16.3.13

Medeniyet-i sefihe ile gaflet perdesi pek kalınlaşmış


Bismillahirrahmanirrahim

İ’lem eyyühe’l-aziz!

Küre-i arzı bir köy şekline sokan şu medeniyet-i sefihe ile gaflet perdesi pek kalınlaşmıştır. Tâdili, büyük bir himmete muhtaçtır.

Ve keza, beşeriyet ruhundan dünyaya nâzır pek çok menfezler açmıştır. Bunların kapatılması, ancak Allah’ın lütfuna mazhar olanlara müyesser olur.

(Mesnevi-i Nuriye, Habbe)

Bediüzzaman Said Nursi

12.3.13

Mânevî hizmetlerimin neticelerini göremiyorum


Bismillahirrahmanirrahim
Bizlerle pek çok alâkadar bir zât, çok defa dehşetli şekvâ ediyor ki: “Ben adam olamıyorum, gittikçe fenalaşıyorum, mânevî hizmetlerimin neticelerini göremiyorum” diye medet istiyor.
Ona yazıyoruz ki: “Bu dünya darü’l-hizmettir; ücret almak yeri değildir. A’mâl-i sâlihanın ücretleri, meyveleri, nurları berzahta, âhirettedir. O bâki meyveleri bu dünyaya çekmek ve bu dünyada onları istemek, âhireti dünyaya tâbi etmek demektir. O amel-i salihin ihlâsı kırılır, nuru gider. Evet, o meyveler istenilmez, niyet edilmez. Verilse, teşvik için verildiğini düşünüp şükreder.”
Evet, bu asırda, bir iki mektupta beyan edildiği gibi, o derece hayat-ı dünyeviye damarına dokunmuş ve yaralamış ve heyecana getirmiş ki, mübarek ve ihtiyar ve hoca ve ehl-i salâhat olan bir zât dahi, dünyada bir nevi hayat-ı uhreviye ezvâkını istiyor; birinci derecede, dünyada zevk-i hayat onda hükmediyor. (Kastamonu Lâhikası-91)
Bediüzzaman Said Nursi

Bu mektup gayet ehemmiyetlidir.


Bismillahirrahmanirrahim
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Bugünlerde, Kur’ân-ı Hakîmin nazarında, imandan sonra en ziyade esas tutulan takvâ ve amel-i salih esaslarını düşündüm. Takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def-i şer, celb-i nef’a râcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet ve câzibedar hevesat zamanında bu takvâ olan def-i mefasid ve terk-i kebair üssü’l-esas olup büyük bir rüçhaniyet kesb etmiş. Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde amel-i salihin ihlâsla muvaffakiyeti pek azdır.
Hem, az bir amel-i salih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir.
Hem, takva içinde bir nevi amel-i salih var. Çünkü, bir haramın terki vaciptir. Bir vacibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takvâ, böyle zamanlarda, binler günahın tehâcümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vacip işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta, niyetle, takvâ namıyla ve günahtan kaçınmak kastıyla menfî ibadetten gelen ehemmiyetli a’mâl-i salihadır.
Risale-i Nur şakirtlerinin, bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvâyı esas tutup davranmak gerektir. Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtiamiyede yüz günah insana karşı geliyor; elbette takvayla ve niyet-i içtinabla yüzer amel-i sâlih işlenmiş hükmündedir. Malûmdur ki, bir adamın bir günde harap ettiği bir sarayı, yirmi adam, yirmi günde yapamaz ve bir adamın tahribatına karşı yirmi adam çalışmak lâzım gelirken; şimdi, binler tahribatçıya mukabil, Risale-i Nur gibi bir tamircinin bu derece mukavemeti ve tesiratı pek harikadır. Eğer bu iki mütekabil kuvvetler bir seviyede olsaydı, onun tamirinde mu’cizevâri muvaffakiyet ve fütuhat görülecekti.
Ezcümle: Hayat-ı içtimaiyeyi idâre eden en mühim esas olan hürmet ve merhamet gayet sarsılmış. Bazı yerlerde, gayet elîm ve biçare ihtiyarlar, peder ve valideler hakkında dehşetli neticeler veriyor.
Cenâb-ı Hakka şükür ki, Risale-i Nur, bu müthiş tahribata karşı girdiği yerlerde mukavemet ediyor, tamir ediyor. Sedd-i Zülkarneynin tahribiyle Ye’cüc ve Me’cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi, şeriat-ı Muhammediye (a.s.m.) olan sedd-i Kur’ânî’nin tezelzülüyle ve Ye’cüc ve Me’cücden daha müthiş olarak ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor.
Risale-i Nur’un şakirtleri, böyle bir hâdisede mânevî mücahedeleri, inşaallah zaman-ı Sahâbedeki gibi, az amelle, pek büyük sevap ve a’mâl-i sâlihaya medar olur.
Aziz kardeşlerim, işte böyle bir zamanda, bu dehşetli hâdisâta karşı, ihlâs kuvvetinden sonra bizim en büyük kuvvetimiz, iştirâk-i a’mâl-i uhrevî düsturuyla birbirimize kalemlerle, herbirinin a’mâl-i saliha defterine hasenat yazdırdıkları gibi; lisanlarıyla, herbirinin takvâ kalesine ve siperine kuvvet ve imdat göndermektir. Ve bilhassa fırtınalı tehacüme hedef olan bu fakir ve âciz kardeşinize, bu mübarek şuhur-u selâsede ve eyyâm-ı meşhurede yardıma koşmak, sizin gibi kahraman ve vefadar ve şefkatkârların şe’nidir. Bütün ruhumla bu imdad-ı manevîyi sizden rica ediyorum. Ve ben dahi, iman ve sadakat şartıyla, Risale-i Nur talebelerini bütün dualarıma ve manevî kazançlarıma, yirmi dört saatte, iştirak-i a’mâl-i uhreviye düsturuyla, bazan yüz defadan ziyade “Risale-i Nur talebeleri” ünvanıyla hissedar ediyorum.
Said Nursi
SÖZLÜK:
a’mâl-i saliha : dince makbul olan iyi, güzel ve faydalı iş
amel : iş; dinin emirlerini yapma
amel-i sâlih : dince makbul olan iyi, güzel ve faydalı iş
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
biçare : çaresiz
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
dehşetli : korkutucu, ürkütücü
düstur : kural, prensip
elîm : acı veren, üzücü
ezcümle : bu cümleden, meselâ
fesad : bozukluk, karışıklık
fütuhat : fetihler, zaferler
hâdisât : olaylar
hayat-ı içtimaiye : toplumsal hayat
hürmet : saygı
içtinab : kaçınma, sakınma
ifsad : bozma, fesada uğratma
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
inşaallah : Allah dilerse, izin verirse
iştirâk-i a’mâl-i uhrevî : âhirete âit işlerde mânen ortak olma
kast : amaç, hedef
malûm : bilinen
medar : dayanak, sebep, vesile
menfî : olumsuz
merhamet : acıma, şefkat etme
mu’cizevâri : mu’cize gibi
mukabil : karşılık
mukavemet : karşı gelme, direnç
muvaffakiyet : başarı
mücahede : cihad etme, mücadele
mütekabil : karşılıklı
nam : ad
niyet-i içtinab : kaçınma, sakınma niyeti
peder : baba
sedd-i Kur’ânî : Kur’ân seddi
şakirt : talebe, öğrenci
şeriat-ı Muhammediye : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) getirdiği din; İlâhî kanun ve hükümler
şükür : nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah’a teşekkür etme
tahribat : tahripler, yıkıp bozmalar
takvâ : Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma
tarz-ı hayat-ı içtimaiye : sosyal hayat tarzı, biçimi
tehâcüm : hücum etme, saldırı
tesirat : tesirler, etkiler
tezelzül : sarsıntı
vâcip : dinî bakımdan yapılması şart ve kesin olan emir
valide : anne
zaman-ı Sahabe : Sahabelerin zamanı
zulmet : karanlık

7.3.13

Bismillahirrahmanirrahim



وَيُمِيتُ Yani, mevti veren Odur. 
Yani, hayat vazifesinden terhis eder, 
fâni dünyadan yerini tebdil eder,
külfet-i hizmetten âzâd eder.
Yani, hayat-ı fâniyeden, seni hayat-ı bâkiyeye alır. İşte şu kelime, şöylece fâni cin ve inse bağırır, der ki:
Sizlere müjde!
Mevt idam değil,
hiçlik değil,
fenâ değil,
inkıraz değil,
sönmek değil,
firak-ı ebedî değil,
adem değil,
tesadüf değil,
fâilsiz bir in’idam değil.
Belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından
bir terhistir,
bir tebdil-i mekândır.
Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine
bir sevkiyattır.
Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha
bir visal kapısıdır.
(Mektubat, Yirminci Mektup)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
âzâd : serbest bırakma
Fâil-i Hakîm-i Rahîm : herşeyi sonsuz hikmet ve rahmetle yapan Allah
fenâ : son bulma, yok oluş
firak-ı ebedî : sonsuz ayrılık
hayat-ı bâkiye : devamlı ve kalıcı hayat
hayat-ı fâniye : gelip geçici hayat
in’idam : yok oluş
inkıraz : son bulma
külfet-i hizmet : hizmet yükü
Mevt: Ölüm. Âhirete göç. Dünyadan gitmek
tebdil : değiştirme
tebdil-i mekân : mekân değişikliği

6.3.13

İbadet Kimin İçindir..


Tabiat fikr-i küfrisini terk eden ve imana gelen zat diyor ki:

Elhamdü lillah, benim şüphelerim kalmadı. Yalnız merakımı mucip olan birkaç sualim var.

BİRİNCİ SUAL: Çok tembellerden ve tariküssalatlardan işitiyoruz. diyorlar ki: “Cenab-ı Hakkın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var ki, Kur’an’da çok şiddet ve ısrarla, ibadeti terk edeni zecredip Cehennem gibi dehşetli bir cezayla tehdit ediyor? İtidalli ve istikametli ve adaletli olan ifade-i Kur’aniyeye nasıl yakışıyor ki, ehemmiyetsiz bir cüz’i hataya karşı nihayet şiddeti gösteriyor?”

Elcevap: Evet, Cenab-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın; manen hastasın. İbadet ise, manevi yaralarına tiryaklar hükmünde olduğunu çok risalelerde ispat etmişiz. Acaba bir hasta, o hastalık hakkında, şefkatli bir hekimin ona nafi ilaçları içirmek hususunda ettiği ısrara mukabil, hekime dese: “Senin ne ihtiyacın var, bana böyle ısrar ediyorsun?” Ne kadar manasız olduğunu anlarsın.

Amma Kur’an’ın, terk-i ibadet hakkında şiddetli tehdidatı ve dehşetli cezaları ise: Nasıl ki bir padişah, raiyetinin hukukunu muhafaza etmek için, adi bir adamın, raiyetinin hukukuna zarar veren bir hatasına göre, şiddetli cezaya çarpar. Öyle de, ibadeti ve namazı terk eden adam, Sultan-ı Ezel ve Ebedin raiyeti hükmünde olan mevcudatın hukukuna ehemmiyetli bir tecavüz ve manevi bir zulüm eder. Çünkü, mevcudatın kemalleri, Sanie müteveccih yüzlerinde tesbih ve ibadetle tezahür eder. İbadeti terk eden, mevcudatın ibadetini görmez ve göremez. Belki de inkar eder. O vakit, ibadet ve tesbih noktasında yüksek makamda bulunan ve herbiri birer mektub-u Samedani ve birer ayine-i esma-i Rabbaniye olan mevcudatı ali makamlarından tenzil ettiğinden ve ehemmiyetsiz, vazifesiz, camid, perişan bir vaziyette telakki ettiğinden, mevcudatı tahkir eder, kemalatını inkar ve tecavüz eder.

Evet, herkes kainatı kendi ayinesiyle görür. Cenab-ı Hak, insanı kainat için bir mikyas, bir mizan suretinde yaratmıştır. Her insan için, bu alemden hususi bir alem vermiş; o alemin rengini, o insanın itikad-ı kalbisine göre gösteriyor. Mesela, gayet meyus ve matemli olarak ağlayan bir insan, mevcudatı ağlar ve meyus suretinde görür. Gayet sürurlu ve neş’eli, müjdeli ve kemal-i neş’esinden gülen bir adam, kainatı neş’eli, güler gördüğü gibi; mütefekkirane ve ciddi bir surette ibadet ve tesbih eden adam, mevcudatın hakikaten mevcut ve muhakkak olan ibadet ve tesbihatlarını bir derece keşfeder ve görür. Gafletle veya inkarla ibadeti terk eden adam, mevcudatı, hakikat-i kemalatına tamamıyla zıt ve muhalif ve hata bir surette tevehhüm eder ve manen onların hukukuna tecavüz eder.

Hem o tariküssalat, kendi kendine malik olmadığı için, kendi malikinin bir abdi olan kendi nefsine zulmeder. Onun maliki, o abdinin hakkını onun nefs-i emmaresinden almak için, dehşetli tehdit eder. Hem netice-i hilkati ve gaye-i fıtratı olan ibadeti terk ettiğinden, hikmet-i İlahiye ve meşiet-i Rabbaniyeye karşı bir tecavüz hükmüne geçer. Onun için cezaya çarpılır.

Elhasıl, ibadeti terk eden hem kendi nefsine zulmeder—nefis ise Cenab-ı Hakkın abdi ve memluküdür—hem kainatın hukuk-u kemalatına karşı bir tecavüz, bir zulümdür. Evet, nasıl ki küfür, mevcudata karşı bir tahkirdir; terk-i ibadet dahi, kainatın kemalatını bir inkardır. Hem hikmet-i İlahiyeye karşı bir tecavüz olduğundan, dehşetli tehdide, şiddetli cezaya müstehak olur.

İşte bu istihkakı ve mezkur hakikati ifade etmek için, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan, mucizane bir surette o şiddetli tarz-ı ifadeyi ihtiyar ederek, tam tamına hakikat-i belagat olan mutabık-ı mukteza-yı hale mutabakat ediyor.


Said Nursi / Risale-i Nur Külliyatı / Lem'lalar, "Tabiat Risales

4.2.13

Bu da güzeldir...


Sekizinci Nükte

Bu da güzeldir

"Sana milyonlar salat ve milyonlar selam olsun, ey Allah’ın Resulü."

cümlesi namaz tesbihatında okunurken inkişaf eden latif bir nükteyi uzaktan uzağa gördüm. Tamamını tutamadım, fakat işaret nev’inden bir iki cümlesini söyleyeceğim.

Gördüm ki, gece alemi, dünyanın yeni açılmış bir menzili gibidir. Yatsı namazında o aleme girdim. Hayalin fevkalade inbisatından ve mahiyet-i insaniyenin bütün dünya ile alakadarlığından, koca dünyayı, o gecede bir menzil gibi gördüm. Zihayatlar ve insanlar o derece küçüldüler, görünmeyecek derecede küçüldüler. Yalnız o menzili şenlendiren ve ünsiyetlendiren ve nurlandıran tek şahsiyet-i maneviye-i Muhammediyeyi (a.s.m.) hayalen müşahede ettim. Bir adam yeni bir menzile girdiği zaman menzildeki zatlara selam ettiği gibi, “Binler selam

HAŞİYE
"Zat-ı Ahmediyeye (a.s.m.) gelen rahmet, umum ümmetin ebedi zamandaki ihtiyacatına bakıyor. Onun için, gayr-ı mütenahi salat yerindedir. Acaba, dünya gibi koca, büyük ve gafletle karanlıklı, vahşetli ve hali bir haneye birisi girse, ne kadar tedehhüş, tevahhuş, telaş eder, Ve birden o haneyi tenvir ederek enis, munis, habib, mahbub bir yaver-i ekrem, sadırda görünüp, o hanenin malik-i rahim-i kerimini, o hanenin her eşyasıyla tarif edip tanıttırsa, ne kadar sevinç, ünsiyet, sürur, ışık, ferah verdiğini kıyas ediniz, Zat-ı Risaletteki salavatın kıymetini ve lezzetini takdir ediniz."


sana, ya Resulallah” demeye bir arzuyu içimde coşar buldum. Güya bütün ins ve cinnin adedince selam ediyorum. Yani, sana tecdid-i biat edip, memuriyetini kabul ve getirdiğin kanunlarına itaat ve evamirine teslim ve taarruzumuzdan selamet bulacağını selamla ifade edip, benim dünyamın eczaları ve zişuur mahlukları olan umum cin ve insi konuşturup, herbirerlerinin namına bir selamı, mezkur manalarla takdim ettim.

Hem o getirdiği nur ve hediye ile benim bu dünyamı tenvir ettiği gibi, herkesin bu dünyadaki dünyalarını tenvir ediyor, nimetlendiriyor diye o hediyesine şakirane bir mukabele nev’inden, “Binler salavat sana insin” dedim. Yani, “Senin bu iyiliğine karşı biz mukabele edemiyoruz. Belki Halıkımızın hazine-i rahmetinden gelen ve semavat ehlinin adedince rahmetler sana gelmesini niyaz ile şükranımızı izhar ediyoruz” manasını hayalen hissettim.

O zat-ı Ahmediye (a.s.m.), ubudiyeti cihetiyle, halktan Hakka teveccühü hasebiyle, rahmet manasındaki salatı ister. Risaleti cihetiyle, Haktan halka elçiliği haysiyetiyle selam ister. Nasıl ki cin ve ins adedince selama layık ve cin ve ins adedince umumi tecdid-i biatı takdim ediyoruz. Öyle de, semavat ehli adedince, hazine-i rahmetten, herbirinin namına bir salata layıktır. Çünkü getirdiği nurla herbir şeyin kemali görünür ve herbir mevcudun kıymeti tezahür eder ve herbir mahlukun vazife-i Rabbaniyesi müşahede olunur ve herbir masnudaki makasıd-ı İlahiye tecelli eder. Onun için, herbir şey, lisan-ı hal ile olduğu gibi, lisan-ı kàli de olsaydı, “Essalatü vesselamü aleyke ya Resulallah” diyecekleri kat’i olduğundan, biz umum onların namına,

"Cinler ve insanlar sayısınca, melekler ve yıldızlar adedince milyonlar salat insin sana, ey Allah’ın Resulü."
"Allah’ın bizzat sana salat etmesi yeter. Onun melekleri de Peygambere salat ve selam ederler." manen deriz.

Said Nursi


Said Nursi / Risale-i Nur Külliyatı / Lem'alar, "Yirmisekizinci Lem'a"

İ’lem eyyühe’l-aziz!

 İnsan kalben ve fikren hakaik-i İlahiyeye bakıp düşündüğü zaman, bilhassa namaz ve ibadet esnasında, gerek şeytan tarafından, gerek nefsi tarafından pek fena, pis ve çirkin vesveseler, hatıralar, sinekler gibi kalbe, akla hücum ederler. Bu gibi hevai, vehmi ve çirkin şeylerin def’iyle uğraşan adam, o vesveselere mağlup olur. Ancak onları mağlup edip kaçırmak çaresi, müdafaayı terk edip onlarla uğraşmamaktır. Evet, arılarla uğraşıldıkça onlar hücumlarını arttırırlar. Onlara karışılmadığı takdirde, insanı terkeder, giderler. Hem de o gibi vesveselerin, ne hakaik-i İlahiyeye ve ne de senin kalbine bir mazarratı yoktur. Evet, pis bir menzilin deliklerinden semanın güneş ve yıldızlarına, cennetin gül ve çiçeklerine bakılırsa, o deliklerdeki pislik ne bakana ve ne de bakılana bulaşmaz. Ve fena bir tesir etmez.

HAŞİYE
O çirkin sözler senin kalbinin sözleri değil. Çünkü senin kalbin ondan müteessir ve müteessiftir. Belki kalbe yakın olan lümme-i şeytaniden geliyor. Mesela, sen namazda, Kabe karşısında, huzur-u İlahide ayatı tefekkürde olduğun bir halde, şu tedai-yi efkar seni tutup en uzak malayaniyat-ı rezileye sevk eder. Mesela, ayinenin içindeki yılanın timsali ısırmaz. Ateşin misali yakmaz. Ve necasetin görünmesi ayineyi telvis etmez.



Said Nursi / Risale-i Nur Külliyatı / Mesnevi-i Nuriye, "Hubab Risalesi"