“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
128 - *İMAM-ÜL EVLİYA VE'L-ÜLEMA* *(A.S.M)*
Anlamı: Bütün evliya ve ulemanın imamı,
reisi olan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü
Vesselâm.
Öyle Muhammed (a.s.m.) ki, icmâ ve
tasdiklerine mazhar olmakla, enbiya ve mürselîne siyadet ünvanını; ve ittifak
ve tahkiklerini almakla, imamü’l-evliyâ ve’l-ulemâ lâkabını almıştır. Menevi-i
Nuriye
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
“Bütün dinlere üstün kılmak üzere Resulünü
hidayet ve hak din ile gönderen Odur. Buna şahit olarak Allah yeter.” Fetih
Sûresi, 48:28.
“De ki: Ey insanlar! Ben sizin
hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın gönderdiği peygamberim. Ondan
başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Dirilten de Odur, öldüren de.” A’râf
Sûresi, 7:158.
…Şu Pencere, semâ-i risaletin
güneşi, belki güneşler güneşi olan Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın
penceresidir. Şu gayet parlak ve pek büyük ve çok nuranî pencere, Otuz Birinci
Söz olan Mirac Risalesiyle On Dokuzuncu Söz olan Nübüvvet-i Ahmediye
(Aleyhissalâtü Vesselâm) Risalesinde ve On Dokuz İşaretli olan On Dokuzuncu
Mektupta ne derece nuranî ve zâhir olduğu ispat edildiğinden, o iki Sözü ve o
Mektubu ve o Mektubun On Dokuzuncu İşaretini bu makamda düşünüp, sözü onlara
havale edip, yalnız deriz ki:
Tevhidin bir burhan-ı nâtıkı olan
Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, risalet ve velâyet cenahlarıyla, yani
kendinden evvel bütün enbiyanın tevatürle icmâlarını ve ondan sonraki bütün
evliyanın ve asfiyanın icmâkârâne tevatürlerini tazammun eden bir kuvvetle,
bütün hayatında bütün kuvvetiyle vahdâniyeti gösterip ilân etmiş ve âlem-i
İslâmiyet gibi geniş, parlak, nuranî bir pencereyi marifetullaha açmıştır.
İmam-ı Gazâlî, İmam-ı Rabbânî, Muhyiddin-i Arabî, Abdülkàdir-i Geylânî gibi
milyonlar muhakkıkîn-i asfiya ve sıddıkîn o pencereden bakıyorlar, başkalarına
da gösteriyorlar. Acaba böyle bir pencereyi kapatacak bir perde var mı? Ve onu
itham edip bu pencereden bakmayanın aklı var mı? Haydi, sen söyle. Sözler
… *Evet, o burhanın şahs-ı mânevîsine
bak*:
Sath-ı arz bir mescid, Mekke bir
mihrap, Medine bir minber; o burhan-ı bâhir olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü
Vesselâm bütün ehl-i imana imam, bütün insanlara hatip, bütün enbiyaya reis,
bütün evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan mürekkep bir halka-i zikrin
serzâkiri; bütün enbiya hayattar kökleri, bütün evliya tarâvettar semereleri
bir şecere-i nuraniyedir ki, herbir dâvâsını, mu’cizatlarına istinat eden bütün
enbiya ve kerametlerine itimat eden bütün evliya tasdik edip imza ediyorlar. Reşhalar
*O, bütün resullerin seyyididir,
bütün enbiyanın imamıdır, bütün asfiyanın serveridir, bütün mukarrebînin
akrebidir, bütün mahlûkatın ekmelidir, bütün mürşidlerin sultanıdır*. Sözler
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
… Evet, kalblerde, perde-i
gaybda ihtar edici bir Zâta bakan hiç bir hâtırat-ı gaybiye ve ilham edici bir
Zâta baktıran hiç bir ilhâmât-ı sâdıka; ve hakkalyakîn sûretinde sıfât-ı
kudsiye ve Esmâ-i Hüsnânı keşfeden hiçbir itikad-ı yakîne; ve enbiya ve
evliyada, bir Vâcibü’l-Vücudun envârını aynelyakîn ile müşahede eden hiçbir
nuranî kalp; ve asfiya ve sıddîkînde, bir Hâlık-ı Küll-i Şey’în âyât-ı vücubunu
ve berâhin-i vahdetini ilmelyakîn ile tasdik eden, ispat eden hiçbir münevver
akıl yoktur ki, Senin vücub-u vücuduna ve sıfât-ı kudsiyene ve Senin vahdetine
ve ehadiyetine ve Esmâ-i Hüsnâna şehadet etmesin, delâleti bulunmasın ve
işareti olmasın.
Ve bilhassa, bütün enbiya ve evliya
ve asfiya ve sıddîkînin imamı ve reisi ve hülâsası olan Resûl-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâmın ihbarını tasdik eden hiçbir mu’cizat-ı bâhiresi ve
hakkaniyetini gösteren hiç bir hakikat-i aliyesi ve bütün mukaddes ve hakikatli
kitapların hülâsatü’l-hülâsası olan Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânın hiçbir âyet-i
tevhidiye-i kàtıası ve mesâil-i imaniyeden hiçbir mesele-i kudsiyesi yoktur ki,
Senin vücûb-u vücûduna ve kudsî sıfatlarına ve Senin vahdetine ve ehadiyetine
ve esmâ ve sıfâtına şehadet etmesin ve delâleti olmasın ve işareti bulunmasın.
Hem nasıl ki bütün o yüz binler
muhbir-i sâdıklar, mu’cizatlarına ve keramâtlarına ve hüccetlerine istinad
ederek, Senin varlığına ve birliğine şehadet ederler. Öyle de, herşeye muhit
olan Arş-ı Âzamın külliyat-ı umurunu idareden, tâ kalbin gayet gizli ve cüz’î
hâtırâtını ve arzularını ve dualarını bilmek ve işitmek ve idare etmeye kadar
cereyan eden rububiyetinin derece-i haşmetini ve gözümüz önünde hadsiz muhtelif
eşyayı birden icad eden, hiçbir fiil bir fiile, bir iş bir işe mâni olmadan, en
büyük bir şeyi en küçük bir sinek gibi kolayca yapan kudretinin derece-i
azametini, icmâ ile, ittifak ile ilân ve ihbar ve ispat ediyorlar…………………….
Ey Kadîr-i Hakîm, ey Rahmân-ı Rahîm,
ey Sâdıku’l-Va’di’l-Kerîm, ey izzet ve azamet ve celâl sahibi Kahhâr-ı
Zülcelâl,
Bu kadar sadık dostlarını ve bu
kadar vaadlerini ve bu kadar sıfât ve şuûnatını tekzip edip, saltanat-ı
rububiyetinin kat’î mukteziyatını ve sevdiğin ve onlar dahi Seni tasdik ve
itaatle kendilerini Sana sevdiren hadsiz makbul ibâdının hadsiz dualarını ve
dâvâlarını reddederek, küfür ve isyan ile ve Seni vaadinde tekzip etmekle Senin
azamet-i kibriyana dokunan ve izzet-i celâline dokunduran ve ulûhiyetinin
haysiyetine ilişen ve şefkat-i rububiyetini müteessir eden ehl-i dalâlet ve
ehl-i küfrü, haşrin inkârında tasdik etmekten yüz bin derece mukaddessin ve
hadsiz derece münezzeh ve âlîsin. Böyle nihayetsiz bir zulümden, bir
çirkinlikten, Senin nihayetsiz adaletini ve cemâlini ve rahmetini takdis
ediyorum.
“Allah, onların söyledikleri
şeylerden pek münezzehtir ve pek büyük bir yücelikle yücedir “ âyetini,
vücudumun bütün zerrâtı adedince söylemek istiyorum. Belki, Senin o sadık
elçilerin ve doğru dellâl-ı saltanatının hakkalyakîn, aynelyakîn, ilmelyakîn
suretinde Senin uhrevî rahmet hazinelerine ve âlem-i bekàda ihsanatının
definelerine ve dâr-ı saadette tamamiyle zuhur eden güzel isimlerinin harika
güzel cilvelerine şehadet, işaret, beşaret ederler. Ve bütün hakikatlerin
mercii ve güneşi ve hâmîsi olan Hak isminin en büyük bir şuâı, bu hakikat-ı ekber-i
haşriye olduğunu, iman ederek Senin ibâdına ders veriyorlar. Münâcât