19.8.08

BARLA LAHİKASI NOTLARI






BARLA LAHİKASI NOTLARI



“Serapa Nur olan Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın hak ve hakikatını, bu asır insanlarının, bilhassa fırak-ı dâllenin gözlerine sokacak derecede bazı Kur'an lemaatının zâhir olmasına murad-ı İlahî taalluk etmiş ve bu emr-i mühimme felillahilhamd muhterem üstadımız vasıta olmuştur.” Hulusi Yahyagil-s:23


Hizmet ehli hizmetten dolayı ne kadar şükretseler azdır. Fahre, gururlanmaya zerre kadar hakları yoktur. s:23


Hizmet ehli hep şöyle düşünmeli; “eğer yalnız adüvv-i ekber olan nefsin hilesinden ve cinn ü ins ve şeytanların mekrinden emin olayım diye herkes başını karanlığa çekse ve kendisi köşe-i nisyana çekilse veya çekilmek istese ve âlem-i insan ve âlem-i İslâm mühmel kalacak, kimsenin kimseye faidesi olmayacak bir zaman olsa; ben din kardeşlerime bu nurlu hakikatleri iblağ edeyim de Allah-u Zülcelal nasıl şe'n-i uluhiyetine yaraşırsa öyle muamele eylesin.” s:24


Hizmet ehlinin gaye-i hayatı; “ben artık birşey için yaşadığımı zannediyorum. O da, üstadım olan dellâl-ı Kur'an'ın vazife-i memure-i maneviyesini îfada kendilerine pek cüz'î bir yardım ve Kur'an hesabına cüz'î bir hizmetkârlıktan ibarettir. s:26


Hulusi ağabey 20. asrın insanlarını şöyle tavsif ediyor; “bugünün karmakarışık sarhoş insanları” s:26


“Üstadım bana ve dinleyen her zevi-l ukûle, tarîkat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır, beş vakit namazını hakkıyla eda et, namazın nihayetindeki tesbihleri yap, ittiba'-ı sünnet et, yedi kebairi işleme dersini vermiştir. Ben gerek bu derse, gerek Risalet-ün Nur ile verilen derslere, Kur'an'dan istinbat buyurarak gösterdiği hakikatlere karşı Allah'ın tevfikiyle can ü dilden belî dedim, tasdik ettim ve bana böylece hakikat dersini veren bu zâta da ömrümde ilk defa olarak Üstad dedim. Hata etmedim, isabet ettim.” Hulusi Yahyagil s:26


Hulusi ağabey, üstadı tanımadan beş sene evvel tarik-i nakşiye girmiş imiş: “Taharri-i hakikat ile ömür geçirir iken mukadderat bu âsi bîçareyi de beş sene evvel Şah-ı Nakşibend Hazretlerinden Muhammed-ül Küfrevî Hazretlerine doğru açılan tarîk-ı Nakşibendîye idhal eylemişti. Sonra muvakkat bir küsuf neticesi olarak yol kaybolmuş, zulmet ve dikenler içinde kalınmış iken nurlu Sözler'inizle zulmetten nura, girdabdan selâmete, felâketten saadete çıktım” s:29


Hulusi ağabey’e göre üstad: “Şu zaman-ı isyan ve tuğyan ve küfranda mahz-ı inayet ve lütf-u Hak olan, ümmet-i İslâmiyeyi hakaik-i imaniyeye sevk ve irşada memur edilen zât” s:30

Santral Sabri ağabeyin 20. asır için bir tabiri: “Beşerin pek ziyade ayağını kaydıran şu asır” s:38


Risale-i Nur’dan istifade kişinin idraki nispetindedir. S:42


Hulusi ağabeyin yüksek seciyesi:1-Siyaset anlamadığım bir iş.


2-Şunun bunun amaline(isteklerine) hizmet menfurum


3-Zilletle yaşamak tahammül edemediğim hallerdir.” s:44


Üstadın Hulusi ağabeye bir tavsiyesi: “Hoca Efendi Hazretlerinin âlî tavsiyeleri: Beş vakit namazını ta'dil-i erkân ile kıl, yani başka ibadete gücün yetmez. Namazın nihayetindeki tesbihleri yap, yani başka zikri yapamadım diye teessüf etme. Yedi kebairi terk et, çünki sagairi arayacak zamanda değiliz. İttiba'-ı sünnet et, zira bu zamanda arkasında gidilecek ve harekâtı taklide değer saf, hâlis ve muhlis bir hâdî ki, (o da seni yine bu yola götürecektir) maalesef bulamayacaksın. Belki bu yola çıkaracaklar vardır. Fakat kömür ile elması kim fark edecek? Öyle ise sen çalış, ondan daha iyi kılavuz bulamazsın.” S:44


Aziz kardeş! Zaman olur ki her şey, herkes, her muamele, kalbi incitiyor.” Hulusi Bey s:44


Sabri ağabeye göre, insan sadece 1.21. ve 22. sözü bile okusa kalp hastalıklarına kâfi merhem bulabilir. S:45


Hulusi Bey, risalelerde edebiyata uygunluk konusunda şunları söylüyor: edebiyata uygunluk konusunda şunları söylüyor: “Evet, bazı ibareler belki edebiyat denilen şeye tam muvafık düşmüyormuş. Bunda da isabet var. Çünkü edebiyat satılmıyor, Kur'an'dan nurlar gösteriliyor.” s:55


Hulusi ağabey Süfyaniler için şöyle diyor: “Allah böylelerinin şerlerini kudret kılıcı ile kessin. Böylesi hâin ve zalimleri Kahhar ismine tevdi' ederiz.” S:56


Üstad kendisi için “asabi adam” tabirini kullanıyor. S:56


1930larda, üstadın talebesi ve müsvedde kâtibi Süleyman ağabey, bugünleri görür gibi şöyle diyor: “Bu Nurların kıymetini zaman gösterecek ve dillerde destan olarak şark ve garbı gezecek itikadındayım. Ve inşallah Avrupa'ya karşı dahi Kur'anın ne kadar parlak bir güneş olduğunu gösterecektir. s:57


Refet ağabey 25. Söz hakkında: “İ'caz-ı Kur'an'ın yüksekliği hakkında ne yazsam azdır. Kalemim onu tavsiften âcizdir.” S:57


Refet ağabey 19. mektubun ruha ulviyet ve inkişaf bahşettiğini yazıyor. S:57


Üstad az mektup yazıyor: “eskiden beri mektubları pek az yazarım. Hattâ üç senedir kardeşimin çok mektublarına karşı bir tek yazdım” s:60


Şu sisli asır” Sabri abi-s:61


Hüsrev ağabey ezanın değişmesi gibi şeairlerin tebdili hususunda şöyle diyor: “binler maslahat ve faideleri içinde yalnız bir maslahat için bile olmadığı halde tebdil edilen şeair-i İslâmiyeden bazıları, bizi çok me'yus ve müteessir ediyor.”s:67


Rıza-yı İlahî kâfidir. Eğer o yâr ise, herşey yârdır. Eğer o yâr değilse, bütün dünya alkışlasa beş para değmez. İnsanların takdiri, istihsanı, eğer böyle işde, böyle amel-i uhrevîde illet ise, o ameli ibtal eder. Eğer müreccih ise, o ameldeki ihlası kırar. Eğer müşevvik ise safvetini izale eder.”s:70


Bir talebesi, haklı olarak üstaza şöyle sesleniyor: “Siz de artık muhterem Üstad, muhtaç olan koca bir millete tarif ve mikyas kabul etmez bir hizmeti îfa etmiş bulunuyorsunuz. Bu millet, bu toprak, bu vatan hiçbir zaman size olan borçlarını ödeyemezler. Dilerim ki, bu azîm, kudsî hizmetinizin mükâfatını Cenab-ı Hak size pek lâyık bir tarzda ihsan etsin. Dünya ve âhirette sizden ve bizim gibi âciz ve kusurlu hizmetçilerinden razı olsun, âmîn” s:70


İnsanların nazarında mevki kazanmak ve dillerde yâd edilmek, hakikatbîn olanlarca bir şeref değildir. Eğer rıza-yı İlahî varsa, o rızanın cilvesi olarak insanlarda teveccüh görünse; bir derece emare-i rıza olmak noktasında makbul olabilir. Yoksa arzu edilmemeli” s:84


Refet ağabeyin Üstad hakkında kanaati: “her asırda emsaline ender tesadüf olunan bir dâhî-i azam” s:86


Merhum Binbaşı Asım Bey üstaddan evvel vefat etmeyi arzulamış ve buna nail olmuştur: “ya Hazret riya değil, tasannu' değil, içimden doğuyor- gönül şöyle istiyor ve arzu ediyor: Bu fakir, Üstadımdan evvel kabre girsin ve siz dâr-ı bekanın ilk kapısına gelinceye kadar, dâr-ı dünyada bulununuz ki; bu fakir ve muhtaç olan talebenize arkasından göndereceğiniz dua ve hediyenizle mütena'im, şâd ve mesrur olsun. Ve sizin teşrifinizde -ki Erhamürrâhimîn olan Rabb-ül Âlemîn'den dua ve niyazım budur- ruhum sizi istikbal etmek şerefiyle müşerref olabilmek gibi, gönül arzu ve hayatı hasıl oluyor (Haşiye) ve çok düşündürüyor. Ve bu arzu ve niyazımdan daha büyüğü ve şedidi şudur ki: Üstadımın dâr-ı dünyada daha pek çok zamanlar kalması, dolayısıyla vazife-i kudsiyenizin devamı ve hakikat ve hidayet nurları olan Risale-i Nur ve Mektubat-ün Nur'ların teksiri ve intişarıyla, hâb-ı gaflette olanların, dalalette kalanların, ehl-i bid'a ve mülhidlerin tarîk-ı hak ve hidayete girmeleri için siz üstadımın çok zaman daha yaşamaklığınızı ve başımızdan eksik olmamanızı ve sizin gaybubetinizle, bizlerin yetim ve öksüz kalmamaklığımızı gönül arzu ediyor” s:104


Hulusi ağabey hizmet ehlinde olması gereken üç hasleti sayıyor: 1-Safi Niyet


2-Samimi His


3-Ciddi Şevk-s:108


Tesanüd bozulsa cemaatin tadı kaçar.” S:111


Hulusi ağabey bir risale ile alakalı Bir Müftü Efendinin şu kanaatini anlatıyor: Müftü Kemal Efendi, ol mektubu mütalaa etmişti. İki gün evvel ziyaretine gittim, "Hiç kimsenin bugüne kadar muktedir olmadığı dekaik ve hakaikı, Kur'an'dan bulup çıkarmışlar" diyerek takdirlerini beyan, selâm ve dualarını tebliğ etmekliğimi söylediler. S:114


Hulusi Beye göre, eserlerden feyz alamamamızın sebepleri:


1-İsyan ve kusurumuzun fazlalığı


2-Muhit ve hadiselerin bizi devamlı nurlarla meşgul olmaktan men etmesi


3-Nefis ve insi ve cini şeytanların hücumu. S:120


“Aziz kardeşlerim! Üstadınız lâyuhtî değil. Onu hatasız zannetmek hatadır. Bir bahçede çürük bir elma bulunmakla bahçeye zarar vermez. Bir hazinede silik para bulunmakla, hazineyi kıymetten düşürtmez.” S:123


“Biliniz, kardeşlerim ve ders arkadaşlarım! Benim hatamı gördüğünüz vakit serbestçe bana söyleseniz mesrur olacağım. Hattâ başıma vursanız, Allah razı olsun diyeceğim. Hakk'ın hatırını muhafaza için başka hatırlara bakılmaz. Nefs-i emmarenin enaniyeti hesabına, Hakk'ın hatırı olan bilmediğim bir hakikatı müdafaa değil, alerre'si vel'ayn kabul ederim.” S:123


Biliniz ki; şu zamanda şu vazife-i imaniye çok mühimdir. Benim gibi, zaîf, fikri çok cihetlerle inkısam etmiş bir bîçareye yükletmemeli, elden geldiği kadar yardım etmeli. Evet, mücmel ve mutlak hakaik; biz, zâhirî vesile olup çıkıyor. Tanzim ve tasfiye, tasvir ise; kıymetdar, muktedir ders arkadaşlarıma aittir. Bazan onlara vekaleten tafsilâta, tanzimata girişiyorum, noksan kalıyor” s:123


Yaz mevsiminde dünya gafleti ziyade hükmeder. Ders arkadaşlarımızın çoğu fütura düşüp ta'til-i eşgale mecbur oluyor. Ciddî hakaik ile tam meşgul olamıyor.” s:123


“Bu zamanda dalalet ve gaflete karşı pek çok manevî kuvvete muhtacız.” S:124


Üstad konuşmada bile iktisada uyuyor: “Her ne ise, bir küçük mes'ele münasebetiyle çok konuştum ve çok da israf ettim. Ahbabla fazla konuşmak mergub olduğundan, inşâallah bu israf afvolur.” S:124


Fikri dağınık olmak Risaleleri anlamak da bir engel. s:125


Sarıbıçak Mustafa Ağabey risalelerin tesiri hakkında şöyle diyor: “Ben hiç bir Arabiyat görmeden, medresede beş-on sene okumadığım halde; yalnız risaleleri yazıp ciddiyetle okudum. Kendimi yirmi sene medresede okumuş gibi tahayyül ediyorum. Sebebi ise; bu âcizin, bu fakirin, bu miskinin nezdine çok Arabiyat hocaları geliyor ve benim okuduğuma hayret ediyorlar. Evvelden mürşid-i kâmil terbiyesi görmüş insanlar geliyorlar, benden işittikleri kelimelere meftun oluyorlar. Çok hocalar iki diz üzerine gelip, risale okuyuver diyorlar.” S:127


Sarıbıçak Mustafa Ağabey’e göre, Risalelerin tesiri için iki şart:


1- Dikkat


2- Teslimiyet-s:127


Üstad hazretleri Risalelerin hallettiği bazı meseleleri şöyle izah buyuruyor: “risalenin şakirdleriyle velayetin şakirdlerini ve birbirinin arasındaki dereceyi anlatmak istiyor. Bu mes'eleyi Risale-i Nur halletmiş. Hem tevhid-i âmi ile tevhid-i hakikîyi göstermiş. Hem gözü kapalı olarak gitmenin ve gözü açık olarak gitmenin farkını Risale-i Nur beyan etmiş. Hem âlem-i yakaza ile âlem-i menamı Risale-i Nur keşfetmiş. Hem âlem-i misal ile âlem-i şehadeti birbirinden Risale-i Nur ayırmış. Hem velayet-i kübrayı, velayet-i vustâyı, velayet-i suğrayı ve birbirinin farkını tamamıyla Risale-i Nur göstermiş. Bir sohbette, bir kademde -Sahabelerin meseli gibi- zâhirden hakikata geçmenin sebeblerini anlatmış. Hem tarîkat şeyhlerinin ve Eimme-i Erbaa'nın caddelerini Risale-i Nur beyan etmiş. Hem ilmelyakîn, aynelyakîn, hakkalyakîn ile elde edilen imanın farklarını Risale-i Nur göstermiş. Hem Hazret-i Ebubekir-i Sıddık (R.A.) ve Hazret-i Ömer (R.A.) ve Hazret-i Osman'ın (R.A.) meşrebini Risale-i Nur takib etmiş. Hem İmam-ı Ali'nin (R.A.) bir veled-i manevîsi olduğunu, Celcelutiye'yi tefsir ile Risale-i Nur'un kıymetini ve vazifesini Risale-i Nur göstermiş. Hem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Mehdi ve İsa Aleyhisselâm ve Deccal ve Ye'cüc-Me'cüc ve Sedd-i Zülkarneyn hakkındaki müteşabih hadîsleri Risale-i Nur tevil etmiş, esas maksadı anlatmış. İmam-ı Ali (R.A.), Şah-ı Geylanî (R.A.), Sekizinci, Onsekizinci, Yirmisekizinci Lem'alar ile ve Sekizinci Şua ile keramat-ı evliya hak olduğunu ve yerde iken Arş-ı Azamı müşahede ettiklerini Risale-i Nur beyan etmiş. Hem umum müçtehidler "Mütekellimînden birisi gelecek, hakaik-i imaniyeyi ve bütün mesaili vâzıh bir surette beyan edecek" diye müjdelerini, Risale-i Nur hâdisat-ı âlem ile isbat etmiş. Hem bütün her asırda gelen meb'uslar, veliler keşfiyatlarında, "Birisi gelecek, şarktan bir nur zuhur edecek" diye Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsini ve Üstadımın şahs-ı manevîsini ve talebelerin şahs-ı manevîsini görüp, bütün ümmet-i Muhammed'e (A.S.M.) Risale-i Nur'un faziletini, ehemmiyetini, kıymetini ve emr-i Peygamberî ile bütün ümmet virdlerinde azab-ı kabirden ve âhirzamanda gelecek fitneden, Deccal'ın şerrinden istiaze etmelerini ve yapacağı maddî ve manevî tahribatını Risale-i Nur tamir yaptığını görmüşler. Müjdeler, beşaretler, işaretler, remizler ile haber verdiklerini, Risale-i Nur, Eskişehir, Denizli, Afyon, İstanbul gibi hâdisat-ı âlem ile göstermiş.” S:128


Üstaz, Nur ismine mazhar. S:131


Üstad hazretlerinde büyük bir tevazu ve mahviyet var. Kendini göstermek haletinden şiddetle sakınıyor. S:132


Hulusi Bey, Abdülkadir Geylani için “üstadımın üstadı Hazret-i Gavs'ın lillahilhamd en küçük hacetimi görecek kadar zâhir himmeti” diyor. S:133


Üstad 14 yaşında icazet almış.s:146


Üstad da Kadiri meşrebi ve Şazeli mesleği daha ziyade hükmediyor. S:146


Risale-i Nur'un şakirdlerinin ruhları birbiriyle alâkadardır. Cesedleri müteaddiddir; ruhları müttehid hükmündedir.” S:152


Hüsrev ağabeyin Üstad hakkında bir kanaati: “Size evvelden beri "Lokman" nazarıyla bakmaktayım. Evet, hakikaten bir Lokman'sınız. Lokman Hekim gibi, kalbî arzularımızı işiterek bu risaleler ile mualece uzatıyorsunuz” s:157


Hüsrev ağabeyin mühim bir kanaati: “Bu hâdisat gösteriyor ki, bedi' âsârın büyük bir hâsiyeti ve bir kerametidir ki, talebelerini başka ellere vermiyor ve nurlandırmak için başka kapılara boyun büktürmüyor. Ağlayan kalblerimize teselliler veriyor. İmanlarımızı takviye ediyor. Lika-i İlahîyi iştiyakla istetiyor ve sonunda da, "Ya Rab! Sen üstadımızdan hoşnud olacağı tarzda razı ol!" nidalarını, lisanen ve kalben söylettiriyor.”s:158


Sabri ağabeyin güzel bir tavsifi: “Elhamdülillah Cenab-ı Feyyaz-ı Hakikî, âciz, fakir, muhtaç kullarından rahmet-i Rabbaniyesini esirgemedi."Armut piş ağzıma düş" kabilinden her nevi malzeme-i cerrahiye-i ruhiyeyi, hâzık bir operatörle beraber ihsan buyurdu. Eğer bizler, bu ameliyatı görmeseydik ve bu nurlu ve zevkli, şevkli ihrama girmeseydik, hubb-u câh yüzünden acaba hangi bid'attan geri duracaktık? S:159


Asım Bey, Bir Şeyh Efendinin okunan Risalelerden etkilenmesini şöyle anlatıyor: “Hele Giritli Hasan Efendi, gözyaşlarından kendisini alamıyor. Malûm-u üstadaneleri, kendisi Kadirî şeyhidir. Zât-ı üstadanelerine ve bahusus Gavs-ül Azam Şeyh Geylanî Hazretlerine merbutiyet ve muhabbeti derece-i nihayettedir.” S:164


Refet ağabey, Risaleleri hazmetmek için iki yol gösteriyor:


1-Yavaş


2-Dikkatli okumak-s:169


Hulusi ağabey diyor ki: “Müminim diyen ittiba-ı Sünnet etmeli” s:171


Bazı hareket ve tavırlar kalpteki imanın ne durumda olduğunun işaretidir:


Fahr-i Âlem (A.S.M.)ın en nuranî, leziz, kudsî kelimatını işitmekten kaçan bir kulağın altında olan kalbde bulunan iman, ne hale girdiğini sen söyle!” s:176


Üstad, bir şakirde sadakat ve ihlâs arıyor. S:177


Üstad gıybetten şiddetle nefret ediyor. S:177


Üstad, talebeleri hakkında şöyle diyor: “ Bunlara ilişmek, doğrudan doğruya bana ilişmektir.” S:178


Bir hizmet ehli hakkında halkın dedikodusu bir bakıma o zat hakkında iyidir. Riyadan kurtulmasına sebebtir. S:179


Refet ağabey diyor ki: “Dinsizliğin münteşir olduğu şu zamanda bulunduğumuza evvelce teessüf ediyorduk. Şimdi hiç teellüm, teessür eseri kalmadı. Zât-ı âlîleri gibi bir üstadı bulduğumuzdan, zaman ne olursa olsun bizi me'yus etmiyor.” S:184


Hulusi ağabeyin çocukluktan beri en nefret ettiği şey yalan söylemek imiş. s:193


Hulusi Beyin, Üstaz hakkında enfes bir kanaati: “Fakat muhterem Üstadımın âlî afvlarına istinaden şunu ilâve edeyim ki, Gavs-ı Azam Hazretlerinin keramet-i gaybiyeleri, sarahaten Üstadımız Said Nursî Hazretlerini göstermektedir. Çocukluğundan beri hârika tercüme-i hali tedkik edilecek olursa görülür ki, bu zâtın vücudu sırf Kur'an ve iman hesabınadır. Ondandır ki o hârika hâlâta mazhar olmuş. Biz bîçareler bu şem'in pervanesi oldukça, hizb-ül Kur'an namına Hazret-i Gavs'ın himmet ve duasına ve cedd-i zîşanı Peygamberimiz (Sallallahü Teâlâ Aleyhi Vesellem) Efendimiz Hazretlerinin şefaatine, iltimasına ve nihayet Münzil-ül Kur'an'ın afvına, himayesine mazhar olacağımıza da şübhe edilmemek lâzımdır.” S:193


Zekai ağabey çok güzel bir söz naklediyor: “Büyük felâketler, güler yüzlü intibahlar doğurur" derler ki, pek musîb bir söz. s:198


Üstadın, ırkçılığa çok enfes bir bakışı: “Evet ben başka memlekette dünyaya gelmişim. Fakat Cenab-ı Hak beni bu memleketin evlâdına hizmetkâr etmiş ki; dokuz sene mütemadiyen bu memleketteki milletin ondan dokuz kısmının saadetine, kendi dilleriyle hizmet ettiğim bu havalideki insanlara malûmdur.


Hem ben bu memlekette Hulusi, Sabri, Hâfız Ali, Hüsrev, Re'fet, Âsım, Mustafa Çavuş, Süleyman, Lütfü, Rüşdü, Mustafa, Zekâi, Abdullah gibi yirmi-otuz Müslüman-Türk gençlerini âdeta yirmi-otuz bin milletdaşlarıma tercih ettiğimi ve onları o otuz bin adamın yerine kabul ettiğimi, bu dokuz senedeki Türkçe âsâr ile ve hizmet ile göstermişim. Evet ben bin gafil ve âmi Kürdü bir Türk olan Hulusi'ye karşı tutmadığımı ve bin cahil Kürdü birer Türk olan Âsım ve Re'fet'e mukabil göremediğimi ve bir genç olan Hüsrev'i bin âmi Kürdle değişmediğimi ehl-i dikkat ve benim ahvalime muttali olanlar tasdik ettikleri halde, firengîlik namına ve ilhad hesabına, Türkçülük perdesi altında, sahtekâr bir milliyetperverlik suretinde ve hodfüruşluk cihetinde bana tecavüz edenler ve Türk milletini ve milliyetini zehirleyen mülhidler bilsinler ki: Ben millet-i İslâmiyenin en mühim ve mücahid ve muazzam bir ordusu olan Türk milletine binler Türk kadar hizmet ettiğimi, binler Türk şahiddirler. İşte bana Kürd diyen ve ittiham eden, zâhir hamiyetperverlik gösteren sahtekârlar, bu millete ne gibi hizmet ettiklerini göstersinler.”s:203-204


Üstadın ümmi talebelerinden Vezirzade Mustafa Ağabey Rüya konusunda diyor ki: “Kalbimin intibahını rü'yalarımla anlıyorum. Zâten bu gaflet ve zulmet zamanının yakaza âlemini, ağır bir uyku âlemi ve uyku âlemini ise, bir derece yakaza âlemi görüyorum. Onun için siz üstadıma karşı rü'yalarımla size arzediyorum.”s:212


Hulusi ağabey, üstadı, birinci sözdeki mütevazi zata benzetiyor. S:215


Hulusi Bey, Elazizli Hacı Şevket Hocanın risalelere teslimiyetini şöyle anlatıyor: “Vahdet-ül Vücud'a dair olan risaleyi mühim zâtlara okuduktan sonra, bir sevk-i manevî ile ihtiyarsız bir yere daha gittim. Orada Vahdet-ül Vücud meşreb sahibi âlim bir zâtı hazır buldum. Vahdet-ül Vücud hakkındaki mektubu okudum. Daha doğrusu ihtiyarsız olarak okudum. Müstemi' olan o mühim âlim, bidayette cüz'î itiraz parmağını uzatmak istedi. Sonuna kadar dinlemesini ihtar ettim. Tamamen okuduktan sonra, o zât hayretinden Sözler'in büyüklüğünü ve "Bu zamanda böyle büyük kelâmı, acaba kim yazabilir?" diye merakı ve suali üzerine, Kur'anın feyzine mazhar olan Üstadımızı haber verince, o zât tamamıyla arz-ı teslimiyet eyledi. s:216


Üstad, eserlerin yanlışsız basılmasına çok dikkat ediyor: “Fakat tashihine dikkat edilsin.” S:219


Haşir Risalesinin ilk basımı o zaman 80 banknota olmuş. “Tab' masrafını da kesenizden sarfetmeye mecbur değilsiniz. Çünki Haşir Söz'üne seksen banknotu sarfettik, üçyüz banknotu kazandık. Demek bunlar satılmayacak mallar değildir. Müslüman ruhları bunlara gıda gibi muhtaçtırlar. Yalnız iki yüze yakın aboneler bulunsa, birisi tab' edilse hem fiyatını çıkarabilir, hem başka risalelerin de tab'ına medar olabilir.” S:219


Şu âlemde mü'minin mü'mine karşı en büyük yardımı dua iledir” s:219


Üstadın bir işareti:“Ben Sözler'i yazarken ihtiyarsız olarak ekser temsilâtı, şuunat-ı askeriye nev'inde zuhur ediyordu. Ben hayret ediyordum. Neden böyle yazıyorum, sebebini bulamıyordum. Sonra hatırıma geldi ki, belki istikbalde şu Sözler'i hakkıyla anlayacak, kabul edip hırz-ı can edecek en mühim talebeleri askerîden yetişecek. Onun için böyle yazmaya mecbur oluyorum, düşünüp o kahraman askerleri bekliyordum.” S:219


Baharda gevşememizin sebebleri: “Baharda kanın galeyanından gelen ve gecelerin kısalmasındaki uykusuzluğundan neş'et eden ve müstemi'lerin kalbleri işlere teveccüh etmelerinden tevellüd eden rehavet ve fütur” s:220


Otuzüçüncü Söz'den başka Söz yazılmak ihtiyacı kalmadı. Hem şer'an çok mübarek bu otuzüç adedden bazı esbaba binaen geçmeyeceğim. Hem de hakaik-i esasiye-i Kur'aniye ve imaniyenin elzem ve lâzım olan kısımları hemen ekseriyet-i mutlaka itibariyle yazılmıştır” s:220


“Ümid ediyorum ki, Cenab-ı Hak kabul etse tevfik verse, yazılanlar dalalet bulutlarını dağıtmaya kâfidirler. Her derdin devası içinde var demeyeceğim, fakat mühlik dertlerin ağleb devası yazılanlarda vardır. Siz onların mütalaasını, kıymetdar bir ibadet olan tefekkür nev'inde telakki ediniz. Ve onlardaki ilmi, envar-ı imandan ve marifetullahtan tasavvur ediniz ki usanç vermesin.” S:221


Üstad, risale dersleri için çok önemli bir ölçü veriyor: “Hem sizde ve müstemiînde iştiyak olduğu zaman okuyunuz.” s:221


“Şimdi şu zamanda iman-ı tahkikînin dersini vermek, pek büyük bir fazilettir ve kudsî bir vazifedir. İman-ı tahkikîyi taşıyan bir mü'min, çok mü'minlere bir nokta-i istinad olur ki; şuursuz olarak avam-ı mü'minîn o iman-ıtahkikî sahibinin kuvvet-i imanına istinad ederek, kuvve-i maneviyeleri kırılmaz, dalaletlere karşı dayanırlar.”s:222


Üstad, hizmetlerin kolaylıkla yaygınlaşması için şu ölçüyü veriyor: “beraber götürdüğü envar-ı Kur'aniyenin sühulet-i intişarları için irşad ve nasihatında “Fekule lehu kevlen leyyinen”(Ona yumuşak söz söyleyiniz) lütf-u irşadı kendine rehber etsin.”s:222


“Cemaata Sözler'i okumak zamanında, sendeki hissiyat-ı âliye ve fazla inkişaf ve fedakârane hamiyet-i diniye galeyanının sırrı şudur ki: Velayet-i kübra olan veraset-i nübüvvetteki makam-ı tebliğin envarı altına girdiğin içindir. O vakit sen, dellâl-ı Kur'an Said'in vekili belki manen aynı hükmüne geçtiğin içindir.” S:224


Zihnimiz maddiyatla meşbu olursa manevi meselelerin zevkini almamız zorlaşır. S:225


İhlasın ve sadakatın dahi velayet gibi kerameti var. Belki bazan daha fevkindedir.” S:226


“Mabeynimizdeki münasebet ve uhuvvet inşâallah hâlis ve lillah için olduğundan, zaman ve mekânla mukayyed olmaz. Bir şehir, bir vilayet, bir memleket, belki küre-i arz, belki dünya, belki âlem-i vücud iki hakikî dost için bir meclis hükmündedir. Böyle dostluk ve kardeşliğin firakı yok, hep visaldir. Fâni, mecazî, dünyevî dostluklar sahibleri firakı düşünsün, bize ne?” s:230


Meratib-i dünya, nokta-i nazarımda pek ehemmiyetsiz olmakla beraber, senin gibi mertebesini hizmet-i Kur'an'a medar edenler için, minnet altına ve zillete girmemek şartıyla hoş görüyorum.” S:230


Peder ve validenin arzuları pek mühimdir. Kur'an-ı Hakîm bir âyet-i kerimede, beş tarzda onlara karşı şefkat ve hürmete emreder. Eğer sühuletle arzuları yerine gelmek kabilse yaparsınız.” S:230


“Aziz kardeşlerim, bahar ve yazın meşgaleleri, hem gecelerin kısalması, hem şuhur-u selâsenin gitmesi ve ekser kardeşlerimin bir derece hisse alması ve daha sair bazı esbabın bulunması elbette bir derece neş'eli kış dersine fütur verir. Fakat onlardan gelen fütur, size fütur vermesin. Çünki o dersler, ulûm-u imaniyeden olduğu için, bir insan yalnız kendi nefsine dinlettirse yeter. Bahusus siz daima bir-iki hakikî kardeşi de bulursunuz. Hem o dersi dinleyenler yalnız insanlar değil. Cenab-ı Hakk'ın zîşuur çok mahlûkatı vardır ki, hakaik-i imaniyenin istimaından çok zevk alırlar. Sizin o kısım arkadaşınız ve müstemi'leriniz çoktur.”s:230


Üstad, risalelerin tekraren okunmasının ehemmiyetini şöyle anlatıyor: “Hem de ilim iki kısımdır: Bir nevi ilim var ki, bir defa bilinse ve bir-iki defa düşünülse kâfi gelir. Diğer bir kısmı, ekmek gibi, su gibi her vakit insan onu düşünmeye muhtaç olur. Bir defa anladım, yeter diyemez. İşte ulûm-u imaniye bu kısımdandır. Elinizdeki Sözler ekseriyet itibariyle inşâallah o cümledendir.”s:230


Üstad, Hüsrev ağabeyin ruhen Hulusi ağabeye benzediğini söylüyor. S:233


Üstad, eserlerdeki işaret ve tevafukları izhar etmesinin sebebini şöyle anlatıyor: “Meşrebimize muhalif olan bu izhar-ı esrara beni sevk eden manevî ihtar ile kardeşlerimizin sa'ye ziyade şevk u gayrete gelmelerine bir vesile olmasıdır.” S:233


Zâten nefsim hizmete feda olmağa hazırdır.” S:233


Üstad, Vahdet-i Vücut mesleğindeki vartaya şöyle işaret ediyor: “Eğer gayet yüksek ve kuvvetli iman sahibi ise, Muhyiddin-i Arabî'nin emsali gibi zâtlara zevkli, nuranî, makbul bir mertebe olur. Yoksa vartalara düşmek, maddiyata girmek, esbabda boğulmak ihtimali var. Vahdet-i şuhud ise o zararsızdır. Ehl-i sahvın da, yüksek bir meşrebidir.” S:236


Gıybetin en fena ve en şenii ve en zalimane kısmı, kazf-ı muhsanat nev'idir. Yani gözüyle görmüş dört şahidi gösteremeyen bir insan, bir erkek veya kadın hakkında zina isnad etmek; en şeni' bir günah-ı kebair ve en zalimane bir cinayettir, hayat-ı içtimaiye-i ehl-i imanı zehirlendirir bir hıyanettir, mes'ud bir ailenin hayatını mahveden bir gadirdir. Evet Sure-i Nur bu hakikatı o kadar şiddetle göstermiş ki, vicdan sahibini titretiyor ve tüylerini ürperttiriyor.” S:237


Bir ehl-i hizmet, müflis bir hizmetkârlığı şahsi makamlara tercih etmeli. S:238


Üstad, ehl-i dalaletin psikolojisi ile alakalı şu mühim tespitte bulunuyor: “İşte küfür bir divaneliktir, dalalet bir sarhoşluktur, gaflet bir sersemliktir ki; bâki meta' yerine fâni meta'ı alır. İşte şu sırdandır ki, ehl-i dalaletin hissiyatları şiddetlidir. İnadı, hırsı, hasedi gibi herşeyi şediddir. Bir dakika meraka değmeyen bir şeye, bir sene inad eder.” S:241


Diş kaplaması hakkında üstadın fetvası: “Eğer mütedeyyin bir hekim-i hâzıkın gösterdiği ihtiyaca binaen kaplama sureti olsa, altındaki diş ağzın zâhirîsinden çıkar, bâtın hükmüne geçer. Gusülde yıkanmaması guslü ibtal etmez. Çünki üstündeki kaplama yıkanıyor, onun yerine geçiyor. Evet cerihaların üstündeki sargıların zarar için kaldırılmadığından ceriha yerine yıkanması, şer'an o yaranın gasli yerine geçtiği gibi; böyle ihtiyaca binaen sabit kaplamanın yıkanması dahi dişin yıkanması yerine geçer, guslü ibtal etmez. Madem ihtiyaca binaen bu ruhsat oluyor. Elbette yalnız süs için, ihtiyaçsız dişleri kaplamak veya doldurmak bu ruhsattan istifade edemez. Çünki hattâ zaruret derecesine geldikten sonra böyle umum-ül belvada eğer bilerek sû'-i ihtiyarıyla olsa, o zaruret ibaheye sebebiyet vermez. Eğer bilmeyerek olmuş ise, zaruret için elbette cevaz var.” S:245


Ramazan hakkında Üstadın bir izahı: “Şu mübarek Şehr-i Ramazan, Leyle-i Kadr'i ihata ettiği için, kendisi de ömür içinde bir leyle-i kadirdir ki, muvaffak olanın ömrüne bin ömür katar. Dakikası bir gündür. Saati iki ay, günü birkaç sene hükmünde bir ömr-ü bâkidir.” S:249


Musibetler dergâh-ı İlahîye sevk etmek için birer kader kamçısıdır.” S:251


Üstad, balık yemeyi severmiş. S:266


Hulusi Bey, hizmet ehline şu mühim ölçüyü veriyor: “Malûmdur ki, kale içinden feth olunur. Bugünkü muvaffakıyete sebeb olan ihlas kalkarsa, maazallah o zaman çok vahim neticeler tevellüd eder.” S:270


Onuncu Söz'ün kıymeti tamamıyla takdir edilmemiş. Ben kendi kendime hususî, belki elli defa mütalaa etmişim ve her defasında bir zevk almışım ve okumaya ihtiyaç hissetmişim. Böyle bir risaleyi bazıları bir defa okuyup, sair ilmî risaleler gibi yeter der, bırakır. Halbuki bu risale ulûm-u imaniyedendir. Her gün ekmeğe muhtaç olduğumuz gibi, o nevi' ilme her vakit ihtiyaç var. Bu risaleye nazar-ı dikkati ehemmiyetle celbetmeyi ruhum arzu ediyordu” s:273


Onuncu Söz, Kur'an'ın bir sülüsünü inkâr etmek niyetiyle, haşr-i cismanîyi resmen millet içinde inkâr etmek fikrinde bulunan zındıkları susturmakla, hârika bir şu'le-i i'caz-ı Kur'anîyi gösterdiği gibi; daha müteaddid emareler ile, manevî i'caz-ı Kur'an hesabına fevkalâde bir mahiyeti bulunduğunu icmalen hissetmiştik.” s:276


Ehl-i kalb için bazan sükût dahi bir konuşmaktır.” S:277


Üstad, yeni gittiği yerde hizmette muvaffak olmayan Hulusi beye şu rahatlatıcı beyanı gönderiyor: “Mektubunda beyan ediyorsun ki, Eğirdir gibi orada muvaffak olmuyorsun. Ondan telaş etme. Orada öyle esbab var ki, bütün bütün tevakkuf ve ta'til neticesini verebilirdi. Cenab-ı Hakk'a şükür yine tevakkuf değil, muvaffakıyet var.


O manevî esbabdan biri şudur ki: Cinnî şeytandan ders alan insan şeytanları, dünyevî meşgaleleri ile seni bir çember içine alıp, Nurlara hizmetini tahdid etmek için, sezdirmeyerek perde altında çalışmışlar.


Hem o havalide sâbıkan, müdhiş ameliyat ve icraat olduğundan, o muhitte bir ürkeklik hasıl olup, senin kalbindeki gayet kuvvetli bir metanet olmasaydı, o Nurlar orada hiç ışıklandırmayacaktı. Fakat orada az hizmet de çoktur, kıymetdardır.” S:278


“Nasıl ki Nur-u Muhammedî ve hakikat-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, divan-ı nübüvvetin hem fâtihası hem hâtimesidir. Bütün Enbiya, onun asıl nurundan istifaza ve hakikat-ı diniyenin neşrinde onun muînleri ve vekilleri hükmünde oldukları ve nur-u Ahmedî (A.S.M.) cebhe-i Âdem'den tâ Zât-ı Mübarekine müteselsilen tezahür edip neşr-i nur ederek intikal ede ede tâ zuhur-u etemle kendinde cilveger olmuştur.” S:286


“Madem eyyamın lisan-ı şer'îde böyle ıtlakatı vardır. İlm-i Tabakat-ül Arz ve Coğrafya ve Tarih-i Beşeriyet ülemasınca nev-i beşerin yedibin sene değil belki yüzbinler sene geçirdiğini teslim de etsek, Âdem'den kıyamete kadar ömr-ü beşer yedibin senedir olan rivayet-i meşhurenin sıhhatına ve beyan ettiğimiz 6666 sene nur-u Kur'an hükümferma olduğuna münafî olamaz, cerhedemez. Çünki eyyam-ı şer'iyenin dört saatten elli bin seneye kadar hükmü ve şümulü var” s:287


“Cenab-ı Hak sana ibahe suretinde verdiği hayatı intihar ile hâtime çekemezsin, gözünü çıkaramazsın ve manen gözü kör etmek demek olan gözü verenin rızası haricinde harama sarfedemezsin. Ve hâkeza kulağı ve dili ve bunlar gibi cihazatı harama sarfetmekle manen öldüremezsin. Ve eti yenilmeyen hayvanını lüzumsuz tazib edip katledemezsin. Ve hâkeza.”s:289


Bir talebe, yüz dosta müreccahtır.” S:289