“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
69 -*BENÎ-ÂDEM'İN MEDAR-I ŞEREFİ* *(A.S.M)*
Anlamı: Âdemoğullarının, insaniyet şerefinin sebebi olan Hz.
Muhammed (A.S.M.)
*Elbette bu âdem, benî Âdemin
medar-ı şerefi ve bu âlemin medar-ı iftiharıdır. Ve ona “Fahr-i Âlem” ve
“Şeref-i Benî Âdem” denilmesi pek lâyıktır*…Şualar
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
*Allahım! “Benim ve benden evvelki
peygamberlerin sözleri içinde en faziletlisi Lâ ilâhe illâllah’tır” buyuran
zâta ve âl ve ashabına salât ve selâm et*.Hz.Muhammed A.S.M
Mektubunuzda “Mücerred *Allah’tan
başka hiçbir ilâh yoktur* kâfi midir?
Yani * Hazret-i
Muhammed (a.s.m.) Allah’ın resulüdür* demezse ehl-i necat olabilir mi?” diye, diğer bir maksadı soruyorsunuz.
Bunun cevabı uzundur. Yalnız şimdi bu kadar deriz ki:
Kelime-i şehadetin iki kelâmı
birbirinden ayrılmaz, birbirini ispat eder, birbirini tazammun eder, biri
birisiz olmaz. Madem Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm Hâtemü’l-Enbiyadır, bütün
enbiyanın vârisidir. Elbette bütün vusul yollarının başındadır. Onun cadde-i
kübrâsından hariç hakikat ve necat yolu olamaz. Umum ehl-i marifetin ve
tahkikin imamları, Sadi-i Şirazî gibi derler:
Ey Sâdî! Mustafa’nın (a.s.m.) izinde
gitmeden, kurtuluş yolunda zafer kazanmak muhaldir. ..Hem Hz. Muhammed’in
(a.s.m.) yolundan başka bütün yollar kapalıdır. demişler.
Fakat bazan oluyor ki, cadde-i
Ahmediyede (a.s.m.) gittikleri halde, bilmiyorlar ki cadde-i Ahmediyedir ve
cadde-i Ahmediye dahilindedir.
Hem bazan oluyor ki, Peygamberi bilmiyorlar;
fakat gittikleri yol, cadde-i Ahmediyenin eczasındandır.
Hem bazan oluyor ki, bir keyfiyet-i
meczubâne veya bir hâlet-i istiğrakkârâne veya bir vaziyet-i münzeviyâne ve
bedeviyâne suretinde, cadde-i Muhammediyeyi düşünmeyerek, yalnız لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ onlara kâfi geliyor.
Fakat bununla beraber, en mühim bir
cihet budur ki: Adem-i kabul başkadır, kabul-ü adem başkadır. Bu çeşit ehl-i
cezbe ve ehl-i uzlet veya işitmeyen veya bilmeyen adamlar, Peygamberi
bilmiyorlar veya düşünmüyorlar ki kabul etsinler. O noktada cahil kalıyorlar.
Marifet-i İlâhiyeye karşı yalnız لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ biliyorlar.
Bunlar ehl-i necat olabilirler.
Fakat Peygamberi işiten ve dâvâsını
bilen adamlar onu tasdik etmezse, Cenâb-ı Hakkı tanımaz. Onun hakkında yalnız *Lâ
ilahe İllallah* (Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur) kelâmı, sebeb-i necat olan
tevhidi ifade edemez.
Çünkü o hal, bir derece medar-ı özür
olan cahilâne adem-i kabul değil; belki o kabul-ü ademdir ve o inkârdır.
Mu’cizâtıyla, âsârıyla kâinatın medar-ı fahri ve nev-i beşerin medar-ı şerefi
olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmı inkâr eden adam, elbette hiçbir cihette
hiçbir nura mazhar olamaz ve Allah’ı tanımaz. Her ne ise, şimdilik bu kadar
yeter….Mektubat
…bir Müslüman, hem enbiyayı, hem
Rabbini, hem bütün kemâlâtı Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm vasıtasıyla
biliyor. Onun terbiyesini bırakan ve zincirinden çıkan, daha hiçbir peygamberi
tanımaz ve Allah’ı da tanımaz ve ruhunda kemâlâtı muhafaza edecek hiçbir
esasatı bilemez. Çünkü, peygamberlerin en âhiri ve en büyükleri ve dini ve
daveti umum nev-i beşere baktığı için ve mucizatça ve dince umuma faik ve bütün
nev-i beşere bütün hakaikte üstadlık edip on dört asırda parlak bir surette
ispat eden ve nev-i beşerin medar-ı iftiharı bir zatın terbiye-i esasiyelerini
ve usul-ü dinini terk eden, elbette hiçbir cihette bir nur, bir kemâl bulamaz.
Sukut-u mutlaka mahkûmdur…Lem’alar
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
…aziz Üstad, Asr-ı Saâdette
değilsek, müştakıyız. Bu bize kâfi. Hazret i Muhammed’in (a.s.m.) bize
bıraktığı muazzam bir mu’cizesi bugün elimizde değil mi? O kitap, bize, muhtaç
ve müştak bulunduğumuz saadeti vaad etmiyor mu? Ona hâlisane sarıldığımız zaman
muhtaç bulunduğumuz zevk-i mânevîyi bize vermiyor mu?
Evet, aziz Üstadım, bugün elimizde
tuttuğumuz, gözümüzle gördüğümüz hakikî insanlara rehber olan o muazzam kitap,
o büyük mu’cize ki, ben maddiyat içinde, dünya cereyanında boğulmak üzere iken,
beni onun ulvî sesleri ne güzel tesellî etmiş ve bana sarsılmaz bir istinadgâh
olmuştur. Hakka nâmütenâhi şükürler olsun.
Muhterem Üstad, bana öyle geliyor
ki, manevî saâdete küşâde bulunan ruhum, kıymettar risaleleri okudukça,
yazdıkça git gide bir zevk-i manevî, bir saâdet-i ebedî hazırlıklarıyla
coşacak. Coşkunluklarımın hayli devam ettiği oluyor.
Üstadım, işte o zaman dünya,
nazarımda bir hiçten ibaret kalıyor, ebediyete, sonsuza, saâdet âlemlerine
atılmak istiyorum. İşte o dakikalar bu dünyayı bana verseler, bu tatlı
hülyalarımın bir nebzesini bile vermek istemem. Def olsun gençlik rüyâlarının
kâbuslu fırtınaları!...
Barla Lahihası /Zekâi R.H