23.5.17

Sath-ı arz bir mescid, Mekke bir mihrap..

"Sath-ı arz bir mescid, Mekke bir mihrap, Medine bir minber; o burhan-ı bâhir olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ehl-i imana imam, bütün insanlara hatip, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan mürekkep bir halka-i zikrin serzâkiri; bütün enbiya hayattar kökleri, bütün evliya tarâvettar semereleri bir şecere-i nuraniyedir ki, herbir dâvâsını, mu’cizatlarına istinat eden bütün enbiya ve kerametlerine itimat eden bütün evliya tasdik edip imza ediyorlar."


 Sözler, On dokuzuncu Söz.

22.5.17

Yâ Rabbî ve yâ Rabbe's-Semâvâti ve'l-Arâdîn! Yâ Hâlıkî ve yâ Hâlık-ı Küll-i Şey!

Gökleri yıldızlarıyla, zemini müştemilâtıyla ve bütün mahlûkâtı bütün keyfiyâtıyla teshîr eden kudretinin ve irâdetinin ve hikmetinin ve hâkimiyetinin ve rahmetinin hakkı için, nefsimi bana musahhar eyle! 
Ve matlûbumu bana musahhar kıl! Kur'ân'a ve îmâna hizmet için, insanların kalblerini Risâle-i Nur'a musahhar yap! Ve bana ve ihvânıma, îmân-ı kâmil ve hüsn-ü hâtime ver! Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâma denizi ve Hazret-i İbrâhim Aleyhisselâma ateşi ve Hazret-i Dâvud Aleyhisselâma dağı, demiri ve Hazret-i Süleyman Aleyhisselâma cinni ve insi ve Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma şems ve kameri teshîr ettiğin gibi, Risâle-i Nur' a kalbleri ve akılları musahhar kıl! Ve beni ve Risâle-i Nur talebelerini, nefis ve şeytanın şerrinden ve kabir azâbından ve Cehennem ateşinden muhâfaza eyle ve Cennetü'l-Firdevste mesut kıl!

Âmin, âmin, âmin!


Lemalar | Münâcat |

Acz, fakr, şefkat ve tefekkür tarîkı

[Bu küçücük Zeylin büyük bir ehemmiyeti var; herkese menfaatlidir.]

Cenâb-ı Hakk’a vâsıl olacak tarîkler pek çoktur. Bütün hak tarîkler Kur’ân’dan alınmıştır. Fakat tarîkatlerin bâzısı bâzısından daha kısa,

daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarîkler içinde, kâsır fehmimle Kur’ân’dan istifade ettiğim acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür tarîkıdır.

Evet, acz dahi, aşk gibi, belki daha eslem bir tarîktir ki, ubûdiyet tarîkıyla mahbubiyete kadar gider. Fakr dahi Rahmân ismine îsâl eder. Hem şefkat dahi, aşk gibi, belki daha keskin ve daha geniş bir tarîktir ki, Rahîm ismine îsâl eder. Hem tefekkür dahi, aşk gibi, belki daha zengin, daha parlak, daha geniş bir tarîktir ki, Hakîm ismine îsâl eder. Şu tarîk, hafî tarîkler misillü, “letâif-i aşere” gibi on hatve değil; ve tarîk-ı cehriye gibi “nüfûs-u seb’a,” yedi mertebeye atılan adımlar değil; belki Dört Hatveden ibârettir. Tarîkatten ziyâde hakikattir, şeriattır. Yanlış anlaşılmasın; acz ve fakr ve kusurunu Cenâb-ı Hakk’a karşı görmek demektir. Yoksa onları yapmak veya halka göstermek demek değildir.
Şu kısa tarîkın evrâdı, ittibâ-ı sünnettir; ferâizi işlemek, kebâiri terk etmektir. Ve bilhassa, namazı tâdil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihâtı yapmaktır.

Birinci hatvede “Felâ tüzekkû enfüseküm” [Nefislerinizi temize çıkarmayın. (Necm Sûresi: 32.)] âyeti işaret ediyor.

İkinci hatveye “Velâ tekûnû kellezîne nesullâhe fe ensâhüm enfüseküm” [Allah’ı unutanlar gibi olmayın ki, Allah da onlara kendi âkıbetlerini unutturmuştur. (Haşir Sûresi: 19.)] âyeti işaret ediyor.
Üçüncü hatveye “Mâ esâbeke min hasenetin fe minellahi ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsike” [Sana her ne iyilik erişirse Allah’tandır. Sana her ne kötülük gelirse, o da kendi kusurun sebebiyledir. (Nisâ Sûresi: 79.)”] âyeti işaret ediyor.

Dördüncü hatveye “Külli şey’in hâlikun illâ vechehu” [Her şey helâk olup gidicidir; O’na bakan yüzü müstesnâ. (Kasas Sûresi: 88.)] âyeti işaret ediyor.

Şu Dört Hatvenin kısa bir izahı şudur ki:

Birinci Hatvede, “Felâ tüzekkû enfüseküm” âyeti işaret ettiği gibi, tezkiye-i nefs etmemek. Zîrâ, insan, cibilliyeti ve fıtratı hasebiyle nefsini sever. Belki, evvelâ ve bizzat yalnız zâtını sever; başka her şeyi nefsine fedâ eder. Mabuda lâyık bir tarzda nefsini metheder; mabuda lâyık bir tenzih ile nefsini meâyibden tenzih ve tebrie eder. Elden geldiği kadar kusurları kendine lâyık görmez ve kabul etmez; nefsine perestiş eder tarzında, şiddetle müdâfaa eder. Hattâ fıtratında tevdî edilen ve Ma’bud-u Hakikinin hamd ve tesbihi için ona verilen cihazât ve istidadı kendi nefsine sarf ederek, “Meni’t-tehaze ilâhehû hevâhu” [Nefsinin arzusunu kedisine ma’bud edinip onun her emrine uyan kimse. (Furkan Sûresi: 43.)] sırrına mazhar olur. Kendini görür, kendine güvenir, kendini beğenir.
İşte şu mertebede, şu hatvede tezkiyesi, tathîri, onu tezkiye etmemek, tebrie etmemektir.

İkinci Hatvede, “Velâ tekûnû kellezîne nesullâhe fe ensâhüm enfüseküm” dersini verdiği gibi; kendini unutmuş, kendinden haberi yok; mevti düşünse, başkasına verir; fenâ ve zevâli görse, kendine almaz. Ve külfet ve hizmet makamında nefsini unutmak, fakat ahz-ı ücret ve istifade-i huzûzât makamında nefsini düşünmek, şiddetle iltizam etmek, nefs-i emmârenin muktezâsıdır. Şu makamda tezkiyesi, tathîri, terbiyesi; şu hâletin aksidir. Yani, nisyân-ı nefs içinde nisyan etmemek. Yani, huzûzât ve ihtirasâtta unutmak ve mevtte ve hizmette düşünmek.

Üçüncü Hatvede, “Mâ esâbeke min hasenetin fe minellahi ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsike” dersini verdiği gibi; nefsin muktezâsı, dâimâ iyiliği kendinden bilip, fahr ve ucbe girer. Bu hatvede, nefsinde yalnız kusuru ve naksı ve aczi ve fakrı görüp, bütün mehâsin ve kemâlâtını, Fâtır-ı Zülcelâl tarafından ona ihsan edilmiş nimetler olduğunu anlayıp, fahr yerinde şükür ve temeddüh yerinde hamd etmektir. Şu mertebede tezkiyesi, “Kad eflaha men zekkâkâ” [Nefsini günahlardan arındıran kurtuluşa ermiştir. (Şems Sûresi: 9.)] sırrıyla şudur ki: Kemâlini kemâlsizlikte, kudretini aczde, gınâsını fakrda bilmektir.

Dördüncü Hatvede, “Külli şey’in hâlikun illâ vechehu” dersini verdiği gibi; nefis, kendini serbest ve müstakil ve bizzat mevcud bilir. Ondan bir nevi rubûbiyet dâvâ eder. Ma’buduna karşı adâvetkârâne bir isyanı taşır. İşte gelecek şu hakikati derk etmekle ondan kurtulur. Hakikat şöyledir ki:
Her şey nefsinde mânâ-i ismiyle fânîdir, mefkuddur, hâdistir, mâdumdur; fakat mânâ-i harfiyle ve Sâni-i Zülcelâlin esmâsına âyinedarlık cihetiyle ve vazifedarlık itibâriyle şâhiddir, meşhuddur, vâciddir, mevcuddur.

Şu makamda tezkiyesi ve tathîri şudur ki: Vücudunda adem, ademinde vücudu vardır. Yani kendini bilse, vücud verse, kâinat kadar bir zulümât-ı adem içindedir. Yani, vücud-u şahsîsine güvenip, Mûcid-i Hakikiden gaflet etse, yıldız böceği gibi bir şahsî ziyâ-i vücudu nihayetsiz zulümât-ı adem ve firâklar içinde bulunur, boğulur. Fakat enâniyeti bırakıp, bizzat nefsi hiç olduğunu ve Mûcid-i Hakikinin bir âyine-i tecellîsi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcudâtı ve nihayetsiz bir vücudu kazanır. Zîrâ bütün mevcudât, esmâsının cilvelerine mazhar olan Zât-ı Vâcibü’l-Vücudu bulan, her şeyi bulur.


Sözler, Yirmi Altıncı Söz, Zeyl

23.1.17

Tefvizname

Hak şerleri hayreyler 
Zannetme ki gayreyler
Ârif onu seyreyler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Sen hakk'a tevekkül kıl
Tefviz et ve rahat bul
Sabreyle ve razı ol
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

21.11.16

Muhabbet-i İlâhiye...


  • Felek mest, 
  • melek mest, 
  • nücum mest, 
  • semavat mest, 
  • şems mest, 
  • kamer mest, 
  • zemin mest, 
  • anasır mest, 
  • nebat mest, 
  • şecer mest, 
  • beşer mest, 
  • seraser zîhayatt mest, 
  • heme zerrat-ı mevcudat beraber mest, der mestest..

"Yâni; Muhabbet-i İlâhiye’nin tecelisinde ve o şarâb-ı muhabbetten herkes istîdadına göre mestdir.

Malûmdur ki; her kalp, kendine ihsan edeni sever ve hakikî kemale muhabbet eder ve ulvî cemâle meftun olur.

Kendiyle beraber sevdiği ve şefkat ettiği zâtlara dahi ihsan edeni daha pek çok sever.

Acaba -sâbıkan beyan ettiğimiz gibi- her bir isminde binler ihsan defineleri bulunan ve bütün sevdiklerimizi ihsanatıyla mes’ud eden ve binler kemâlâtın menbaı olan ve binler tabakat-ı cemâlin medarı olan binbir esmâsının müsemmâsı olan Cemîl-i Zülcelâl, Mahbûb-u Zülkemâl, ne derece aşk ve muhabbete lâyık olduğu ve bütün kâinat, O’nun muhabbetiyle mest ve sergerdan olmasının şâyeste bulunduğu anlaşılmaz mı?”


Sözler

13.11.16

İlimlerin şâhı ve padişahı,

“Temelleri yıptarılmış bir binanın odalarını tamir ve tezyine çalışmak, o binanın yıkılmaması için ne derece bir fayda temin edebilir? Köklerinin çürütülmesine çabalanan bir ağacın kurumaması için, dal ve yapraklarını ilâçlayarak tedbir almaya çalışmak, o ağacın hayatına bir fayda verebilir mi?"
"İnsan, saray gibi bir binadır, temelleri erkân-ı  imâniyedir. İnsan, bir şeceredir, kökü esâsât-ı imâniyedir. İmânın rükünlerinden en mühimmi, imân-ı billâhdır, Allah'a imândır. Sonra nübüvvet ve haşirdir. Bunun için, bir insanın en başta elde etmeye çalıştığı ilim, imân ilmidir. İlimlerin esası, ilimlerin şâhı ve padişahı, imân ilmidir.”


Sözler / Konferans 

10.11.16

Küçük bir sohbet..

Esselâmu Aleyküm Ve Rahmetüllâhu Ve Berekâtuhu

Değerli Dostlar Merhaba;

İ’lem eyyühe’l-aziz! Misafir olan bir kimse, seferinde çok yerlere, menzillere uğrar. Uğradığı her yerin âdetleri ve şartları ayrı ayrı olur. Kezalik, Allah’ın yolunda sülûk eden zat çok makamlara, mertebelere, hallere, perdelere rastgelir ki, bunların da her birisi için kendine mahsus şartlar ve vaziyetler vardır….diye devam eder Bediüzzaman..

Din nasihattır diye buyurur Hazreti Muhammed S.A.S..

Gerçek âkıl sahipleri lehinde olanı ve olmayanı bir birinden ayıran bir görüşe sahip olular..Kısa hayat yolculuğunu anlamlı geçirebilmek gibi bir gayeyi benimserler..ağır yüklerinden kurtulmak için kendilerine fayda verecek olan önerilere ve yol gösterimlerine karşı ayak diremezler..

Çünkü kimse layemut değildir..bunu bilir,hayatlarına sonsuz değer kazandıracak pratik şeylere talip olurlar.
Yine dünya hayatının bir imtihan olduğunu idrak edenler..her önüne gelen soruya cevap her şıkka bir kabul işareti koymazlar.

Kendilerini tanımayı, davranışları ile sebep sonuç ilişkisini, kazanıp kaybetme meselesini önemserler. Yine olur olmaz şeylerin kalplerine girmesine izin vermezler.

Manzarayı okumak için müteyakkız ve uyanık davranırlar..vicdanlarının ebed sesini işitip..Rableri ve sınanmaları gerçeğinde hüznü zanlarını bozmazlar…

Derlerin geçiciliği,zevklerin zevali,var olmanın mutlak bir hedefi,gelip gitmenin yaşamaktan var olan isteği,dünyanın ve içindekilerin mütemadiyen halden hale girmesi,yıldızlardan gezegenlere,mikroplardan balinalara kadar bir mana ve devranın döngüsüne kulak kabartır..ve uyumlu ve ahenkli bir vazıyet alırlar.
Özel istekleri ile değil ,kendilerinden istenilenler ile barışırlar..bozgunculuk yapmazlar..tahrip etmek için zaaf ve fırsat aramazlar..sırlarını ortalığa saçmazlar..düşmanlarını sevindirecek haller takınmazlar…

Ömür sermayesi ile yaptıkları ticareti gözden geçirirler..hatalarında ısrar etmezler…Vaki olan hakikatlere insaf nazarı ile bakıp,ihtimallerden neşet eden yorumların olasılıklarına kendilerini kaptırıp fikri midelerini bulundurmazlar..

Vefalı olurlar..kadirşinas olurlar..nezaket sahibidirler…

İnsan bazen aldanır..doğru gidişinin önüne bir çok maniler çıkabilir.Muhtelif gerekçelerin vehmi örtüsü muhakemeyi örtebilir..konuşacak bir çok sözcük ağzına tıka basa dolabilir..ve insan içinde ne varsa onu rast geldiği yerde kusabilir.

El ne var diye baktığında ise kendine karşı samimi olursa koca hiçliği,ruh sıkıntısını,zihni daralmayı,başarısızlığı ve istikrarsızlığı gayet net görebilir ..hatasında ısrar etmeme zarafetini gösterip,tekrar ayağa kalkabilme dirayetini bulabilir.

Ancak uyku devam ediyorsa,öfke büyür..izan gözüne kan bürür..hiç bir şeyi değerlendiremeyecek bir hale giriftar olur..

Unutmamalı ki; hakikatten hakkını isyan değil insan alır…

Din ve teklif muhatabı olan insana ;iman,ibadet ve rıza denkleminde be sabır ,sebat,şükür,istikamet ,dua vb bileşenleri ile huzur ve güven halini verir..Çelişki marifet ile yerini emniyete bırakır.
Eğer insan mutlu değilse bir şeyler ter gidiyordur.
İnancı ona yetmiyor ve önünü göremiyorsa bir şeyler eksiktir.
Hep ben kaygısı ve çıkar koruma eğilimi varsa istifade defterindeki notlar yerli değildir.
Ruhunu doğruluk, haklılık kisvesi ile istila eden erdem gulyabanisi, fiilin ve fikrin ameli nihayeti ile kucağına yalnızlık bırakıyorsa, bir ölçme biçme hatası kaçınılmazdır.

Kişi aslından belki hayat bulduğu yerden uzaklaştığında, kurda kuşa yem olur hadisesi bir gerçektir. Cephe değiştiren insanlar hamisiz kalırlar.

Peşin hükümlülük haddi zatında bir felakettir.İnsan kendi çocuğunu işlediği bir suça inanmamak için elinden geleni yapar..kendisini etkileyecek şeylerin riskinden çekinir..iyi niyet beslemeye gayret eder..ancak tüm hayatını subliminal etkileyecek şeytani telkin stratejisine kendini açık hale getirmekten çekinmez…
Yanlış anlamak,istediği gibi kavramak ,görmek istediği gibi görmek de başka bir kırılgan noktadır….vs vs vs…

Değerli dostlar aslında insanın tüm girdiği menzillerdeki mücadelesi iki ayaklı bir mücadeleden başka bir ey değildir.

Bir ayağı..Allah’ı ve icraatlarını ve kurduğu ve işlettirdiği bu düzenden razı mısın?Sana temas eden tüm olumsuzluklara ve akıbetlere rağmen onun ilahlığını garazsız bir hüsnü kabul ile kabul ediyor musun..yarattığı bu alemi,harekete geçirdiği sitemi,ilan ettiği irade eve hakimiyetini,yaratma fiili ile gösterdiği sanat,ilim kudret gibi halıkıyetine karşı amenna diyebiliyor musun… gibi durumlara samimi cevap verebilmektir.

Diğer ayağı ise ;belki soru atfı aynı görünen ancak ruha nüfuz edecek bir cevabı olmayan,lafzı benzeşmelerin oyalamasında akim felsefi bir cidal nevidir.

Bu ikinci ayağı canlı tutan,birinci ayaktaki tatminsizliktir.Bu kabul soruları ve sorunlarının önünde muhatabın bir istekliliği veya farkındalığı söz konusu değilse,kâr zannettiği bir zarar içerisindedir.

Değerli Dostlar..okumakta ve okunmasında ısrar ettiğimiz,Nur Risaleleri bize yaratıcımızı tanıtan,görüş açımızı genişlendiren,Rabbimizin rububiyeti noktasında ,her şey güzeldir deyip onu isbat eden,görünen çirkinliklerin güzellikleri göstermek için var edilmiş izafi çirkinlikler olduğu isbat eden..dünya menzilini ebedi hayat mezili ile bağlayan..necisin nereden geliyorsun ve nereye gidiyorsun diye en müşkül soruların cevabını veren..Rabbimizin bizden istediği nedir,nasıl bir şuur,huzur ve kulluk beklediğini gösterip,ona itaat etme meylini oluşmasına önemli sebep olan ve mukabele etmeyi,şükretmeyi sevdiren eserledir.
Risale-i Nur okumakla..inandığımızı söylediğimiz şeylerin hakikatleri ortaya çıkar..isim ve sıfat ve şuunatı ile Rabbimizin marifetine yaklaşırız..Onu severiz ve sevildiğimizi hissederiz…
Peygamberimizin hakikati ile ilgili bilgi ve sünnetine uymak noktasında hisse sahip oluruz…
Her an Allah’ın sevdiği şeyleri yapmak için içimizde bir duygu bulur,Peygamberimizin yolundan gitmek için isteklilikle dolarız..
Çünkü Rabbimiz kullarının ;
Kendisinden söz etmesini,
Ona şükretmesini,
Yarattıklarını tefekkür etmesini,
Namaz kılmasını,
Onun rızası için oruç tutulmasını,
İmkanlar nisbetinde,hac ve zekat emirlerinin uygulanmasını,
Bozgunculuk yapılmamasını,
Fitne çıkartılmamasını,
Suz-i zanda bulunulmamasını,
Kendisine dönüleceğinin bilinmesini,
Hesap verileceğini idrak etmesini,
Kendisi ve dini için mücadele edilmesi gibi şeyleri istemektedir.
Elbette bu isteklerin amacı,hedefi neticesi ilahi bir planın içerisindedir.Elbette bu isteklerin muhataplarında şuur olması ve bilerek itaat etmesi bu emrin karşılık bulmasının gereğidir. Malumaliniz aklı olmayanlar mes'ul değillerdir.Demek aklı olanlar mes'uldür ve bu mes'uliyet bağlamında akıllarını bu istekler doğrultusunda kullanmak zorundadırlar..

Yoksa haşa Allah’a kendi var ettiği dini öğretmek hamakatinde bulunmak intihardır.

Güya onun  bilinmek ve itaat edilmek amacının dışında bir gayesi var mış gibi algılamak..bu algıyla içtihatlar yapmak..ortalığı kan gölüne çevirmek İslâma yapılmış bir cinayettir.Aldanmışlıktır..yanlış anlamaktır…Ukalalıktır…

Risale-i nur iman tevhid, haşir ve nübüvvet denkleminde hizmet eden eserlerdir. Allah rızası dışında hiçbir gayeyi hedef edinmemiştir. Kendisi ile yapılacak insaflı mütalaa tüm nazik sorulara cevap verecek kabiliyettedir… Fakat garaz, kin, öfke, tekzip, küçük görme, basite alma, alaycı yaklaşmaya cevap vermeye tenezzül etmemektedir. Çünkü gayesi yüksektir…

O’nun hakikate müşteri olmayana verecek bir şeyi yoktur..istemeyene karşı yeterli değildir..talip olmayana eksiktir..adavet eden için çelişkiler doludur..onu önemli görmeyen için değersizdir..insafsız nazarla yaklaşan için hatalar doludur…Baştan sona kusurludur..okunmaması lazımdır…

Değerli dostlar;

Nurları anlamak ve yaşamak için iki önemli esas vardır..
Birisi:Masanın bu tarafına oturmaktır..
Diğeri:Asla vazgeçmemektir..

Yaratılan tüm mevcudat kendilerine koyulan program ve istidat ile hayat başlarına ne açarsa açsın hiç vazgeçmezler. Çekirdek çatlamaktan, yaprak sararmaktan, sel akmaktan, güneş çıkmaktan, filiz sürgün vermekten, doğmak ve ölmekten ne pahasına olursa olsun vazgeçmezler. Onları anlamlı kılan ve onlardan anlam mahsulü alan hakikat budur.

Allah Resulü  A.S.M vazgeçmemiştir..Sahabeleri vazgeçmemiştir…Bediüzzaman vazgeçmemiştir..İmamı Gazali vazgeçmemiştir..İmamı Azam vazgeçmemiştir..Abdülkadir Geylani vazgeçmemiştir..nur talebeleri  Bediüzzaman’ın tabiriyle,yakıcı çorbadan ağızları yandığı halde vazgeçmemişledir. Sizde ne olursa olsun vazgeçmeyenlerden vazgeçmeyin..vazgeçmenizi söyleyenler ,vazgeçenlerden başkaları değildir.Çünkü bu vazgeçişi  hazmetmenin başka yolu yoktur.

Evet dostlar..imtihan her yerdedir..her an devam eder..Kazanıp kazanmadığımızı anlamak için ..yukarı dada değindiğimiz gibi..bir elimize bir de kalbimizde ne var diye bakacağız…

Eğer fikrimiz,Rabbimizin bizden ne istediği ile meşgul değil,hareketlerimiz onu razı etmek üzere değilse..sadece konuşuyor bir kalıcı sonuç elde edemiyor bir visal coşkusu taşıyamıyorsak ..mutlu değilsek,bir güven hissetmiyorsak,endişe içinde günlerimiz geçiyorsa,ne yapacağımızı bilmiyor bir hedefimiz yoksa,insanlar bizden uzaklaşıyor sevgisizlik hissediyor ,yalnızlaşıyorsak,dostlarımız kayboluyor ve biz sürekli mazeretler üretiyor birilerini suçluyorsak bir şeyleri tekrar değerlendirmek (istersek) acil ve kaçınılmazdır….

Selam ve dua

..