Bir zaman rabıta-i
mevtten ve “Ölüm gerçektir.” kaziyesindeki tasdikten ve âlemin zeval ve fenâsından
gelen bir hâlet-i ruhiyeden, kendimi acip bir âlemde gördüm.
Baktım ki,
ben bir cenazeyim, üç mühim büyük cenazenin başında duruyorum.
Birisi: Benim hayatımla alâkadar ve mazi kabrine giren zîhayat mahlûkatın heyet-i
mecmuasının cenaze-i mâneviyesi başında bir mezar taşı hükmündeyim.
İkincisi: Küre-i arz mezaristanında, nev-i beşerin hayatıyla alâkadar
envâ-ı zîhayatın heyet-i mecmuasının mazi mezarına defnedilen azîm
cenazenin başında bulunan, mezar taşı olan bu asrın yüzünde çabuk silinecek bir
nokta ve çabuk ölecek bir karıncayım.
Üçüncüsü: Şu kâinatın kıyamet vaktinde
ölmesi, muhakkaku’l-vuku olduğu için, nazarımda vâki hükmüne
geçti. O azîm cenazenin sekeratından dehşet ve vefatından beht ve
hayret içinde kendimi görmekle beraber, istikbalde de muhakkaku’l-vuku olan
vefatım o zaman vuku buluyor gibi göründü ve “Eğer senden yüz çevirecek olurlarsa.” Tevbe Sûresi, 9:129. ilh.
sırrıyla, bütün mevcudat, bütün mahbubat, benim vefatımla bana arkalarını
çevirip beni terk ettiler, yalnız bıraktılar. Hadsiz bir deniz
suretini alan ebed tarafındaki istikbale ruhum sevk ediliyordu. O
denize ister istemez atılmak lâzım geliyordu.
İşte, o pek acip ve
çok hazin hâlette iken, iman ve Kur’ân’dan gelen bir medetle, “Eğer senden yüz çevirecek olurlarsa de ki:
Allah bana yeter. Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona
tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur.” Tevbe Sûresi, 9:129.âyeti
imdadıma yetişti ve gayet emniyetli ve selâmetli bir gemi hükmüne geçti.
Ruh, kemâl-i emniyetle ve sürurla o âyetin içine girdi.
Evet, anladım ki, âyetin mânâ-yı sarihinden başka bir mânâ-yı
işarîsi beni teselli etti ki, sükûnet buldum ve sekînet verdi.
Evet, nasıl
ki mânâ-yı sarihi Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma der: “Eğer ehl-i
dalâlet arka verip senin şeriat ve sünnetinden i’raz edip Kur’ân’ı
dinlemeseler, merak etme.
Ve de ki: Cenâb-ı Hak bana kâfidir. Ona tevekkül ediyorum. Sizin yerlerinize,
ittibâ edecekleri yetiştirir. Taht-ı saltanatı her şeyi muhittir; ne âsiler hududundan
kaçabilirler ve ne de istimdat edenler medetsiz kalırlar.”
Öyle de, mânâ-yı işarîsiyle der ki: “Ey insan ve ey insanın reisi vemürşidi!
Eğer bütün mevcudat seni bırakıp fenâ yolunda ademe giderse,
eğer zîhayatlar senden mufarakat edip ölüm yolunda koşarsa, eğer
insanlar seni terk edip mezaristana girerse, eğer ehl-i gaflet ve
dalâlet seni dinlemeyip zulümata düşerse, merak etme.
De ki: Cenâb-ı Hak bana kâfidir. Madem O var, herşey var. Ve o halde, o
gidenler ademe gitmediler. Onun başka memleketine gidiyorlar. Ve onların bedeline
o Arş-ı Azîm Sahibi, nihayetsiz cünud ve askerinden,
başkalarını gönderir.
Ve mezaristana girenler mahvolmadılar; başka âleme gidiyorlar. Onların bedeline
başka vazifedarları gönderir. Ve dalâlete düşenlere bedel, tarik-i hakkı
takip edecek muti kullarını gönderebilir. Madem öyledir; O her şeye bedeldir,
bütün eşya bir tek teveccühüne bedel olamaz” der.
İşte, şu mânâ-yı işarî vasıtasıyla, bana dehşet veren üç müthiş
cenaze, başka şekil aldılar. Yani, hem Hakîm, hem Rahîm, hem Âdil,
hem Kadîr bir Zât-ı Zülcelâlin taht-ı tedbir ve rububiyetinde
ve hikmet verahmeti içinde hikmetnümâ bir seyeran, ibretnümâ bir cevelân,
vazifedârâne bir seyahat suretinde bir seyrüseferdir, bir terhis ve tavziftir
ki, böylece kâinat çalkalanıyor, gidiyor, geliyor.
Risale-i Nur Külliyatı | Lem'alar | On Birinci Lem'a
"Rahatlık buldu, kanallara girince;
Yükseldi zirveye yürüyerek çıkınca;
Kanallardan geçerken yardıydı vadileri;
Mayalanmış, büyümüş ve yükselmiş bir gelişme ile;
Şişmiş, süratli yükselmiş dağlar
Onun varlığıyla kâinat mamur olmuş."
Bedi’