Bismillahirrahmanirrahim
BEŞİNCİ NOKTA
İman, duayı bir vesile-i kat’iye olarak iktiza ettiği ve
fıtrat-ı insaniye onu şiddetle istediği gibi, Cenâb-ı Hak dahi, “Duanız olmazsa
ne ehemmiyetiniz var?” meâlinde, قُلْ
مَا يَعْبَؤُا بِكُمْ رَبِّى لَوْلاَ
دُعَاۤؤُكُمْ ferman
ediyor. Hem اُدْعُونِىۤ اَسْتَجِبْ لَكُم ْ emrediyor.
Eğer desen: Birçok defa dua ediyoruz, kabul olmuyor. Halbuki
âyet umumîdir; ‘Her duaya cevap var’ ifade ediyor.”
Elcevap: Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua
için cevap vermek var. Fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu vermek, Cenâb-ı
Hakkın hikmetine tâbidir.
Meselâ, hasta bir çocuk çağırır: “Ya hekim, bana bak.”
Hekim “Lebbeyk,” der. “Ne istersin?” Cevap verir.
Çocuk “Şu ilâcı ver bana” der.
Hekim ise, ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına
binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç
vermez.
İşte, Cenâb-ı Hak, Hakîm-i Mutlak, hazır, nazır olduğu için,
abdin duasına cevap verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla ve
cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanın hevâperestâne ve heveskârâne
tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbâniyenin iktizasıyla, ya matlubunu veya
daha evlâsını verir veya hiç vermez.
Hem dua bir ubûdiyettir. Ubûdiyet ise, semerâtı uhreviyedir.
Dünyevî maksatlar ise, o nevi dua ve ibadetin vakitleridir. O maksatlar,
gayeleri değil.
Meselâ, yağmur namazı ve duası bir ibadettir. Yağmursuzluk,
o ibadetin vaktidir. Yoksa, o ibadet ve o dua, yağmuru getirmek için değildir.
Eğer sırf o niyetle olsa, o dua, o ibadet hâlis olmadığından kabule lâyık
olmaz.
Nasıl ki, güneşin gurubu, akşam namazının vaktidir. Hem
güneşin ve ayın tutulmaları, “küsuf ve husuf namazları” denilen iki ibadet-i
mahsusanın vakitleridir. Yani, gece ve gündüzün nuranî âyetlerinin
nikaplanmasıyla bir azamet-i İlâhiyeyi ilâna medar olduğundan, Cenâb-ı Hak,
ibâdını o vakitte bir nevi ibadete davet eder. Yoksa o namaz, açılması ve ne
kadar devam etmesi müneccim hesabıyla muayyen olan ay ve güneşin husuf ve
küsuflarının inkişafları için değildir.
Aynı onun gibi, yağmursuzluk dahi, yağmur namazının
vaktidir. Ve beliyyelerin istilâsı ve muzır şeylerin tasallutu, bazı duaların
evkat-ı mahsusalarıdır ki, insan o vakitlerde aczini anlar; dua ile, niyaz ile
Kadîr-i Mutlakın dergâhına iltica eder. Eğer dua çok edildiği halde beliyyeler
def’ olunmazsa, denilmeyecek ki, “Dua kabul olmadı.” Belki denilecek ki,
“Duanın vakti kaza olmadı.” Eğer Cenâb-ı Hak, fazl ve keremiyle belâyı ref
etse, nurun alâ nur, o vakit dua vakti biter, kaza olur.
Demek, dua bir sırr-ı ubûdiyettir. Ubûdiyet ise, hâlisen
livechillâh olmalı. Yalnız aczini izhar edip, dua ile Ona iltica etmeli,
rububiyetine karışmamalı. Tedbiri Ona bırakmalı, hikmetine itimad etmeli,
rahmetini itham etmemeli.
Bediüzzaman Said Nursî
(Sözler-Yirmiüçüncü Söz)