12.1.18

ESMA VE SIFAT-I NEBİ NOTLARI - ( HOCA-İ KÂİNAT A.S.M )

“ESMA VE SIFAT-I NEBİ ( A.S.M ) HAKKINDA NOTLAR”

 “ Bismillâhirrahmânirrahim..”

7 - HOCA-İ KÂİNAT (A.S.M)

Anlamı: Kâinatın hocası, efendisi, ilmin, tevhidin, ins ve cinne talimcisi, İslâm’ın, ihsan’nın, imanın tarifçisi, güzel ahlakın, yüksek seciyenin, gerçek faziletin öğreticisi, hikmet-i hilkatin ders vericisi, kendindeki hakikatin, rüçhaniyetin, vazifenin mahiyetini ve hasiyetini tüm zişuura, melaikeye ervah-ı tayyibe’ye göstericisi, dest-ı kudretin levhalarını, uluhiyetin ve rububiyetin yazıp neşrettiği satırların okutucusu olan Hz. Muhammed A.S.M

BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;

…Böyle acip ve muammâ-âlûd şu kâinatın perde-i zahiriyesi altında, elbette ve elbette böyle acaip bizi bekliyor. Böyle acaibi haber verecek, böyle harika ve fevkalâde mu’ciznümâ bir zât lâzımdır. Hem bu zâtın gidişatından görünüyor ki, o görmüş ve görüyor ve gördüğünü söylüyor. Hem bizi nimetleriyle perverde eden şu semâvât ve arzın İlâhı bizden ne istiyor, marziyâtı nedir; pek sağlam olarak bize ders veriyor. Hem bunlar gibi daha pek çok merak-âver, lüzumlu hakaikı ders veren bu zâta karşı herşeyi bırakıp ona koşmak, onu dinlemek lâzım gelirken, ekser insanlara ne olmuş ki, sağır olup kör olmuşlar, belki divane olmuşlar ki bu hakkı görmüyorlar, bu hakikati işitmiyorlar, anlamıyorlar?...Mektubat

…İşte şu sırdandır ki, haşir ve kıyameti, en âzam mertebede, en ekmel tafsilâtla Kur’ân zikrediyor ve İsm-i Âzamın mazharı olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm ders veriyor…Sözler

… Hem maden-i kemâlât ve muallim-i ahlâk-ı âliye olan o dellâl-ı vahdâniyet ve saadet, kendi kendine söylemiyor, belki söylettiriliyor. Evet, Hâlık-ı Kâinat tarafından söylettiriliyor. Üstâd-ı Ezelîsinden ders alır, sonra ders verir…Mektubat

…İşte bu tevhid-i hakikîyi bütün meratibiyle en mükemmel bir surette ders veren, ispat eden, ilân eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın risaleti, elbette o tevhidin kat’iyeti derecesinde sabit olmak lâzım gelir.Çünkü, madem daire-i vücudun en büyük hakikati olan tevhidi bütün hakaikiyle o zât ders veriyor..Lemâlar

…İşte, bak: Hüsn-ü sîret ve cemâl-i suretle mümtaz bir zâtı görüyoruz ki, elinde mu’ciznümâ bir kitap, lisanında hakaik-âşinâ bir hitap, bütün benî Âdeme, belki cin ve inse ve meleğe, belki bütün mevcudata karşı bir hutbe-i ezeliyeyi tebliğ ediyor. Sırr-ı hilkat-i âlem olan muammâ-i acibânesini hal ve şerh edip ve sırr-ı kâinat olan tılsım-ı muğlâkını feth ve keşfederek, bütün mevcudattan sorulan, bütün ukulü hayret içinde meşgul eden üç müşkül ve müthiş sual-i azîm olan “Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” suallerine mukni, makbul cevap verir…Mektubat

…İşte, hoca-i kâinat olan Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâmın kudsî medresesi ve tekkesi olan suffe…Mektubat

SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU İSİM/SIFATTAN HİSSEMİZ;

…………Evet, bahtiyar odur ve ona derler ki: Risaletü’n-Nur’a intisap etmiş, bütün mü’minleri kendisine tam hakiki kardeş bilip bu zulmetli asırda imân-ı tahkikî nuruyla cadde-i kübrâ-yı Ahmediyeyi (a.s.m.) buluyor. Nihayetsiz şekillere, karışıklıklara rağmen Bismillâh ile açılan Risaletü’n-Nur kapısından girince, tıfıl iken “Ümmetî” diyen Şefîini ciddi sevmek, yani sünnet-i seniyesine ittiba eylemenin muaccel mükâfatı olarak buluyor. Her emri işlerken, bu emri cânib-i Haktan bu ümmete getireni; her nehyi yapmamaya cebrederken, bu nehyi taraf-ı İlâhiden bu ümmete getireni düşüne düşüne, derslerde geçtiği gibi, bütün ömür dakikaları ibadet olabilir.

Ve o Habib-i Hüda, o Şefî-i Rûz-i Cezâyı her işinde nümune etmek azminden mütevellid muhabbet, o Habîbin bulunduğu âleme göçmeyi sevdirecek hale getiriyor ve böylece “Ölüm gelip çatmadan evvel, şehvanî ve nefsanî hislerinizi terk etmek suretiyle bir nevi ölünüz.” Hz. Muhammed A.S.M.. sırrı tezahür ediyor.

Tezekkür-ü mevt veya rabıta-i mevt “Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten daha hayırlıdır.” Hz. Muhammed A.S.M… Elhasıl: Ne ararsak, hep Risaletü’n-Nur’da güneş gibi görünüyor. Risaletü’n-Nur şakirtleri dikkat etseler, daha bu fâni âlemde iken livâü’l-Hamd-i Ahmedî (aleyhissalâtü vesselâm) altında bulunduklarını inayet-i Hakla anlarlar. Acizane fehmedebildiğim, şu anda kalbime gelen hakikatlara istinaden diyeceğim ki:

Bu dalâlet ve bid’aların ve dinsizliğin tâun ve vebâdan daha ziyade ve daha şiddetli sârî illetlerine karşı Risaletü’n-Nur’un getirdiği ve tâlim ve tefhim ettiği çok hakikatlerden Sünnet-i Ahmediyeye (a.s.m.) temessük dersini en hakikî olarak alan, Risaletü’n-Nur şakirtleridir. Onlar bu temessük ve intisaplarının, iki kere iki dört eder kat’iyetinde mazhar oldukları inayet-i Rabbaniye şehadetiyle, muaccel mükâfatlarını görüyorlar. Yani, burada sünneti ile, dalâlet ve bid’at ve dinsizlik ateşlerinden kurtaran mensup olduğumuz şeriatın mübelliği; burada halâs ve mukavemetle, âhir hayatımızda imân ile, haşr-i ekberde şefaatıyla inşaallah ebedî sevindirecektir diyorlar, diye biliyorlar………  Elhamdulillahi haza min fadli Rabbi (Allah’a hamd olsun. Bu Rabbimin ihsânıdır.) ……………………… 
Risale-i Nur şakirtlerinden Hulusi R.H ( Hulusi ağabeyimizin, 10 yıl önce bugün  (19.11.1997) Ali Uçar Abi ile birlikte ahirete irtihal eden Üstadımızın talabelerinden Bayram Yüksel ağabeyimizin ve Üstadımız ve tüm nur talebelerinin ruhlarına El-Fatiha)

.

ESMA VE SIFAT-I NEBİ NOTLARI - ( ZÂT-I KUDSÎ A.S.M )

 “ Bismillâhirrahmânirrahim..”

6 - ZÂT-I KUDSÎ (A.S.M)

Anlamı: Pak, nezih, her çeşit noksan, ayıp ve kusurlardan uzak, muhterem, çok sevgili, kıymettâr, izzetlendirilmiş, kudsiyet mertebesinde olan Hz. Muhammed A.S.M

BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;

Peygamberimizin A.S.M bu sıfat ile muttasıf olmasına ait bazı hasiyetlere Risale-i Nur’dan işaret edilecek.

“ Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.” Hz. Muhammed A.S.M

“ Şüphesiz ki Sen, yüce bir ahlâk üzeresin.” (El-Kalem, 4)

“ Onun ahlâkı Kur’ân’dı.” Hazret-i Âişe Radiyallahu Anh..

…. Muhammed (A.S.M.)’ın "Zâtında gayet kemaldeki ahlâk-ı hamîdesini ve vazifesinde nihayet hüsnündeki secaya-yı galiyesini ve kemal-i emniyetini ve kuvvet-i imanını ve gayet itminanını ve nihayet vüsukunu gösteren fevkalâde takvası, fevkalâde ubudiyeti, fevkalâde ciddiyeti, fevkalâde metaneti; davasında nihayet derecede sadık olduğunu güneş gibi aşikâre gösteriyor.”..Sözler

….Hüsn-ü sîret ve cemâl-i sûret ile mümtaz bir zâtı görüyoruz ki, elinde mu'ciznümâ bir kitap, lisânında hakâikâşinâ bir hitâb, bütün benîâdem'e, belki cin ve inse ve meleğe, belki bütün mevcudâta karşı bir hutbe-i ezeliyeyi tebliğ ediyor....On Dokuzuncu Söz
.....
… Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, vahdâniyet-i İlâhiyeye ve saadet-i ebediyeye bir burhan-ı nâtık-ı sâdık ve musaddaktır….

… Hem o delil-i sâdık ve musaddak, madem umum enbiyanın fevkinde binler mu’cizat ve neshedilmeyen bir şeriat ve umum cin ve inse şamil bir davet sahibi olduğundan, elbette umum enbiyanın reisidir. Öyle ise, umum enbiyanın mu’cizatlarının sırrını ve ittifaklarını câmidir. Demek, bütün enbiyanın kuvvet-i icmâı ve mu’cizatlarının şehadeti, onun sıdk ve hakkaniyetine bir nokta-i istinad teşkil eder….

… Hem o mu’cizât-ı bâhire sahibi olan vahdâniyet dellâlı ve saadet-i ebediye müjdecisi, kendi zât-ı mübarekinde öyle ahlâk-ı âliye ve vazife-i risaletinde öyle secâyâ-yı sâmiye ve tebliğ ettiği şeriat ve dininde öyle hasâil-i gàliye vardır ki, en şedit düşman dahi onu tasdik ediyor, inkâra mecal bulamıyor. Madem zâtında ve vazifesinde ve dininde en yüksek ve güzel ahlâkları ve en ulvî ve mükemmel seciyeleri ve en kıymettar ve makbul hasletleri bulunuyor. Elbette o zât, mevcudattaki kemâlâtın ve ahlâk-ı âliyenin misali ve mümessili ve timsali ve üstadıdır. Öyle ise, zâtında ve vazifesinde ve dininde şu kemâlât ise, hakkaniyetine ve sıdkına o kadar kuvvetli bir nokta-i istinaddır ki, hiçbir cihette sarsılmaz….

… Hem maden-i kemâlât ve muallim-i ahlâk-ı âliye olan o dellâl-ı vahdâniyet ve saadet, kendi kendine söylemiyor, belki söylettiriliyor. Evet, Hâlık-ı Kâinat tarafından söylettiriliyor. Üstâd-ı Ezelîsinden ders alır, sonra ders verir. Çünkü, sabık işaretlerde kısmen beyan edilen binler delâil-i nübüvvetle, Hâlık-ı Kâinat, bütün o mu’cizâtı onun elinde halk etmekle gösterdi ki, o, Onun hesabına konuşuyor, Onun kelâmını tebliğ ediyor….

….Hem o tercüman-ı Kelâm-ı Ezelî, ervahları görüyor, melâikelerle sohbet ediyor, cin ve insi de irşad ediyor. Değil ins ve cin âlemi, belki âlem-i ervah ve âlem-i melâike fevkinde ders alıyor ve mâverâsında münasebeti var ve ıttılaı vardır…… Hattâ, ekser evkatta onun arkadaşı olan Hazret-i Cebrâil’i dahi bazı geri bırakıyor…..

…. o zâtın şu evsâfı ve şahsiyet-i mâneviyesi işaret eder, belki gösterir ki, o zât kâinatın illet-i gaiyesidir. Yani, “O zâta şu kâinatın Hâlıkı bakmış, kâinatı halk etmiştir. Eğer onu icad etmeseydi, kâinatı dahi icad etmezdi” denilebilir…..

….. İşte, mezkûr sıfatlarla muttasıf ve her cihetle sarsılmaz, kuvvetli istinad noktalarına dayanan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, âlem-i şehadete müteveccih olarak, âlem-i gayb namına, cin ve insin başları üzerine ilân ederek, istikbalde gelecek asırlar arkasında duran akvâma ve milletlere hitap edip öyle bir nidâ eder ki, umum cin ve inse, umum yerlere, umum asırlara işittiriyor. Evet, işitiyoruz….

…. Hem öyle bir itmi’nân ile, bir itimad ile davet eder, tebliğ eder ki, kimseden minnet almaz, hiçbir müşkülâta karşı telâş etmez. Tereddütsüz, kemâl-i samimiyetle ve safvetle ve herkesten evvel kendisi amel edip kabul ederek, getirdiği ahkâmı ilân eder. Buna şahit ise, herkesçe, dost ve düşmanca malûm olan meşhur zühdü ve istiğnâsı ve dünyanın fâni müzeyyenâtına adem-i tenezzülüdür…

…. Hem getirdiği dine herkesten ziyade itaati ve Hâlıkına karşı herkesten ziyade ubûdiyeti ve menhiyâta karşı herkesten ziyade takvâsı kat’iyen gösterir ki, o, Sultan-ı Ezel ve Ebedin mübelliğidir, elçisidir. Ve o, Mâbud-u Bilhakkın en hâlis abdidir ve Kelâm-ı Ezelînin tercümanıdır. Şu on beş adet esasların neticesi şudur ki: Mezkûr evsafla muttasıf şu zât, bütün kuvvetiyle, bütün hayatında mükerreren ve mütemadiyen “Bil ki Allah’tan başka ilâh yoktur.” Muhammed Sûresi, 47:19. der, vahdâniyeti ilân eder….

SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU İSİM/SIFATTAN HİSSEMİZ;

 Allahım! Ona ve âline, ümmetinin hasenâtı adedince salât ve selâm et..

ESMA VE SIFAT-I NEBİ NOTLARI - ( MUHAMMED-İ ARABÎ A.S.M )

“ Bismillâhirrahmânirrahim..”

5 - MUHAMMED-İ ARABÎ (A.S.M)

Anlamı: Arap kavmine mensup , pek çok tekrar tekrar övülmüş, medhedilmiş Hz. Muhammed A.S.M

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

"Üç hasletten dolayı Arabı seviniz: Çünkü ben Arabım, Kur'ân-ı Kerim Arapça olarak nazil olmuştur, Cennet ehlinin konuştukları dil Arapçadır." Hz.Muhammed A.S.M

“ …Ceziretü’l-Arap ahalisi o asırda ekseriyet-i mutlaka itibarıyla ümmî idi. Ümmîlikleri için, mefahirlerini ve vukuat-ı tarihiyelerini ve mehâsin-i ahlâka yardım edecek durub-u emsallerini, kitabet yerine şiir ve belâğat kaydıyla muhafaza ediyorlardı. Mânidar bir kelâm, şiir ve belâğat cazibesiyle eslâftan ahlâfa hafızalarda kalıp gidiyordu. İşte, şu ihtiyac-ı fıtrî neticesi olarak, o kavmin mânevî çarşı-yı ticaretlerinde en ziyade revaç bulan, fesahat ve belâğat metâı idi. Hattâ bir kabilenin beliğ bir edibi, en büyük bir kahraman-ı millîsi gibiydi. En ziyade onunla iftihar ediyorlardı. İşte, İslâmiyetten sonra âlemi zekâlarıyla idare eden o zeki kavim, şu en revaçlı ve medar-ı iftiharları ve ona şiddet-i ihtiyaçla muhtaç olan belâğatte akvâm-ı âlemden en ileride ve en yüksek mertebede idiler. Belâğat o kadar kıymettardı ki, bir edibin bir sözü için iki kavim büyük muharebe ederdi ve bir sözüyle musalâha ediyorlardı. Hattâ, onların içinde, “Muallâkat-ı Seb’a“ namıyla, yedi edibin yedi kasidesini altınla Kâbe’nin duvarına yazmışlar, onunla iftihar ediyorlardı. Yirmi Beşinci Söz | Birinci Şule..”

Evet,

Şu kâinatın Sahip ve Mutasarrıfı, elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor ve her tarafı görerek tedvir ediyor ve herşeyi bilerek, görerek terbiye ediyor ve herşeyde görünen hikmetleri, gayeleri, faideleri irade ederek tedvir ediyor.

Madem yapan bilir, elbette bilen konuşur.Madem konuşacak; elbette zîşuur ve zîfikir ve konuşmasını bilenlerle konuşacak.Madem zîfikirle konuşacak; elbette zîşuurun içinde en cemiyetli ve şuuru küllî olan insan nev’iyle konuşacaktır.Madem insan nev’iyle konuşacak; elbette insanlar içinde kàbil-i hitap ve mükemmel insan olanlarla konuşacak.

Madem en mükemmel ve istidadı en yüksek ve ahlâkı ulvî ve nev-i beşere muktedâ olacak olanlarla konuşacaktır. Elbette, dost ve düşmanın ittifakıyla, en yüksek istidatta ve en âli ahlâkta ve nev-i beşerin humsu ona iktidâ etmiş ve nısf-ı arz onun hükm-ü mânevîsi altına girmiş ve istikbal onun getirdiği nurun ziyasıyla bin üç yüz sene ışıklanmış ve beşerin nuranî kısmı ve ehl-i imanı mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip ona dua-yı rahmet ve saadet edip ona medih ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş; ve resul yapacak ve yapmış; ve sair nev-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır……On Dokuzuncu Mektup / Birinci Nükteli İşaret

SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU İSİM/SIFATTAN HİSSEMİZ;

……………Madem bu kâinatın mevcudatıyla Malikimi ve Hâlıkımı arıyorum; elbette herşeyden evvel bu mevcudatın en meşhuru ve a'dâsının tasdikiyle dahi en mükemmeli ve en büyük kumandanı ve en namdar hâkimi ve sözce en yükseği ve akılca en parlağı ve on dört asrı faziletiyle ve Kur'ân'ıyla ışıklandıran Muhammed-i Arabî Aleyhisselâtü Vesselâmı ziyaret etmek ve aradığımı ondan sormak için Asr-ı Saadete beraber gitmeliyiz”………………Âyetü'l-Kübra

….Sana muasır bir vücut olamadığımdan dolayı müteessirim, ey Muhammed (a.s.m.)! Muallimi ve nâşiri olduğun bu kitap senin değildir; o Lâhutîdir. Bu kitabın Lahutî olduğunu inkâr etmek, mevzu ilimlerin butlanını ileri sürmek kadar gülünçtür. Bunun için, beşeriyet senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra göremeyecektir. Ben, huzur-u mehabetinde kemal-i hürmetle eğilirim…Prens Bismarck


.

ESMA VE SIFAT-I NEBİ NOTLARI - ( ZÂT-I NURANÎ A.S.M )

 “ Bismillâhirrahmânirrahim..”

4 - ZÂT-I NURANÎ (A.S.M)

Anlamı: Nurun en cami mazharı. Her türlü karanlığın, zulmetin kendiyle dağıldığı. Manevi aydınlığın siracı. Her şeyin hakikatini gösteren ışık. Münevver zat.. Hz. Muhammed A.S.M

BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;

..Herşeyi gösteren güneşi, güneşten sormak gerektir. Evet, herşeyi gösteren, kendini herşeyden ziyade gösterir. Öyle ise, şemsin şuââtı ile onu görmek ve tanımak gibi, Hâlıkımızın Esmâ-i Hüsnâsıyla ve sıfât-ı kudsiyesiyle, Onu kàbiliyetimizin nisbetinde tanımaya çalışabiliriz....Şualar

"Ayinedir bu âlem, her şey Hak ile kaim / Mir'at-ı Muhammed'den Allah görünür daim."Barla Lahikası

…Şimdi o zâtı bize tanıttıracak pek çok sâdık muhbirler vardır. Birincisi: Enbiya meclis-i sâmîsidir.(peygamberlerin a.s yüksek meclisi) İkincisi: Huluk-u azîm (yüksek meziyetlerin) merkezi olan Zât-ı Nûrânîsidir… Şuâât

…İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sâni diyor ki:

“Ben seyr-i sülûk-i ruhanîde görüyordum ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan mervî olan kelimat nurludur, Sünnet-i Seniyye şuâı ile parlıyor. Ondan mervî olmayan parlak ve kuvvetli virdleri ve halleri gördüğüm vakit, üstünde o nur yoktu. Bu kısmın en parlağı, evvelkinin en azına mukabil gelmiyordu. Bundan anladım ki, Sünnet-i Seniyyenin şuâı bir iksirdir. Hem o Sünnet, nur isteyenlere kâfidir; hariçte nur aramaya ihtiyaç yoktur.” Lem’alar

Arkadaş! Şu minber-i âlide hutbe-i ezeliyeyi okuyan ve şahsiyet-i mâneviyesiyle bizlere meşhud ve yüksek şuûnatıyla âlemde meşhur olan zât-ı nurânî, (a.s.m.) vahdaniyet-i İlâhiyeye bir burhan-ı sâdık-ı nâtık ve tevhidin hakikat olduğuna bir delil-i hak ve saadet-i ebediyenin de vücuda gelmesine kat’î bir delil ve zahir bir burhandır….Reşhalar

..Evet, zât-ı Ahmediyenin (a.s.m.) nuruyla âlemin şekli değişti. İnsan ve bütün kâinatın mahiyet-i hakikiyeleri o nur, o ziya ile inkişaf etti. Ve göründü ki, şu kâinatın mevcudatı, esmâ-i İlâhiyeyi okutan birer mektubât-ı Samedâniye, birer muvazzaf memur ve bekàya mazhar kıymettar ve mânidar birer mevcutturlar. Eğer o nur olmasaydı, mevcudat fena-yı mutlaka mahkûm ve kıymetsiz, mânâsız, faydasız, abes, karma karışık, tesadüf oyuncağı bir zulmet-i evham içinde kalırdı. İşte, şu sırdandır ki, insanlar zât-ı Ahmediyenin (a.s.m.) duasına âmin dedikleri gibi, Arş ve ferş ve serâdan Süreyyaya kadar bütün mevcudat, onun nuruyla iftihar edip alâkadarlık gösteriyorlar… Onuncu Söz | Mukaddime Haşiyesi

SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU İSİM/SIFATTAN HİSSEMİZ;

"Hazine-i rahmetin en kıymettar pırlantası ve kapıcısı zât-ı Ahmediye olduğu gibi, en birinci anahtarı dahi Bismillâhirrahmânirrahîmdir. Ve en kolay bir anahtarı da salâvattır." On Dördüncü Lem'a /İkinci Makam / Altıncı sır

…..mahlukatın en hayırlısı, dalalet ve yanlışlıkların ortadan kaldırıcısı Muhammed’e salat getiririm..Celcelutiye

ESMA VE SIFAT-I NEBİ NOTLARI- ( ZÂT-I MÜBAREK A.S.M )

 “ Bismillâhirrahmânirrahim..”

3- ZÂT-I MÜBAREK (A.S.M)

Anlamı: Kendisinde İlâhi hayır bulunan. Maddi manevi berekete mazhar olmuş. Mes’ud olan ve mesudiyetini yansıtan. Hürmete layık olan ve hürmet gören Zat-ı Muhammed A.S.M


BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;

Bu parça altın ve elmasla yazılsa liyakati var.

Evet, sabıkan bahsi geçmiş: Avucunda küçük taşların zikir ve tesbih etmesi, “(Ey Muhammed) attığın zaman da sen atmadın…” Enfal Sûresi, 8;17. sırrıyla, aynı avucunda, küçücük taş ve toprak, düşmana top ve gülle hükmünde, onları inhizâma sevk etmesi, “Ay yarıldı.” Kamer Sûresi, 54:1. nassı ile, aynı avucunun parmağıyla kameri iki parça etmesi, ve aynı el, çeşme gibi on parmağından suyun akması ve bir orduya içirmesi, ve aynı el, hastalara ve yaralılara şifa olması, elbette o mübarek el, ne kadar harika bir mu’cize-i kudret-i İlâhiye olduğunu gösterir. Güya, ahbap içinde o elin avucu küçük bir zikirhane-i Sübhânîdir ki, küçücük taşlar dahi içine girse zikir ve tesbih ederler. Ve a’dâya karşı küçücük bir cephane-i Rabbânîdir ki, içine taş ve toprak girse, gülle ve bomba olur. Ve yaralılar ve hastalara karşı küçücük bir eczahane-i Rahmânîdir ki, hangi derde temas etse, derman olur. Ve celâl ile kalktığı vakit, kameri parçalayıp, Kàb-ı Kavseyn şeklini verir. Ve cemâl ile döndüğü vakit, âb-ı kevser akıtan on musluklu bir çeşme-i rahmet hükmüne girer. Acaba böyle bir zâtın birtek eli böyle acip mu’cizâta mazhar ve medar olsa, o zâtın, Hâlık-ı Kâinat yanında ne kadar makbul olduğu ve dâvâsında ne kadar sadık bulunduğu ve o el ile biat edenler ne kadar bahtiyar olacakları, bedâhet derecesinde anlaşılmaz mı?

SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU İSİM/SIFATTAN HİSSEMİZ;

..Öyle de, tahiyyatın hülâsası olan – ‘el mübarekat’ (Mübarek şeyler, tebrik ve berekete sebep olan yaratıklar) – kelimesiyle de, *bütün medar-ı bereket ve tebrik ve bârekâllah dediren ve mübarek denilen ve hayatın ve zîhayatın hülâsası olan mahlûklar, hususan tohumların ve çekirdeklerin, danelerin, yumurtaların fıtrî mübarekiyetlerini ve bereketlerini ve ubudiyetlerini* temsil ederek, o geniş mânâ ile söylüyor….Altıncı Şua

…..Evet, nimet içinde in’âm görünür, Rahmân’ın iltifatı hissedilir. Nimetten in’âma geçsen, Mün’imi bulursun. Hem, her eser-i Samedânî, bir mektup gibi, bir Sâni-i Zülcelâlin esmâsını bildirir. Nakıştan mânâya geçsen, esmâ yoluyla Müsemmâyı bulursun….Sözler

.

ESMA VE SIFAT-I NEBİ NOTLARI - ( ZÂT-I EKREM A.S.M )

 “ Bismillâhirrahmânirrahim..”

2- ZÂT-I EKREM ( A.S.M )

Anlamı: Çok cömert, her şeyin iyisi, faydalısı. Kerem ile muttasıf, ihsan ve inayet sâhibi. Şerefli ve izzetli. Muhterem, müsamahakâr zât olan Muhammed A.S.M…

…Şimdi, şu zâtın delâil-i sıdkı ve berâhin-i nübüvveti, yalnız mu’cizâtına münhasır değildir. Belki, ehl-i dikkat için, hemen umum harekâtı ve ef’âli, ahval ve akvâli, ahlâk ve etvârı, sîret ve sureti, sıdkını ve ciddiyetini ispat eder. Hattâ, meşhur ulema-i Benî İsrailiyeden Abdullah ibni Selâm gibi pek çok zâtlar, yalnız o Zât-ı Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın simasını görmekle, “Şu simada yalan yok; şu yüzde hile olamaz” diyerek imana gelmişler. On Dokuzuncu Mektup | İkinci Nükteli İşaret

“Hiç şüphesiz sen pek büyük bir ahlâk üzerindesin.” Kalem Sûresi, 68:4.


BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;

Risale-i Nur’da Peygamberimizin A.S.M kerem sıfatı en ziyade olarak Resul-u Ekrem olarak kullanılmaktadır. Bu kerem vasfı O’nun İslamiyet’i tebliğindeki feragatı,din için girilen mücadelelerdeki sebat ve fedakarlıkları,maddi ve manevi sahip olduklarını Ümmeti ile paylaşmasında cömertliği..yine “Bütün eşya ve eflâki senin için yarattım, Habibim” fermanına, “Ben de senin için onların hepsini terk ve feda ettim” diye cevap vermesi ile yüksek mertebesi aşikar olur.
Üstadımızın Şuaat, Marifetü`n-Nebi ‘de ifade ettiği şekliyle baktığımızda ise karşımıza Ahlak-ı aliyesi ile Mü’cize-i Fıtrat bir zat-ı ekrem görünecektir. Şöyle ki; 

"İnsanların sireten ve sureten en cemili (beden ve ruh güzelliği) ve en halimi (Yumuşak huylu olması) ve en sabiri (Olağanüstü bir sabır sahibi olması) ve en şakiri (İnsanların en şükredicisi olması) ve en zahidi (dünyayı kalben tam terk etmesi)ve en mütevazıı (insanların en alçak gönüllü olanı olması) ve en afifi (İnsanların en namuslu ve temizi olması) ve en cevadı ve kerimi (İnsanların en cömert ve ikram edeni olması)ve en rahimi (İnsanların en şefkatlisi olması)ve en adili; (İnsanların en adaletli olanı olması)herkesten ziyade mürüvvet, vakar, afüvv, sıhhat-i fehm, şefkat gibi ne kadar secaya-yı aliye varsa, en mükemmel bir fihriste-i nuranisidir.. A.S.M…

..Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hilkaten en mutedil bir vaziyette ve en mükemmel bir surette halk edildiğinden, harekât ve sekenâtı itidal ve istikamet üzerine gitmiştir.

Siyer-i Seniyyesi kat’î bir surette gösterir ki, her hareketinde istikamet ve itidal üzere gitmiş, ifrat ve tefritten içtinap etmiştir. Lem'alar / On Birinci Lem'a

SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU İSİM/SIFATTAN HİSSEMİZ;


“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:31.

âyetinde i’câzlı bir îcâz vardır. Çünkü çok cümleler bu üç cümlenin içinde derc edilmiştir. Şöyle ki:

Şu âyet diyor ki: “Allah’a (celle celâluhu) imanınız varsa, elbette Allah’ı seveceksiniz. Madem Allah’ı seversiniz; Allah’ın sevdiği tarzı yapacaksınız. Ve o sevdiği tarz ise: Allah’ın sevdiği zâta benzemelisiniz. Ona benzemek ise, ona ittibâ etmektir. Ne vakit ona ittibâ etseniz, Allah da sizi sevecek. Zaten siz Allah’ı seversiniz, tâ ki Allah da sizi sevsin.”


Lem’alar

.

ESMA VE SIFAT-I NEBİ NOTLARI - ( MUHBİR-İ SADIK A.S.M )

“ Bismillâhirrahmânirrahim..”

1- MUHBİR-İ SADIK ( A.S.M )

Anlamı: Hep doğru söyleyen, doğru haber veren.

BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;

"Hem, bu Zâtın gidişatından görünüyor ki; O görmüş ve görüyor ve gördüğünü söylüyor." Ondokuzuncu Söz /On Birinci Reşha

“…Ve beşer için öyle bir istikbalden haber veriyor ki, dünyevî istikbal ona nisbeten bir katre hükmündedir. Ve öyle bir saadetten müjde veriyor ki, dünya saadetleri ona nazaran rüyalar gibi olur. Evet, bu kâinatın perdesi altında çok acaip şeyler vardır, bizleri bekliyorlar. Biz de onları intizar ediyoruz. Binaenaleyh, o acaibi görüp bize keyfiyetlerini hikâye etmek için hârikulâde bir insan lâzımdır ki, o harika garaibi görsün ve gördüğü gibi bize de söylesin.

Ve keza, o zat, Hâlıkımızın bizden talep ettiği şeylerden bahsediyor ve çok hakikatlerden, meselelerden haber veriyor ki, onlardan kurtuluş yoktur. Feyâ acaba! Ekser-i nâs neden böyle hak şeylerden göz yumuyorlar, hakikatlerden kulak tıkıyorlar?..” Mesnevi-i Nuriye

“….İşte bu kat’î hakikate binaen, binler feylesofların muhalif fikirleri, böyle imanî meselelerde birtek Muhbir-i sâdıka karşı hiçbir şüphe, hattâ vesvese vermemek lâzımken, yüz yirmi bin ispat edici ehl-i ihtisas ve Muhbir-i sâdıkın ve hadsiz ve nihayetsiz müsbit ve mütehassıs ehl-i hakikat ve ashab-ı tahkikin ittifak ettikleri erkân-ı imaniyede, aklı gözüne inmiş, kalbsiz, mâneviyattan uzaklaşmış, körleşmiş birkaç feylesofun inkârlarıyla şüpheye düşmenin ne kadar ahmaklık ve divanelik olduğunu kıyas ediniz… On Birinci Şuâ /Yedinci Mes'ele

“ İ’lem eyyühe’l-aziz! Meselâ, kamerin ahvaline veya istikbalin hakikatine dair itâ-i malûmat eden adama, bütün mâmelekini ona feda etmeye hazırsın. Amma daire-i mülkünde bir arı hükmünde bulunan kamerin Hâlıkından haber getiren ve ezel, ebede, hayat-ı ebediyeye, hakaik-i esasiyeye, azîm meselelere dair malûmat itâ eden ve seni mânevî perişaniyetlerden, dalâletlerden kurtarıp kesretten vahdete doğru yol gösteren ve hayat-ı ebediyeye iman ile mâülhayatı sana içirtmekle firak ve ayrılmak ateşlerinden kurtaran ve Hâlıkın marziyatını, metalibini tarif eden ve Sultan-ı Ezel, Ebedin muhaberesine tercümanlık yapan Resul-i Rahmân’ı dinlemeye ve o Muhbir-i Sadıka iman ile teslim olmaya mâni olan nefsin hevâ ve hevesini terk etmiyorsun.”… Onuncu Risale /Mesnev-i Nuriye

SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU İSİM/SIFATTAN HİSSEMİZ;

“Esselâmü aleyke yâ eyyühe’l-üstad! Hakkan, şöyle bir muhteşem sarayın, senin gibi sadık ve müdakkik bir muarrifi lâzımdır. Seyyidimiz sana ne bildirmişse lütfen bize bildiriniz... Sözler

"İşte onlar öyle kimselerdir ki, amellerinin en güzelini kendilerinden kabul ederiz ve onların kötü amellerinden (günahlarından) vazgeçeriz. Onlar Cennet ashabı arasındadır. Bu onların (dünyada iken) va'd oluna geldikleri sıdk (dosdoğru bir va'ddır)" (el-Ahkâf 46/16);

"Muhakkak ki muttâkiler cennetlerde ve ırmaklar (ın kenarın) dadırlar ".

"Sıdk makamında (doğruluk meclisinde) gayet muktedir (güçlü) bir melikin yanındadırlar" (el-Kamer, z 54/54-55);

Allah buyurdu ki: "Bu, sadıklara sıdklarının fayda sağlıyacağı gündür onlar için altlarında ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Ondan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve saadet budur" (el-Maide, 5/119)


.