Gözümüzü kapamakla bizi
burada durdurmazlar; sevkiyât var. Fakat gafletten ve kısmen de ehl-i
dalâletten gelen zulümat evhamlarıyla bize firaklı ve karanlıklı görünen berzah
memleketi, ahbapların mecmaıdır.
Bir zaman gençlik gecesinin uykusundan ihtiyarlık sabahıyla
uyandığım vakit kendime baktım, vücudum kabir tarafına bir inişten koşar gibi
gidiyor. Niyazi-i Mısrî’nin:
“Günde bir taşı bina-yı ömrümün düştü yere,
Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber”
dediği gibi, ruhumun hanesi olan cismimin de hergün bir taşı
düşmekle yıpranıyor. Ve dünya ile beni kuvvetli bağlayan ümitlerim, emellerim
kopmaya başladılar. Hadsiz dostlarımdan ve sevdiklerimden mufarakat zamanının
yakınlaştığını hissettim. O mânevî ve çok derin ve devâsız görünen yaranın
merhemini aradım, bulamadım. Yine Niyazi-i Mısrî gibi dedim ki:
Dil bekası, Hak fenâsı istedi mülk-ü tenim,
Bir devâsız derde düştüm, ah ki Lokman bîhaber.HAŞİYE
O vakit birden merhamet-i İlâhiyenin lisanı, misali, timsali,
dellâlı, mümessili olan Peygamber-i Zîşan Aleyhissalâtü Vesselâmın nuru ve
şefaati ve beşere getirdiği hediye-i hidayeti, o dermansız, hadsiz zannettiğim
yaraya güzel bir merhem ve tiryak oldu. Karanlıklı ye’simi, nurlu bir ricaya
çevirdi.
Evet, ey benim gibi ihtiyarlığını hisseden muhterem ihtiyar
ve ihtiyareler! Biz gidiyoruz, aldanmakta fayda yok. Gözümüzü kapamakla bizi
burada durdurmazlar; sevkiyât var. Fakat gafletten ve kısmen de ehl-i
dalâletten gelen zulümat evhamlarıyla bize firaklı ve karanlıklı görünen berzah
memleketi, ahbapların mecmaıdır. Başta şefîimiz olan Habibullah Aleyhissalâtü
Vesselâm ile bütün dostlarımıza kavuşmak âlemidir.
Evet, bin üç yüz elli senede, her sene üç yüz elli milyon
insanların sultanı ve onların ruhlarının mürebbîsi ve akıllarının muallimi ve
kalblerinin mahbubu ve her günde, “Es-sebebü ke’l-fâil”* sırrınca, bütün o
ümmetinin işlediği hasenâtın bir misli, sahife-i hasenâtına ilâve edilen ve şu
kâinattaki makasıd-ı âliye-i İlâhiyenin medarı ve mevcudatın kıymetlerinin
teâlîsinin sebebi olan o zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyaya geldiği
dakikada “Ümmetî, ümmetî” rivayet-i sahiha ile ve keşf-i sadıkla dediği gibi,
mahşerde herkes “Nefsî, nefsî” dediği zaman, yine “Ümmetî, ümmetî” diyerek en
kudsî ve en yüksek bir fedakârlıkla, yine şefaatiyle ümmetinin imdadına koşan
bir zâtın gittiği âleme gidiyoruz. Ve o güneşin etrafında hadsiz asfiya ve
evliya yıldızlarıyla ışıklanan öyle bir âleme gidiyoruz.
İşte o zâtın şefaati altına girip ve nurundan istifade etmenin
ve zulümat-ı berzahiyeden kurtulmanın çaresi, sünnet-i seniyyesine ittibâdır.
Haşiye: Yani, benim kalbim bütün kuvvetiyle beka istediği
halde, hikmet-i İlâhiye cesedimin harabiyetini iktiza ediyor. Hekîm-i Lokman da
çaresini bulamadığı, dermansız bir derde düştüm.
* Bir şeye sebep olan, işleyen gibidir.
Lem’alar, 26. Lem’a, 3. Rica
LÛGATÇE:
mufarakat: Ayrılık.
ye’s: Ümitsizlik.
rica: Ümit, teselli.
zulümat: Karanlık.
berzah: Kabir âlemi.
şefî: Şefaat eden.
makasıd-ı âliye-i İlâhiye: Allah’ın kâinatı yaratmasındaki yüce maksatlar.
zulümat-ı berzahiye: Kabir karanlıkları.