“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
155 - *ZÂT-I MUALLÂ* *(A.S.M)*
Anlamı: Makamı rütbesi büyük,
yüce olan Hz. Muhammed (A.S.M.)
… İslâmiyetin kâinata ve beşere ait
hakikatlerinin şehadetiyle mükerrem beşer içinde en eşref ve en âlâsı, ehl-i
hak ve hakikat olan ehl-i İslâmiyet, hem istikrâ-i tâmme ile, tarihlerin
şehadetiyle, en mükerrem beşer içindeki en müşerref olan ehl-i hakkın içinde
dahi bin mu’cizatı ve çok yüksek ahlâkının ve İslâmiyet ve Kur’ân
hakikatlerinin şehadetiyle en efdal, en yüksek olan muhammed Aleyhissalâtü
Vesselâmdır. Hutbe-i Şâmiye
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
*Bismillâhirrahmânirrahîm*
… Arkadaş! Tûl-i zaman ve bu’d-i
mekânın muhâkemat-ı akliyede tesiri çoktur. Maahaza, “Haber, gözle görmeye
benzemez, ikisi aynı şey değildir.” düsturuna ittibâen, şu zaman ve muhitin
hayalâtından çıkarak tayy-ı zaman ve mekânla, hayalen Ceziretü’l-Araba gidelim
ve Medine-i Münevverede nurânî ve yüksek minber-i saadetine çıkmış, nev-i
beşere hitaben irşadatta bulunan o Zât-ı Muallâyı bizzat görüp sözlerini
dinlemeliyiz.
İşte, hayalen oraya gittik. Bak,
harika bir surette hüsn-ü suret ile hüsn-ü sîreti cem eden o mürşid-i umumî, o
hatîb-i kudsî, cevâhir dolu bir kitab-ı mu’cizülbeyan eline alarak, bütün
insanlara mele-i âlâdan nâzil olan bir hutbe-i ezeliyeyi okuyor. Ve bütün benî
Âdemi ve cinleri ve mevcudatı dinletiyor. Evet, pek büyük bir emirden haber
veriyor. Hilkat-i âlemin acip muammâsını açıyor. Kâinatın sırr-ı hikmetine dair
tılsımı açıyor. Felsefe ve fenn-i hikmetin, nev-i beşere, “Siz kimlersiniz?
Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz?” diye irad ettiği akılları acz ve
hayrette bırakan üç suale cevap veriyor… Reşhalar
… Ve bu kâinatın Sahibi (celle
celâluhu) o şahsiyet-i mâneviye-i muhammediyeyi (a.s.m.) saltanat-ı
rububiyetine bir yüksek dellâl ve kâinat tılsımının ve hilkat muammasının bir
doğru keşşafı ve lütuf ve rahmetinin bir parlak misali ve şefkat ve
muhabbetinin bir beliğ lisanı ve âlem-i bâkideki hayat-ı daime ve saadet-i
ebediyenin en kuvvetli müjdecisi ve elçilerinin en son ve en büyük bir resul
eylemiş. Acaba bu mahiyetteki bir hakikate kanaat etmeyen veya ehemmiyet
vermeyen, ne derece hasâret ve hata ve belâhet ve cinayet ettiğini kıyas
edilsin! Şualar
… Ve insanlar içinde, herhalde o
fert muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm olacaktır. Çünkü, zaman-ı Âdem’den şimdiye
kadar hiçbir tarih, onun gibi bir ferdi gösteremiyor ve gösteremez.
Zira, o zât, küre-i arzın yarısını
ve nev-i beşerin beşten birisini saltanat-ı mâneviyesi altına alarak, bin üç
yüz elli sene kemâl-i haşmetle saltanat-ı mâneviyesini devam ettirip, bütün
ehl-i kemâle, bütün envâ-ı hakaikte bir üstâd-ı küll hükmüne geçmiş.
Dost ve düşmanın ittifakıyla,
ahlâk-ı hasenenin en yüksek derecesine sahip olmuş; bidâyet-i emrinde, tek
başıyla bütün dünyaya meydan okumuş; her dakikada yüz milyondan ziyade
insanların vird-i zebânı olan Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânı göstermiş bir zât,
elbette o ferd-i mümtazdır, ondan başkası olamaz. Bu âlemin hem çekirdeği, hem
meyvesi odur. Şualar
… Ve on dört asırda hergün ümmetinin
bütün hasenatlarının bir mislini kazanmasının ve hayat-ı içtimaiye ve
mâneviye-i beşeriyedeki âsârının delâletiyle, nev-i beşere en yüksek reis ve
mukteda ve üstad yapması; ve onu büyük ve kudsî vazifelerle beşerin imdadına
gönderip rahmet, hikmet, adalet, gıda, hava, mâ, ziya derecesinde insanları
onun dinine, şeriatına, İslâmiyetteki hakikatlerine muhtaç HAŞİYE yapması ile
on iki küllî ve kat’î hüccetlerle risalet-i muhammediyeye (a.s.m.) kudsî
şehadet ettiği halde, acaba hiç mümkün müdür ki, sinek kanadının ve bir çiçeğin
tanziminden lâkayt kalmayan bu Kâinat Sahibinin bu derece küllî ve geniş
şehadetlerine mazhar olan risalet-i muhammediye (a.s.m.), kâinatın mânevî bir
güneşi olmasın?
HAŞİYE : Ben, bu ihtiyarlığım ve
perişaniyetim içinde, zât-ı Muhammediyenin (a.s.m.) getirdiği erzak-ı
mâneviyenin milyondan birisini hissettim. Elimden gelseydi, milyonlar lisanla
salâvatlarla ona teşekkür edecektim. Şöyle ki: Ben firaktan, zevâlden çok
inciniyorum. Halbuki, sevdiğim dünya ve dünyeviyeler, mufarakatla beni bırakıp
gidiyorlar. Ben de gideceğimi biliyorum. Bu pek elîm ve canhıraş meyusiyete
karşı, birden saadet-i ebediye ve hayat-ı bâkiye müjdesini zât-ı Ahmediyeden
(a.s.m.) işitmekle kurtuluyorum ve tam teselli buluyorum. Hattâ teşehhüdde, (Ey
Peygamber, Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun.) dediğimde, ona
hem biat, hem memuriyetine teslim ve itaat, hem vazifesini tebrik, hem bir nevi
teşekkür ve saadet-i ebediye müjdesine bir mukabeledir ki, Müslümanlar, hergün
beş defa bu selâmı yaparlar. Şualar
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
… Âlem-i İslâmın şecere-i kübrâsının
menşei, çekirdeği, hayatı, medarı olan mahiyet-i muhammediye Aleyhissalâtü
Vesselâmın, fevkalâde istidat ve cihazatıyla, âlem-i İslâmiyetin mâneviyâtını
teşkil eden kudsî kelimâtı, tesbihâtı, ibâdâtı, en evvel, bütün mânâlarıyla
hissedip yapmaktan gelen terakkiyât-ı ruhiyesini düşün, Habîbiyet derecesine
çıkan ubudiyet-i muhammediyenin (a.s.m.) velâyeti sair velâyetlerden ne kadar
yüksek olduğunu anla.
Bir zaman, birtek tesbihin, birtek
namazda, Sahabelerin tarz-ı telâkkisine yakın bir surette bana inkişafı, bir ay
kadar ibadet derecesinde ehemmiyetli göründü; Sahabelerin yüksek kıymetini
onunla anladım.
Demek, bidâyet-i İslâmiyede
kelimât-ı kudsiyenin verdiği feyiz ve nurun başka bir meziyeti var. Tazeliği
haysiyetiyle başka bir letâfeti, bir tarâveti, bir lezzeti var ki, gaflet
perdesi altında mürur-u zamanla gizlenir, azalır, perdelenir.
Zât-ı muhammediye (a.s.m.) ise,
onları menba-ı hakikîsinden (Zât-ı Akdesten) turfanda, taze olarak, fevkalâde
istidadıyla almış, emmiş, massetmiş. Bu sırra binaen, o zât, birtek tesbihten,
başkasının bir sene ibadeti kadar feyiz alabilir.
İşte bu nokta-i nazardan, Zât-ı Muhammediye
Aleyhissalâtü Vesselâmın, haddi ve nihayeti olmayan merâtib-i kemâlâtta ne
derece terakki ettiğini kıyas et. Lem’alar