19.11.17

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-KERÎM

EL-KERÎM

ANLAMI: Keremi ve lütfu bol olan, yardımı ve ikramı sonsuz, hiçbir karşılık beklemeden veren, hadsiz cömert, faziletiyle, inayetiyle ihsan eden anlamında gelmektedir.

“...Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Ğani‘dir (hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır), Kerîm’dir.” (Neml, 27/40)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Rabbimizin Kerim sıfatı da tüm sıfatları gibi hayatı ihata etmiştir. Ve o kadar geniştir ki tüm mevcudat,ancak bu ismin tecellisi ile varlıklarını idame ettirebilirler. Bu geniş konuyla olan bağımızı,konun genişliği münasebetiyle, yine Risale-i Nur’a havale edip, bazı atıflarla değineceğiz.
 ...................
… "Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?" bilmektir; ve binden ancak birisine eli yetişemediği hâcâtına dair Kâdıu'l-Hâcâta lisan-ı acz ve fakr ile yalvarmaktır ve istemek ve dua etmektir. Yani, aczin ve fakrın cenahlarıyla makam-ı âlâ-yı ubudiyete uçmaktır."….

…………"İşte, insan, Cenâb-ı Hakkın böyle antika bir san'atıdır. Ve en nazik ve nazenin bir mucize-i kudretidir ki, insanı bütün esmâsının cilvesine mazhar ve nakışlarına medar ve kâinata bir misal-i musaggar suretinde yaratmıştır."…………

….."Eğer nur-u iman, içine girse, üstündeki bütün mânidar nakışlar, o ışıkla okunur. O mü'min, şuurla okur ve o intisapla okutur. Yani, 'Sâni-i Zülcelâlin masnuuyum, mahlûkuyum, rahmet ve keremine mazharım.” gibi mânâlarla, insandaki san'at-ı Rabbâniye tezahür eder………..gibi derslerimiz bu isimle olan irtibatımızı,mahlukatın münasebetini anlatmakta,bize nasıl karşılık vereceğimizi öğretmekte,fikri ve tefekküri yapımıza lazım olan düşünce tarzını vermekte ve de iman nazarırı talim edip,tesis etmektedir....
Evet,
Bununla birlikte, insanın ahlaki değerlere sahip olması, menfi şeylerden uzak durması bu ismin insan mahiyetindeki kerem tecellilerindendir.
  
BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Bâb-ı Kerem ve Rahmettir ki, Kerîm ve Rahîm isminin cilvesidir.

Hiç mümkün müdür ki, gösterdiği âsâr ile nihayetsiz bir kerem ve nihayetsiz bir rahmet ve nihayetsiz bir izzet ve nihayetsiz bir gayret sahibi olan şu âlemin Rabbi, kerem ve rahmetine lâyık mükâfat, izzet ve gayretine şayeste mücazatta bulunmasın?

Evet, şu dünya gidişatına bakılsa görülüyor ki, en âciz, en zayıftan tut, …..ta en kavîye kadar her canlıya lâyık bir rızık veriliyor. En zayıf, en âcize en iyi rızık veriliyor. Her dertliye ummadığı yerden derman yetiştiriliyor. Öyle ulvî bir keremle ziyafetler, ikramlar olunuyor ki, nihayetsiz bir kerem eli, içinde işlediğini bedaheten gösteriyor…Onuncu Söz İkinci Hakikat okunması tavsiye edilir…

………..

Ayrıca Kerim sıfatı isteyen kullarına karşılıksız veren anlamıyla tümüyle ihsan lütuf hakikatlerini kendinde toplamıştır. Rahmeti içindeki hakikatiyle tüm dilsiz ibadı olan hayvanata da ihsan eden Onun keremidir mutlak hayrın sahibidir. Allah keremi ile her şeye kafi geldiğinden kullarının onun huzurundan başka şeylere teveccüh etmesinden, beklentiye girmesinden memnun olmaz.

Bununla birlikte hulasa olarak şunları da söyleyebiliriz:

O'nun ihsan ve keremi ve bu hakikatin yarattıkları üzerinde işleyişiyle övülmüştür ve sürekli övgüye layıktır. Ve o bu sıfatından insanı da hissedar ederek, muhatap kabul etmiş, hilafet vermiş ve onu fıtraten mükerrem yaratmıştır.

….İnsan fıtraten mükerrem  (Hürmet ve tâzim edilen. İkram olunmuş. Muhterem. Kerim olan.) olduğundan, hakkı arıyor………….Mektubat.
  
BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Özetle; Kulun Allah’ın razı olduğu güzellikleri üzerinde toplaması, faydasız malayani şeylerden uzak durması bu ismin tecellisine kulca mazhar olduğunu gösterir. O insandan tezahür noktasında ise şunları söyleyebiliriz:

O Kul Allah’ın Kerim-i Mutlak olduğunu bilir. Allah’ın C.C keremine ümidi tam olur ve olumsuz bir şeyde hayal kırıklığına düşmez. Daimi şükür sahibi olur. Üzerindeki ve imanına vaad edilen nimetleri tahattur ederek hamdini ziyadeleştirir.

Yaşadığı toplum içinde kendisine, sözüyle, özüyle, işiyle güvenilirdir. Yaptığı iyiliklerde, ikramlarda minnet edip başa kakmaz. Kendini helak edecek böbürlenmeden kaçar.

İkram etmek onda mazhariyeti itibariyle asli fıtratında olan bir şeydir. Herkes için ikram edeceği bir şeyi vardır. Tebessümden, ilme, ilimden sadakaya, zekâta, infak ve isar’a kadar… Ve Onlar bunu asla bir karşılık beklemeden yaparlar. Çünkü maddi ve manevi karşılık beklemek suretiyle iyilikte bulunan insanlar kerim sıfatı ile anılamazlar. Allah’ın rızasını düşünmeyip, bu tür karşılık beklentisi ile çıkar temin etmeye çalışan insanlar bu ismin tecelli ve ikramından mahrum kalmış değersiz insanlardır.

“Cömert, Allah’a yakın, Cennete yakın, insanlara yakın, Cehennemden uzaktır.” Hz.Muhammed A.S.M

Rabbimiz cümlemizi razı olacağı şekliyle bu isme hem nefsi, hem de nefsimizden tezahürü noktasında mazhar etsin ..Âmîn


.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / ER-RAKÎB

ER-RAKÎB

ANLAMI: Yarattığı her şeyi ilmi, nazarı, murakabesi, kontrolü, müşahedesi altında tutup gözeten demektir.

 “Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde Rakîb’dir.” (Nisâ, 4/1)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

" Allah her şeyi görüp gözetendir." Ahzâb sûresi (33), 52

" Nerede olsanız O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görmektedir." Hadîd sûresi (57), 4

“ Mü'min sûresi (40), 19: " O (Allah), gözlerin hain bakışını da bilir, gönüllerin gizlediğini de."

“…İhsân, Allah'a O'nu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen O'nu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor."..Hz Muhammed A.S.M

Buradan da anlaşıldığı üzere insan üzerinde kendisini gözeten bir Rakîb’in olduğu unutmamalı ve nefsini kontrol altında tutmalıdır. İstikametini muhafaza etmeli, O’nun emirleri dairesinde kalmalı ve menfi olan şeylerden kendini uzaklaştırmalıdır. Bu huzur bağlılığının murakabesini muhabbetle yapmalıdır.

Bununla birlikte İnsanın doğru yaşayışı, kulluk sınırlarını aşmaması, kendini kötü şeylerden muhafaza etmesi, Rakip esmasının kulun iradesi üzerindeki “ Allah Görüyor “  şuuruna, iman ve yakin tecellisi olarak kendini ihsas etmesidir.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Allah yarattığı kullarının tüm yaptıklarını mutlak ve eksiksiz görür, hiçbir şey onun murakabesine perde olamaz. O, yarattıklarını devamlı bir şekilde müşahedesi altında  tuttuğundan yukarıdaki ayetler ve hadis-i şerifte olduğu gibi kullarını haberdar eder. Kulun müspet menfi her hareketini muhafaza için saklar.

…Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız. İki melek (insanın) sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar. İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın. Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de: İşte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir, denir. Sûr’a üfürülür; işte bu, geleceği vâdedilen gündür. Kâf 16/17/18/19/20….

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Öncelikle yukarıda da kısmen değinildiği gibi, Rabbimizin nazarı altında olduğumuzu, kendisinden hiçbir şeyin gizlenemeyeceğini unutmamalıyız. Gaflete neden olan durumları kendimizden uzak tutmalıyız. Yalnızken veya cemiyet içinde olsun, İmanımız ve yakinden neşet eden hayâ duygusunu muhafaza etmeli, edep perdesinin yırtılmamasına gayret göstermeliyiz. Emanet olarak verilen zahiri ve batıni aza ve latifelerimizin ifsad edilmemesine, değerini yitirmemesine karşı azami hassasiyet ve ciddiyet içinde bulunmalıyız. Ve nefsimizi murakabe altında tutup, şeytanın desiselerine karşı uyanık olmalıyız.

Özetle;

Doğru ve yanlışı görüp, malikinin müşahedesi altında olduğunu bilip, istikamet dairesinde gitmeye karar veren ve bu yolda gitmek için sağlam irade gösteren, hevâ ve hevesin taslitinden kurtulup, kendinde söz ettiğimiz bu kontrole muvaffak olan kimse, bu ismin tecellisine mazhardır. Ve ziyade hissedar olmuştur. Allah’ın emirlerine karşı dikkatlidir. Rabbinin nazarında mükerrem değerini düşürmemek için hassasiyet ve titizlik kazanmıştır.

.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-MUCÎB

EL-MUCÎB

ANLAMI: Kendisinden gerek istidat lisanıyla, gerek ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla, gerekse lisan-ı ıztırariyle olsun dua edip istekte bulunan kullarının dualarına karşılık verip icabet eden anlamına gelmektedir.

“Rabbiniz buyurdu: Bana dua edin. Size cevap vereyim.”(Mü’min, 40/60)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Konunun genişliği ve tüm hayatı her şeyi ile kuşatması, yaratılışın ana gayesi oluşu gibi muhteviyatı çok şümullü olduğundan yine kısa atıflarla iktifa edeceğiz..

“ Deki: Duanız olmazsa Rabbim size ne diye değer versin ki.”(Furkan, 25/77),

“ İbadetlerin en büyüğü, ibadetin tâ kendisi ve "ibadetin özüdür, iliğidir." ( Hz.Muhammed A.S.M )

" Allah'ın fazlından isteyin, zira Allah istenmesini sever." ( Hz.Muhammed A.S.M )

….Dua bir sırr-ı azîm-i ubûdiyettir. Belki ubûdiyetin ruhu hükmündedir… Yirmi Dördüncü Mektubun Birinci Zeyli..Okunması tavsiye edilir

………..Evet, hakikat-i halde, âyât-ı beyyinâtın beyânıyla sabit olan budur ki: Bütün mevcudât, herbirisi birer mahsus tesbih ve birer hususi ibâdet, birer has secde ettikleri gibi; bütün kâinattan dergâh-ı İlâhiyeye giden, bir duâdır. ……..Yirmi Üçüncü Söz okunması tavsiye edilir.

…….."Ezcümle, dua edileceği vakit, istiğfar ile mânevî temizlenmeli; sonra, makbul bir dua olan salâvat-ı şerifeyi şefaatçi gibi zikretmeli ve âhirde yine salâvat getirmeli. Çünkü, iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur." Risale-i Nur /Mektubat

“…Biz de duayı ne güzel kabul ederiz” Sâffat 75

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Allah tüm mahlûkatının kendilerine mahsus lisanlarla ettikleri dualarını bilir, iştir, hayırlı ve ya şerli bir istek olsun icabet eder. Cevapsız bırakmaz. Ancak O her şeyin hakiki durumuna bakar ve mutlak hayır yönüyle karşılık verir.Aşağıda paylaşacağımız paragraf içeriğindeki harika izah ile bu ismin hakikatini göstermektedir.

“Cevab vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevab vermek var; fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu vermek Cenâb-ı Hakk’ın hikmetine tâbidir. Meselâ: Hasta bir çocuk çağırır: ‘Ya Hekim! Bana bak.’ Hekim: ‘Lebbeyk’ der.. ‘Ne istersin?’ cevab verir. Çocuk: ‘Şu ilâcı ver bana’ der. Hekim ise; ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez. İşte Cenâb-ı Hak, Hakîm-i Mutlak hâzır, nâzır olduğu için, abdin duasına cevab verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanın hevaperestane ve heveskârane tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbaniyenin iktizasıyla ya matlubunu veya daha evlâsını verir veya hiç vermez.” (Sözler)

Bununla birlikte Rabbimizin MUCÎP oluşu nasıl mahlûkatın yaşayışında bir emniyet ve ünsiyet noktası oluşturuyor. Öyle de Rabbimiz de bizden onun emirlerine, yoluna, rızasına yapılan davetlere icabet etmemizi ister.

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Öncelikle İnsan, Allah’a C.C her şeyi ile muhtaç olduğunu unutmamalıdır ve Dua gibi bir hazineyi elden bırakmamalıdır. Ve Rabbimizin MUCÎP olduğuna iman etmek ve onun hikmetine itimat etmek çok önemlidir. Bu bizi ümitsizlik ve sabırsızlık da bulunan zarardan muhafaza edecek bir noktadır. Ayrıca yukarıda ifade edildiği gibi duanın bir ibadet olduğu bilincine sahip olmak, asıl neticesinin uhrevi olduğunu bilmek ve o teslimiyetle sükûnet ve sekinet bulmak huzur verici bir durumdur. O her şeye kafidir…

İ’lem eyyühe’l-aziz! Allah’a tevekkül edene Allah kâfidir. Allah, Kâmil-i Mutlak olduğundan, lizatihî mahbubdur. Allah, Mûcid, Vâcibü’l-Vücud olduğundan kurbiyetinde vücut nurları, bu’diyetinde adem zulmetleri vardır. Allah, melce ve mencedir. Kâinattan küsmüş, dünya ziynetinden iğrenmiş, vücudundan bıkmış ruhlara melce ve mence odur…..Mesnev-i Nuriye

………..Yani, “o hal gösteriyor ki, onun öyle bir Rabbi var ki, ona, herşeye bedel bir teveccühü var ve bütün eşyanın yerini tutar bir nazarı var; bütün eşya Onun bir teveccühünün yerini tutamaz.” Sözler



Bununla birlikte; Emr-i İlahiye ve Sünnet-i Seniyeye icabet etmek noktasında gösterilen hassasiyet.. ve bizden bir şey talep edenlerin talepleri ile samimi ilgilenmek, elden geldiği kadar isteklerini yerine getirmeye çalışmak, kaba olmamak, “İsteyiciye gelince, onu da azarlayıp kovma” Duha 10. “kendimiz için istediklerimizi başkası içinde isteyebilecek bir konuma gelmek gibi bir ruh hali kazanmak bu isimden güzel ahlâk olarak istifade ettiğimizin göstergesidir.

.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-VÂSİ’

EL-VÂSİ’

ANLAMI: Bütün sıfatları sonsuz ve sınırsız olan. Geniş rahmetiyle bütün varlıkları kuşatan. Sınırsız ilmi, olmuş ve olacak her şeyi içine alan. İhsanında had olmayan, küçük büyük her şeyin ihtiyacına kâfi gelen, sınırsız imkânlar sahibi, gani olduğunu her yerde, her şeyle gösteren anlamına gelmektedir.

“Bu, Allah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah, Vasi’dir, Alîm’dir.” (Mâide, 5/54)

"Bununla beraber, doğu da Allah'ın, batı da Allah'ındır. Onun için nereye döner, yönelirseniz Allah'ın yüzü (kıblesi) oradadır. Şüphe yok ki, Allah Vâsi' (rahmeti geniş)dir, her şeyi bilendir." (Bakara sûresi,2 115)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Bu isim Allah’ın sınırsız kuşatıcılığı ile zatı ile ilgilidir. Ancak insanın Rabbini tanıması noktasında benliğine emanet bırakılan ölçüler nezdinde, kendinde bulunan mizancıklarla onun şuunatına bakabilir. Bu bağlamda İnsanın kâinatta alakadar olduğu her şeyin bilgisine ulaşması, sınırlı kabiliyetiyle alakadar olduğu eşyanın mahiyetinin marifetini elde etmesi, bu ismin irade-i cüz-iye üzerine taalluku ile mümkündür. Yani, Münasebettar olduğu âlemi ve ilgilendiği muhteviyatı, VasÎ’ isminin nefsi üzerindeki tecellisinden tezahür eden mahdut kavrayışla idrak eder.

Dolayısıyla insan, bu ismin ihatası altında olan ve yaratılış mahiyetine istidadınca idraki lütfedilen, eşyanın hakikatini anlama da azami istifade için İlminin ziyadeleşmesi talep etmelidir.

"...Rabbim! ilmimi artır" de." (Tâ-Hâ sûresi 20/ 14)

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Sizin ilâhınız yalnızca kendisinden başka ilâh olmayan Allah’tır. O’nun ilmi her şeyi kuşatmıştır. (Tâhâ 20/98)

Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah’a dayanırız. (Araf 7/89)

Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ ibret almıyor musunuz? (En’am 6/80)

“O’nun Kürsî’si, bütün gökleri ve yeri kuşatmıştır.” (Bakara, 2/254)

Burada konu ile ilgili olarak paylaşılan ayet-i kerimelerden sadet planında şunu anlıyoruz ki; Cenab-ı Hakk’ın ilmi ve rahmeti her şeyi kuşatır. Her şey ilimi dâhilindedir………… “..Taht-ı saltanatı herşeyi muhittir; ne âsiler hududundan kaçabilirler ve ne de istimdat edenler medetsiz kalırlar."…Lem’alar

Özetle Rabbimizin VasÎ’ isminin hâkimiyet ve ihatasında bir sınır yoktur. Rahmeti, merhameti ile birlikte her şeyi kuşatmıştır. Nihayetsiz ilmi, zenginliği ve kudreti vardır. Ve Allah darlıkları genişletir. Az olanı çoğaltır. İstidatların yetersizliği onun için mani teşkil etmez…

Dolayısıyla Rabbimizin kudretini, hâkimiyetini, mahlûkatını ihatasını sınırlandırıcı fikir ve düşüncelerden uzak durmak, marifet ilmi ile O’nu isim ve sıfatlarının tezahürü ile tanımaya çalışmak ile sağlam bir itikada sahip olmak önemlidir. Çünkü beşeri ölçüler eğer numunelik ve gölgelikten çıksa, tamamıyla kendine asıl olarak baksa gayet dar bir dairede efkârı ruhu boğulur. Hakikati zapt edemez. Ancak nihayetliliğini, O’nun nihayetsizliğine ayine yapsa hadsiz nurlar bulur. Allah onun bu edepli ve dengeli halinden memnun ve razı olup, ilmel yakin, aynel yakin, hakkal yakin olan meratibi ilmiye kapılarını ona açar…

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Öncelikle kulun kendini Vasî’ isminin rahmet ve merhametli tasarrufu altında görmesi. Bu hâkimiyet ve ihatanın her şeye yetebileceğini bilmesi. Kalbini muhabbet ile yerlere ve göklere sığmayan Rabbinin mahiyet aynasında sığacağını bilerek, maasi ve masivadan temizleyip hazır hale getirmesi.. tefekkür ile marifetini ziyadeleştirmesi..O’nun kendini eserleri ile tesir ederek bildirmesine karşı kulca bir idrak ve teveccühle durması, herşeyi ile ona sığınması, kalp ve ruh genişliğini kazanması, gelecek endişesinin kaybolması, fakirlik korkusunun gitmesi, ilmiyle, imkanları ve hali ile başkalarının da huzurunu temin edecek, sıkıntılarını giderecek, darlıklarına genişlikler sağlayacak  gayretler içinde çalışması, bu isimden  bir hisse-i azimi ifade eder ölçülerdir.



Bu konumu muhafaza etmek için insan kulluğuna yakışır durumda kalmaya gayret göstermelidir. Kendini beğenmemeli, ibadetine, malına ve say ’ine güvenmemeli, başına bir şey geldiğinde veya bir hedefe gayret ettiğinde yahut ihtiyaçları şiddetlendiğinde ümitsiz olmamalı, sadece O’na teveccüh etmeli, her matlubunu ondan istemeli, O’nu sosuz vasıfları ile tazim etmek vazifesini ifa etmelidir…


.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-HAKÎM

EL-HAKÎM

ANLAMI: İlmi, iradesi, kudreti, takdiri ile vücuda getirdiği herşeyi mutlak maslahat üzerine yaratır. Bütün işleri yerli yerindedir. Tüm eşyanın hakikatine hâkimdir. Aczden Müberra, kat-i hikmet sahibidir.

“...En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Azîz’dir, Hakîm’dir.” (Haşr Sûresi, 59/24)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Öncelikle bu ismin tasarrufunda ve bu hikmet kaleminin işlediği özelliklere mazhar olmak aidiyet noktasında insana ebediyen kâfi bir şereftir.

Bununla birlikte Hakîm isminden, eşyanın hakikatine nüfuz ile marifetullah noktasında ziyade istifade etmek yaratılış gayemizin aklımızdan istediği en önemli şeydir. ……. Resâili’n-Nur baştan başa ism-i Hakîm ve Rahîmin mazharı olduğundan ..................Şualar…. Dersleri tefekkür noktasında bu ismin mahiyeti ile ilgili bire bir münasebattadır. Bu meyanda, Şümullü esasatı ona havale ile Risale-i Nur penceresinden 1-2 atıfla iktifa edeceğiz.

…” insanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi: Hâlik-ı kâinatı tanımak ve Ona iman edip ibadet etmektir ve o insanın vazife-i fıtratı ve fariza-i zimmeti marifetullah ve iman-ı billah'dır ve iz'an ve yakîn ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir… Şualar "

.. "Zira insanın nefsi, Rahmâniyetin cilveleriyle, kalbi de Rahîmiyetin tecelliyatıyla nimetlendikleri gibi, insanın aklı da hakîmiyetin letaifiyle zevk alır, telezzüz eder."Lem’alar

Ayrıca hususi bir taalluk olarak şunu söyleyebiliriz; İnsanın hayatının yerli yerindeliği, letaifinde tenasüp, işlerindeki denge, kulun bu isimden, aklı, bilgisi, iradesi, idraki ve ahlâkı üzerinde istifade ettiğini gösterir.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Geniş manası Risale-i Nur derslerine atfen 1-2 husus:

“Sâni-i Hakîm, insanın eline emânet olarak, rubûbiyetinin sıfât ve şuûnâtının hakikatlerini gösterecek, tanıttıracak işârât ve nümuneleri câmi bir ene vermiştir………………”

“……………..İşte, Cenâb- ı Hakkın ilim ve kudret, Hakîm ve Rahîm gibi sıfât ve esmâsı muhît, hudutsuz, şeriksiz olduğu için…………………….”

“Eğer Cemîl-i Zülcelâlin esmâsındaki hüsünlerin mevcûdat aynalarında bir cilvesini müşahede etmek istersen, zeminin yüzünü bir küçük bahçe gibi temâşâ edecek bir geniş, hayâlî gözle bak. Ve hem bil ki, rahmâniyet, rahîmiyet, hakîmiyet, âdiliyet gibi tâbirler, Cenâb-ı Hakkın hem isim, hem fiil, hem sıfat, hem şe’nlerine işaret ederler."……………………..

“Hem bütün kâinatı envâıyla beraber bir kitab-ı kebîr-i hikmet ve öyle bir kitap ki, her harfi yüz kelime, her kelimesi yüzer satır, her satırı bin bab, her bâbı binler küçük kitap hükmüne getiren hakîmiyet-i İlâhiyenin cemâl-i bîmisâline bak, gör."

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

“Hikmet, varlıkların en yücesini, ilimlerin en faziletlisi ile bilmektir.”İmam-ı Gazali R.A

Evet,Hakîm isminden kazanımlar elde etmenin iki şekilde olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi kulun kendi gayreti ile talip olduğu ilim şeklindedir. Diğeri Allah’ın C.C lütfettiği, pek meşakkate girmeden el edilen ilim şeklindedir. Bunlar Kesbi ve Vehbi olarak adlandırılır.

Ancak bir birleri ile hikmet-i ilahiye gereğince yolları kesişir. Yani bir talep gayret olmadan bu taalluk genel itibariyle gerçekleşmez. Allah kulun iradesini sevkini, dua kabul edip meccanen lütfeder. Veya kendi irade ettiği ve bildiği bir husus nedeniyle herhangi bir sebebe de bağlamaz. Ancak kul kendi üzerine düşen talebi oluşturmalıdır.

Ayet-i Kerime  / Hadis-i Şerif ;

“ Hikmetin başı Allah korkusudur ” Hz. Muhammed A.S.M

"Allah (cc) Hazretleri hakkında hayır dilediği kimseye, din hususunda büyük bir anlayış verir." Hz. Muhammed A.S.M

"Andolsun ki biz, Lokmân'a "Allah'a şükret!" diye hikmet verdik. Kim şükrederse kendi iyiliğine eder. Kim de nankörlük ederse, şüphesiz ki Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, daima övülmeye layıktır." (Lokmân sûresi/12)

“..derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik…. ( Kefh/65)

“(Allah) hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona pek çok hayır verilmiştir.” (Bakara Sûresi, 2/269)

Evet bununla birlikte; İnsan tüm fiillerinde hikmetli davranmalı, kendisine verilen yüksek değer nedeniyle kendini seyyiattan korumalı, yaşamında makul ölçülerle tedbirli olmalı………….. Ubudiyet ise, hâlisen livechillah olmalı. Yalnız aczini izhar edip, dua ile ona iltica etmeli. Rububiyetine karışmamalı. Tedbiri ona bırakmalı. Hikmetine itimat etmeli. Rahmetini ittiham etmemeli….Mektubat


.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-VEDÛD

EL-VEDÛD

ANLAMI: Yarattığı mahlûkatını kendine uygun bir hasiyet ile seven, kulları için mutlak hayır isteyen, İhlaslı kullarına şefkatli, sevgili olan, nimetler veren, zararlı şeyleri uzaklaştıran ve kendi sevgisini onlara ihsan ve ihsas eden, çok sevilmeye layık olan anlamına gelmektedir.

"Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O'na tevbe ile yönelin. Şüphesiz ki, benim Rabbim Rahîm (çok merhametli)dir, Vedûd'dur (mü'minleri çok sevendir)." (Hûd sûresi 11 / 90)

“(Rabbin), ilk olarak yaratan ve tekrar diriltendir.O, Ğafur ve Vedûd’dur.” (Bürûc Sûresi, 85/14)

 BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

…Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. (Sözler)

Evet,

Öncelikle Allah’ın C.C sanatı olmak. Sanatını sevmesi geneli ile mahlûku olarak bu durumun muhatabiyetinde bulunmakla beraber, Onun, hali ve akıbeti hayır ve çok şerefli olan nitelikli sevmesinin mazharı olmak için, birçok ayet-i kerime de kendi buyurduğu noktalara dikkat etmek lazım şöyle ki;

Allah C.C Muhsinleri (Allah'ı görüyor gibi ibadet edenleri ve yaşayanları, güzel davranışta bulunanları), Tevbe edenleri, Temizlenenleri, Müttakileri, Sabredenleri, Tevekkül edenleri, Âdil olanları sever…

Dolayısıyla Allah’ın sevgisi ve ebede kadar sürecek ve ebediyen devam edecek olan devamlılığı için yukarıda söz ettiğimiz her biri sevilmeye neden ahlâk güzelliğinin başlığı olan konulardaki nitelikleri kazanmak çok çok önemlidir. Bu sebeple de emrolunduğu gibi doğruluk üzerinde olmak suretiyle, her fiilimizde onun rıza ve sevgisini gözetmek hassasiyetini kazanmalıyız.

*... insan için en mühim, âli maksat, Cenâb-ı Hakkın muhabbetine mazhar olmasıdır...Lem'alar..*

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Aşağıda nakledeceğimiz hülasa bölüm İnşaallah bu konuyu özetlemek için ziyadesi ile kâfidir. Rabbimizi anlamayı ve istifade etmeyi nasip etsin. Âmin

“…Cenâb-ı Hakkın bütün kemâlâtı ve Esmâ-i Hüsnâsının bütün merâtipleri ve bütün faziletleri hakikî kemâlât olduklarından, bizzat sevilirler; mahbûbetün lizâtihâdırlar. Mahbub-u Bilhak ve Habîb-i Hakikî olan Zât-ı Zülcelâl, hakikî olan kemâlâtını ve sıfât ve esmâsının güzelliklerini kendine lâyık bir tarzda sever, muhabbet eder. Hem o kemâlâtın mazharları, aynaları olan san'atını ve masnuatını ve mahlûkatının mehâsinini sever, muhabbet eder. Enbiyasını ve evliyasını, hususan Seyyidü'l-Mürselîn ve Sultanü'l-Evliya olan Habîb-i Ekremini sever. Yani, kendi cemâlini sevmesiyle, o cemâlin aynası olan Habîbini sever. Ve kendi esmâsını sevmesiyle, o esmânın mazhar-ı câmii ve zîşuuru olan o Habîbini ve ihvânını sever. Ve san'atını sevmesiyle, o san'atın dellâl ve teşhircisi olan o Habîbini ve emsalini sever. Ve masnuatını sevmesiyle, o masnuata karşı 'Maşaallah, bârekâllah, ne kadar güzel yapılmışlar!' diyen ve takdir eden ve istihsan eden o Habîbini ve onun arkasında olanları sever. Ve mahlûkatının mehâsinini sevmesiyle, o mehâsin-i ahlâkın umumunu câmi olan o Habîb-i Ekremini ve onun etbâ ve ihvânını sever, muhabbet eder." Sözler…

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Bu isimden kazanım elde etmenin birkaç açıdan bakılır yönleri vardır. Öncelikle;

Kendisi için istediğini başkaları için de isteteme niteliğine ve İsar hasleti denilen, başkasının nefsini kendisine tercih edenler bu ismin mutlak mazharlarıdır.

İkinci olarak; İnanan din kardeşlerine karşı, sevgi ve iyilik üzerinde kalmak ve kendinden insanları uzaklaştıracak hareketlerden kaçınmak, başkalarının güven içinde kendisine yanaşabilmesini temin edecek muhabbet ve tevazuu göstererek ulaşılabilir bir noktada kalmaktır.

Üçüncü olarak, Ayinedar olduğu mehasin ile ve mazhar olduğu sevilmek nimetiyle, “Allah’ı kullarına sevdirin ki, Allah da sizi sevsin” Hadisi Muktezasınca, Allah’a C.C ait değerlerin ve nimetlerin naşiri olmak, Peygamberini A.S.M,peygamberlerini  A.S sevmek, Ona benzeyenlere muhabbet etmek ve onların sevilmesi için meziyetlerinin, emeklerinin, hizmetlerinin dellalı olmak için akla, mantığa uygun davranmak, “Müjdeleyin korkutmayın, zorlaştırmayın kolaylaştırın. Prensibine bağlı kalmak lazımdır ve çok önemlidir.

Ve asla unutulmamalı ki Allah’ın kulunu sevmedeki en özel ve kesin ölçüsü aşağıdaki ayettir ;

De ki, siz gerçekten Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır. Âl-i İmrân Suresi / 31…. On Birinci Lem'a. Mirkatü's-Sünne ve Tiryaku Marazı'l-Bid'a risalesinin okunması tavsiye edilir.

Sonuç olarak insan kalbinde imani ve islami değerler karşı bir ilgi ve muhabbet hissediyor ve bunun muhalifi olan konulara karşı bir çekinme ve nefret hissediyorsa bu insan istidadınca bu isme mazhar olmuştur.Ancak takva ve ameli salih ile sünnet-i seniyeye müraatı ile kendini muhabbetin kemaline doğru çıkaracak bir sevimli vaziyet almalıdır.

*Ve yine unutulmamalıdır ki;Rabbimizi isim ve sıfatları ile tanımaya çalışmak müeessir bir muhabbet sebebidir İnşaallah....*

Rasulullah -sallallahü aleyhi ve sellem- Efendimiz buyuruyor:

“Davud Aleyhisselam şöyle dua ederdi:

“Allahım, Seni sevmeyi, Seni sevenleri sevmeyi ve Senin sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi dilerim. Allahım, Sen’in sevgini bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha ileri kıl.” (Tirmizi, Deavat, 73, Tefsirü’l Kur’an, 39)

Bu hadisin bir başka rivayetinde de Rasulullah’ın şöyle dua ettiği bildirilmiştir:

“Allâh’ım! Beni, Sen’in muhabbetinle ve sevgisi Sen’in katında fayda verecek olan kimsenin muhabbetiyle rızıklandır. Allâh’ım! Bana ihsân ettiğin ve benim de kendilerini sevdiğim nîmetleri, Sen’in sevdiğin ve râzı olduğun amelleri işleyebilmem husûsunda bir kuvvet kıl.

Allâh’ım! İstediğim hâlde bana vermediğin şeyleri de, zihnimi Sen’in sevdiğin şeylerle meşgul etmeme ve tamâmen Sen’in tâatine yönelmeme bir sebep kıl.” (Tirmizî, Deavât, 73/3491)

Âmîn Âmîn Âmîn


.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL MECÎD

EL MECÎD

ANLAMI: Zat, Sifat, ef’alinde, lütufu keremi ve ihsanı çok, şanı yüce, kadri çok büyük anlamına gelmektedir…

“(Allah) yüce arşın sahibidir; Mecîd’dir.” (Bürûc Sûresi, 85/15)

 (Melekler) dediler: "Sen Allah'ın emrine mi şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve berekâtı üzerinizdedir. Ey ev halkı! Muhakkak ki O, Hamid'dir (övülmeye lâyıktır), Mecîd(dir (cömertliği boldur)." (Hûd sûresi 11/73)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Bizi yaratan, ikram ve keremine mazhar eden.. Lütfu ile iki dünya hayatımızın ihtiyaçlarını tanzim eden zatın şanı ne yücedir. Böyle bir zatın kulu olmak muti kullar için ebediyen şereftir.

Güzel sıfatları kulunun üzerinde toplayan, verdiği niteliklerle onu kıymetli kılan, insaniyete layık bir şerefle taltif eden Allah C.C ,cömert ve şanı yücedir..O her türlü övgüye layık Meciddir…Onun bu ihsan ve keremine mahzar olan  muti kulları mülk ve melekût aleminde şereflenirler…

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Allah şanı yüce olandır. Kâinat herşeyi ile buna delildir. O zatı, sıfatı fiilleri ile sonsuz şeref sahibidir. Keremi ihsanı çoktur ve hadsiz güzeldir…

…İlâhî, Senin dergâhında hüccetim, hacetimdir; azığım ise fakrım ve çaresizliğimdir.

İlâhî, Senin cömertlik denizlerinden bir damla bana yeter; Senin af nehirlerinden bir zerre bana kâfi gelir; ey Vedûd; ey Vedûd; ey Vedûd; ey şan ve şerefi her şeyden yüce olan Arş-ı Mecîd Sahibi; ey Mübdi’; ey Muîd; ey herşeyi dilediği gibi yapan Fa’âlün limâ Yürîd!

Arşının rükünlerini kaplayan nur-u veçhin hürmetine, bütün mahlûkatını hükmüne râm ettiğin kudretin hürmetine ve herşeyi kuşatan rahmetin hürmetine Senden istiyorum. Senden başka ilâh yoktur; ey Muğîs, bize imdad et. Ve bütün ömrüm boyunca işlediğim bütün günahları ve lisanımın hatâlarını rahmetinle bağışla; ey Erhamü’r-Râhimîn. Âmin. Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur…………..Mesnevi-i Nuriye | Şemme

……Allahtan başka ilâh yok; Odur yarattığı varlıkları çok seven ve onlara da Kendisini her vesileyle sevdiren Vedûd ve her şeyden yüce, şeref ve hâkimiyeti herşeyden sonsuz derece üstün olan Mecîd…Yirmi Dokuzuncu Lem'a | Dördüncü Bab

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Mü’minlerin şerefi İslam ve imamlarındadır. Kul hem dinin prensipleri hem imanın iktiza ettiği takva ve amel-i salih esasları ile yücelebilir.

Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır. Hucurat /13

Bu şeref nimetine muvaffak olanlar şükür ve hamdler ile mukabele etmeli ve Allah’ın ihsan ve marifetine naşir olmalıdır. Bu konularda eksikliği olanlar ise ikmal edici gayretlerde bulunarak kendilerini bu hoşnutluk siperine atmalıdır.

Evet;

*"Melikin atiyyelerini ancak matıyyeleri taşır."*

*“İlâhî isimlerin tecellisine mazhar olabilmek için, o tecelliye layık bir mahiyet taşımaK gereklidir” İmam-ı Rabbani R.A*

Yani; Melikin atiyeleri olan ihsanları ve hediyeleri “İlâhî tecelliler”dir. Onlara matiyye, yani o kerem ve sehavetten, şanından verdiklerini taşıyabiliyor olmak ise, bu kutlu münasebete terrettüb eden feyiz ve nurlara ayna olacak bir mazhariyete, tekâmül noktasına ulaşmakla mümkün olabilir.

*“Hayır olmayınca hayrın aynası ve mazharı olmak mümkün değildir.” İmam-ı Rabbani R.A*

Bu nedenle insan mahiyetinde ne taşıdığına ve nasıl bir zatın isim ve sıfatlarına ayine olduğuna dikkat etmeli ve o şerefle şereflenecek vaziyetleri almalıdır..tersi durumlardaki zararlardan da çok uzak durmalıdır.. İnşallah…..Rabbimiz cümlemizi zahiri ve batini alemlerde razı olacağı şekilde  şeferlendirdirsin…Âmîn

Ey Vedûd! Ey Vedûd! Ey yüce Arşın Sahibi! Ey kâinatı hiçten ve benzersiz bir şekilde yaratıp bin bir isminin tecellileriyle emsalsiz bir şekilde süsleyen Mübdi'! Ey varlıkları ölümünden sonra yeniden inşa edip dirilten Muîd! Ey dilediği her şeyi yapan! Arşının rükünlerini dolduran Zâtının nûru hürmetine; yarattığın bütün varlıklara hükmeden kudretin hürmetine ve her şeyi kaplayan rahmetin hürmetine istiyorum/istiyoruz. Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Ey kendisinden yardım isteyene yardım eden! Bana/Bize yardım et. Ey güç durumda olanlara yardım eden ve ummadıkları yerlerden ihtiyaçlarını ellerine veren Muğîs! Bana/bize yardım et!.............. Âmîn.. Âmîn.. Âmîn


.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-BÂİS

EL-BÂİS

ANLAMI: Kıyametten sonra ölüleri, İmam-ı Gazali K.S tabiriyle; ikinci bir inşa için diriltecek olan, gafleti izale edip meyyit hükmündeki kalpleri diriltmek, ruhları uyandırmak için Peygamberler, Kitaplar, Mürşidler, Mücedditler gönderen, her kış mevsiminde ölen arzı yağmurlar göndererek ihya edip hayata döndüren anlamına gelmektedir.

 "Muhakkak Kıyamet gelecektir. Onda hiç şüphe yoktur. Muhakkak ki Allah bütün kabirlerde olan kimseleri tekrar diriltecektir." (Hacc sûresi (22/7)

Sonra Allah müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi. Bakara 2/213

Ölümünden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba dedi. Bunun üzerine Allah onu öldürüp yüz sene bıraktı, sonra tekrar diriltti. (Bakara 2/259)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Bizi ölümümüzden sonra diriltecek olan Rabbimizin Bâis ismi ile ebedi bir münasebetimiz var malumdur. Ve Allah C.C buna muktedirdir…….Sizi yerden (topraktan) yarattık, yine (ölümünüzden sonra) ona döndüreceğiz. Hem de ondan sizi bir kere daha çıkaracağız….Taha/55

 Ancak belki en önemli dirilişimiz, sonsuz hayatımız ve onun rızası için kalben ve ruhen dirilişimizdir. Çünkü ancak bu ihya ile ebedi maksatlara ulaşılır. Bu nedenle bu inşa için imana ait her konuya hassasiyet ve dikkat göstermek, dinin değerlerine özenli olmak önemlidir. İbadet ve kulluk vazifelerinde amel-i salih ve takva dairesinde kalmaya azami gayret göstermek çok kıymetlidir.

“….Estağfirullah, sadhezâr estağfirullah! Biz ölmüştük, lehülhamd bize taze hayat bahşedildi….” Barla Lahikası Hâfız Sabri

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Bu konuyu geniş ve sair münasebetleri ile rükn-ü imani noktası hassasiyetinde, hiçbir açık kapı bırakmayacak şekilde ,Kur’an’ın dörtte birini teşkil eden bir hakikati Onuncu ve Yirmidokuzuncu sözler çok şümullü olarak ders vermektedir. Okunması tavsiye edilir…

Evet Ölüleri diriltecek olan ancak Allah’tır……………….De ki: «Onları ilk defa yaratan diriltecek ve o her yaratmayı bilir.»…( Yasin/79)

….“İnsan der ki: Ben öldüğüm zaman mı tekrar diri olarak çıkarılacağım? İnsan hiç düşünmez mi ki, kendisi önceden hiçbir şey değilken biz yarattık onu.” (Meryem Sûresi, 19/66, 67)

….”Şimdi bak Allah'ın rahmetinin eserlerine! yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphe yok ki O, mutlaka ölüleri diriltir. O her şeye kâdirdir…(Rûm / 50)

Ölmüş kalpleri de ancak o diriltir. Ve ilhamlar vasıtasıyla imanlı kalbi canlı tutar. Rahmet ve merhametinin ve marziyatının tahakkuku için vesileler yaratır. Peygamberler ,kitaplar,mürşidler,mücedditler gönderir…."Şüphesiz ki, Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinî işlerini yenileyecek bir müceddid gönderecektir……Hz.Muhammed A.S.M

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Öncelikle Ahirete ve öldükten sonra dirilmeye kat-i iman etmek, bu ismin tecellisine olan yakinimizi ifade eder. Daha sonra hayır şer, dalalet hidayet, doğru yanlış ayrımını yapan ve bunu bize kalben ve ruhen ihya olmamamız noktasında talim eden tüm maddi ve manevi hayatımıza yön veren, peygamberlere ve kitaplara iman etmek ve saygı göstermek noktasında bir konumlanma da çok önemlidir… Sonuç olarak; Kalbimizin kötü isteklerden kurtulması ise en bariz bir diriliş kazanımını gösterir.

Daha sonra ise ihya-yı din ile kalplerin uyanışı, aklın tenviri gibi vazifeleri uygulamak, hayrı tavsiye etmek, kötülükten insanları uzaklaştırmaya çalışmak hizmetleri gelir.

Unutmamalı ki;aklı,kalbi ve ruhu cehalet hastalığı ile manevi ölüme yüz tutmuş olan insanların iman ve istikamet dairesine girmelerine çalışmak bu ismin,kuldan  tezahürü görünen kutlu bir mazhariyettir.

"Bir tek adam seninle hidayete gelse, sahra dolusu kırmızı koyun ve keçilerden daha hayırlıdır."..Hz Muhammed A.S.M

İşte, ey Risale-i nur şakirtleri ve Kur’ân’ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı mânevînin âzâlarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz… Yirmi Birinci Lem'a İhlas Risalesi

…………….Yâ Rabbi! Bunları kıyamete kadar Risale-i Nur kisvesinde hakaik-i imaniye ve esrar-ı Kur’aniye ile kemal-i ferah ve sevinçle meşgul eyle, âmin!...Bediüzzaman

Âmin Âmin Âmin…


.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EŞ-ŞEHÎD

 EŞ-ŞEHÎD

ANLAMI: Hiçbir şey kendisine gizli olmayıp, idrak ve müşahede sahipleri tarafından bilinen ve bilinmeyen her şeye şâhit olan, her zaman ve her yerde, her mekân ve zamanda hâzır ve nâzır olan anlamına gelmektedir. Ve o günü geldiğinde, şuur ve teklif sahibi olan tüm mahlûkatının şahit olduğu hallerini kendilerine haber verecektir.

"De ki: “Benimle aranızda Şehîd (şahid) olarak Allah yeter; şüphesiz O, Habîr’dir, Basîr’dir.” (İsrâ Sûresi, 17/96)

"Allah, Kendisi ile melekler ve adâlet (ve hakkı) gözeten ilim sahipleri O'ndan başka ilâh olmadığına şâhiddir. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O Azîz'dir, (mutlak galiptir) Hakîm'dir (Her işi yerli yerince olandır.)"..(Âl-i İmrân sûresi 3/18)

Bununla birlikte;

Allah yolunda ve geniş anlamıyla, huzuren, kalben, manen Allah CC ile beraber olan ve o yolda ölenler de bu isimle anılmaktadır. Hazırlama ve huzur anlamına da gelen şehadeti bu vasfı değerlendirdiğimizde, onlar Allah’a C.C, O’nun istediği gibi şahit, Allah C.C  ve melekleri de onların razı olunmuş hallerine şahittir. Bu nedenle bu sıfatla isimlendirilmişlerdir..diyebiliriz……

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

İnsan herşeyi ile bu emsalsiz şehadetin altındadır. Tüm fiilleri, zahir ve batın halleri O’nun müşahedesi altındadır. Dolayısıyla insan mutmain olmuş kalbi ile bu nazarı şahane altında bulunmak şuuru ile huzur halindedir. Nefsini kontrol altında tutup, edebi hayat dairesinde ömrünü hoşnutlukla geçirir.

Ve bu ismin onun müşahedesine taalluk etmesi ile Allah’ın C.C icraat, sanat ve eserlerine şahit olur. Terakki etmesiyle ise, eşyanın evvel ahir, zahir batın keyfiyetine vukufiyet kesbeder.

"Eğer Allah'ı buldunsa,

Bütün eşya senindir, gör.".

"Eğer Mâlik-i Mülke memlûk isen,

Onun mülkü senindir, gör."……………….Sözler

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

“Allah (c.c) şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir.” (Nisa 1)

“Şüphesiz Allah (c.c) her şeye şahittir” (Mücadele 6)

El hasıl; Allah C.C kendi kendine şahittir. Allah’ın CC melekleri, peygamberleri, Salih kulları, neşrettiği hakikatleri, Ulûhiyet ve Rububiyetine, isim ve sıfatlarına delil olan tüm eşya O’na şahittir.

Ve Allah CC de var ettiği her şeye şahittir .. Her zaman ve mekânda hâzır ve nâzırdır..Hiç bir şey ondan gizlenip, perdelenemez.

………………Ve keza, herşeyin bâtını zahirinden daha lâtif, daha şeffaftır. Bu ise, Sâniin o şeyden hariç ve baîd olmamasına delâlet eder. O şeyin sair eşyayla nizam ve muvazenesinin Sânii tarafından temin edildiği cihetle de, Sâniin o şeyde dahil olmamasını iktiza eder. Öyleyse, bir masnûun zatına bakılırsa, Sâniin ilim ve hikmeti görünür. Gayrısıyla birlikte bakılırsa, Sâniin fevkalküll bir sem’ ve basara mâlik olduğu görünür. Bu hakikatten anlaşıldı ki, Sâni-i Âlem, âlemde dahil olmadığı gibi, âlemden hariç de değildir. İlmi ve kudretiyle herşeyin içinde olduğu gibi, herşeyin fevkindedir. Birşeyi gördüğü gibi, bütün eşyayı da beraber görür….Mesnevî-i Nuriye

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Evet, Allah’ın şehadeti altında olmanın imandaki yakiniyle, insan kendini murakabe altında tutar. Âlemine gereksiz şeylerin girmesine yol açmaz. O’nun üzerindeki ihsanını rencide etmeyecek bir dikkate haiz olur. Kalbindeki dua ve istiaze kapısı daima aralıktır. O Allah’ı C.C görmese de Allah C.C onu görmektedir.. Bilir…..

Bununla birlikte Allah’a olan şehadetini ve onunla olan münasebetini gösteren mü’min vasıfları üzerinde görünür..



Bu tecelliden elde ettiği güzel ahlâk ile ,yalandan gıybetten, kardeşlerine karşı kin ve hased duygularından, kusur aramaktan,hakaretten,kibir ve adavetten ..el hasıl Allah’ın kulunda görmek istemediği nehyettiği şeylerden uzak durur…..Hep O’nun rızası, isteği ve rızası olan şeylere şahit olur ve  şehadet eder…


.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-HAKK

EL-HAKK

ANLAMI: Varlığı zevalden, değişimden, yokluktan, noksanlıktan müberra ve münezzeh..Vacib'ül Vücud olan, eşyayı hikmetle icad edip, izhar eden…

"Bu da şundandır ki, Allah Hakk'dır. (İnsanların) O'ndan başka taptıkları ise mutlaka batıldır. Şüphesiz ki Allah, çok yücedir, çok büyüktür."  (Lokmân sûresi 31/ 30)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

İnsan Cenab-ı Hakkın hak isminin iktizasınca, hikmetle vücuda getirip âlem-i şahadete çıkardığı bir mahlûkudur.

Bununla birlikte İnsanın için, Cenab-ı Hakk’ın Hak ismindeki ve bütün isimlerinde olan Hak manasının hakikatine.. Yani; O sabit, değişmekten münezzeh, doğru ve gerçek, zatı, sıfatı ve isimleri ile varlığı mutlaktır diye olan imanı esastır.

Ve bu iman ve hak isminin eserlerdeki, kanunlarını, şualarını müşahede etmekle, emir ve teklifteki hikmeti görmek ve kabulle birlikte; Hakla olmak. Yani gerçekle, değişmez hükümlerin sahibinin ortaya çıkardığı ve muhatabiyetini tarif ettiği şekliyle yaşamak.. Hak söylemek, hakla konuşmak, hakkın izharı ve tahakkuku için çalışabilmek bu ismin insan irade ve temayüllerinde tecellisindedir.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Hak kelime anlamıyla; (Bâtılın zıddı) Doğru. Gerçek. Vâcib ve lâzım olan. Her sâbit ve doğru olan şey. Adalet. Herkesin meşru olan salahiyeti, iktidarı, bir şey üzerindeki mâlikiyyeti. Dâva ve iddia.  Hakikate uygunluk. Geçmiş, harcanmış emek. Pay, hisse. Münasib. Din. İslamiyet. Kur’an. Vukuu vâcib, geleceği şüphesiz olan. Kıyamet. Mahz-ı hakikat. Yapacağını yalansız yapan kimse. (hak etmiş olmakla Musibet.)..gibi manaların karşılığına gelmektedir.

Buradan da anlaşılacağı gibi, Rabbimizin Vacib’ül Vücüd olarak mutlak varlığının hak oluşu, hikmetle yarattığı varlıkların O  hak’tan olduğu ve onlara hayatları ve mahiyetleri çerçevesinde haklar tanındığı, bu hak hakikatinin hem yaşam, hem kanun, hem eser, hem sonuç olarak bir çok şeyi ihtiva ettiği ,sorumluluklar içerdiği, riayet gereken hukukların bulunduğu ve neredeyse her şeyin bu ismin tecelli ve tezahürü ile bir biri ile bağladığı gerçeğidir..

Evet,Cenab-ı Hak hak ile ..yani değişmez zevalden,yokluktan münezzeh varlığı ve  hikmeti ile var ediyor..Hakkını verip,Hak ile yarattığında hakkı var…

Hilkatin gayesi,uluhiyetin muktazisi,rububiyetin marziyatı ile vücuda getirdiğinin de  vazifesini yapmakla ve ya yapmamakla hak ettiği bir karşılığı var..

Hak ile hakkı verilmiş ve hayat sahasına çıkmış her mahlukun bir hakkı hayatı ve bu hakkı içinde muhafazası gereken bir hukuku var..bir birlerine karşı taşıdıkları yükümlülükleri bulunur..hesabı var…

Ve bu hakkın ve hakların yekün bir muhasebesi var...

El hasıl ondan gelen herşeyin,ona rücu edene ,var oluştan mahşer meydanına kadar süren,hakkı görmek, hakkı bulmak,hakkı yaşamak,hakkı korumak gibi bir zimmeti var…

……………….Sakın Feyzî!. Sen gözünü hak yüzünden ayırma,Hakkı gören gerçeklere, hakkı kadar atâ var…..Tarihçe-i Hayat

Ayrıca: ONUNCU SÖZ:ONBİRİNCİ HAKİKAT/ Bab-ı insaniyettir İsm-i hakkın cilvesidir…okunması tavsiye edilir.

Ve;

…. Belki, Senin o sadık elçilerin ve doğru dellâl-ı saltanatının hakkalyakîn, aynelyakîn, ilmelyakîn suretinde Senin uhrevî rahmet hazinelerine ve âlem-i bekada ihsanatının definelerine ve dâr-ı saadette tamamiyle zuhur eden güzel isimlerinin harika güzel cilvelerine şehadet, işaret, beşaret ederler. VE BÜTÜN HAKİKATLERİN MERCİİ VE GÜNEŞİ VE HÂMÎSİ OLAN HAK İSMİNİN EN BÜYÜK BİR ŞUÂI, BU HAKİKAT-I EKBER-İ HAŞRİYE OLDUĞUNU, İMAN EDEREK SENİN İBÂDINA DERS VERİYORLAR……Münacat

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Öncelikle tahkiki bir imanın sahip olmak çok önemlidir.Çünkü hayatın öncesini ve sonrasını ezeli ve ebedi hasiyeti ile ihata etmiş bir hak ve icraat sahibinin marifeti, yakin mertebelerinin en yükseğinde insanın aklına kalbine elzemdir…………………..

Evet, İnsan hayatının her yerinde olan değişimler, firaklar, zevallerin tazip ve tacizinden kurtulmak için; değişmeyen, gerçek olan Rabbi ile kalbini rabt eder, kendini hakka bağlar. Varlığının O’nun varlığından olduğunu idrak eder.

Kulluğu ve İnsani hakikatine olan şuuru ile istidadı nispetinde Hukukullah’ı muhafazaya gayretli ve titiz olur. Bir tabirle Halk içinde Hak ile olur.Kanunlarına karşı itaatkâr davranır. Hayat için yarattıkları arasında tanzim ettiği hukukun ihyasını gözetip, ihlal edilmemesi için hassasiyet içerisindedir. Hareketlerini hikmetli bir plan içinde yapar…Ve hakkın tecelli ettiği herşeyi kabiliyetince  tefekkür etmek yolundan ayrılmaz.

Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. Ve «Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azabından koru.» derler. ALİ İMRAN-191

Ve hakkın zıddı olan batıldan kendini korur.. Hem hakkı, hem de hakikatini korumaya çalışır.




.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-VEKÎL

EL-VEKÎL

ANLAMI: İlmiyle irade, kudretiyle İcra ettiği her şeye kefil olan, güvenilip dayanılan, mutlak yöneliş ve tevekkül ile işlerini kendisine bırakanın işlerini, tüm fayda, hak ve hukuku muhafaza ederek en iyi şekilde yapan demektir.

" O, doğunun ve batının Rabbidir. Ondan başka ilâh yoktur. O halde yalnız O'nu vekil tut.." Müzzemmil sûresi (73/9)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Hayatımızı kuşatan fıtrat kanunları O’nun irade ve icrası, plan ve programı ile olduğundan en geniş dairede tüm bu faaliyetlere kefil ve vekil olan O’dur..ki kâinat mahiyetinde olan tanzime bağlı olarak işlemektedir.

Diğer açıdan Rabbimizin Vekil ismiyle münasebetimizi direk olarak tevekkül hususu belirlemektedir. Kulun iman ve yakin noktasında elde ettiği güven, onu takatinin yettiği veya yetmediği, yâda bir maksadına ulaşmak noktasında istinad ve istimdat almak için ihtiyaç duyduğu her şey için mütevekkil bir konuma taşır. Dolayısıyla bu bağlılık insan ile sahibi arasında munis bir alış verişi temin eder.

Eğer yakin olmaz ama muvaffak olunursa o, O’nun koyduğu rububiyet kanunlarına olan kefaletindedir. Ancak vekil olarak kendinden iman ile istimdat edildiğinde gelişen muvaffakiyet ise, kanunlar nezdinden ziyade, O,nun bu kefaleti, kulundan razı olarak kabul ettiği manasına gelen, içinde şefkat, merhamet, Nusret, muhabbet olan hakiki vekilliktir…

“ Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır…” (Bakara Suresi/ 257)

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Vekil isminin ehli iman mabeynindeki tahakkuku, onların istiane ve sığınmalarını, tevekküllerine vekâlet edip, işlerini üzerine alarak, Veli isminin taalluku ile yegâne dost hasiyetini izhar ettiğini söyleyebiliriz. Aşağıda arz ettiğimiz ayetleri bu manaya delalet eden nitelikte olan ayet-i kerimelerdir.

" İnsanlar onlara: "Düşmanlarınız size karşı ordu topladı, onlardan korkun." dediklerinde, bu, onların imanını artırdı ve şöyle dediler: "Allah bize yeter. O ne güzel vekildir.."  (Âl-i İmrân sûresi / 173)

" İşte Rabbiniz Allah bu! O'ndan başka ilâh yoktur; O, her şeyin yaratanıdır. O'na kulluk edin, O her şeye vekildir.." (En'âm sûresi / 102)

" Sen, ölümsüz ve daima diri olan (Allah)'a tevekkül et/Allah'ı Vekîl kıl (Allah'a güvenip dayan)..." (Furkân sûresi / 58)

" O tevekkül edenleri sever.." (Al-i İmran 3/159)

"...Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter..." (Talâk sûresi / 3)

" Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Vekil olarak Allah yeter.." (Nisâ sûresi /132)

*Ve net olarak şunu da ifade edebilirz ki: Vekil ile Mütevekkil arasında tek hakiki ve müessir bağlantı; Şuur-u imani - intisab-ı imani - iman ve amal-i salih - intisab-ı ubudiyet gibi noktalarda olan bağlantıdır.*

Bu konu Risale-i Nur’da Dördüncü Şua olarak ele alınmıştır. Bu harika dersin okunması önemle tavsiye edilir.

Hulasa olarak buradan anlaşılan şudur ki; Bu ismin insanların mutlak faydasına yönelik tahakkuku, kulların Allah’a C.C tevekkül etmeleri ve vekil olarak,işlerin,ihtiyaçların,isteklerin,dertlerin  kendisine arz edilmesiyle mümkündür….

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Öncelikle insan imanının tezahürü noktasında Allah’ı mutlak vekil bilmelidir. Ve bu intisabın gereğince hareket etmeli, O’nun lütfu ihsanı ile dostluğu kazanılmalıdır.

Örneğin; Ne olursa olsun ümitsizliğe, telaşa düşmemeli, güven ve emniyetini asla yitirmemelidir. * Zira benim velim, o kitabı indiren Allah'tır. Ve O, salih kullarına sahip çıkar..*.. A'RAF Suresi 196.

Evet, O’nun izni olmadan hiçbir şey olmaz. Her şey ilmi ve kontrolü altındadır. Mühim olan, iman ve tevekkülümüzle Rabbimizle aramızda olan, Vekillik ve Velilik münasebetini; Basit istekler, muvakkat arzular, geçici işlerimize bağlanarak, enaniyetimize itimat ederek kaybetmemektir.

Bir başka açıdan ise insan bu isimin tecellisi ve ayinesindeki tezahürü noktasında, kendisine tevdi edilen vazifelere sorumluluk ve ahlak prensipleri ile vekillik eder.İşleri uhdesine tevekkül ile alır ve gereğini yapar…

 …………..“Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki esbabı dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek ve esbaba teşebbüs ise bir nevi dua-yı fiilî telâkki ederek, müsebbebatı yalnız Cenâb-ı Hakk’dan bilmek, neticeleri O’ndan istemek ve O’na minnettar olmaktan ibarettir.”… Sözler


.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-KAVİYY

EL-KAVİYY

ANLAMI: Tam ve mükemmel kudret sahibi, acz ve zaaftan Müberra mutlak gâlip, her şeye gücü yeten demektir.

" Şüphesiz Allah'ın kendisi, rızık verendir, sağlam olan, kuvvet sahibi olandır.. " Zâriyât sûresi 51/ 58

" Bunun sebebi şuydu: Onlara peygamberleri apaçık delillerle gelmişlerdi. Ama onlar inkâr ettiler. Allah da bu yüzden kendilerini yakalayıverdi. Çünkü O, Kaviyy (çok kuvvetli)'dir, azabı şiddetlidir.. " Mü'min sûresi 40/ 22

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Bu ismin bizdeki taalluku; imanımız nispetinde, tüm olumsuzluklara karşı bir dayanak ve emniyet noktası oluşturur. Çünkü biliriz ki takatimiz yetmeyen her şey onun tasarrufu ve hâkimiyeti altındadır. Ve kuvvet ve kudretine karşı tezellüldedir.

Bir başka açıdan ise, irade ve idaremiz altında olan şeyleri galibane yönetmek ve hâkimane tasarruf edebilmek bu ismin, ilgili latifelerimiz üzerindeki taallukundandır.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Öncelikle yaratılan herşey, zerreden kürelere kadar bu ismin karşı konulamaz gücü ve hâkimiyeti altındadır.

Bununla birlikte; Kaviyy İsminin anlamını paylaştığımız bölümdeki ayetlerden anlaşılacağı üzere, bu esmanın hayatımıza tasarrufu noktasında, ehl-i imana maddi manevi yardım etme yönü ile düşmanlarına galip gelme ve zelil etmeye muktedir olduğu yönü  vardır.

Dolayısıyla bütün havl ve kuvvet onundur. Ve tüm iktidar sahipleri ve maddi ve manevi kuvvete ihtiyacı olanlar O’dan medet alırlar. Ve ancak o kuvvet ile maddi ve manevi düşmanlarına karşı mukavemet eder ve galip olabilirler.

İ’lem eyyühe’l-aziz! “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh”……. (Allah’ın kudret ve gücünden başka kudret ve güç yoktur. )….cümle-i mukaddesesi, insanın, zerre vaziyetinden, insan-ı mü’min suretine gelinceye kadar camidiyet, nebatiyet, hayvaniyet, insaniyet gibi geçirdiği etvar ve ahvaline nâzırdır. Şu menzillerde insanın letâifi pek çok elem ve emellere mâruzdur. Maahaza, havl ve kuvvetin müteallikleri zikredilmeyerek mutlak bırakılmıştır. Binaenaleyh, bu cümle, tesellî-bahş olup şümûlü dahilinde olan makamlara göre tefsir edilir. Meselâ,

“ Ademden çıkıp vücuda gelmek. ”

 “ Zevale gitmeyip bekada kalmak. ”

 “ Mazarratı def, menfaati celp. ”

 “ Musibetten uzak olup, matluba nâil olmak. ”

 “ Maâsiye düşmemek, ibadete devam etmek. ”

 “ Azaba mâruz kalmamak, nimete mazhar olmak. ”

 “ Zulmete düşmemek, nurla tenevvür etmek.”….Ve hâkezâ, herbir makamda insanın letâifine göre takyid ve tefsir edilebilir… Mesnevi-i Nuriye | Zeylü'l-Habbe

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

………….. İhtiyaç dairesi, nazar dairesi kadar büyüktür, geniştir.

Hattâ, hayal nereye gitse, ihtiyaç dairesi dahi oraya gider; orada da hâcet vardır, belki, her ne ki elde yok, ihtiyaçta vardır. Elde olmayan, ihtiyaçta vardır; elde bulunmayan ise, hadsizdir.

Halbuki, daire-i iktidar, kısa elimin dairesi kadar kısa ve dardır.

Demek, fakr ve ihtiyaçlarım, dünya kadardır.

Sermâyem ise, cüz-i lâyetecezzâ gibi cüz’î bireydir.

İşte, şu cihan kadar ve milyarlar ile ancak istihsâl edilen hâcet nerede; ve bu beş paralık cüz-i ihtiyârî nerede? Bununla onların mübâyaasına gidilmez. Bununla onlar kazanılmaz. Öyle ise, başka bir çare aramak gerektir.

O çare ise şudur ki: O cüz-i ihtiyârîden dahi vazgeçip, irâde-i İlâhiyeye işini bırakıp, kendi havl ve kuvvetinden teberrî edip, Cenâb-ı Hakkın havl ve kuvvetine ilticâ ederek, hakikat-i tevekküle yapışmaktır.

"Yâ Rab! Mâdem çare-i necât budur. Senin yolunda o cüz-i ihtiyârîden vazgeçiyorum, ve enâniyetimden teberrî ediyorum.

"Tâ Senin inâyetin, acz ve zaafıma merhameten, elimi tutsun; hem, tâ Senin rahmetin, fakr ve ihtiyacıma şefkat edip, bana istinadgâh olabilsin, kendi kapısını bana açsın."

Evet, her kim ki, rahmetin nihayetsiz denizini bulsa, elbette bir katre serap hükmünde olan cüz-i ihtiyârına itimad etmez; rahmeti bırakıp, ona mürâcaat etmez…..Sözler/17’nci Söz,, okunması tavsiye edilir…

Evet, Allah’tan başka hiçbir güç ve kudret sahibi olmadığını bilmek, tüm muhtaç olduğumuz şeylerde O’na dayanmak, sebeplerin aciz olduğunu yalnızca kudretin perdeleri olduğunu unutmamak, zilletten, tezellülden, zaaftan, kibirden, zulme uğramaktan ve zulmetmekten O’nun havl ve kuvvetine, şefkat ve merhametine sığınmak ve Peygamber efendimizin A.S.M tavsiyesine uyarak …“Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh”…….zikrine devam etmekle inayetine mazhar olmalıyız………

"(Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh)'ı çok şöyle! Çünkü bu cennet hazinelerinden bir hazinedir."Hz.Muhammed A.S.M



.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-METÎN

EL-METÎN

ANLAMI: Hiçbir sebebe ihtiyacı olmayıp mağlup edilemez olan. Azalıp, eksilmeyen, güç kaybetmeyen mükemmel ve şiddetli kuvvet sahibi demektir.

“Hiç şüphesiz, Allah rızık verendir; O, kuvvet sahibi, Metîn’dir.” (Zâriyât S51/ûresi, 58)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Sabır ve metanet sahibi olmak, hatalı olan fiillere karşı durabilmek, olumsuz şeylerden etkilenmemekle korunmanın tenim edilmesi bu ismin insan üzerindeki taallukundandır.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Metin ismi Kaviyy ismi ile anlam münasebeti olan bir isimdir. Ancak aralarında şöyle bir fark vardır. Kaviyy ismi, Allah’ın C.C kudretinin her şeye tesir eden yönüyle bütün mahlûkata hâkimiyet ve galibiyetini gösterirken, Metin ismi ise, bu kuvvetin, her şeye ihatası ve üzerlerinde taalluk ve icrası olduğu halde hiçbir şeyden etkilenmeyen, çok sağlam ve şiddetli bir gücü ifade eder.

Özetle; Allah CC mutlak kudretiyle Kaviyy olup, hiçbir şeyden etkilenmeyip, tesirinde kalmayan hadsiz kuvveti yönüyle de Metîn’dir.

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Evet, Dini vecibeleri ve uygulama fiilleri ile harici etkilerin altında kalmayan, nefsin hevâsına kendini kaptırmayan bir irade Metîn bir iradedir.

İbadetlere devam etmekte sebat, günahlardan çekinmekte, musibetlere karşı dayanmakta Sabır, tahammül.. yolunda olduğu davaya sadakat ve cesur olup Allah’tan başkasından korkmamak gibi hasletler de Metîn isminin kul üzerindeki tezahürlerindendir.


.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-VELİYY

EL-VELİYY

ANLAMI: Bütün yarattıklarına nazır, işlerine ve ihtiyaçlarına vekil, salih kullarını seven, himaye ve yardım eden, gerçek ve yegâne dost anlamına gelmektedir.

“Benim velîm Kitab’ı indiren Allah’tır ve O bütün Salih kullarını koruyup gözetir.”  (A’raf 7/196)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Bu isimle bağımız iki cihetle ele alınabilir.

Birincisi; hilkatimiz itibariyle, Rububiyet iktizası noktasında Rabbimizin yarattığı mahlûkatın hacetlerini deruhte etmesi, nezareti altında tutması ile O’na ve esmasına bakan cihetteki tecellisidir.

İkincisi ise, hususi manada olup, Allah’ın C.C Takva ve amel-i salih sahibi olan İhlaslı kulunu sevmesi, gözetmesi, taltif etmesi, yardım ve himaye etmesi ile birlikte, manevi derecesi yükseltip rızasına yaklaştırması, ona dost olması ve onu dostu kabul etmesi şeklindedir. Bu tecelliye mahzar olmak, en büyük maksudumuz, matlubumuz duamızdır…

……..Allah Teâla Hazretleri şöyle ferman buyurdu:

"Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem." Hz.Muhammed A.S.M (Buhârî, Rikak 38.)

Açın gözünüzü! Allah'ın dostları üzerine ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar. ( Yunus/62)

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

… İ’lem eyyühe’l-aziz! Nefsine olan muhabbeti icab ettiren nefsin sana olan kurbiyeti ise, Hâlıkına muhabbetin daha fazla olmalıdır. Çünkü, nefsinden o daha karîbdir. Evet, senin fikrin, ihtiyarın idrak edemedikleri sendeki mahfiyat, Hâlıkın nazarı ve ilmi altındadır….Mesnevi-i Nuriye

Veli başkasının işini üzerine alıp idare ve muavenet eden anlamına gelmektedir. Rabbimize nisbet edildiğinde ise yukarıda da kısmen söz edildiği gibi, Allah’ın (c.c)  veli isminin genel tecellisi ve tasarrufundan canlı cansız, insan hayvan farkı olmaksızın tüm mahlûkatı, masnuatı, halk ettiği mevcudatı istifade eder.

Ancak bu isim yakınlık, hususiyet ve dostluk anlamında ise sevdiği kulları ile kendi arasındaki seven ve sevilenler ait münasebeti ve muhabbeti ifade eder.

  Allah (c.c) inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. ” (Bakara 257)

“ Sizin dostunuz ancak Allah’tır (c.c), Resûlüdür (s.a.v), iman edenlerdir. ” (Maide 5/55.)

“ Allah (c.c) takvâ sahiplerinin dostudur. ” (Casiye 45/19)

 “ O hakiki dosttur, övülmeye lâyık olandır ” (Şura 42/28)

Evet, Hülasa olarak; Tüm yarattıklarının sevk ve idaresi onun kabza-yı tasarrufundadır.Rububiyet ve ulûhiyetinin iktizasınca yarattığı mahlûkatına nazırdır, tüm ihtiyaçlarını giderilmesini üzerine alan kefil ve ihsanını onlara ulaştıran velileri ve muinleridir.

Ve O kendine ve iman edilmesini istediği rükünlere iman eden, takva ve amal-i salih dairesinde bulunan kullarının velisidir. Onların dünya ukba tüm işlerini üzerine alır. Muavenet elini uzatır. Hayırlı ve güzel sonuçlar lütfeder. Ve O,Kullarının kendisine, bilerek, görerek, severek, emrettiği şeyleri uygulama noktasında istekli ve gayretli, acziyle ve fakrıyla O’nun şefkat ve merhametinden daima ümitli bir şeklide teveccüh etmelerini ister…

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Evet, Allah’ın C.C dostluğu ancak kendi bildirdiği üzere; Resulünün A.S.M yolundan gitmekle mümkündür. …..“De ki, eğer siz hakikaten Allah’ı seviyorsanız, bana ittiba edin (uyun) ki Allah da sizleri sevsin.” (Âli İmran Sûresi, 3/31)…Ve bu ise sünnet-i seniye denilen hususlara riayet etmek demektir………..“Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Sünnet-i Seniyyesinin menbaı üçtür: Akvali, ef’ali, ahvalidir. Bu üç kısım dahi, üç kısımdır: Feraiz, nevafil, âdât-ı hasenesidir.” (Lem’alar)…………..Ve bu yolculuğun muhteviyatında ise; İman, İslâm,marifet, muhabbet,şükür,hamd, ibadet, O’nu arayış, O’na adanış, O’na yaşayış,O’nu mutlak dost bilmek vardır………. “Sen benim dünyada ve ahirette velîmsin” (Yusuf 12/101)

…………O’nun dostlarını da dost bilmek ve düşmanlarını da düşman bilmek, sevginin vazgeçilmez tezahürü olan sadakat, rıza gibi haller, hisler, duygular, fikir ve fiilin ince ve hassas işçiliği vardır. 

Allah’ın C.C, kendisinin velisi olduğunu idrak eden ve bu nimete şuur ve yakin ile sahip olan ve o ebedi saadet anlamına gelen dostluğu kazanan bir kul, bu mazhariyetin taşıyıcısı ve göstereni olarak; insanlara emin, müminlere dost ve muin, Ümmet-i Muhammed’e A.S.M müşfik ve duacı, hayır temennileri içinde olur. Bu mazhariyetle muvaffak olan insana Allah C.C veli olmuştur..O kul da  Allah’ın Velisidir. Ve Allah’ın dostluk himayesi altındadır. Her işinde O’nun dostluk yardımını yanında bulur……

Bu güzel bahsi Peygamberimizin A.S.M, meşhur meşakkatli Taif dönüşü etmiş olduğu aşağıdaki dua ile noktalayalım inşallah;

O demiş;

 “İlâhî, kuvvetimin zaafa uğradığını, çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğümü ancak sana şekvâ ederim ey merhametlilerin en merhametlisi, herkesin hor görüp dalına bindiği çaresizlerin Rabbi sensin. İlâhî, huysuz ve yüzsüz bir düşman eline beni düşürmeyecek hatta hayatımın dizginlerini eline verdiğin akrabadan bir dosta bile bırakmayacak kadar beni esirgersin. İlâhî, gazabına uğramayayım da çektiğim mihnetlere belâlara aldırış etmem. Fakat senin af ve siyanetin (afiyetin) bana bunları da göstermeyecek kadar geniştir. İlâhî gazabına uğramaktan, rızasızlığına düçar olmaktan, senin o karanlıkları parıl parıl parlatan dünya ve ahirete ait işlerin medâr-ı salâhı olan nur-u vechine sığınırım. İlâhî sen razı oluncaya kadar affını isteyeceğim. Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh.”



Yüzbin Âmîn…


.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-HAMÎD

EL-HAMÎD ………..( çok geniş olan ve bu genişliği ile hadsiz muhteviyatı kendinde barındıran bu esma hakkında kısa notlar paylaşılacaktır inşallah………..

ANLAMI: Her ihsan ve nimetin sahip ve Muhsin’i, her mükemmel sıfat ile muttasıf, övgüye layık olan, kendine hamd edilen…

"Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur..." En'âm sûresi /1

 BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

İnsan her türlü övgüye layık, her sıfatı mükemmel olan Allah’ın dest-i kudretinden çıkmış ve iki dünyasına ait külli nimetlerine mazhar olmuştur. Fıtratına derc edilen tüm bu nimetler şükür ve hamd gibi mukabele ister. Ve insan üzerinde olsun, ebnayı cinsinde olsun, alakadar olduğu dünya da olsun her neye ve her kime isabet ederse etsin verilen nimetlerin hamdin de bulunmalıdır. Çünkü nimetler şükür için verilmiştir. Hamd ile şükür arasındaki farkı kısaca ifade edersek, insanın şahsi olarak mazhar olduğu nimetlere şükür, alakadar olduğu tüm hayatı ilgilendiren külli nimetlere de hamd eder. Demek ki İnsan, hem kendi âleminde hem de harici âlemde, Direkt veya dolaylı olarak mazhar olduğu nimetlere hamd ve şükürle mukabelede bulunması bir vazife-i fıtrattır. Ve insanın üstün vasıflara sahip olması, dünyada ve ukbada bu sıfatlar nedeniyle, lütuf ve iltifata mazhar olması, Hamid isiminin tecellisindendir.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

…………. “ Ne kadar hamd ve medih varsa, kimden gelse, kime karşı da olsa, ezelden ebede kadar hastır ve lâyıktır o Zât-ı Vâcibü’l-Vücuda ki, Allah denilir.”……….. Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektup

..........Lehül Hamd : Yani, hamd ve senâ, medih ve minnet Ona mahsustur, Ona lâyıktır. Demek nimetler Onundur ve Onun hazinesinden çıkar. Hazine ise daimîdir……….Yirminci Mektup | Birinci Makam

.........Lehül Hamd : Yani, bütün mevcudatta sebeb-i medih ve senâ olan kemâlât Onundur. Öyle ise, hamd dahi Ona aittir. Ezelden ebede kadar her kimden her kime karşı gelen ve gelecek medh ü senâ Ona aittir. Çünkü sebeb-i medih olan nimet ve ihsan ve kemâl ve cemâl ve medar-ı hamd olan herşey Onundur, Ona aittir….. Yirminci Mektup | İkinci Makam

………….Kitabın saydıkları adedince Allah’a hamdolsun, kitabın içindekilerin adedince Allah’a hamdolsun, yarattıkları sayısınca Allah’a hamdolsun, yarattıklarının dolusunca Allah’a hamdolsun, göklerinin ve yerinin dolusunca Allah’a hamdolsun, her şeyin adedince Allah’a hamdolsun…Hz. Muhammed A.S.M

Evet, Hamde layık oldur. Çünkü bütün kemal sıfatları ile mevsuftur.Kendise hamd ile mukabelede bulunan kullarını yücelten ve öven O’dur……….. “Bir topluluk Allah’ı zikretmek üzere bir araya gelirse melekler onların etrafını sarar; Allah’ın rahmeti onları kaplar; üzerlerine sekînet iner ve Allah Teâlâ onları yanında bulunanlara över.” Hz.Muhammed A.S.M

" Sen Rabb’ini hamd ile tesbih et ”.. (Hıcr 15/98)

" Güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabb’ini överek tesbih et”..(Tâha 20/130, Kaf 50/39)

" Akşam sabah Rabb’ini överek tesbih eyle”.. (Mümin 40/55)

" Kalktığın zaman Rabb’ini övgü ile an”.. (Tûr 52/48)

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Cenâb-ı Hak, hadsiz kudret ve nihayetsiz rahmetini göstermek için, insanda hadsiz bir acz, nihayetsiz bir fakr derc eylemiştir. Hem hadsiz nukuş-u esmâsını göstermek için insanı öyle bir surette halk etmiş ki, hadsiz cihetlerle elemler aldığı gibi, hadsiz cihetlerle de lezzetler alabilir bir makine hükmünde yaratmış.

Ve o makine-i insaniyede yüzer âlet var. Herbirinin elemi ayrı, lezzeti ayrı, vazifesi ayrı, mükâfâtı ayrıdır. Adeta insan-ı ekber olan âlemde tecellî eden bütün esmâ-i İlâhiye, bir âlem-i asgar olan insanda dahi o esmânın umumiyetle cilveleri var. Bunda sıhhat ve âfiyet ve lezâiz gibi nâfi emirler nasıl şükrü dedirtir, o makineyi çok cihetlerle vazifelerine sevk eder, insan da bir şükür fabrikası gibi olur….Lem’alar

Evet, İnsanın Allah’ın C.C nimetlerinden gafil olmaması, kendine ve alakadar olduğu dünyadaki nimetleri tefekkür etmesi ve bunların bilinmesine, fark edilmesine vesile olması, Hamid isminden müstefit olduğunu gösterir ve Allah C.C katında değeri olur……… Rabbinin nimetini anlat da anlat…Duha/11

…………… Allah’ın nimetlerini anın ki, felah bulasınız… [Araf 69]

Öyle bir Allah'a hamd olsun ki, kâinat ile tâbir edilen şu kitab-ı kebîr ve onun tefsiri olan Kur'ân-ı Azîmüşşanın beyanına göre bütün babları ile fasılları ve bütün sayfaları ile satırları ve bütün kelimatı ile harfleri, o Zât-ı Akdese, sıfât-ı cemâliye ve kemâliyesini izhar ile hamd ü senâhandır. Şöyle ki:

O kitab-ı kebîrin herbir nakşı, küçük olsun, büyük olsun, karınca kaderince, Vâhid ve Samed olan Nakkaşının evsaf-ı celâliyesini izhar ile hamd ü senâlar eder. Ve kezâ, o kitabın herbir yazısı, Rahmân ve Rahîm olan Kâtibinin evsâf-ı cemâlini göstermekle senâhan oluyor. Ve kezâ, o kitabın bütün yazıları noktaları, nakışları, Esmâ-i Hüsnânın tecelliyat ve cilvelerine mâkes ve mazhar olmak cihetiyle, o Zât-ı Akdesi takdis, tahmid, temcid ile senâhandır… Şualar - Yirmi Dokuzuncu Lem'adan İkinci Bâb [Elhamdulillah Hakkındadır]

……………

“ Allahü teâlâyı anmak üzere toplananları melekler ve ilahi rahmet kuşatır.”  [Hz.Muhammed A.S.M]

“ Sırf rıza-i ilahi için toplanıp Allahü teâlâyı ananlara göklerden bir münadi, "Allahü teâlâ günahlarınızı sevaba çevirdi. Yerinizden mağfiret edilmiş olarak kalkın!" diye seslenir.) [Hz.Muhammed A.S.M]

.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-MUHSÎ

EL-MUHSÎ

ANLAMI: Sınırsız ilmi ile herşeyi ihata eden, mülkünde bulunan her şeyin sayısını hiçbir şey hariç kalmayacak şekilde bilen demektir.

"Gerçekten Biz ölüleri diriltiriz, onların önceden yapıp gönderdiklerini ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Zaten biz her şeyi açık bir kütükte, bir "imam-ı mübin"de (ana kitapta, yani Levh-i mahfuzda) sayıp tesbit etmişizdir."…. Yâ-Sîn sûresi / 12

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Her Esma-i İlahiye ile mahiyetimizin bir irtibatı vardır. Çünkü insan mahiyeti camiasıyla esma-i ilahiyeye ayinedir. Onların nakışlarını üzerinde gösterir. Tecelli ve tezahürlerine makes olur... Ve bu noktada en direk bağlantı, yaratan ve yaratılan arasındaki bağlantıdır. Yani o kalemin yazısı olmak, marziyatın işlediği bir sayfaya dönmek, o iradenin muradı olan manaların yazıldığı zarfta mazruf olmak gibi nispetler, Rabbi ile kulu arasında en yüksek irtibatın niteliğini ifade ederler.

Ve bu isim bağlamında insan evveli, bugünü, ahiri ve tüm varlığıyla, herşeyi ile sayılıdır. Tüm zerreleri ile sayılmaktadır ve de tüm hesabıyla Muhsî olan Rabbinin ilminde mahfuzdur.

Ve bu ismin insanda bir başka tezahürü ise, kendine tevdi edilen ve mahiyetine derc edilip hıfzı emredilen hususların kontrolü ve muhafaza edilmesi şeklinde görülmektedir.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Evet, yaratılışımızda ve hayatımızın devamında ihtiyacımız olan, bize misafir olan, beslenmemizde, tedavimizde kullanılan her ne kadar unsur varsa hem onlar ve onları oluşturan maddesel değerleri, hem onlar ile teşekkül ettirilen organlar, değişime uğrayan ve onarılan tüm azalar ve daha nice var edilmiş ve varlığı sürdürülen şeyler onun ilmi ve bilgisi dâhilindedir. Ve tüm işlerde kullanılan zerlereler bir hendese ile çalışır, vazifesini yapar ve takdirle gelip takdirle giderler…

Ve kâinatta olan her şeyin mahiyeti bir muhasebeye, plan ve programa dayanır. İşte insan ve diğer canlı cansız varlıklar, noktasından virgülüne her şeyi ile sayılmış, planlanmış, tanzim edilmiş, vücuda getirilmiş, onlara lazım olan her şey planlanmış ve sayılmış yerleştirilmiş, yaratılmış ve yaratılmaktadır. Ve bu hesap, bilimin geldiği nokta itibariyle şeffaflaşmış, ölçülebilir ve görünebilirliğe sahiptir. Vücudu eşya, mahlûkat, masnuat ve mevcudatın teşekkülü, azalarının tanzimi, ihtiyaçların verilmesi, yapısal özellikler gibi her şeyin sayısal bir değeri olduğu mü’cizane bir şekilde izlenebilmektedir. Ve Rabbimiz MUHSÎ ilmiyle her şeyin sayısını tek tek bilmektedir. Bunu da her mahlûkatına koyduğu alamet-i farika mührüyle göstermektedir. Çünkü sayıları bilinmeyen şeyler, düzensizlikleri ile karışıklığa kargaşaya sebep olur. Oysa Allah her yarattığı şeye takdir ettiği şeylerle onu bir diğerinden farklı kılar. Ve parmak uçlarından saç tellerine kadar olan bir birinden farklılık, özelliklerin ve değerlerin biri tarafından bilindiğini ve ortaya çıkarılan her şeyin o bilen tarafından yapılan bir hesap ve takdirle olduğunu aşikâre gösterir.

Ve insanın fiilleri de bir takip ve sayılmışlıkla hesaplanan işler içindedir…

"O gün Allah onların hepsini diriltecek ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah onları bir bir saymıştır. Onlar ise unutmuşlardır. Allah her şeye şâhiddir." Mücâdele sûresi / 6

Evet, Rabbimiz kusursuz ulûhiyetini, adalet ve hâkimiyetini, her şeyin bani ve maliki olduğunu mahşer gününde perdesiz ortaya koyacak ve izzet ve celalini tecelli ettirecektir…

"O gün herkesin amel defteri ortaya konulmuştur. Ey Muhammed! Günahkârların, amel defterlerinden korkarak: "Eyvah bize! Bu nasıl deftermiş ki, büyük küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış dökmüş" dediklerini görürsün. Onlar, bütün yaptıklarını hazır bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez." Kehf sûresi / 49

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Evet, bu ismin insanda tezahür eden en net şekli, kulun kendisinin bir hâkim bir nazarın altında olduğu, her şeyinin izlendiği, tüm amellerinin yazıldığı bilinci ile nefsi kontrolünü kaybetmemektir.



Bununla birlikte dünyevi tezahür noktasında kişinin sorumluluk dairesinde olan iktisadi plana bağlı olarak elinde olanları, başkası ile ilgili alış veriş münasebetlerinde rakamsal değerlere hâkimiyeti, adaleti, hak ve hukuku muhafaza gibi hususlardaki idaresidir.

.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-MÜBDÎ

EL-MÜBDÎ

ANLAMI: Tüm varlıkları, örneksiz, numunesiz olarak ilk baştan icad edip yaratan, kâinatı yoktan hâlk eden demektir.

"Yoktan O yaratır ve tekrar O diriltir." Bürûc sûresi / 13

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Rabbimizin eser-i sanatıyız. Yoktan vücuda getirdiği mahlûklarıyız. O’nun hâlk edişini en güzel gösteren eseriyiz. Hiç kimseye benzemeyen özelliklerimizle, isim ve sıfatlarının şahsımıza mahsus tecellisine mazharız.

Evet, insanının hayra ve güzelliğe karşı olan fıtri meyilleri, Allah’a yakınlaştıracak ihlasa mazhariyeti,  bu ismin insan kabiliyet ve iradesindeki tezahüründendir. Yani; Nasıl o insan, sadece kendine mahsus olan bir sima, farklı cihazatı, muhtelif letaifi ile özelleştirilmiştir. Ve yaratılışı yaratanı ile arasında olan bir nitelikle irtibatı, bire bir tabir edilecek bir münasebeti gösterir. Öyle de İnsandan beklenen de sadece Rabbinin rızasını gözetmesi ve ne yapıyorsa yalnızca onun için yapması, araya başka şeyler bulaştırılmaması anlamına gelir.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

"Yarattığı her şeyi güzel yaratan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayan O'dur." Secde sûresi /7

"Allah'ın mahlûkunu ilk baştan nasıl yarattığını, sonra bunu tekrarladığını görmediler mi? Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır." Ankebût sûresi /19

…..Evet, Kadîr-i Zülcelâlin iki tarzda icadı var:

Biri ihtirâ’ ve ibdâ’ iledir. Yani hiçten, yoktan vücut veriyor ve ona lâzım herşeyi de hiçten icad edip eline veriyor.

Diğeri inşa ile, san’at iledir. Yani, kemâl-i hikmetini ve çok esmâsının cilvelerini göstermek gibi çok dakik hikmetler için, kâinatın anâsırından bir kısım mevcudatı inşa ediyor; her emrine tâbi olan zerratları ve maddeleri, rezzâkiyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır.

Evet, Kadîr-i Mutlakın iki tarzda, hem ibdâ’, hem inşa suretinde icadı var. Varı yok etmek ve yoğu var etmek en kolay, en suhuletli, belki daimî, umumî bir kanunudur. Bir baharda, üç yüz bin envâ-ı zîhayat mahlûkatın şekillerini, sıfatlarını, belki zerratlarından başka bütün keyfiyat ve ahvallerini hiçten var eden bir kudrete karşı “Yoğu var edemez” diyen adam, yok olmalı!........ Lem'alar | Yirmi Üçüncü Lem'a

….Sen bir mevcutsun. Eğer Kadîr-i Ezelîye kendini versen, bir kibrit çakar gibi, hiçten, yoktan, bir emirle, hadsiz kudretiyle, seni bir anda halk eder… Lem’alar | Yirmi Üçüncü Lem'a

…Hülasa: Yirmi Üçüncü Lem’a Tabiat Risalesi bu konuyu şümullü bir şekilde ders vermektedir…. Okunması tavsiye edilir…

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Bu esma ile bağımızın ifade edildiği ilk bölümde kısaca değinildiği gibi..bu isimden istifade noktasını belirleyen en net özellik İhlâsın tezahürüdür. İnsan kendisin halk edilişinde gösterilen ihtmama karşılık olarak,Rabbinin marziyatı doğrultusunda sadece ona bakan bir niyet ve fiiller ile rızasına teveccüh etmesi, yaratılış akdini yerine getirdiği anlamında gelir.
Çünkü yoktu var edildi.
Onda kimsede olmayan özellikler yaratıldı.


Onda çeşitli hissiyatlar duygular hâlk edildi..O kimseye benzemez yönü ile birdi ve kendi yaratılışın ilkiydi..O bir MÜBDÎ’nin dest-i hilkatinden çıktı…Şimdi o, bu ihsana karşı, hem kendi yaratılışını hem de yaratılmış olanların yaratılış mucizesine tefekkür ile şahit olacak ve şahit olduğu bu tefekküre Rabbini şahit tutacak…………..Ve her işinde tüm istidat,kabiliyet,niyet ve istekliliği ile sadece O'na, yaratanına teveccüh edecek…Yani,” Sen nasıl beni kimseye benzemeyen özellikler ile bir olarak yarattın ben de senin bu ihsanına karşı sadece seni bir bildim………tarzı hayata sahip olacak…


.