmesini kolaylaştıracak,görsel ve içsel tarifnamelerle yeterlidir.

Adil olan yaklaşım iradeyi tercihinde hür bırakmaktır. Bununla birlikte şefkatli olan yaklaşım ise, doğru olanı tercih ettirmek noktasında müreccih iradeye bir meyil oluşturmaktır.

Risale-i Nur Külliyatı-Lem’alar Kitabı, On Dördüncü Lem’anın İkinci Makamında; Allah’ın Vahdet Dairesinin genişliği ve muhatabiyette fikrin acizliği noktasında, yakınlığını ihsas etmesi meselesini ifade edilirken;
......

"Hadsiz kesret içinde vâhidiyet tecellîsi,(Allah’ın bütün varlıkları kapsayan birlik tecellisi) hitab-ı نَعْبُدُ اِيَّاكَ demekle herkese kâfi gelmiyor. Fikir dağılıyor. Mecmuundaki vahdet arkasında Zat-ı Ehadiyeti mülâhaza edip “Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz.” demeye, küre-i arz vüs’atinde bir kalb bulunmak lâzım geliyor. Ve bu sırra binaen, cüz’iyatta zâhir bir surette sikke-i ehadiyeti gösterdiği gibi, her bir nevide sikke-i ehadiyeti göstermek ve Zât-ı Ehadi (her bir varlıkta birliği tecelli eden Allah)mülâhaza ettirmek için, hâtem-i Rahmâniyet içinde bir sikke-i ehadiyeti (Allah’ın her bir varlıkta olan birlik mührü) gösteriyor.

Tâ, külfetsiz, herkes her mertebede نَسْتَعِينُ وَاِيَّاكَ نَعْبُدُ اِيَّاكَ “Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz.” deyip, doğrudan doğruya Zât-ı Akdese hitap ederek müteveccih olsun."

Şekliyle, Allah’ın şahdamarından daha yakın olduğu hakikatini ünsiyet içerisinde bir rahmet tecellisi olarak söylenmiş…

Evet,bir biri içinde müdahil daireler,bir birine bağlı hadiseler,vukua gelen haller,insanın temas etmesi,duçar kaldığı neticeler,sorunlar,nimetler vs..her bir vaka her şeyi ile her sonucu ile ya şükrü ya istiazeyi sığınmayı,tevekkülü,sabrı vb. iktiza etmekte..

İnsanın hoşuna gitmeyen şeyler, mahiyetindeki beka arzusu, hevasının etkisi, tutkularının müptelalığı, tevehhümleri, nefsi değerlendirmeleri bu muamma içerisinde nazarını başka bir noktaya çekebilir.

Gaflete düşebilir ve o gaflet saikasıyla hakikatin hakiki olan güzel yüzünü göremeyebilir. Dünyaya geldiğine pişmanlık gösterebilir. İsyan hallerinde kalabilir. Yaratılışın ulvi maksadına karşı edepsizlik vaziyeti alabilir. Dolayısıyla hilkat-i kâinattaki amacın dışına çıkarak, Rububiyeti müteessir edebilir. Hukuku ibada ve mahlûkatın hukuklarına tecavüz ederek, onları vazifesizlikle suçlamak suretiyle kendisi hakkında bir mahkemeyi netice verip ebedi hapis içerisinde, sonsuz olarak cehennemde kalabilir.

Hem bu felaketi önlemek hem yaratılıştaki maksadı idrak için, her şeyin iyi tarafını görmek, hikmeti anlamaya çalışmak, Kur’anı ve onun nurundan nebean eden eserleri okumakla ve Peygamberimizin A.S.M izini takip etmekle;

Allah ne yaptıysa güzel yaptı,

Neylerse güzel eyler,

Kaderin her şeyi güzeldir,

Her şey güzeldir gibi bir bakış açısına sahip olarak, hakiki mahiyetteki güzelliği idrak ederek, Allah’ın güzelliğine kanaat etmek nimetine mazhar olunmaya çalışılmalı.

O'na tevekkül etmekte,Dua etmekte, O’nu vekil tayin etmekte Rahmetine hikmetine itimad etmeli…Adaletine ,hesap görücülüğüne güvenmeli..Kudreti ile ilgili tereddüde düşmemeli…

Bilgisizliğin davet ettiği,cehaletin körüklediği vesvesenin istilasına kapılmamalı.İnsan dünyaya niye geldiğini öğrenmeli ve yaşamak maksadını idrak ederek..Sahib’ül hayatın marziyatı çerçevesinde hayatını tanzim ederek düzenlemeli…

Ancak Kur’anı, Kur’anın dersini okumadan, çalışmadan, sünnet-i seniye denilen, Allah’ın razı olduğu şeklin temsilcisi, fihristesi olan bir yaşam tarzını benimsemeden güzel görebilmek mümkün değildir.

Çünkü güzellik ancak İmani bir nazar için hakikatiyle gösterilmiştir. Yani bir diğer ifadeyle Mana-yı harfi nazarıyla her şey imana güzeldir.

Diğer zahiri güzellikler ve heveslere göre tasarruf edilen numune nimetler ehli gaflet ve hıyanetin talip oldukları peşin ücretlerdir. Lezzeti gider elemi kalır ve mahrumiyet ardından bir düşmanlık taşır…

Evet Rabbimiz başkasının nazarından görmek irade ettiği eserine bakan gözleri,ebedi manzaralarda ücretlendirmek için seyrin bir adap çerçevesinde olmasını murad etmiş ve bu dileğini Peygamberimizin yüksek ahlakından bizlere göstermiş..

Onun için işiten kulaklar, tutan eller, yürüyen ayaklar, seven gönüller, keşif yapan akıllar, hikmet peşinde giden gayretler önemlidir.

"Allah Teâla Hazretleri şöyle ferman buyurdu:

"Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem."

Hadis-i Kudsi

Hadisin açıklaması için bakınız; (Önemli)

http://www.sorularlaislamiyet.com/ar...r-misiniz.html

Evet, Rabbimiz tüm eserleri, kitapları, peygamberleri A.S,Evliyaları, Asfiyaları, Müçtehitleri, Mücedditleri, kendisinin nurani ve karanlıklı perdelerinin ardındaki güzelliklerin hizmetkârlarıdır.

Kendi aralarında dereceleri, mahsus mazhariyeti ve onlara göre meşrepleri vardır. Fakat amaç bin bir renkli bu haliçe-i nuraniyenin nakışlarını görmek ve talibine göstermektir.

Evet, Rabbimiz kendisine yönelik zanlar hakkında buyurmuş ve habibine söyletmiş A.S.M;

'Ben abdimin zannı yanındayım (Ona Öyle mua¬mele ederim), istediği gibi beni zannetsin'

Hadis-i Kudsi

«Ben kulumun kalbinde iki korku ve iki emniyeti toplamam. Kim (dünyada benden korksa,. Âhirette' onu emniyette bırakırım. Kim dünyada benden (azabımdan) eminse, âhirette onu korkuda bırakı¬rım,» buyurdu.

Hz. Muhammed A.S.M

“Her biriniz (başka şekilde değil) ancak Allah’a hüsnü zan ederek ölsün.”

Hz. Muhammed A.S.M

İyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve hanif (tevhidi) olan İbrahim'in dinine uyandan daha güzel dinli kimdir? Allah, İbrahim'i dost edinmiştir. (Nisa Suresi)

"Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman edenlere dünya hayatında ve şahidlerin (şahitlik için) duracakları gün elbette yardım edeceğiz." (Mümin Suresi, 51)

"...İman edenlere yardım etmek ise, Bizim üzerimizde bir haktır." (Rum Suresi, 47)

"... Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir." (Şuara Suresi, 62)

Ey iman edenler, sabır ve namazla yardım isteyin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.

Bakara/153

'Ben abdimin zannı yanındayım (Ona Öyle mua¬mele ederim), istediği gibi beni zannetsin'

Hadis-i Kudsi


«Ben kulumun kalbinde iki korku ve iki emniyeti toplamam. Kim (dünyada benden korksa,. Âhirette' onu emniyette bırakırım. Kim dünyada benden (azabımdan) eminse, âhirette onu korkuda bırakı¬rım,» buyurdu.

Hz. Muhammed A.S.M

“Her biriniz (başka şekilde değil) ancak Allah’a hüsnü zan ederek ölsün.”

Hz. Muhammed A.S.M


Evet, mesleğimiz olan risale-i Nur bütün dersleri

Tılsım-İ Hilkatin Muamması,

Tılsım-I Muğlâk-I Âlem,

Tılsımı-I Kâinatın Keşşafı,

Hikmet-İ Âlemin Tılsımını,

Hilkat-İ İnsanın Muammâsını,

Hakikat-İ Salâtın Rumuzunu gibi meseleleri idrak etmemizin zahiri ve batıni delillerini talim etmektedir.

Ki, zannımız zahire göre hükmetmesin. Göremediği, anlayamadığı şeylerdeki güzellikleri tahkir etmesin. Zeminden semavata, hayattan ukbaya kadar olan tüm icraat-ı ilahiyenin hakikatini kavrasın. İnsanlık dünyasının tabi tutulduğu imtihanı, Allah’ın mutlak rahim, kerim ve adil olduğu hakkında ilme sahip olsun, marifete yakini olsun..muhabbete ulaşsın…

Kendini Allah’a sevdirmenin yollarını görsün..dua ve ubudiyetin adabını öğrensin..ihlas’a ulaşsın..nefsiyle,şeytanın desiseleriyle mücadele edebilmenin taktiklerini kavrasın…Rabbini isim ve sıfatlarıyla tanıyarak o’na kavuşma,o’nu razı etme isteği ile dolsun..hizmet edebilme aşkıyla yoğrulsun…

Aşağıda, Risale-i Nur’un çok önemli bir hilkat muamması dersiyle son verelim…


YİRMİ DOKUZ’NCU SÖZ’DEN;

Remizli bir nükte:

Şu kâinata dikkat edilse görünüyor ki, içinde iki unsur var ki her tarafa uzanmış kök atmış: Hayır-şer, güzel-çirkin, nef'-zarar, kemal-noksan, ziya-zulmet, hidayet-dalalet, nur-nar, iman-küfür, taat-isyan, havf-muhabbet gibi âsarlarıyla, meyveleriyle, şu kâinatta ezdad birbiriyle çarpışıyor, daima tagayyür ve tebeddülâta mazhar oluyor.

Başka bir âlemin mahsulâtının tezgâhı hükmünde çarkları dönüyor. Elbette, o iki unsurun birbirine zıt olan dalları ve neticeleri ebede gidecek, temerküz edip birbirinden ayrılacak, o vakit Cennet-Cehennem suretinde tezahür edecektir.

Madem âlem-i beka, şu âlem-i fenâdan yapılacaktır. Elbette, anâsır-ı esasiyesi bekaya ve ebede gidecektir. Evet, Cennet-Cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden dalının iki meyvesidir ve şu silsile-i kâinatın iki neticesidir ve şu seyl-i şuûnâtın iki mahzenidir ve ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcudatın iki havuzudur ve lütuf ve kahrın iki tecellîgâhıdır ki, dest-i kudret bir hareket-i şedîde ile kâinatı çalkaladığı vakit, o iki havuz münasip maddelerle dolacaktır.

Şu remizli nüktenin sırrı şudur ki:

Hakîm-i Ezelî, inâyet-i sermediye ve hikmet-i ezeliyenin iktizasıyla, şu dünyayı, tecrübeye mahal ve imtihana meydan ve Esmâ-i Hüsnâsına ayna ve kalem-i kader ve kudretine sayfa olmak için yaratmış.

Ve tecrübe ve imtihan ise, neşvünemâya sebeptir.

O neşvünemâ ise, istidatların inkişafına sebeptir.

O inkişaf ise, kabiliyetlerin tezahürüne sebeptir.

O kabiliyetlerin tezahürü ise, hakaik-i nisbiyenin zuhuruna sebeptir.

Hakaik-i nisbiyenin zuhuru ise, Sâni-i Zülcelâlin Esmâ-i Hüsnâsının nukuş-u tecelliyâtını göstermesine ve kâinatı mektubat-ı Samedâniye suretine çevirmesine sebeptir.

İşte, şu sırr-ı imtihan ve sırr-ı teklif iledir ki, ervâh-ı âliyenin elmas gibi cevherleri, ervâh-ı sâfilenin kömür gibi maddelerinden tasaffi eder, ayrılır.
İşte, bu mezkûr sırlar gibi daha bilmediğimiz çok ince, âli hikmetler için, âlemi bu surette irade ettiğinden, şu âlemin tagayyür ve tahavvülünü dahi o hikmetler için irade etti.

Tahavvül ve tagayyür için zıtları birbirine hikmetle karıştırdı ve karşı karşıya getirdi.

Zararları menfaatlere mezc ederek,

şerleri hayırlara ithal ederek,

çirkinlikleri güzelliklerle cem ederek, hamur gibi yoğurarak, şu kâinatı tebeddül ve tagayyür kanununa ve tahavvül ve tekâmül düsturuna tâbi kıldı.

Vakta ki meclis-i imtihan kapandı.

ecrübe vakti bitti.

Esmâ-i Hüsnâ hükmünü icra etti.

Kalem-i kader, mektubatını tamamıyla yazdı.

Kudret, nukuş-u san'atını tekmil etti.

Mevcudat, vezâifini ifa etti.

Mahlûkat, hizmetlerini bitirdi.

Herşey mânâsını ifade etti.

Dünya, âhiret fidanlarını yetiştirdi.

Zemin, Sâni-i Kadîrin bütün mucizât-ı kudretini, umum havârık-ı san'atını teşhir edip gösterdi.

Şu âlem-i fenâ, sermedî manzaraları teşkil eden levhaları zaman şeridine taktı.

O Sâni-i Zülcelâlin hikmet-i sermediyesi ve inâyet-i ezeliyesi,

o imtihan neticelerini, o tecrübenin neticelerini,

o Esmâ-i Hüsnânın tecellîlerinin hakikatlerini,

o kalem-i kader mektubatının hakaikini,

o nümune-misal nukuş-u san'atının asıllarını,

o vezâif-i mevcudatın faydalarını, gayelerini,

o hidemât-ı mahlûkatın ücretlerini ve

o kelimât-ı kitab-ı kâinatın ifade ettikleri mânâların hakikatlerini ve istidat çekirdeklerinin sünbüllenmesini

ve bir mahkeme-i kübrâ açmasını

ve dünyadan alınmış misalî manzaraların göstermesini

ve esbab-ı zâhiriyenin perdesinin yırtmasını

ve herşey doğrudan doğruya Hâlık-ı Zülcelâline teslim etmesi gibi hakikatleri iktiza etti.

Ve o mezkûr hakikatleri iktiza ettiği için, kâinatı dağdağa-i tagayyür ve fenâdan, tahavvül ve zevalden kurtarmak ve ebedîleştirmek için, o zıtların tasfiyesini istedi ve tagayyürün esbabını ve ihtilâfâtın maddelerini tefrik etmek istedi.

Elbette kıyameti koparacak ve o neticeler için tasfiye edecek. İşte, şu tasfiyenin neticesinde Cehennem ebedî ve dehşetli bir suret alıp, taifeleri “Sizler, ayrılın, ey mücrimler!” Yâsin Sûresi, 36:59. tehdidine mazhar olacak; Cennet ebedî, haşmetli bir suret giyerek, ehil ve ashabı "Size selâm olsun. Buraya ter temiz geldiniz. Ebediyen kalmak üzere girin Cennete." Zümer Sûresi, 39:73. hitabına mazhar olacak.

Amenna

Hasbihal

Değerli Dostlar..

İnsanın en kıymetli ve üstünde titrediği malı, onun ruhudur..der Üstad Bediüzzaman…Onu zâyi olmaktan ve fenadan ve başıboşluktan muhafaza etmek için kuvvetli ve emin bir ele teslimin sevincinden bahseder…Ve ölüm meleğini ruhunu eline teslim edeceği emin bir varlık olarak görür,sevinç hisseder…

Yaşam soru ve cevapların harmanında yapılan mücadelenin sonucu ile belirginleşir kişi için.Merak ilmin hocasıdır..öğrenme iştiyakı bilginin peşinden gitme şevkini oluşturur.Hiç bir şeyin başı boş olmadığı bir evrende insanın kendini bizzat ve müstakil bilmesi ve yine Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle ,üzerinde bir rakibin,gözetleyicinin bulunmasını istememesi,beklide vurdum duymazlık savurganlığını insana yaşatan duyguların başında gelir.Heves ve arzuların hissin kör tarafına dayanan durumu,mantıksız ve düşüncesiz bir çok hareketin doğmasına sebep olur.Ve insanın hayatı güvensizlik ve endişe üzerinde akmaya başlar.

Değerli şeyler aniden oluşmaz. Ödüllerine kolayca ulaşılmaz. Kıymet bir bedelin sonucunda oluşur. Erdem tüm süreci kanıksayan bir kabulleniş fikir ve eyleminin meyvesidir. İstekler fiiler bağlamında olgunlaşır. İstek ve dileklerin ani şekilde karşılananı son nokta özelliğinde olan şeylerin karşılığıdır. Fırtına çıkmıştır ve pamuk ipliği kopma noktasına gelmiştir. Her kapı kapanmıştır vb gibi…

Dileklerin uzun yol kat edenleri ise, ihtiyaç, mana, tarz, amaç, sonuç gibi birçok menzilden geçer. Birçok usul ve fasıl ve de asıl süzgecinden süzülür. Devasa bir sistemin işleyişinde kaidelere bağlı yanı tüm kâinatı ilgilendirir ve çok geniş bir hukuk nezdinde ele alınır. Tüm bu zorluk olarak görünen kapı kapı üstüne görüntü haddi zatında bir görüntüdür. Belki yüzlerce perdenin örttüğü bir güzellik ve en gerçek keyfiyet ve maksada ulaştırır insanı… Hali hazırda acil olmayanlar, muaccel bir cennet ödeneğidir.

Ömrün uğradığı duraklar..içinde karşılaşılan durumlar.Davranış ve tutumlar..düşünceler sürekli bir alış veriştir.Ve dünya bu meyanda bir sergi bir Pazar yeridir.Bir şeyler ödenir ve bir şeyler alınır.Bazen iyi mallar ve bazen çürük şeylere talip olunur bu çarşıda.Her alış veriş ve bünyeye dahil edilen şeyler vücudun ve ruhun sağlığı ile ilgilidir.Acele tüketmek,peşinci olmak,sabırsızlık iktisadi olarak sistemi akamete uğratır.Olur olmaz her şeyi havsalaya doldurmak,gereksiz lüzumsuz şeylere yatırımlar yapmak,geliri azalttığı gideri çoğaltmak sermayenin tükenmesi ve iflasın gelmesi demektir.

Harcama alışkanlıkları sınıfların statüsünü belirler.Düşük gelirlilerin harcamaları hep bir ihtiyaç ekseninde döner.Bu durum öyle bir hale gelir ki;ucuz olarak algılanan her şey bir ihtiyaçtır görüşüyle tüm gelirlerini sarf ederler.Orta gelirli olanlar yetinmek konusundan yoksundurlar ve sürekli ulaşabilmeleri kolay olan ihtiyaçları oluştururlar.Belli olan gelirlerini tüketebilecekleri bir çok gereksinimleri vardır..örneğin var olanın yenilenme zamanının geldiği gibi…Bu nedenle sürekli yükümlülük satın alırlar.Düşük ve orta gelirliler bu bağlamda sabit bir çerçeveye dahil yaşarlar.Muhtemelen kendilerinin önceliği dışında hiçbir kimsenin de işine yaramazlar.

Diğer taraftan gerçek zengin olanlar ise, yükümlülük değil varlık niteliği olan şeylere, yani sürekli getirisi olabilecek şeylere yatırım yaparlar. Bu nedenle iyi bir finans yönetimi ile sürekli kazanırlar. İstihdam oluştururlar, vergi verirler, sosyal sorumluluk projeleri ile topluma değer üreten, fayda sağlayan bir konumda bulunurlar.

Değerli Dostlar!

Ruhumuz bize verilmiş bir varlık,bir değer bir ana sermaye…Bir emanet..ölümlü bir bedende misafir bir cevher…Ruhumuzu basit şeylere ulaşmak adına heveslerimizin oyununa getirmemek önemli..ve yukarıda söz edilen orta gelirlilerin davranışı gibi,sürekli bir ihtiyaç sürekli bir meşguliyet ve ilgi alanları üretim,ebedi bu konumda kalınacak gibi yükümlü ve yorgun bir ruha sahip olmamalıyız.

Üçüncü olarak gerçek zenginlerin varlıklarını kollayıp, işlevsellik kazandırdığı sermayelerini yönetmekte gösterdikleri dikkat nevinden, bu sermayemizi kollayarak, gözeterek, doğru yatırımlara yönlendirerek sonsuza yakışır bir özvarlığa çevirme titizliği en akıllı bir yatırım şekli olsa gerek.

Değerli Dostlar,

Dünya da her şey bir hikmet ve ölçü ile bir karara bağlanmış..ebedi bir hayatın ürününü yetiştirmekte..ve bu mezraya ekilen her insan davranışlarına bağlı olarak,celp ettiği elementlerin tesirine göre sürgün vermektedir.Cennetin tuba ağacı ile cehennemin zakkumu bu ekeneğin mahsulüdür.

Üstad Bediüzzaman’ın bir ifadesiyle hasbi halimize nokta koyalım..Demiş ki;
………………….
Eğer insan, şu dar âlem-i arzîde, hayat-ı dünyeviye toprağı altında, o cihazât-ı mâneviyesini nefsin hevesâtına sarf etse, bozulan çekirdek gibi, bir cüz'î telezzüz için, kısa bir ömürde, dar bir yerde ve sıkıntılı bir halde çürüyüp tefessüh ederek, mesuliyet-i mâneviyeyi bedbaht ruhuna yüklenecek, şu dünyadan göçüp gidecektir.

Eğer o istidad çekirdeğini İslâmiyet suyu ile, imânın ziyâsıyla, ubûdiyet toprağı altında terbiye ederek evâmir-i Kur'âniyeyi imtisâl edip, cihazât-ı mâneviyesini hakiki gâyelerine tevcih etse, elbette âlem-i misâl ve berzahta dal ve budak verecek ve âlem-i âhiret ve Cennette hadsiz kemâlât ve nimetlere medâr olacak bir şecere-i bâkiyenin ve bir hakikat-i dâimenin cihazâtına câmi' kıymettar bir çekirdek ve revnaktar bir makine ve bu şecere-i kâinatın mübârek ve münevver bir meyvesi olacaktır.
……………..
Ey insan! Hayatın ağır tekâlifini omuzuna alıp zahmet çekme. Hayatın fenâsını düşünüp hüzne düşme. Yalnız dünyevî, ehemmiyetsiz meyvelerini görüp, dünyaya gelişinden pişmanlık gösterme……………….

Rabbimiz ebedi hayatımızın sermayesini muhafaza etmemizde bizimle olsun..Âmîn…


Selam ve dua


Madem öyledir, dikkat et...

Âdem’in AS..yaratılması..secde emri..melek ve şeytanın aldığı pozisyon ve netice…Her şey buradan başlıyor..Ebedi bir dostluk ve mahşere kadar sürecek bir düşmanlık…

Dostluk tarafı ,İnsanın yaratılışındaki hikmetin tespit edilmesiyle başlamış..düşmanlık ise mahiyet ve maksadı tescil edilmiş bu yaratılışı ile birlikte belirli bir mühlet için serbest bırakılmış…

Büyük hadiseleri kavramak,ne olup bittiğini anlamak,içeriği hakkında bilgiye sahip olup,çıkan sonuçları kabul etmek ciddi bir süreç..ve aşama tüm teklif edilen davetin icabını destekleyen deliller,dayanaklar ile beslenmektedir.
Kalp kulağı ile dinlemek, basiret nazarı, feraset açısı ile görmek, ifrat ve tefritten azade olmuş bir akılla düşünmek, vicdanın sesine ulaşmak, kaliteli bir tefekkürü, olgun bir muhakemeyi, kazanım elde edilen bir içsel, zihinsel, fıtri mutaalayı hayattar hale getirmek, iman ve yaratılış arasındaki misaki sözleşmeyi yaşanılır kılmak anlamına gelir.

İnsanın teyakkuzda olması gereken en ehemmiyetli konu; insandan maksud olan Rabbani marziyatın bozulmamasıdır. Şeytanın düşmanlığı bu noktada işlemektedir. Ve bu adavet ciddi bir planlama ve aksamayan bir didiniş ele yapılandırılmış ve uygulanmaktadır. Yani insanın yaratılışı ile huzur-u İlahiye de başlayan ve bilfiil haline getirilmesi için izin istenilen, cennet ve cehennemim vücuduna sebep olan gayet önemli bir iş…

Beşer dünyasının resmini büyütüp baktığımızda ve manzaranın bütünlüğüne hâkim olduğumuzda bu eski şeytani iddianın konuya ne kadar hâkim olduğu ortaya çıkmaktadır. Dünyanın içinde olduğu durum ve tahrip nevi ve büyük suçların kim tarafından kime karşı işlendiğine dikkat edildiğinde şeytanın, yoldan çıkarmak, imha etmek, zulme bulaştırmak, kana boğmak, kısaca insan yaratılış özelliğinin dışında, yani Ahsen-i takvim’e en muhalif şekilde çalıştığını ve çok şey. Başardığını görmek mümkün…

İnsanın sinir uçlarına hâkim olunması, zaaf noktalarının bilinmesi, açıklarının izlenmesi ve vazifesizliğinden, görevlerini yerine getirmemekten, kendisine verilen özellikleri eyerli yerinde kullanmamaktan aralanan kapılarından girilmesi, hileye ve aldanmaya açık hale gelmesine sebep olan cehaleti ve bilgisizliği, dinini, kitabını, peygamberini yeterince tanımaması, ameli noktada ki zaafların çokluğu maalesef bu tahripkâr şeytani akımı bir güç haline getirip, üzerinde muvaffak olmasına medar olmaktadır.

Oysa Allah CC, İnsanın yaratılışı ile deliye dönmüş ve kibri ile kendinden geçmiş olan şeytanın;

"Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna." (Hicr Suresi, 39-40)demesiyle kendine tanınan mühletini doldurmasına karşılık, İnsana ihlâslı olmak ve tövbe etmek silahı verilmiş ve sürekli bir konumda bırakılmıştır. Tövbe kapıları kıyamete kadar açıktır ve İnsan Allah’ın emir ve yasaklarına uymakla ihlâsı kazanır.

Bu eski düşmanlık hiç hız kesmemektedir..Acaba şeytan neleri süslü göstermektedir.Hangi zayıf noktalarımıza kolayca ulaşabilmektedir..masumiyet addettiğimiz şeyler nelerdir..nerelerde iyi yaptığımızı,haklı olduğumuzu ve kimlerin neyi hakkettiğini düşünüyoruz..en çok nelere kızıyor ve neleri seviyoruz..kutsallık derecesinde önem verdiğim şeylerin,dokunulmazlarımızın adı nedir..vs vs vs..Belki tüm dünya görüşümüzü,yaşamaya ait fikirlerimizi gözden geçirmeliyiz…

İnsan kıymeti ve cevheri büyük bir varlıktır..Allah’ın değerli bir muhatabı ve esma-i ilahiyesinin tümüne mazhar bir hazine özelliğindedir…Ancak insanın kendini bilmemesi,öğrenmemesi,tembelliği,tenperverliği onu bu yüksek kıymetten aşağı düşürüp,şeytanın maskarası hükmüne getirmektedir.

Neye üzüldüğü belli olmayan,neyi sevdiği ve nelere sevindiği muamma olan,ne istediği hakkında net bir şeyi ortaya koyamayan,arzuları dünyaya münhasır,ahireti için bir endişe,merak kendisinde bulunmayan,ilme yabani olan bir insan kendisi ile kedi fare oyunu oynanan bir insana dönmüş demektir.
Yine buna karşılık,Yaratışının hikmet ve amacının farkında olan,uyanık,Allah’ın emirlerine karşı dikkatli ve gereğini yerine getirmeye çalışan,haramdan,hileden,aldatmak ve aldanmaktan içtinap edip,her türli noksanlık ve zaafı noktasında Allah’a sığınan,ilmin talibi,öğrenmeye müştak,korku ve ümidi olan,ebedi hayatı düşünen ve elinden aczini ve tövbesini bırakmayan insanlar ise İhlasa sırrına ulaşmış insanlardır.

Bu eski düşmanlığı unutmamış ve nefislerine karşıda teyakkuz halindedirler..Çünkü şeytanı ilk dinleyen Nefsi emaredir..peşine talip,acelesi,önünü arkasını düşünmeyen,hazır lezzetin takipçisi ve daima fenalığı isteyen bir mahiyettedir.Tezkiyesi ve terbiyesi bulunmaz ve hak tarafına yönlendirilemezse şeytanın ordusunun bir neferi gibi çalışacak ve insanın ebedi nedametine ve şekavet’ine sebep olacaktır…

El Hasıl;

"Madem öyledir, hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem'a, bir işarette, bir öpmekte batma. Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma. Çünkü çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar. Nasıl küçük bir cam parçasında gök, yıldızlarıyla beraber içine girip gark oluyor. Hardal gibi küçük kuvve-i hafızanda, senin sahife-i a'mâlin ekseri ve sahaif-i ömrün ağlebi içine girdiği gibi, çok cüz'î küçük şeyler var, öyle büyük eşyayı bir cihette yutar, istiab eder."


Bediüzzaman

Dönüş

İnsanın düşmanları pek çok,belaları pek fazla… Başta kendisi ve arzuları, istekleri şeklinde ifade edilmiş…

Dünyanın akışı ve hadiselerin görüş ve etki mesafesine girmesi, insanın davranışları, olaylar karşısındaki tutumu karşılığında şeklini belirlemekte…

Neticelerin en müteessir edeni yani üzeni,insanın kendi eliyle kazandıklarıdır.Elinde olmadan başka şeylerin tesiri ile ortaya çıkanlara karşı yumuşatıcı,kabullendirici bir yapı insanın düşünce ve ruh dünyasında hafifletici etki sağlar.Genel afetler,ölümler vs gibi..Ölümlü dünya..hayat devam ediyor..takdir-i İlahi..ne gelir elden..Sabırlar diliyorum..bu da geçer vs. vs. vs……Fakat insanın kendi kazdığı kuyuya düşmesi,faaliyet birikimleri,sebep ve sonuç ilişkileri ile boynuna asılı bulduğu neticeler öyle kolayına kabul edilebilir şeyler değildir.

Çünkü sebep sonuca ilişiktir. Yani seninledir, elinde, dilinde, ruhunda, kalbinde, aklında ve ortadadır. Bir yerin kesilmiş ise ömür boyu o izi ve nedenlerini taşırsın gibi… Bizzat olayın içinde olmak, aksiyona katılmak insanda kalıtımsal sonuçlar bırakır. Ve baskından uzaklaşmak kolay değildir.

Yaşanılan şeyler,yaşam nevi itibariyle çıktılarını oluştururken,bir süreç beslemesiyle birlikte gelir.Örneğin bir damarın tıkanması aniden oluşmaz..Bir iç organ birden kullanılamaz hale gelmez.(Kazalar vb hariç)İnsana felç bir birikim sonucu uğrar.Dolayısıyla bu tür gelişmelerin olumsuzluğundan necat bulmak bir dizi cerrahi operasyonu,ani müdahaleyi gerektirebilir.Ya o uzvun bedenden uzaklaştırılması,ya tahrip olmuş yerin ayrıştırılması,ya nakil vs..yine sonuç itibariyle hiçbir şey eskisi gibi olmaz.Bu nedenle hayat tüm maddi manevi sağlık aşamalarıyla önemlidir.

İçsel ve duygusal yaşam, yani hisse, duyguya, düşünceye dayalı olan yaşamında darbe aldığı, yaralandığı, tahrip olduğu birçok cephe vardır. Konu başında denildiği gibi insan, birçok düşmanla mücadele etmek zorundadır. Bu bağlamda savaşı kazanmak stratejik bir ordu düzeni, hareket kabiliyeti, ikmal ve karargâh desteği ile mümkündür. Yoksa her planlı taarruza, etki ve tepki yaklaşım refleksi yeterli bir müdafaa biçimi değildir.

İnsana hücum eden her şey insanın sonsuz yaşamını etkileyecek biçimde organize olmuştur ve tüm ömür mercek altındadır.Çocukluktan başlayan akınlar vardır.Erik çalmak,komşu camını kırmak,hayvanlara kötü davranmak,eşyalarını hor kullanmak gibi..Genç olunca daha başka şeyler..daha tatmin özellikli ve ego merkezlidir..kendini kabul ettirmek,marjinal takılmak,cesaret,cüret,farklılık arayışı,kimlik bunalımı,aşk,kıskançlık ve beden yaşantısının hayvani keşfi vs..Orta yaş ve ileri yaşlar gençlik evresinin kalıntıları ile şekillenir.Ve neticeleri ise o geçmiş verasetin vesayetinde kuruntulu bir geleceği tanzim eder.Zevksiz,vakardan uzak bir yaşam akıbetinin çürük asasına dayanarak ömür tüketilir.

İnsan tercihlerinde özgürdür. Bu nedenle de sonuçlarından sorumludur. Tercih etme hakkı olmadığı şeylerin sonuçlarına yönelik ise bir mesuliyet taşımazlar.
Evet, insanın kendine yönelik almış olduğu yara bereler, kalp ve ruhundaki deformasyon, insan hakkında yaratılışı ile başlayan bir iddiayı ve talebi göz önüne getirir. Yaratıcının ilk insan Âdem AS. Yaratması ve insan nevi hakkındaki planı ve insana verilen özelliklerin teşhir edildiği bir boyutta, şeytanın ve meleklerin yaklaşımı imtihan edilecek konunun da bölümlerini belirgin hale getirmişti.

İblisin kıskançlığı ve itirazı, meleklerin ifadeleri ve yaratılış hikmeti hudutları belli bir tabloyu ortaya koydu. Yaratıcı insanı yaratış hikmetinin temel olgularını gösterdiğinde, şeytan insanın mağlup olunabilecek özelliklerini tespit etmiş ve yaratılış maksadının karşında yer alarak, isyanın en büyüğünü uygulamak için mühlet istemiştir. Güya insanın halife seçilmesi, ilahi planda bir hataydı ve o bunu ispat edecekti…

Aynı yaklaşımın benzerini meleklerde göstermiş fakat hikmetin tahakkuku, yani insana verilen özelliklerin sadece tahrip etmek olmadığını, onda bulunan cihazların en yüksek şekilde yaratıcının amacı doğrultusunda netice verebileceğini ve üstün bir yaratılışa sahip olduğu hakikatine ulaştıktan sonra, insana düşmanlık beslemenin tam aksi istikametinde, fayda temin eden, yardımcı unsurlar olarak komunlandırılmışlardır.

İnsanın yaratılışı iki farklı görüşü ve karşılığı ortaya çıkarmıştı..Birisi,insandaki nefsani özellikler menfezinden girerek onu bozacak ve ilahi planın yanlışlığını ispat edecek bir şeytani ekol..Diğeri ise,bu düşüncenin yanlış olduğu ve planın mükemmel bir plan ve mazharın en güzel bir mazhar olduğunu kabullenip,daha doğrusu fikri değişip,hedef ve planın realitesini kabul edip,yaratıcıyı tüm noksan sıfatlardan tenzih ederek boyunları eğmiş ve proje içerisinde katkı sağlayanlar olarak yer aldırılmış,görevlendirilmişlerdir.

Bütün hayatımızda asıl izlediğimiz şey ve yaşadıklarımız, ortaya çıkan sonuçlar yukarıda özetle söz edilmiş konular ile kesişir. Alınan yaralar, neticelere yaklaşım, olumsuz hayat algısı, isyanlar, itirazlar, görevsizlikler ile insan, yaratılış planın doğru bir plan olmadığı noktasında şeytanın iddiasını ispat etmek adına elde edilen çıktılardır.

Yani işte görülüyor ki;

Halife olarak adlandırılmış olan insan, kendi heva ve hevesleri doğrultusunda yaşamaya müsait ve her yaptığını bizzat isteyerek yapan, zevk peşinde koşan, her şeyi kendi çıkarına feda edebilen, en küçük kışkırtma ile yoldan çıkan, iradesiz, cahil, basit bir mahlûktur. Yaratıcının bu insanı halife olarak tespit etmesi hatalı bir iradedir.

Eğer insana hakkında elde edilen bu sonuçlar direkt olarak söylense idi bunların hiç birini kabul etmezdi. Ancak yaşam tarzının içine eritilmiş olduğunda hiç birinin farkına varmadan bu sonuca isteyerek ve bilerek koşmaktadır. Öncelikle bir defa olsun kendisinde bir meyil oluşması, bir lezzetin tadına varılması zamanla alışkanlığa döneceğinden, daha sonra müptelalığa ulaşacak ve terki mümkün olmayacak bir konuma taşınacaktır. İşte kendi isteklerini ilah edinme durumu burada ortaya çıkacak ve desisenin aktif bir potansiyeli ve savunucusu olacaktır.

Hayat bardağında şehvetin adı aşk ile eritildiğinde, cömertlik ve iyilik, hastalık olarak kabul edildiğinde, hak kuvvetli olmakla yer değiştiğinde, hayâ, edep özgürlük adı altında çirkinleştiğinde, hiçbir anlam içermeyen, sadece mutsuzluk enjekte eden şarkılar, müzikler ruhun gıdası olduğunda, güzel şeyler yapmak için yaşlanmak beklendiğinde, çekiştirme, kovuculuk basitleştiğinde, boş işler haber almak, hiçbir niteliği olmayan kitaplar ve okumakla entelektüellik olduğunda, ölüm, daha çok var ile isimlendirildiğinde insanın cevheri bozulmuş ve ele geçirilmiştir.

Diğer taraftan, insanlığının farkına varmış, dünyanın geçiciliğini anlamış, görevi kabul etmiş ve hayatı tüm niteliği ile yaşamaya çalışan ve yaratılış planı doğrultusunda yaşayanlarda vardır. Bunlar az ve değerlidirler. Rablerini tanımaya, onun isteklerini kavramaya ve hayat yolculuğunu meşru daire denilen yerde geçirmeye azmederler.

Yukarıda söz edilen mağlubiyet tablosuna, Yaratıcın çok ciddi artıları vardır. O’da tüm bu olumsuz gelişmelerle elde edilen sonuçlara karşı duyulan pişmanlık duygusu ve bunu itiraf ederek ifade edilen bağışlanma dileğidir. Meleklerin farkına varıp, Allah’a rucu ettikleri gibi kendi yaratılış sebebin fakına vararak, o çizgi üzerinde yürümek isteğidir.

Evet, Şeytanın bütün çalışmasını iflasa sürükleyen hatalarının farkına varmış bir insanın, kusurlarını Rabbinin huzurunda eteğine dökerek, af beklentisidir. Bir anlamda yaratış planı Allah’ın rahmeti ile desteklenmektedir. Bu nedenle şeytan buradaki stratejisini kendini unutturmak, kişinin farkına varmasını önlemek, yapılan hataları süslü göstermek, ciddi işleri önemsizleştirmek gibi noktalar ile oluşturmuştur. Bu nedenle tövbe etmek, her işe besmele ile başlamak, hata yaptığını da yapmadığını da düşünse tövbe etmek gibi tavsiyeler, emirler ısrarla beyan edilmiştir.

El hâsıl, dikkatli bir yaşam, titiz bir algı hayatı ebedi renklendirecek ve helal dairesinde nefes almanın lezzetini ortaya çıkaracaktır.
Kuzu postuna bürünmüş kurtların farkına varmak dileğiyle…

"Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar." (Zümer, 39/53)

De ki: “Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım.”(Mü’minûn 97)

“Ey Rabbim! Onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım.”(Mü’minûn 98)

Âmîn

Mümtaz Letafet

İnsanın yüzleştiği bir önemli gerçeği kendi zayıflığı olsa gerek. Acizliği, takatinin yetmeyişi ve isteklerine ulaşmaktaki çektiği zorlukları… Düzeltemediği gerçekler, kaçamadığı, uzaklaşamadığı istemediği şeylerle dolu bir hayat ve fikrinde birikmiş tortular…

Sistemin işleyişi ve zembereğin kuruluşu hiçbir fikri esas almadığından ve büyük iradenin hâkim olduğu maddi ve manevi unsurlar tek başına bir hüküm ve tasarımla, öncesi ve sonrası, hazır olanı ve içsel derinliğe haiz bir tarzda icra edilmiş…

İnsan ise bu büyük kadranda kendini müdahil,müstakil ve karışabilen olarak görebilmekte ve o şekilde hadiselerin içerisine girmek,varlığını ilan etmek gibi fikri vücudi olan teşebbüslerde bulunmakta…Ne kadar başarılı olur,sözü neye geçer,onu kim dinler,kim baş üstüne der,buyrukları nerelere kadar ulaşır muamma..yani aslında onu hiçbir anasır dinlemez,tabiat söylediklerine kulak kesmez,hiçbir vadi merhamet etmez vs. vs. vs…Ancak koca bir malikiyet vehmi ufku karartır..Oysa icra tüm zamanları ve ihtiyaçları önceden tesis ederek programlamıştır..Havadan suya,ışıktan gıdaya,yaşamın tüm gereksinimleri,hastalıkları ve ilaçları,kısaca hayata ve ölüme lazım olan her şey,tüm canlı ve cansız mazharların heybelerine koyulmuştur.

Müdahil olunmaz ve bu taşın bir zerresi yerinden oynatılamaz bir ihata ve malikiyet gerçeği kendini gösterir…

Buna rağmen ve o rağmenin alt konjöktüründeki mağlubiyet planı, Donkişot’un yel değirmenleri ile olan savaşı nevinden bir hırs ve felsefi bir temerrüd cuntası hayata tahakkümi bir dayatma ile içinden çıkılmaz bir neticeyi insanın kucağında bırakarak nefes almayı zorlaştırmakla teslim-i silah için şeraiti düşünce cephesine sürülmüştür.

Tüm faaliyet akıbetine şerh düşülmüş yafta ;güçlü değilsin..tek başına başaramazsın..birinin yardımı olmadan o kuyudan çıkamazsın yazıları ile doludur.

Bu esasın esası, agresif bir baş kaldırış hareketine isyankârane bir tarzda sahip olmak değildir. Belki kendi iradesinin istimali ve kullanılması noktasındaki neticeyi bizzat müşahede edip, zatından müteşekkil bir emanet oluşturup, kendini ebede kadar bir yed-i emine bırakmaktır. İnsanın üzerinde bulunan cihazların özelliklerine ait marifeti ve işleyişleri hakkındaki bilgi edinmesi, istiab ve kapasitelerini keşif etmesi ile ortaya çıkan şehadetten müteşekkil bir neticedir aslında hakiki varlığın ve farkına varmanın başlayış noktası… Kim bunun neresinde kim neresine kadar yolculuk yapabilir o hazırlanan vedianın ambalajına bağlıdır herhalde…

Bu hayatsal ivme, anlayıp kabul edenler ve kavrayamayıp akıl erdiremeyenler bağlamında iki zaviye ile hedefe doğru yürür.

İdrak ehli kendini iz’anın eliyle bir sepete koyup,nil-i tevekkül akıntısına bırakır..Gaflet ehli olanlar ise müdahil olamadıkları,hiçbir zerresini yerinden kıpırdatamadıkları,hiçbir şeyin iradi kontrölünün elinde bulunmadığı bir hayata karşı sahiplik iddiasıyla yaşamaya devam edip akıntıya karşı kürek çekerler.Buradaki davranış nüansı bir müşahede aklının iktizasıyla belirginleşir.Yani kendinin farkına varamayan ve hakikati hakkında bir tanıma gayreti içerisinde olamayanlar hiçbir zaferi olmayan yorgun savaşçılar olarak akıbetlerine doğru yol alırlar.Kendi hakikatine vasıl olmuş,aczini müşahede etmiş ve ihtiyaç dairesinin genişliğine vakıf bir görüş ise tüm ile olan ilişkisi ve bağlılığı noktasında ve farkına vardığı rabıtanın iktizası doğrultusunda kendini külli tasarrufun eşiğine bırakır.Çünkü insanın en temel gerçeği gayet aciz ve zayıf oluşudur.Ve tüm kuvveti bu aczi ve zaafı ile kendini kudrete ve sonsuz merhamete kabul ettire bilmesindedir.

İnsan hayat anlayışı ve davranış karşılığı ile kendi hakkındaki hükmü verdirir. Hayali bir varlık iddiası ve kendine yer edinme kurgusu ciddi bir yalnızlık ve karanlıklarla dolu bir dünyayı meydana çıkarır. Eşyanın ve yaşamın tüm varlıkları, eserleri ve sadır olan neticeleri kontrol altında ve kabiliyetlerince yaratılış amaçlarına göre boyun eğmişlerdir. Tüm kâinatın ve sistemin karşısına geçip “ben kendimin sahibiyim”diye evrene bırakılan bir söz “öyle ise kendinle baş başa kal”aks-i sadası ile karşılık bulacaktır. Ve bu insan hakiki dışlanmanın içerisine terk edilecektir. Bu durum tamamen yanlış anlamanın bir sonucudur. Hayata savaş açanlar, yaşama düşmanlıklar üretenler bu anlayışın mahsulü olacaktır.

Her şeyin gerçek yüzünü görmek, gerçek sesini işitmek ve lehinde ve de aleyhinde olan şeyleri tespit edebilmek ve bu elde edilen varidat ile ne yapacağını bilmek hayat pusulasını doğru okumuş olmak anlamına gelir. Hayatın içine saklanmış ve ömür menzillerine bırakılmış yolluk nimetleri bu mana yolcularını bekler.

Yol başı, ara duraklar sürekli bir hareketlilik ve seslenişe muntazırdır. İstikamet ise varılmak istenilen hedefe doğru istikrar gösterilmesidir. Yalpalanmak, düşmek, kalkmak, emeklemek, sürünmek her ne olursa olsun amaç çizgisi üzerinde kazanım sayılır. Yeter ki insan kendi ile ilgili ilan ve ilamını doğru yerde doğru noktada tebliğ ve sunum paketini itinalı bir zarafet, mümtaz letafet ve edep ile takdim etsin…

Yol Işıkları

Hayatın basit olmadığı ve anlamsızlık içermediği, evrenin yüzünde görülmektedir. Her şeyde gözetilen bir intizam ve düzenli işleyiş ve varlıkların tümünde bulunan oranlamalar önemli bir dikkati, titiz bir planlamayı ilan ediyor.

Varlık âlemini şuurlu, yani akıl edebilen, anlayabilen, idrak yeteneği, ölçme biçme kabiliyeti olanlar ile olmayanlar arasında ayırdığımızda, kargaşanın akıl sahiplerinin bulunduğu noktayı işaret ettiği gayet açık. Hayvanlarda da bir nevi tercih edebilme özelliği izlenebilmektedir. Yani irade nerede var ise kişisellik doğrultusunda kullanılıyorsa orada bir düzensizlik hâkim olmaktadır.

Yani uzun uzun sözün kısası,seçenekler üzerinden netice veren hayat,sonuçları itibariyle bir iradenin mahsulüdür.Her fiilin,başlangıcı,gelişmesi ve nihayetinde o hareket ile bağlı bir somut gerçek kendini göstermektedir.Yani karşılık bulunacak olan,yapılanın nevinden olacaktır..Yüzme bilmemek ve denize girmek sonucunda,yüzme bilmeyip denize girmek neticesinde boğulmak kaçınılmazdır..ve bu karşılık,bilgisizlik ve deniz nevinden boğulmakla ortaya çıkan bir sonuç olacaktır gibi…

Bu nedenle kendisinde tesadüfe yer olmayan hayat,fiil ve karşılık açısından bir tanımlamaya ihtiyaç duyduğundan,bilinçli bir programa tabidir.Ne yapılırsa nasıl sonuç elde edilir,ne yapılırsa başarılı olunur ve ne yapılmaz ise başarısızlık ve ne yapılırsa kazançlı çıkılır..ve tüm bu mücahedenin akıbeti nedir ve ne olacaktır gibi her şeyin açıklanması,tarif edilmesi ve üzerinde durulması gerçekleşmiştir.
İnsandan ne beklendiği,nereden gelip nereye gittiği ve bu dünyada ki işinin ne olduğu gibi yaşamanın en temel realitesi ve esasları da belirtilmiş..Mesela;İnsan hayvan gibi yaşayıp,keyif sürmek için dünyaya gönderilmemiştir..gibi..Ona verilen akıl ve cihazat ile,kendisini buraya gönderenin kim olduğunu bulmaya,tanımaya,bilmeye ve onun amaçları doğrultusunda hareket etmeye zorunludur.Bu zorunlu davranış bir itaat ve saygının ve de var olmak adına bir teşekkür ve bağlılığın göstergesidir.Bu karşılık verişin sonucunda ise,saygı göstermek,hatırlamak,teşekkür edilmesine mukabil ebedi bir hoşnutluk ile taçlandırılacaktır.

Aklı bu yönde kullanmayıp,tüm kabiliyetini hususi lezzeti,şahsi rahatı ve kendi arzu ve istekleri doğrultusunda yaşayanlar,amaç dışı bir hayat sürdürdüklerinden bulacakları karşılık,saygısızlık,itaatsizlik,şükürsüzlük neticesi nevinden olacaktır..yani en kısa ifade ile terk edilecekler ve elde ettikleri neticeler ile baş başa bırakılacaklardır.Burada ince bir nüanstan söz edebiliriz..şöyle ki;

Ne iyi bir harekette bulunmakta ne de kötü bir tercih yapmakta,sonuca giden yolda hiçbir durağanlık yoktur..yani iyilikte ,iyili sahipleri de sonsuzluk yolcusu olduğundan kendine ait değerler ile gelişmekte olduğu gibi,kötülük ve kötülük sahipleri de aynı oranda ve zıt bir karşılıkla tedenni etmekte alçalmaktadır.Bozmaksa daha çok bozmak,yıkmaksa daha çok yıkmak,kendi şahsi hayatını afete çevirmek ise daha çok afete çevirmek gibi..çünkü her iki yolculuğunda sonucu bir ebediyet konumu içermektedir..Sonsuzluk ,sonsuz derecede bir meyve verecek bir çekirdeği gerekli kılar..Cehennemde bulunan zakkum,cennette bulunan tuba ağacı gibi…İster küçük olsun ister büyük olsun her fiil ve düşünce bütününe dahildir..yani ortada kalmak yoktur…

Uyuşmak,hiç bir şey hissetmemek,endişelenmemek,düşünmemek,merak etmemek,ilgi duymamak,kayıtsız kalmak haddi zatında sahibine bir zararı yok gibi görünse de neticesi itibariyle ağır bir yüktür..çünkü tüm vazifesini yapanlar,bigane kalmayanlar,hareket halindeki tüm mevcudat,masnuat,eser-i sanat olan şeyler hak dava ederler..adalet ise bu noktada her konuyu mizana alır…

Değerli dostlar!

Yukarıda karşılık bulmak,yaptığı işin sonucuna,işi nevinden ulaşmak gibi konulara değinilmiş ve biraz daha yukarısında intizam ve nizama tabi,tesadüften uzak bir kainattan küçücük bahsedilmiş..sadet noktasında gelinmek istenilen nokta şudur:

İnsan tercihlerinde tarif edildiği üzere, doğru şeyleri tercih etmekte iradesini göstermeli ve önleyici tedbirlerin farkına varmalıdır. Her davranışın ve davranış biçiminin özelliğine göre karşılık bulacağı gözden kaçırılmamalıdır.

Başlangıç noktasındaki toleranslar, opsiyonlar o işin doğru olduğu anlamına gelmez. Her işin başlangıcında her hareketin ilk çıkış noktası sonucu göstermese de gelişme süreci geri dönüşü zor olan bir nihayeti belirler. Uzak durulması gereken her şeyden uzak durarak, yakın durulması gereken her şey yakın durarak neticeyi lehine çevirmek mümkündür…


Selamlar

19.10.16

Dinlence

Susmak bilmenin en son ulaştığı noktadır aslında..kalabalık kelimelerden kurtulmak ifadenin en doğrusunu bulmaktır mesela…

Marifet ve muhabbetin eninde sonunda kendini bir “Hu” zamiri ile ifade edebileceği gibi…

Durulma ve safileşmek güneşin karşısında buharlaşarak çiğ tanesi olmaktır.Benlik ve bencillikten uzaklaşan ve tebahür eden her hiçlik,elle tutulmaz,gözle seçilemez bir vücudu daimide var olmak anlamına da gelir de diyebiliriz.

Bu hiffeti yakalayamamak benlik gölgesi altında ezilmenin sebebini oluşturur.
Ben düşünmeliyim,
Ben güçlü olmalıyım,
Ben ayaklarımın üzerinde durmalıyım,
Bilmeli ve bilinmeliyim,
Önemsenmeliyim,
Kim O?
Benim ben……………..Küçücük mikroba mağlup olan kudretli ve hakir Sultan………

Oysa insan, ulaştıkça uzaklaşmalı kendinden, uzaklaştıkça ulaşmalı bensizliğe…

Tırtıl kelebek suretine tebdil edildiğinde terk ettiği zaman ve içinde bulunduğu mekânla ilgilense, kısacık ömründe belki de gökyüzünü göremez. İnsan bilsin bilmesin ömrü bir neticeye doğru gelişmektedir. Hayali, fikri kendini sabit bilse veya öyle tasavvur etse yahut gözlerini kapasa da bu değişmez. Yakın geleceği sonsuzluğun kapısında onu beklemektedir.Dolayısıyla her hadise bir anlam yükü olduğu gibi, her bilgi ve doğru düşünce de bir mananın devamını temin eder.

Her öğrenilen şey ve marifet kesbedilen konu veya başka türlü içsel kazanımlar insanı kendine yönelik bir ilgi bataklığına sürüklüyorsa, yükselebilmek için, dibe çöküş nedeni ağırlıklar kurtunulması gereken şeylerdir. Onlarca cilt kitabı yanında taşımak yerine, okuyup muhteviyatı bilmek gibi…

Hayat ve manası okunması gereken harflerden, kelimelerden, cümle ve satırlardan, az sayfalı ve de çok sayfalı içeriklerden oluşur. Bu kitabı okuyabilen, manasını alıp nakışlarını, süslerini, kışır ve kabuklarını bırakabildiğinde ve kendi ölçü aletlerinden de vazgeçebildiğinde özgürleşir. Sınır çizgilerini aşmamakla kendisini ilgilendirmeyen, söz geçiremediği, bir türlü düzeltemediği, kontrolü kendi elinde olmayan ve peşinden getiremediği şeyleri terk eder.

Yoksa kendini önemsememin ağırlığı, beğendirme külfeti, desinler düşüncesi, her şeyle ilgilenmek gibi boynuna astığı alakadarlık küfesi, beni sevsinler sikleti ve dünya hayatını ebedi zannetmek fikri ve yaşam biçimi hayat lezzetini kaçırır.

Çünkü;

Kendini ispat etme çabaları derin bir kuyudur.
Bilmiyorum diyememek, insanı maskara yapan bir tutumdur.
Olduğundan büyük görünmeye çalışmak, ahmakça bir mahkûmiyettir.
Başkalarının beğenisine göre davranmaya çalışmak ve davranışlarını ona göre ayarlamak divanece bir durumdur.

Feryadı duymayan ve elinden akıp giden şeylerin arkasında baka kalmak ve hayatı sadece bu âleme ait görmek acıların büyükçe bir kısmını oluşturur.
Bu gibi hallerde insanın her terk ettiği nefsanî amaç onu hafifleştirecektir. Eğer insan kendi isteklerini olduğu gibi kabul etse hiçbir direniş göstermese, küçük dünyası esaret altına girmiş demektir ve tonlarca leşi sırtında taşımak zorunda kalacaktır.

Demek ki insan kendi başına musallat ettiği şeylerin belasına uğrar. Oysa mülkü mülk sahibine bırakmak, kendini o’nun mülkünde memluk kabul etmek hakiki hürriyetin alfabesidir.

Yorgun olduğunu düşünen dostlarımız..bindiğimiz bu hayat gemisi,kaptanına güvenmek şartıyla hepimizi sahili selamete çıkaracak niteliktedir.Madem bu sefineye bindik,sırtımızdaki,hakimiyet ve tereddüt çuvalını güverteye bırakıp,üstüne oturarak etrafı seyredelim..Ne dersiniz?