20.10.16

Ateş mi toprak mı?

En eski düşmanlık Şeytanın Âdeme olan düşmanlığı ve dolayısıyla tüm âdemoğullarına olan düşmanlığın başladığı noktadır.

Bu düşmanlığın çarpan etkisinde şöyle bir sonuç ortaya çıkmıştır. Şeytan, Âdemoğluna düşmandır. Âdemoğlu da Allah’a düşmanlık yapmaktadır.

Konunun düşmanlık tarafını ele aldığımızdan..bu düşmanlığa düşmanlık edip şeytanı düşman olarak ilan edip her desisesi ve fitnesiyle uğraşıp şeytanın mağlup edemediği kısım bu yazıdaki mevzunun şimdilik dışındadır.

Kibir temelli olan bu yol ayrımında şeytanın yürüttüğü felsefe, yaptığı kıyas ölçüsüyle onu şeytan yapan kimliği tanımlamıştır.

Ateşten yaratılmış olmanın, topraktan yaratılmış olmaya üstün olduğu hakkında fikir yürütmüş ve kendi yolunun açılmasına sebep olmuştur.

Neye göre ateş topraktan üstündür bu ise onun ilk olarak kendine şeytanlık yaptığı muammayı ortaya koyar. Yani şeytan yaptığı felsefe ile ilk olarak kendini kandırmıştır. Sonra Âdem ve Havva’nın affa müstahak olan aldanmaları gelmektedir. Burada şeytan için ikinci ve en ağır darbe kendini düşürdüğü açığın af özelliğinin olmayacağı bir derinlik olmakla birlikte, kandırdığı âdemoğulları hakkında bir bağışlanmanın, onun tüm emeklerini boşa çıkaracak bir özelliğinin olmasıdır.

Şeytan tüm şartlarda en aldanmış ve en mağlup en neticesiz işlerin sahibi olması ile birlikte, hatasını fark edip kendini temizlenme kapısını getiremeyenleri kendi hedefi doğrultusunda yönlendirmektedir. Yani yukarıda ifade edilen, âdemoğluna düşmanlık yapmakla, onu Allah’ın düşmanı olarak desteklemesi ve ele geçirmesiyle, insanoğluna olan düşmanlığını kat be kat ortaya koyacak faaliyetler yürütmektedir.

Bu çalışmalarını o kadar planlı ve gizli yapmaktadır ki; hiçbir kötülük ve fenalığın ve çirkin işlerin hiçbir yerinde sebep olarak görülmez. Hiç kimse onu suçlamaz. Çünkü bu savaş planının en temel dürtüsü, kendisine tabi olanlara kendisini inkâr ettirmesi ve bizzat her fiilin faili olarak yapılan işleri kendisini takip eden insanlara sahiplendirmesidir.

Elhasıl filanca örgüt neticeyi üstlenir.

Kullanılan jargon bellidir.Kelimeler söylemler tek kalıptır.Bu meşum literatürlerin kullandığı diller çürür,hayattan çekilir,veya işe yaramadığı için unutulur,ölüme terk edilir vs. Şeytanın onda kullanacağı bir şey kalmadığında tüm elde ettiği sermaye ile bir kenara atılır.Onlarca güzellik kraliçeleri..jönler..rol modeller..şimdi yaşlanmış ve sevilmek beklentisi içinde olup nefret gören yüzler…Nice katiller..hırsızlar.Uyuşturucu bağımlıları,yakıp yıkanlar…Yakılıp yıkılanlarla doludur geçmişin defteri.

Aynı oyununun devam etmesi için yeni yüzler, yeni jönler, yeni artistler, yeni zalimler lazımdır. Ve sahne aynı senaryo ile canlı kalır.

Ancak temel aldatılma planı en eski kıyasla yoluna devam eder. Ateş topraktan üstündür…
Şeytan tüm aldatmasını kendini aldattığı felasifesi üzerinden yapılandırır. Çünkü bu savın fikir babası ve iddiacısı o’dur. Dolayısıyla kendi tezinin doğruluğunu ne pahasına olursa olsun uygulamakta kararlıdır.

İnsanoğlunun aldanmasında ve ya yolunu şaşırmasının içeriği irdelendiğinde, İblisin felsefesinin gölgesi, aslı, neticesi, düşüncesi, etkisi görünür.

Cinayetler,hıyanetler,hileler,alçaklıklar tamamıyla bu üstünlüğün değişik versiyon algılarıyla işlenir.Tüm maktuller ölümü hak etmiş,tüm hıyanete uğrayanlar bu ihanete kendileri sebep olmuştur.Tüm hile ve kandırmacalara duçar olanlar ezilmesi gerekenlerdir..çünkü onlar topraktandırlar.

Çarpan etkisinin insanoğlunu Allah’a düşman etmesi..bu eski düşmanın adeta kendisinin direk olarak yapmaktan çekindiği ve hiçbir etkinliğinin olmadığı düşmanlığı,Allah’ın yarattığı ve üstünlük noktasında vasfettiğine yaptırmak,onun kendi tezini ahmakçasına da olsa Allah’a ispatlamak çabası düşünülebilir.

Burada söz konusu olan en önemli ayrıntı,tüm bu hareketliliğin bir “Mühlet” ile sınırlandırılması ve özgürleştirilmesidir.Fakat bu düşmanlığın ve mühletin başladığı noktayı bilmeyenler..nereden gelip nereye gidiyoruz diye düşünmeyenler..bunu dert edinmeyip oyuna hep yarı yoldan katılanların gözünden bu mühlet meselesi kaçtığında,var olan süreç sonsuz bir döngü yanılgısını yansıtmaya başlar ve âdemoğlunun büyük bir kısmı aldanır.

Şeytanın felsefesine göre görünenden başka bir şey yoktur..ve her şey kıymetsiz bir şeye inkılap edecek ve sonunda TOPRAK olunacaktır..Yani tamamen değersiz bir kayboluş..toprak gibi değersiz…Ne kadar dikkat çekici…Sonunda TOPRAK olacağız…

O zaman ateşin üstünlüğü ile yaşa..yak yık..tahrip et..tutuştur..Evi yak,şehri yak,ormanı yak,ülkeyi yak,dünyayı yak,insanı yak,çocukları yak,hayvanları yak,gönülleri yak..sadece yak..Çünkü bu uğursuz lanetli felsefeye göre ATEŞ ÜSTÜNDÜR…

Evet Dostlar..

İnsanoğlunun Allah’a düşman olmasının söylemsel olarak ilan edilmesi her insi şeytanın yapabileceği bir şey değil. Ancak fiilsel olarak, tüm kutsal değerlere ve tanımlanmış hak, hukuk, adalet gibi değerlere karşı ihlal hareketinde bulunmak ve hiçbir ahlaki olguyu kabul etmeyip çiğnemek, şefkat ve merhametten uzak durmak, hiçbir dini ölçüyü kabul etmemek ki özellikle İslamiyet dinine ait her şey düşman olmak tamamen şeytanın eli ayağı gibi davranma adeta ona vücut olmak anlamına gelmektedir.Tarihte olsun,bugün olsun bunun örnekleri tüm toplumsal yozlaşma,küresel terör,savaş vs..her yerde görmek mümkün.Ve aslında tüm bu bozuk,yıkıcı ve yıkılan sahnede yer almak bir dizi şeytani eğitimden geçmek neticesinde mümkün olmaktadır.

İnsanoğlunun beslenen bencilliği, hayat algısındaki faydacı yaklaşım, her şeyi kendi isteklerine feda etme eğilimi, maddi manevi vazifelerinde gösterdiği tembellik, kendini beğenmek, beğendirmeye çalışmak, sadece kendini düşünmek, iyi görünmek, önemsenme isteği, üstünlük tavrı, yalnız kendi fikrine önem vermek, sürekli tahrip mazeretleri, her şeyi suçlamak, her şeyde bir hakkının olduğunu düşünmek, makamlara göz dikmek, zenginliğe ve güce ulaşmak, hâkimiyet kurmak, korkulur olmak, herkesin çekindiği bir konuma gelmek, istediği şeyi elde etmek hissine sahip olmak gibi kötü ahlak sahibi olmak, şeytanın ordusuna hazır asker konumunda olmak anlamına gelir.

Ve şeytanın elindeki tüm sermaye budur. Ve bu sermeye yukarıda değinildiği vecihle ateşin üstünlüğünün öz kaynağıdır. Değişik cihetler, değişik kabiliyetler, toplumlar, cemiyetler, mezhepler, politikalar vs. arasında aktif olarak kullanılır. İblise el ayak olanlar kendi çıkarlarından başlayan bir silsileyi ta ülkelerin çıkarlarına, kendi inançlarının çıkarlarına kadar bir daireye taşıyıp dünyayı ateşe verebilirler.

Ve dünya ateşe verilir.Yaş kuru ne varsa yanar..bir mühlet için zıtlar bir birinin içinde ve karışık bir şekilde durur.Ve her şey bir biriyle çarpışır…Vaktaki mühlet biter..gerek şahsi,gerek nevi,gerekse kürevi kıyamet kopar…Her şey layık olduğu yere çekilir.

Değerli Dostlar Ezcümle;

Elimizdekiler ateş mi toprak mı?

Keşke Bilselerdi...

Ateş mi, Toprak mı yazısında geçen, şeytanın insanoğluna olan düşmanlığı ile insanoğlunu Allah'ın düşmanı olması noktasındaki bağlantıya değinilmişti. Önüne konulan, eline tutuşturulan şeyin ne olduğuna bakmadan, bir öfke, bir hazımsızlık, bir inat ve altında üstünde birçok his ile sahneye çıkan insan, Yaratıcısına karşı ilan ettiği adaveti gerek bilinçli gerekse cahilce kullanmaktadır.

İnsanoğlunun nübüvvetle tanışmasıyla başlayan bu süreç içerisinde tercihleri barındırmaktadır. Aklın önüne ezber bozan, alışkanlıkların değişimini veya terkini esas alan ve ardında itaat ve inkâr ile karara bağlanmış sonuçları olan bu süreç. Âdemoğlu ister bir kişi, isterse yüz kişi olsun bu tercih konusu değişmez ve hep iki yolu ve açısı olan bir durumdur.

İnsanların büyük çoğunluğu nefislerinin işlerine geleni tercih etmektedirler. Ve bunun böyle olduğu, insanların ekserinin nankörlüğü ve şükredenlerin azlığı Allah CC tarafından çok kez ifade edilmiş. İnsanların çoğunun gittiği ve tercih ettiği yolun fenalığı, asılsızlığı ve neticesinin kötü olduğuna dair yol işaretleri bırakılmış. Âdemoğlu aynı konumunu bugünde muhafaza etmekte ve seçenekleri işaretlerken gözünü kapamayı sürdürmektedir.

Bu kadar mesnetsiz bu kadar zevksiz, bu kadar uğursuz bu kadar neticesi olmasına rağmen, hazırda bulunan bir dirhem lezzeti ileride bulunan bin batman lezzete tercih etmekte bu ağır kusurunda ısrarcıdır. Bu temerrüdün akılsızlığını anlamak için tarihin eski sayfalarına pek gitmeye gerek olmadığı gibi bin yıl önce olan ile bugün olan arasında bir fark görünmemektedir.

Çünkü gelişmeye müsait olmayan tek şey belki de “küfür”dür.Sözleri,kalıpları ifadeleri hiç değişmez.Mazi kavimlerinin kendilerine gönderilmiş peygamberleri ne ile inkar ettiklerine gözlemlendiğinde,her kavmin peygamberlerini aynı kelimelerle inkar ettikleri görünür.Büyücü,aklı yerinde değil ,uydurma şeyler,neden ilahın görünmüyor ve şöyle olsaydı böyle olsaydı ya..biz atalarımızdan gördüklerimiz üzerindeyiz vs…

Peki müptela olunan şeylerde bir değişiklik görmek mümkün mü?Yani insanın hevası’nın peşinden gittiği şeyler..mesela;eğlence,yeme içme,şehvani şeyler..bunlarda değişmez…

Sapkınlığın varabileceği uçsuz bucaksız bir nokta yoktur.Çünkü zaman ve zemin ve kainatta var olan kanunlar bunun genişlemesine müsaade etmez.Sınırlı bir hayat alanı vardır.Para ve gençlik gibi iki potansiyel sahibinin elinde kaldığı kısa mühlet içerisinde hayvani hazların sebebi olan bir sermayedir.Sonra yaşanmışlıkları boynuna bir yafta olarak asıp kaybolur..Gençlik gittiğinde gençlikle olan şeylerde gider..her ne kadar cismin ihtiyarlaması egoyu sahibi namına etkilemese de,rağbet noktasında cazibesini yitirmiş pislik bir duruma gelinmiştir.Yani ne kadar istese de kendisine müşteri çıkmaz…

Para ise o da gençlik gibi yaşlandığında veya maliki cazibesini yitirdiğinde bir işe yaramaz..varisler veya hırsızların peşine düştüğü,belki de elin de olanın hakkında ölümünün düşüldüğü dehşetli ve merhametsiz bir sebep olur.

Her açıdan sefahatin, sapkınlığın elinde olan şeyler gayet geçici ve aldatıcı ve belirli bir süreye bağlı oyun ve oyuncaklardan ibarettir.

Ve zulüm sahipleri..bunlar ise zulümlerini sırtlanmış toprak altında din gününü beklemektedirler.

Konuyu sadet manasında en özet konumuna taşırsak..şeytanın telkini şu şekildedir.İman denilen şey sizin elinizde olan zevklerinize göz dikmiştir ve özgürlüğünüzü elinizden almak istemektedir.Oysa sizin zevklerinizin zararlı olan bir yanı yoktur.

Gençsinizi,eğlenmek hakkınız..Sağlığınız yerinizde elbette canınızın istediğini yapmalısınız.Sarhoş ve aşık olmakta ne gibi bir sıkıntı olabilir..efkar dağıtmak,biraz rahatlamak kime ne zarar verebilir.Açılıp saçılmakta ne gibi bir kötülük olabilir.Doğamızın gereğince yaşamak istiyoruz.vs vs vs…Temel noktada bu alt yapı,yani insanın kontrol altına girmek istemeyen fakat kişilik erdeminin ve saygınlığının bu kontrolle mümkün olduğu fıtri değerlerinden uzaklaştırılmasıyla sağlanır.Önceki yazıda da ifade edildiği gibi,ilmi ve insani ve de imani bir tecrübeye sahip olmayan insanlar,hayvani hayat mertebesinde yaşamak zorundadırlar.Aklın kendilerine olan baskısını ise sarhoşluk eğlence ve isyan gibi baş kaldırışlarla teskin edip,daha doğrusu iptal edip yaşamlarına devam ederler.

Burada örtülü ve en haince olan aldanış..kişinin isyanına giydirdiği elbiselerdir.Bu insanların Allah’a olan düşmanlıkları Müslümanlara yönelmiş tepkiler şeklinde kendini gösterir.

Bir idare ne sebeple dini değerleri yasaklayabilir.Hangi sebeplerle inancın temel unsurlarını yok etmeye çalışır.Hangi nedenle öldürmeyi,zindanlara sokmayı,yok etmeyi hayat tarzı,ideali olarak kabul edebilir.Bunun değişmez yegane nedeni Allah’a olan düşmanlıklarını,şeytan gibi ona tabi olan insanlara karşı yürüttükleri düşmanlıklar şeklinde göstermeleridir.Yine konu esasına baktığımızda..

“Şeytanın âdemoğluna olan düşmanlığı sebebi ile yürüttüğü strateji, insanoğlunu Alla’a düşman yapmak, isyana sürüklemek olduğu gibi, kendine tabi olan insanlar ise Allah’a olan düşmanlıklarını, onu seven ve itaat edenlere karşı gösterdikleri düşmanlıklar şeklinde sergilemektedirler.”

Yoksa neden tanımadıkları, bilmedikleri, hatta hiç görmedikleri ve kendilerine zarar vermeyen, vermek istemeyen hatta onların iyiliği noktasında emek sarf eden insanların hayatlarını zir-ü zeber etmeye çalışsınlar. Bu ancak Allah’ı ele geçirememek nedeniyle onun için yaşayanlara ulaşabilmenin kendini tatmin ettiği bir eylemselliktir.

Oysa manzara ne kadar net ve aldanmışlık ne kadar barizdir.

Allah denilen zat-ı Zülcelal..bütün kainatın sahibidir.Ve her şeyi yaratan ve idare edendir.Yarattığı her şeyi mükemmel ve kusursuz yaratan bir sanatkar,hayat ve ölüm elinde olan bir kudretin sahibidir.Böyle bir zata karşı düşmanlık ilan etmek ve onu sevenleri incitmek,onun için yaşamalarını engellemeye çalışmak,eza ve cefalarda bulunmak nasıl karşılıksız kalabilir..ve bu sessiz kudret her gün yeryüzünden yaklaşık 400 Bin cenazeyi hesap dairesine almaktadır.Ve büyük mahşer için ruhlarını uygun menzillere koymaktadır.

Kur’an incelendiğinde ve bu geleceğe dair olan haberlere bakıldığında, o aldatıcı şeytanın nasıl yan çizeceği, o aldanmış insanların nasıl pişmanlıklarla vaveyla edip fırsat istedikleri ve zulüm edip, alaya aldıkları insanlardan nasıl dilencilik yaptıkları görünür. Fakat bunlardan bazıları bu düşmanlıklarında o kadar ileri gideler ki bu dehşetli akıbeti ve ikazları işitmez ve göremezler.

Allah hiçbir şeyi ihmal etmez..hiç bir bahar unutulmaz..hiç zaman güneşin çıkacağı saat şaşırılmaz..asla yağmur damlaları bir biriyle havada karışmaz..hiç bir kar katresi bir diğerine benzemez ve ayrı ayrı yer yüzüne inmek hakkındaki konumunu terk etmez.Tohumlar,yumurtalar programlarının dışında bir ürüne ve ya canlıya dönüşmez..Hiç bir insan bir diğerine hiçbir parmak izi bir başka parmak izine benzemez ve daha nice faaliyetlerin gösterdiğinden anlaşılıyor ki burada ötelenen tek şey..mahşer denilen güne ertelenen işlerdir…Ve bu işlerin o güne ertelendiği erteleyen tarafından müteaddit şekillerde söylenmiştir.Ertelenmeyen ölüm bu geçiş biletini keserek iyi kötü herkesin eline vermektedir.

İşte hayatın mahiyetini anlamayanlar ebedi hayatta kalacak vehmiyle hareket ederler ve hiç ölmeyecekmişçesine hislere sahip olurlar ve tahriplerini bu duyguların aklı uyuşturan yanıyla yaparlar. Eğer insan maziye ibret nazarıyla baksa kendilerinden binlerce kat daha zalim, yıkıcı, tahripçi, sefih, dünya lezzetlerini dibine kadar yaşamış insanların esemelerinin bile ortada olmadığını ve insanların onları yad bile etmek istemediklerini görür. Yine de güncel sapkınlıklara beşeri idol olarak bazı insanların ızdırap içlerindeki ruhları yaşatılmaya çalışılmaktadır. Fakat bu konudan zamanın bile midesi bulandığından bu dayatma da kaybolmaya yüz tutmuş.

Evet konumuz olan insanoğlunun yoldan çıkmış dallin güruhu,şeytanın sözcüleri olarak misyonunu üstlenmiş..mesela şeytan ezan sesinden rahatsız olur ve duyamayacağı mesafeye kaçar rivayet edilmiş..Aynı şekilde bugün dava vekilleri ezandan kaçmaktadır.Dini emirlere riayet ve kur’an dinlemek iblisi rahatsız eder..aynen bugün vekilleri dinden ve dinin hasiyetine ait şeylerden rahatsız olmaktadırlar.Ahlak,ibadet,güzel hasletler kötü mizaçlı hiçbir hayra bir noktalık yeri kalmamış şeytanı nasıl rahatsız eder ve insanların bu yöndeki yaşamlarını bozmak için uğraşırsa,aynı şekilde mümessilleri bunun için çabalamaktadırlar.Burada şeytanla insan arasındaki far ve bağ şudur..İnsi şeytanlar,cini şeytanların misyonunu görev addederek,yapma,değiştirme gücü olmayan şeytanın eli ayağı,kolu bacağı olurlar.Çünkü şeytan sadece söyler,fısıldar..onun kralcıları bu fısıltıyı emir telakki eder,vücut olur ve vukua sebep verirler.

Evet Dostlar!

İhmal edilmeyenlere mühlet verilmiştir.Onlara tahripleri için izin verilmiş iradeleri ellerinden alınmamıştır.İman edenler de aynı konumda dır.Mühlet sahibi ve irade sahibidirler.Seçenekleri işaretledikleri hayatları yaşarlar.Ve ölüm herkesi eşitlik çizgisinde toplar.Ve sonrası ise o mühlet süresinde yapılan işlere ait notları almaya gelir.Geri dönüşü,tedavisi,ikmali,düzeltilmesi olmayan bir sonuçla baş başa kalınır.

Denildiği gibi”Keşke Bilselerdi”…Ve zarara bilerek razı olanlara merhamet edilmeyeceğini keşke bilselerdi…Boynuzlu hayvanın,boynuzsuz hayvandan hakkını alacağını keşke bilselerdi..zalimin görünüşteki izzetli ölümü ile mazlumun zilletli ölümünün arkasında bir büyük mahkemenin beklediğini keşke bilselerdi…Keşke dünya hayatının geçiciliğini,insanların yaratıcının emirlerine uyumu ve itaati noktasında memnun edileceklerini,isyan edenlerin,yakıp yıkanların karşılıklarını alacaklarını bilselerdi…

Ve en önemlisi “Allah’ın; KULUM BENİ NASIL TANIRSA ONUNLA ÖYLE MUAMELE EDERİM” dediğini keşke bilselerdi de, O’nu tanımaya, O’nun hakkında iyi zanna sahip olacak yolculuğa çıksalardı da “O’nun “EY ÂDEMOĞULLARI BEN SİZE ŞEYTANA TAPMAYIN DEMEDİM Mİ? Dediğini duysalardı………….Keşke…

Uyuyan bebeğe ninni söylenmez…

Uyuyan bebeğe ninni söylenmez…
Bir nur dersinde şeytanın desise vermesi hakkında bir konuya temas edilmiş ve iblisin kendi yolunda gidenler için onları uykularından uyandıracak vesveselere dokunmadığın dan söz edilmişti.
Yani;ne Allah’ın varlığı,ne ibadetin gereği,ne de resullerin hakikati,ne Kur’an’nın mahiyeti,ne ahretin geleceği,ne kader ne hayır ve de ne şer hakkında,imanı ihsas edici bir noktaya değinmemek..
İslamiyet’in esasları,hususen namaz,bizzat zekat,hac ve İslamiyetin cemiyet hayatına terettüp eden ahlaki ile ilgili konular hakkında hiç ses çıkarmamak..
Az çok herkes bu tür imani ve İslami sorumluluklar hakkında sıradan bahaneleri bilir.İlk raunt sayılan bu perdede kulak tıkamak..ilgisiz durmak..acabalar ve ihtimallerle soruyu ve sorunu savuşturmak en genel uygulanan bir gaflet örtüsüdür.Ötelemek,yarınlara göndermeler yapmak,vazifeden kaçmak veya bazı aralıklarda yapmak..Cuma ve Ramazan gibi…
Birde bunun dışında gelişen şeyler vardır. Artık kişi barajı aşmış, gaflet standardından taşmış, düşüce mahsulü olarak,imanı ve dini sorgulayan bir yapıya negatif anlamda bürünmüştür.Kendi dünyasında itirazlarını kendine kabul ettirmek için nefsani rasat,şeytani telkinat ile talime başlar.Bu başlangıcın baş tacı ise kusur aramaktır.En küçük bir zaafı büyük bir delil görmek,tırnak kadar bir açıyı göz önüne getirerek koskoca bir dağın görüntüsünü örtmek gibi bir eylemsel durum gelişir.Bu süreci aştığında ise kabul ettiğini kabul ettirmek namına hareket edecektir.Aklını başına almadığında layık olduğu yere doğru sülük eder…
Bazı müspet daire insanları başlarına bir şey geldiğinde,bir hayal kırıklığı yaşadığında,emellerine ulaşamadığında,istedikleri olmadığında..yani kâinatta ki düzen onların keyiflerine uymadığında,onların istediği şekilde şekillenmediğinde,itiraz kisvesini giymekte ehli gaflet ile aynı safa geçebilmektedir.Her iki cenahında temel konusu,imansızlıkla,iman zafiyeti arasında bir durumdur.
Allah’ı tanımayanın Allah’ı sevmesini beklemek olmayacağı gibi, onun hikmetini aramak noktasında da bir şevki bulunmayacaktır. Onu tanımamak ve ya tanımaya çalışmamak insanın manen intiharı anlamına gelir. Çünkü kâinat ve hadisat ancak onun tanınması ile anlaşılabilir. Eğer bu marifet elde edilmez ise, hak canibinden görülemeyen olaylar, bütünlük ilişkisini kişin nazarında kaybeder ve sistemden çıkmış bir hikmet ve irtibatını yitirmiş bir ilişki hiçbir şey ifade etmez. Avcısından kaçarken kertenkelenin kuyruğu mesabesinde, canlı fakat anlamsız, bir şey ama hiçbir şey olmayan bir durum ortada kıvranır durur.
O nedenle eşyanın kendisi, hadiseler, değişim, gelip gitmeler, evrendeki aksiyonun her biri büyük bir amacın hücreleri, yapı taşları hükmündedir. Onları mahiyetlerine bakıldığında kendi dilleriyle bunu söylerler.
Ancak insan kainat kitabından bir bab okumak konusunda noksanlar içerisinde ise,bu evrensel düzen ile kendinde bir alaka kuramayacaktır.Dolayısıyla sistemin mihverinden çıkarak manevi kıyametini koparacaktır…
Mesela tevehhümü ebediyet hissi..yani ebedi dünyada yaşayacakmış zannı ile bir hayat tarzı benimsemek..yani kendini kandırmak..
Dünyanın kısacık hayatının,ebedi bir hayatın sermayesi olduğunu düşünmeyerek,bütün hissiyatıyla dünyaya yönelmiş olmak..
Ölümü ve her zevkin geçiciliğini düşünmemek..
Yalancı ve aldatıcı ışıklara aldamak..Şeytanın uyuttuğu etbasının hayatlarında zahiri ışıltıları daimi ışıltılar olarak değerlendirmek.
Sarayında bir bardak bile kırılmayan nemrutların,elinde her türlü maddi imkan olan ceberutların,istediği her zevke kolayca ulaşabilen imkanlı sefihlerin,her günü gün eden,her türlü rezaleti rahatça işleyen,her türlü eğlenceye kolayca ulaşan bedbahtların o muvakkat gülmelerine imrenmek ne kadar ahmakçadır.Şimdi hayatta olmayan nice kraliçeler,devrin ağız suyunu akıtan vitrin güzelleri,rahat yaşamak ise nice firavunların hayatları,gelip geçen devr-i alemin göz dolduran hayatları şimdi neredeler…Ve insan kendi hevasına sorsa..sen şimdi o dünyayı sallayan saltanatın gittiği alememi gitmek istersin?Yoksa bir kepeneğinden ve imanından başka bir şeyi olayan bir çobanın yanına mı?Elbette hiçbir ihtimal değerlendirilmeye alınmadan çoban en birinci tercihi oluşturur.Bu da şu anlama gelir ki;İnsan ne halt yediğini ve ne halt yemek istediğini ekseriya bilir..Mızmızları ise onu engelleyen sınırların olmasıdır.
Keşke bu mani olmasaydı veya keşke bu günah olmasaydı gibi..eğer o duruma düşmüş ve tövbe imkanı yada düşüncesine kavuşmamış ise..o hatayı yapmaması için hazırlanan tüm önleyici tedbirleri inkar edecektir ki vicdanı o yükün altında ezilmesin.
Dünya tüm şaşası ile ahirete nisbeten zindan hükmündedir…
Dünyanın bin sene mesudane hayatı ahiret hayatının bir saniyesine mukabil gelememesi..
Her lezzetin bir zevali,dolayısıyla da eleminin olması..
Dünyaya talip olanların dünyayı alması..yani ona verilmesi..
Asıl yurdun ahiret yurdu olduğundan gaflet edilmemesi..
İptali his ile hazıra talip olmak..vs vb…
Şiddetli hisler gibi bir biri ile zıt ancak dağlar kadar farkı olan düşünce ve tarzlar bir biri ile mücadele eder.
Eğer insan dünyanın mahiyetini anlamış, burasının bir numune diyarı olduğunu fark etmiş, tatmaya iznin olduğu ancak doymaya imkan olmadığını idrak etmiş, tecrübe ve imtihanın farkına varmış ise,dünyaya ancak bir mezra ve çarşı bir geçici konak hüviyetinde bakar ve ebedi burada kalacak gibi hayaller kurmaz,sonsuz hayat lezzetlerini kavraması noktasında küçücük mizanlar şeklinde ona verilen latifelerini burada tıka basa tatmin etmeye çalışmaz.Çünkü misafir olan kimse götürmeyeceği şeye kalbini bağlamaz.
Amma dünyayı ve kendini ölümsüz sananlar. Ve tüm duygularıyla şedit bir his ile bu fani hayata teveccüh edenler. Nereden geldiklerini sorgulamayan ve sadece dünyevi ve hayvani hislerini tatmin etmeye çalışanlar bir birleri arasında bu dengeyi korumak noktasında çok hassas davranırlar. Çıkar ilişkileri sınırları korur ve her değeri bir birlerine peşkeş çekerler. Riya vb basit hissiyatlar makyajlı birçok oyuncuyu vitrine taşır. Ve bu grup insanlar daldıkları çamurda oyuna terk edilirler. Çünkü onlar ahiretlerini vererek ve dünyaya severek bilerek talip olmuşlardır ve bu onlara verilecektir.
Ancak iman edenlerin durumu biraz farklıdır. Onlar Allah’ın da CC ifade ettiği gibi, maldan, candan vb imtihanlara tutulurlar. Sabra ve şükre davet edilirler. Musibetler hastalıklarla hayatın faniliğine aldanmazlar. Derlerinin kamçısıyla, insani kıymetin tek sebebi olan duaya koşarlar. Bilmek öğrenmek şevkine mazhar olup, ilmin talibi olurlar. Tanıdıkça tanımak sevdikçe sevmek isterler. Ve bu zahiri sıkıntılar arkasında ne kadar çok güzellikler olduğu hakkında inayet ve itminana mazhar olurlar. Ehli dünyaya imrenmez hatta onlara görmedikleri akıbet noktasında acırlar. Bu yolculuk, yani sabır şükür ve halıkından rıza yolculuğu sahibini sahibine götürür. İnsanlar gerçek hayatlarına geçtiklerinde nail oldukları nimetlerin müşahedelerine kavuştuklarında keşke buna da sabretseydim, keşke şuna da şükretseydim şeklinde hayıflanacaklardır.
Dünyanın zahiri süsü, bu yaşlı kocakarının bir hilesidir. İnsan kalbinin Rabbini zikretmeden mutmain olması mümkün mü? İnsan bu fani dünyadan ayrıldıktan sonra nereye gideceği hakkında bir bilgi sahibi olmadan ancak beyninden ruhundan kurtularak cahil bir hayvan olmakla yaşayabilir.
İki ayrı gurubu tefekkür ederken,dünyaya talip olmakla ahirete talip olmak arasındaki farkı fark etmek önemlidir.Birinde muvakkat ve fani lezzetler..diğerinde geçici elemler ve baki nimetler vardır…
Ehli dünyaya ait bütün görünen güzellikler sureta güzelliklerdir. Emniyet iman ve ahlakın hediyesidir. Sadakat bir İslami haslettir. Cesaret ve tenezzül etmemek yine hasiyeti imaniyedendir. Saygı ancak ebedi bir hayat fikrinin nimetidir. Kusur affetmek, tahammül etmek, hoş görü göstermek ve hayatı up uzun bir yolculuk ve sonsuzluk olarak görebilmek ve ona göre davranabilmek, imani bir saadeti ebediye öngörüsüdür. Bunun dışında ömür tüketmek tamamen fanteziye dayalı oyalanmaktan ibarettir.
Yani iyi yaşam ebedi niteliği olan bir yaşamdır ve mutluluk onun hakkıdır. Ebed kanadı kırık, soyu kesik bir hayat sadece bir gölge oyunu ve muvakkat nefes almaktır.
Her iki yolun yolcularına aynı gözlükle bakmamak gereklidir ki doğruluk ve yanlışlık bir birine karışmasın…

Baki Selam

Fıtrat lisanı

Değerli Dostlar!

Kaliteli fikirler, hedefli düşünceler mahiyetlerinde istikrar, sadakat ve gayret beslediklerinde maksatlarına ulaşabilirler.

Hayatın deneyimsel boyutunda, kontrol altında tutulabilen hiçbir gider, zayiat, zarar olarak addedilmemeli. İnsan karar verme noktasında bu sermayeden istifade edebileceği gibi, kişilik ve karakteristik niteliği ile niyet bağlamında da kazançlı çıkabilir. Yeter ki izlenebilir olsunlar.

Ömür geçmekte, veda zamanı yaklaşmakta ve insan kendi hayat kitabını harf harf, kelime kelime, cümle cümle işlemektedir. İçinde bir mana olan ve bir nedene bağlı yaşamak çok az insana verilmiş değerle olsa gerek. Kimi insanlar bu kıymetin şuurunda nefes almak ve nefes aldırmak adına çırpınırlar. İlke ve idealleri olan bu insanların yapıları, takdir edebilme, itaat meyilli, dinleyebilme, kabul edebilme mizacı sağlıklı olan diğer insanlara yol gösterici bir rol üstlenirler.
Ölçüsü ilim, saygı, feragat, fedakârlık gibi keyfiyete ait olan bu kimlikler, uyum içerisinde yaşayabilirler. İçerisinde kardeşlik ve sevgi barındıramayan bir cemiyet hayatı yok olur. Eğer bu sevgisizlik şahsi kalsa, ferdi hayatın iflası anlamına gelir.

İnsanlık tarihiyle asrımıza kadar intikal eden değerlere bakıldığında aslında hiçte kolay elde edilmiş şeyler olmadığı anlaşılır.
Mesela ahlaki tanımlar,
Dünya görüşleri. Yaşam notları,
Hayatın mahiyeti,
Tabiat, insan fıtratı, kötü hasletler, neticeler,
ve ömrün sona ermesiyle soyut tanımlar ve somut çıktılar gibi..Bütün Âdem neslini ilgilendiren bir deveran dönüşü…Dünya denilen sergi kuruldu kurulalı milyarlarca insanın gelip geçtiği bir Pazar yerinden yapılan alış verişin,koltuk altına alınan bir değerin anlamı büyük olsa gerek.

İnsanın doğru bir şeye doğru demesi, gördüğü bir güzelliği takdir etmesi, nitelikli bir hayatı yaşamak noktasında taklit etmesi, bilmediğini bilmesi ve öğrenmek isteğine sahip olması ve bu özelliği ile kendinde bir görev tanımlaması yapabilmesi ciddi ve gerçek insanlık adına bir hayat kalitesidir.

Perdeleri kapalı olmak, idrak ve kabul kapısını mühürlemek, ancak kayıtsız ve tepkisiz kalmanın bir eseri olabilir. Duyuları zarar görmüş veya kullanılmadığında körelmiş bir insanın, hayattan ve içindeki olgulardan şikâyet etmeye hakkı yoktur.

Aslında yaşam boydan boya bir nezaket algısı ve zarafet yaklaşımından ibarettir. Böyle bir estetiği prensi yaklaşımı içinde ele alamayan bir irade her şeyin karanlık yönüyle ilgilenmek zorunda kalacaktır.

Teşekkür edemeyen bir insanın medeni insanlarla beraber alış verişte bulunması süreklilik noktasında mümkün değildir. Yemek adabını bilmeyen bir insanın sofra adabı ile mümtaz bir davete katılabilmesi imkânsızdır. Diksiyonu olmayan, konuşma üslubundan noksan kaba bir insanın, nazik ve mütevazı insanlar arasındaki konuşması dikkat ve itibar noktasında bir anlam ifade etmez.
Dolayısıyla dünyanın bu yanını idrak edemeyen bir bakış açısı elbette kendisi gibi olan bir nev ile hareket edecek ve kavrayamadığı bu sanatsal yapıya yabani kalacaktır. Bu cehalet hırçınlığa sebep olabilir ve bu tür insanların tahrip meyli ziyadeleşir. Ayı'nın yetişemediği asma misali…

Güzel insanları izlemek, güzel sözleri dinlemek, hayata değer katan hakiki tanımlardan istifade etmek, takdir edilesi olanı takdir, şükran sunulası işlere şükran, tebrikler hak eden şeyleri tebrik etmek, bir birine bağlı müteselsil birçok güzelliğe davet edilmek anlamını taşır…


Değerli Dostlar!

İnsan kendi şahsi,ailevi ihtiyaçlarını düşünmek ve gereksinimlerini tedarik etmek noktasında nasıl dikkatli davranıyorsa..manevi ihtiyaçları için belki daha ziyade titiz davranmalıdır.Kalbini huzuru erdirmek,aklının eline bir ışık,ruhuna bir yaşam kaynağı bulmak ve ölümü yol üstünden kaldırmak için gerekli hassasiyeti şuurla göstermelidir.

Keşifler ile süren bir hayat..içsel bir yolculuk..bir dua derinliği..bir tefekkür düşünce bilinci..özür dileyebilme,bir iltica yeteneği,güzelliği görmek için sıçrayabilen dizler,gökyüzüne ulaşabilecek itaatkar bir baş kaldırış..yüksek ve ulvi yaklaşımlar..büyük niyetler..ve kim için ve kime karşı gösterildiği ile kıymet kazanan boyun büküşler,erdem ve kazanım noktasında sonsuzluk iklimlerinin rüzgarlarını gerçek insanlık üzerinde estirebilir.

Çünkü bilinmeli ki; tüm yapılabilenler ve yapılma isteği ve samimiyeti olmasına rağmen gerçekleştirilemeyen düşünceler, hakiki anlamıyla bir sadakatin ve yaratılışa ait verilmiş bir ahdin tezahürüdür. Ve yaratıcıya arz edilen fıtri bir taahhüdün ibrazı, ilanıdır.

Yoksa insanın kendi dünyasını bir saniyede alt üst edebilmesinin yanı sıra, bütün insanlık toplansa dünyanın işleyişine ait bir nizamı bozmak noktasında müdahil olamazlar. İstedikleri mevsimi getiremezler. Bir sinek kanadını yaratamazlar. Uçsuz bucaksız, hesap rakamlarıyla ölçülemeyen genişlikte bir saat gibi çalışan evrenin kurucu ve idare adicisinin hiçbir şeye ve hiçbir yardımcıya ve hiçbir kimsenin görüş ve önerisine ihtiyacı olmadığı gayet açıktır. Kirpiklerinin kontrolü bile kendisine bırakılmamış bir insanın, sonsuza karşı müstağni ve ihtiyaçsız görünmesi ve isyankâr tutumu ancak bindiği dalı telafisi imkânsız bir zararla kesmesi anlamına gelir.

İdrak nezafeti ve kendini sevdirme yaklaşımı, içsel ve kişiye özel kutlu bir yaklaşımdır. İnsan kendinden istenileni bilmekle yükümlüdür. Dostlarını tanımak, doğru yolda gidenlerin yolundan yürümekle sorumludur. En azından bu doğru açıyı aramak ve istemek şuurunda bulunmalıdır ki; güzel bir misafir olarak kabul edilsin ve ebedi memnuniyetler içerisinde ikramlara mazhar olsun…

Değerli Dostlar!

Aslında yazmak paylaşmak istediğim konu bam başka bir şeydi.Küresel Buhran yazısına yorum yapan bir kıymetli dostumuzun düşüncesine atfen;evet evet doğru söyledin..manasında birkaç kelime ifade etmekti.İnsan ne olursa olsun doğruluğu delillerle desteklenmiş,hadsiz katılımcısı olan bir davada yoluna devam etmeli,insanların hoşnutluğunu değil,insanlığın sahibinin memnuniyetini gözetmeli ve hayal kırıklıklarına bu manada önem vermemeli hakikatini tasdik ettiğimi söyleyebilmekti.

Hevesleri için yaşamayan ve hevesleri uğruna yaşamaktan kurtulmak için çabalayan tüm dostlar..Dua ile kalın………………

Bitmeyen Oyun ve Sosyal Ağlar...

İnsanın yaşam kalitesi tercihleri ile belirginleşir.Ne kadar nasihat ve öğretiden hoşlanılmasa da bilgi ve tecrübenin haddi zatında böyle bir misyonu var.Bilen konuşur..tecrübe paylaşılır..ilim akla kapı açar ve irade müstakildir.

İnsan yönlendirilmesinde meyiller neticeyi belirler. Tercih önüne koyulan veya iradeye teklif edilen her ne ise oluşturduğu etki kişinin elini uzatacağı, fikrini yolculuğa çıkaracağı, hislerini serbest veya tutacağı konumu oluşturur.

Var olmak, hayat meydanına koyulmak asla basit ve sıradan bir iş değildir. Bunun sıradan olmadığını ölüm gibi bir hakikat tüm açıklığı ile ortaya koyar. Tüm değerler, görünen ve görünmeyen âlemler, duygu dünyası, emeller, kaybetmekten korkulan şeyler, üzerine titrenen sevgililer bir anda toprak arkası ile yer değiştirir. İnsanın kendince tüm önemli meseleleri hayal derecesine düşer. O nedenle hayatında ölümünde insandan beklediği ve istediği şeylere karşı, tanılar, anlatılar ve önem sırasını yapılandıran düzenlemeler yapılmıştır.

En belirgin sınıflandırma şüphesiz yaratıcı tarafından ortaya koyulan, Peygamberleri, kitapları, seçkin ve sadık kullarıyla desteklenen ve varlık âleminde bulunan her şey ile kuvvetli bir delil hükmüne getirilen maddi ve manevi bir teşekkül ile tanzim edilen bir sistem ve organizasyonla kendini göstermiştir.

Yani madem insan ve diğer canlı ve cansız varlıklar bir amaç ve kimlikle var edilmişlerdir. Öncelikle bunun açıklanması ve neden, niçin, nereden nereye gibi ciddi soruların cevaplarının verilmiş olması lazımdır. İşte yaratıcı kudret bunu gayet sonsuz bir rahmet ve nihayetsiz bir şefkat ve rahmani bir adaletle açıklamıştır. Bu açıklamanın doğruluğuna hayatın kendisi şahit olduğu gibi, yaratıcının varlığı, birliği ve bu değerlerin temsilciliği ile diğer hayatın gerçeği ve sorumluluklar ve de neticenin ele alınacağı gibi konularda, tüm temsilcilerin görüş, görünüş ve ifade birlikteliğinde hareket etmeleridir.

Bu birlikteliğin diliyle ifade edilen gerçekler herkes tarafından az çok bilinmektedir. Az bilenlerin az bilgilerini çoğaltmak, çok bilenlerin ise bildikleri ile hareket etmeleri bu az ve çok bilmenin gerekli ve gerekçeli fiilidir. Dolayısıyla anlaşılması mümkün ve yapılması imkân dâhilinde olan ve içeriği sorumluluk barındıran her şey kişiye özel bir karşı ödemenin sayısal ve saygısal tablosunu oluşturur.

Az bilen az bildiği ile aldığı veya alacağı sorumlulukla yola çıkar ve bilgisini hareket ile birlikte bir niteliğe ulaştırmak gayesi ile yürümeye başlar. Bilenler ise buna yetinmeyerek sonsuz satırlara muhatap olmanın çekici ve öğrenmenin zevkli adımlarıyla hedeflenen noktaya doğru gider.

Bunun dışında kalanlar yani her şeye kulak tıkayan zümre belirli bir vakte kadar kendilerine mühlet verilen güruhu temsil eder. Bu güruhun gizli lideri kendisine ilk mühlet verilen şeytan’dır.

Yukarıda hayatın ve neticesine yönelik sonucu oluşturan şeylerin asla basit olmadığını ifade etmiştik.

Burada en ciddi olan konu bu kendisine ilk mühlet verilen en eski düşmanın, kendisine mühlet verilen ama bu mühletin farkında olmayan güruhun yönetilmesi işidir. Bu tepkisiz, sağır ve kör gurubun komutası şeytan ve onun temsilcilerinin elindedir.

Aklın ve muhakemenin doğru ölçme ve doğru bilgi temelli yaşamanın hayat alanı ile ölçmeme düşünmeme, önemsememe, görevsizlik olarak hayat sürmenin değerleri bir birinden çok başkadır.

Bu iki cenahın idaresi ve hayat tanımları ve vaad ve teklifleri de bir birinden doğu batı gibi uzaktır. Varlık ve yokluk kadar ayrıdır…

Bizim burada ki konumuz bu mühlet süresinin bilinçli tüketilen ömür dakikaları değil, bilinçsiz ve hazırlanan bir oyun çerçevesinde heba edilmesidir.
Bitmeyen oyunun sanal dünya perdesi… Bu perde de oyun her şeyi önemsizleştirmek ve önemsizleştirilen her şey içinde küçük değerlerin varlığını özgür göstermektir.

Tüm yüksek değerlerinizi paylaşan ancak bu değerlerinizin yanında kendi değerlerini fikre değil hislere etki eden bir plan ile yerleştiren bir sistem çalışmaktadır. Bunun örneğini çok yaygın olarak kullandığımız “sosyal ağlarda” görebiliriz.

Kısa ifadeler, hazır cevaplar, düşünceye meydan vermeden tetiklenen kendini ifade etmeler, resimler, reklamlar, kaynaştırma sistemleri, arkadaşlıklar, önermeler, dürmeler, oyunlar, gizemlilik, cazip olgular ve kimliğini gizleyebilmenin getirdiği serbestiyet dürtüsü ve daha bilinen bir yığın strateji...

Sürekli güncellik, haberdar etme, mesaj göndermeler, ekleyenler, etiketleyenler, takip edenler vs ile ilgili mailler vb…

Değerli Dostlar! Sizce bunlar masum hareketler mi?

Sosyal ağları kullananlar olarak kitap okuma alışkanlığımız ne seviye de ?

Önem verdiğimiz konular kaçıncı önem sırasında?

Bizleri ilgilendirmediğini düşünüp yanından vakarla geçebildiğimiz kaç meseleye şimdi dönüp bakmıyoruz?

Heyecanlandığımız, feyiz aldığımız ulviyetiyle bir edebi örtü altına girdiğimiz duygusal etkileşimlerimiz neler ile yer değiştirdi?

Bir birine selam vermekten çekinen insanlar hiç tanımadıkları insanlara oyun daveti veya özel mesaj yoluyla teklif ettikleri perdesizlik nasıl kazanıldı?

Erkek ve Bayanlar arasında olan veya olması gereken en önemli mesafe, ne ile ve ne için aradan kalktı?

Bütün insanlığı ilgilendiren olaylar nasıl servis ediliyor fark ediyor muyuz?

Mesela İslam dünyasında olan bir parçalanma, akan gözyaşı hakkında içimiz acıdığından bir dakika sonra herhangi bir şarkı, komik bir paylaşım, bir entrika haberi, ünlü biriyle ilgili bir duyuma kendimizi kaptırıyor muyuz?

Sistem artık içinde olmadan küçük dokunuşlarla biz tarafında yürütüle biliyor mu?
Büyük ve kurumsal işletmelerde şirketler sistemle çalışır. Departmanlarda tanımlanan görevler yerine getirildiğinde faaliyetler aksamadan yerine getirilir. Patronun iş yerinde olmasına gerek yoktur.

Şimdi dünyanın en çok kullandığı, ancak İslam ülkelerindeki kullananların kullanıldığı bu sistemin gerçek sahipleri kim bunu bilmiyor fakat kurdukları oyunların içerisinde bizlere verdikleri oyunculuk sorumluluklarını yerine getiriyoruz.

Genel itibariyle ne zaman sevineceğimizi ve ne kadar sevinebileceğimizi, ne kadar ve nası üzelebileceğimiz kısa videolar, paylaşımlarla bizlere kontrol ettiriliyor. Çok sıkılırsak bir oyuna başlar sonra da başka arkadaşlarımızı davet ederiz. Başımızı kaldırmadan bir ömür sürecek bir oyunun içine dalar gideriz…

Binlerce arkadaşımız olur ama 5-10-20 ‘sini ancak tanırız. Tüm insanlığa rahmet olan peygamberin A.S.M buyurduğu “Kişinin çok arkadaşının olması riyakârlık alametidir” hakikat ölçüsüyle kendimizi, paylaşımlarımızı beğendirmeye çalışırız.

Değerli Dostlar!

Birkaç yıl önce birilerine fikri bir kitap okuma tavsiyesinde bulunmak noktasında olsaydım..gayet titiz ve seçici bir şekilde bir şeyler söylemeye gayret ederdim.Ancak bugün ne okuyayım diye biri bir şey sorsa,istediğin her fikri kitabı oku derim.Çünkü bu tür kitaplar genelde insanların düşünce yapılarına seslenir.Akıl bu durumda doğru şeyleri ölçme ve değerlendirme niteliği ile kendi lehinde karar verebilir.Kabul etmeyebilir veya benimser.Nihayetinde fikri olarak bir yol bulabilir.

Ancak eğer insanlar hislerine yönelik bir stratejiye hedef olmuşlar ve orada yakalanmışlarsa; his muhakemeyi dinlemediğinden yanlışlar ve hatalar kaçınılmaz olur. Zaten tüm hatalar akla hâkim olan duygular yüzünden yapılır dersek mübalağa etmiş olmayız.

Tüm sapkılıklar da aklın devreden çıkarılması noktasında çalışmış ve felsefeleştirilmişlerdir. Evet, kendine kıyamete kadar mühlet verilen şeytan ve temsilcileri, kendilerine bir ömürlük mühlet verilenleri yönetmek azminde en eski düşmanlıklarını gayet sinsi bir şekilde sürdürüyorlar.

İnsanları yalnızlaştırarak,bağlı bulundukları değerlerden uzaklaştırarak,tüm çirkinliklere masumiyet elbisesi,aşk vs..kisvesi giydirerek ,ibadetten,duadan,itiraf ve sığınmaktan koparıyorlar.Yüz elli harflik dava kahramanları oluşturuyorlar.


Değerli Dostlar!

Bir tarafta;

Her şeyin nefesini elinde tutan bir Rab..

Yüz yirmi dört bin temsilci enbiya..

Âlemlere Rahmet bir Muhammed A.S.M

Kâinat kitabını okuyan bir Kur’an..

Yüz binlerce Üstatlar.. âlimler.. pirler..

Ulvi besteler,gerçek şiirler,kasidelerimiz,yol gösteren sözler..

Ölümle başlayan sonsuz bir hayat..

Diğer tarafta;

Nefsani,fani,günahlı,geçici,çirkin,haram,seviyesiz ,hayvani bir yaşam..İnsan ruhundan beslenen acımasız düşman ve düşmanlıklar…Uğursuz oyuncaklar ve bitmeyen oyunlar…Kaybedilen bir ebed………………

Evet Dostlar;

Artık eve dönme vakti…………….

Allah’a (CC) Hüsn-ü Zan Etmek…

İnsanın yaratılması ve yaratılıştaki maksat,ondan beklenen netice,mahiyeti,icraatları,hayat algısı,davranış biçimi,mukabeleleri,geri bildirimleri ,muameleleri geniş bir planın organizasyonda tesis edilmiş..

Şartlar temin edilmiş..zaman,müddet ölçülendirilmiş her şey bir kanuna bağlanmış.. ilaahir…

Bu büyük döngü ve hayatlı kurgu karşımıza özetle üç temel amaçla çıkıyor..

Risale-i Nur Külliyatı On Birinci Sözde Üstadım Bediüzzaman’ın gerekçesi ile birlikte ifade ettiği vecihle;

“İşte her cemâl ve kemâl sahibi kendi cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o sultan-ı zîşân dahi istedi ki, bir meşher açsın, içinde sergiler dizsin, ta nâsın enzarında saltanatının haşmetini, hem servetinin şaşaasını, hem kendi san’atının harikalarını, hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip göstersin.

Ta, cemâl ve kemâl-i mânevîsini iki vech ile müşahede etsin:

*Bir vechi, bizzat nazar-ı dekaik-âşinâsıyla görsün.

*Diğeri, gayrın nazarıyla baksın.

Burada hadiseyi tazammun eden manasında;

"Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim (bilinmeye muhabbet ettim) ve kâinatı yarattım." Hadis-i Kudsi'si sayılabilir.

Bunu insan akıl ve kabine yaklaştıran rahmet ise yakınlığını temin ettirmek lütfü bağlamında ise;

“Ben göklere ve yere sığmam, fakat mü’min kulumun kalbine sığarım.” Hadis-i Kudsi'si söylenebilir.

Üçüncü noktada bu iki bakış açısına ait hikmetin ortaya çıkardığı, görünmek, bilinmek, tanınmak, sevilmek, itaat edilmek, ibadet edilmek bileşeninin işlevselliğidir.

Yine Üstadım Bediüzzaman’ın dersinde irad ettiği;

man tevhidi,tevhid teslimi,teslim tevekkülü,tevekkül saadeti ebediyeyi….şeklinde hülasa edilebilir.

Tüm bu iletken bütünlük, anlayış, kavrayış ve kabullenmek olgusunun kazandırılması üzerine hareket etmektedir.İdrak etmeye zorlama yoktur..Çünkü gözün önüne serilen sanat,aklın önüne açılan hikmet,kalbin önüne açılan hakiki sebep,ruhun mahiyetinde olan cezb,vicdanın fıtri iz’an ve taraftarlığında olan sevk yolun yürünmesini kolaylaştıracak,görsel ve içsel tarifnamelerle yeterlidir.

Adil olan yaklaşım iradeyi tercihinde hür bırakmaktır. Bununla birlikte şefkatli olan yaklaşım ise, doğru olanı tercih ettirmek noktasında müreccih iradeye bir meyil oluşturmaktır.

Risale-i Nur Külliyatı-Lem’alar Kitabı, On Dördüncü Lem’anın İkinci Makamında; Allah’ın Vahdet Dairesinin genişliği ve muhatabiyette fikrin acizliği noktasında, yakınlığını ihsas etmesi meselesini ifade edilirken;
......

"Hadsiz kesret içinde vâhidiyet tecellîsi,(Allah’ın bütün varlıkları kapsayan birlik tecellisi) hitab-ı نَعْبُدُ اِيَّاكَ demekle herkese kâfi gelmiyor. Fikir dağılıyor. Mecmuundaki vahdet arkasında Zat-ı Ehadiyeti mülâhaza edip “Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz.” demeye, küre-i arz vüs’atinde bir kalb bulunmak lâzım geliyor. Ve bu sırra binaen, cüz’iyatta zâhir bir surette sikke-i ehadiyeti gösterdiği gibi, her bir nevide sikke-i ehadiyeti göstermek ve Zât-ı Ehadi (her bir varlıkta birliği tecelli eden Allah)mülâhaza ettirmek için, hâtem-i Rahmâniyet içinde bir sikke-i ehadiyeti (Allah’ın her bir varlıkta olan birlik mührü) gösteriyor.

Tâ, külfetsiz, herkes her mertebede نَسْتَعِينُ وَاِيَّاكَ نَعْبُدُ اِيَّاكَ “Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz.” deyip, doğrudan doğruya Zât-ı Akdese hitap ederek müteveccih olsun."

Şekliyle, Allah’ın şahdamarından daha yakın olduğu hakikatini ünsiyet içerisinde bir rahmet tecellisi olarak söylenmiş…

Evet,bir biri içinde müdahil daireler,bir birine bağlı hadiseler,vukua gelen haller,insanın temas etmesi,duçar kaldığı neticeler,sorunlar,nimetler vs..her bir vaka her şeyi ile her sonucu ile ya şükrü ya istiazeyi sığınmayı,tevekkülü,sabrı vb. iktiza etmekte..

İnsanın hoşuna gitmeyen şeyler, mahiyetindeki beka arzusu, hevasının etkisi, tutkularının müptelalığı, tevehhümleri, nefsi değerlendirmeleri bu muamma içerisinde nazarını başka bir noktaya çekebilir.

Gaflete düşebilir ve o gaflet saikasıyla hakikatin hakiki olan güzel yüzünü göremeyebilir. Dünyaya geldiğine pişmanlık gösterebilir. İsyan hallerinde kalabilir. Yaratılışın ulvi maksadına karşı edepsizlik vaziyeti alabilir. Dolayısıyla hilkat-i kâinattaki amacın dışına çıkarak, Rububiyeti müteessir edebilir. Hukuku ibada ve mahlûkatın hukuklarına tecavüz ederek, onları vazifesizlikle suçlamak suretiyle kendisi hakkında bir mahkemeyi netice verip ebedi hapis içerisinde, sonsuz olarak cehennemde kalabilir.

Hem bu felaketi önlemek hem yaratılıştaki maksadı idrak için, her şeyin iyi tarafını görmek, hikmeti anlamaya çalışmak, Kur’anı ve onun nurundan nebean eden eserleri okumakla ve Peygamberimizin A.S.M izini takip etmekle;

Allah ne yaptıysa güzel yaptı,

Neylerse güzel eyler,

Kaderin her şeyi güzeldir,

Her şey güzeldir gibi bir bakış açısına sahip olarak, hakiki mahiyetteki güzelliği idrak ederek, Allah’ın güzelliğine kanaat etmek nimetine mazhar olunmaya çalışılmalı.

O'na tevekkül etmekte,Dua etmekte, O’nu vekil tayin etmekte Rahmetine hikmetine itimad etmeli…Adaletine ,hesap görücülüğüne güvenmeli..Kudreti ile ilgili tereddüde düşmemeli…

Bilgisizliğin davet ettiği,cehaletin körüklediği vesvesenin istilasına kapılmamalı.İnsan dünyaya niye geldiğini öğrenmeli ve yaşamak maksadını idrak ederek..Sahib’ül hayatın marziyatı çerçevesinde hayatını tanzim ederek düzenlemeli…

Ancak Kur’anı, Kur’anın dersini okumadan, çalışmadan, sünnet-i seniye denilen, Allah’ın razı olduğu şeklin temsilcisi, fihristesi olan bir yaşam tarzını benimsemeden güzel görebilmek mümkün değildir.

Çünkü güzellik ancak İmani bir nazar için hakikatiyle gösterilmiştir. Yani bir diğer ifadeyle Mana-yı harfi nazarıyla her şey imana güzeldir.

Diğer zahiri güzellikler ve heveslere göre tasarruf edilen numune nimetler ehli gaflet ve hıyanetin talip oldukları peşin ücretlerdir. Lezzeti gider elemi kalır ve mahrumiyet ardından bir düşmanlık taşır…

Evet Rabbimiz başkasının nazarından görmek irade ettiği eserine bakan gözleri,ebedi manzaralarda ücretlendirmek için seyrin bir adap çerçevesinde olmasını murad etmiş ve bu dileğini Peygamberimizin yüksek ahlakından bizlere göstermiş..

Onun için işiten kulaklar, tutan eller, yürüyen ayaklar, seven gönüller, keşif yapan akıllar, hikmet peşinde giden gayretler önemlidir.

"Allah Teâla Hazretleri şöyle ferman buyurdu:

"Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem."

Hadis-i Kudsi

Hadisin açıklaması için bakınız; (Önemli)

http://www.sorularlaislamiyet.com/ar...r-misiniz.html

Evet, Rabbimiz tüm eserleri, kitapları, peygamberleri A.S,Evliyaları, Asfiyaları, Müçtehitleri, Mücedditleri, kendisinin nurani ve karanlıklı perdelerinin ardındaki güzelliklerin hizmetkârlarıdır.

Kendi aralarında dereceleri, mahsus mazhariyeti ve onlara göre meşrepleri vardır. Fakat amaç bin bir renkli bu haliçe-i nuraniyenin nakışlarını görmek ve talibine göstermektir.

Evet, Rabbimiz kendisine yönelik zanlar hakkında buyurmuş ve habibine söyletmiş A.S.M;

'Ben abdimin zannı yanındayım (Ona Öyle mua¬mele ederim), istediği gibi beni zannetsin'

Hadis-i Kudsi

«Ben kulumun kalbinde iki korku ve iki emniyeti toplamam. Kim (dünyada benden korksa,. Âhirette' onu emniyette bırakırım. Kim dünyada benden (azabımdan) eminse, âhirette onu korkuda bırakı¬rım,» buyurdu.

Hz. Muhammed A.S.M

“Her biriniz (başka şekilde değil) ancak Allah’a hüsnü zan ederek ölsün.”

Hz. Muhammed A.S.M

İyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve hanif (tevhidi) olan İbrahim'in dinine uyandan daha güzel dinli kimdir? Allah, İbrahim'i dost edinmiştir. (Nisa Suresi)

"Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman edenlere dünya hayatında ve şahidlerin (şahitlik için) duracakları gün elbette yardım edeceğiz." (Mümin Suresi, 51)

"...İman edenlere yardım etmek ise, Bizim üzerimizde bir haktır." (Rum Suresi, 47)

"... Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir." (Şuara Suresi, 62)

Ey iman edenler, sabır ve namazla yardım isteyin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.

Bakara/153

'Ben abdimin zannı yanındayım (Ona Öyle mua¬mele ederim), istediği gibi beni zannetsin'

Hadis-i Kudsi


«Ben kulumun kalbinde iki korku ve iki emniyeti toplamam. Kim (dünyada benden korksa,. Âhirette' onu emniyette bırakırım. Kim dünyada benden (azabımdan) eminse, âhirette onu korkuda bırakı¬rım,» buyurdu.

Hz. Muhammed A.S.M

“Her biriniz (başka şekilde değil) ancak Allah’a hüsnü zan ederek ölsün.”

Hz. Muhammed A.S.M


Evet, mesleğimiz olan risale-i Nur bütün dersleri

Tılsım-İ Hilkatin Muamması,

Tılsım-I Muğlâk-I Âlem,

Tılsımı-I Kâinatın Keşşafı,

Hikmet-İ Âlemin Tılsımını,

Hilkat-İ İnsanın Muammâsını,

Hakikat-İ Salâtın Rumuzunu gibi meseleleri idrak etmemizin zahiri ve batıni delillerini talim etmektedir.

Ki, zannımız zahire göre hükmetmesin. Göremediği, anlayamadığı şeylerdeki güzellikleri tahkir etmesin. Zeminden semavata, hayattan ukbaya kadar olan tüm icraat-ı ilahiyenin hakikatini kavrasın. İnsanlık dünyasının tabi tutulduğu imtihanı, Allah’ın mutlak rahim, kerim ve adil olduğu hakkında ilme sahip olsun, marifete yakini olsun..muhabbete ulaşsın…

Kendini Allah’a sevdirmenin yollarını görsün..dua ve ubudiyetin adabını öğrensin..ihlas’a ulaşsın..nefsiyle,şeytanın desiseleriyle mücadele edebilmenin taktiklerini kavrasın…Rabbini isim ve sıfatlarıyla tanıyarak o’na kavuşma,o’nu razı etme isteği ile dolsun..hizmet edebilme aşkıyla yoğrulsun…

Aşağıda, Risale-i Nur’un çok önemli bir hilkat muamması dersiyle son verelim…


YİRMİ DOKUZ’NCU SÖZ’DEN;

Remizli bir nükte:

Şu kâinata dikkat edilse görünüyor ki, içinde iki unsur var ki her tarafa uzanmış kök atmış: Hayır-şer, güzel-çirkin, nef'-zarar, kemal-noksan, ziya-zulmet, hidayet-dalalet, nur-nar, iman-küfür, taat-isyan, havf-muhabbet gibi âsarlarıyla, meyveleriyle, şu kâinatta ezdad birbiriyle çarpışıyor, daima tagayyür ve tebeddülâta mazhar oluyor.

Başka bir âlemin mahsulâtının tezgâhı hükmünde çarkları dönüyor. Elbette, o iki unsurun birbirine zıt olan dalları ve neticeleri ebede gidecek, temerküz edip birbirinden ayrılacak, o vakit Cennet-Cehennem suretinde tezahür edecektir.

Madem âlem-i beka, şu âlem-i fenâdan yapılacaktır. Elbette, anâsır-ı esasiyesi bekaya ve ebede gidecektir. Evet, Cennet-Cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden dalının iki meyvesidir ve şu silsile-i kâinatın iki neticesidir ve şu seyl-i şuûnâtın iki mahzenidir ve ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcudatın iki havuzudur ve lütuf ve kahrın iki tecellîgâhıdır ki, dest-i kudret bir hareket-i şedîde ile kâinatı çalkaladığı vakit, o iki havuz münasip maddelerle dolacaktır.

Şu remizli nüktenin sırrı şudur ki:

Hakîm-i Ezelî, inâyet-i sermediye ve hikmet-i ezeliyenin iktizasıyla, şu dünyayı, tecrübeye mahal ve imtihana meydan ve Esmâ-i Hüsnâsına ayna ve kalem-i kader ve kudretine sayfa olmak için yaratmış.

Ve tecrübe ve imtihan ise, neşvünemâya sebeptir.

O neşvünemâ ise, istidatların inkişafına sebeptir.

O inkişaf ise, kabiliyetlerin tezahürüne sebeptir.

O kabiliyetlerin tezahürü ise, hakaik-i nisbiyenin zuhuruna sebeptir.

Hakaik-i nisbiyenin zuhuru ise, Sâni-i Zülcelâlin Esmâ-i Hüsnâsının nukuş-u tecelliyâtını göstermesine ve kâinatı mektubat-ı Samedâniye suretine çevirmesine sebeptir.

İşte, şu sırr-ı imtihan ve sırr-ı teklif iledir ki, ervâh-ı âliyenin elmas gibi cevherleri, ervâh-ı sâfilenin kömür gibi maddelerinden tasaffi eder, ayrılır.
İşte, bu mezkûr sırlar gibi daha bilmediğimiz çok ince, âli hikmetler için, âlemi bu surette irade ettiğinden, şu âlemin tagayyür ve tahavvülünü dahi o hikmetler için irade etti.

Tahavvül ve tagayyür için zıtları birbirine hikmetle karıştırdı ve karşı karşıya getirdi.

Zararları menfaatlere mezc ederek,

şerleri hayırlara ithal ederek,

çirkinlikleri güzelliklerle cem ederek, hamur gibi yoğurarak, şu kâinatı tebeddül ve tagayyür kanununa ve tahavvül ve tekâmül düsturuna tâbi kıldı.

Vakta ki meclis-i imtihan kapandı.

ecrübe vakti bitti.

Esmâ-i Hüsnâ hükmünü icra etti.

Kalem-i kader, mektubatını tamamıyla yazdı.

Kudret, nukuş-u san'atını tekmil etti.

Mevcudat, vezâifini ifa etti.

Mahlûkat, hizmetlerini bitirdi.

Herşey mânâsını ifade etti.

Dünya, âhiret fidanlarını yetiştirdi.

Zemin, Sâni-i Kadîrin bütün mucizât-ı kudretini, umum havârık-ı san'atını teşhir edip gösterdi.

Şu âlem-i fenâ, sermedî manzaraları teşkil eden levhaları zaman şeridine taktı.

O Sâni-i Zülcelâlin hikmet-i sermediyesi ve inâyet-i ezeliyesi,

o imtihan neticelerini, o tecrübenin neticelerini,

o Esmâ-i Hüsnânın tecellîlerinin hakikatlerini,

o kalem-i kader mektubatının hakaikini,

o nümune-misal nukuş-u san'atının asıllarını,

o vezâif-i mevcudatın faydalarını, gayelerini,

o hidemât-ı mahlûkatın ücretlerini ve

o kelimât-ı kitab-ı kâinatın ifade ettikleri mânâların hakikatlerini ve istidat çekirdeklerinin sünbüllenmesini

ve bir mahkeme-i kübrâ açmasını

ve dünyadan alınmış misalî manzaraların göstermesini

ve esbab-ı zâhiriyenin perdesinin yırtmasını

ve herşey doğrudan doğruya Hâlık-ı Zülcelâline teslim etmesi gibi hakikatleri iktiza etti.

Ve o mezkûr hakikatleri iktiza ettiği için, kâinatı dağdağa-i tagayyür ve fenâdan, tahavvül ve zevalden kurtarmak ve ebedîleştirmek için, o zıtların tasfiyesini istedi ve tagayyürün esbabını ve ihtilâfâtın maddelerini tefrik etmek istedi.

Elbette kıyameti koparacak ve o neticeler için tasfiye edecek. İşte, şu tasfiyenin neticesinde Cehennem ebedî ve dehşetli bir suret alıp, taifeleri “Sizler, ayrılın, ey mücrimler!” Yâsin Sûresi, 36:59. tehdidine mazhar olacak; Cennet ebedî, haşmetli bir suret giyerek, ehil ve ashabı "Size selâm olsun. Buraya ter temiz geldiniz. Ebediyen kalmak üzere girin Cennete." Zümer Sûresi, 39:73. hitabına mazhar olacak.

Amenna

Hasbihal

Değerli Dostlar..

İnsanın en kıymetli ve üstünde titrediği malı, onun ruhudur..der Üstad Bediüzzaman…Onu zâyi olmaktan ve fenadan ve başıboşluktan muhafaza etmek için kuvvetli ve emin bir ele teslimin sevincinden bahseder…Ve ölüm meleğini ruhunu eline teslim edeceği emin bir varlık olarak görür,sevinç hisseder…

Yaşam soru ve cevapların harmanında yapılan mücadelenin sonucu ile belirginleşir kişi için.Merak ilmin hocasıdır..öğrenme iştiyakı bilginin peşinden gitme şevkini oluşturur.Hiç bir şeyin başı boş olmadığı bir evrende insanın kendini bizzat ve müstakil bilmesi ve yine Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle ,üzerinde bir rakibin,gözetleyicinin bulunmasını istememesi,beklide vurdum duymazlık savurganlığını insana yaşatan duyguların başında gelir.Heves ve arzuların hissin kör tarafına dayanan durumu,mantıksız ve düşüncesiz bir çok hareketin doğmasına sebep olur.Ve insanın hayatı güvensizlik ve endişe üzerinde akmaya başlar.

Değerli şeyler aniden oluşmaz. Ödüllerine kolayca ulaşılmaz. Kıymet bir bedelin sonucunda oluşur. Erdem tüm süreci kanıksayan bir kabulleniş fikir ve eyleminin meyvesidir. İstekler fiiler bağlamında olgunlaşır. İstek ve dileklerin ani şekilde karşılananı son nokta özelliğinde olan şeylerin karşılığıdır. Fırtına çıkmıştır ve pamuk ipliği kopma noktasına gelmiştir. Her kapı kapanmıştır vb gibi…

Dileklerin uzun yol kat edenleri ise, ihtiyaç, mana, tarz, amaç, sonuç gibi birçok menzilden geçer. Birçok usul ve fasıl ve de asıl süzgecinden süzülür. Devasa bir sistemin işleyişinde kaidelere bağlı yanı tüm kâinatı ilgilendirir ve çok geniş bir hukuk nezdinde ele alınır. Tüm bu zorluk olarak görünen kapı kapı üstüne görüntü haddi zatında bir görüntüdür. Belki yüzlerce perdenin örttüğü bir güzellik ve en gerçek keyfiyet ve maksada ulaştırır insanı… Hali hazırda acil olmayanlar, muaccel bir cennet ödeneğidir.

Ömrün uğradığı duraklar..içinde karşılaşılan durumlar.Davranış ve tutumlar..düşünceler sürekli bir alış veriştir.Ve dünya bu meyanda bir sergi bir Pazar yeridir.Bir şeyler ödenir ve bir şeyler alınır.Bazen iyi mallar ve bazen çürük şeylere talip olunur bu çarşıda.Her alış veriş ve bünyeye dahil edilen şeyler vücudun ve ruhun sağlığı ile ilgilidir.Acele tüketmek,peşinci olmak,sabırsızlık iktisadi olarak sistemi akamete uğratır.Olur olmaz her şeyi havsalaya doldurmak,gereksiz lüzumsuz şeylere yatırımlar yapmak,geliri azalttığı gideri çoğaltmak sermayenin tükenmesi ve iflasın gelmesi demektir.

Harcama alışkanlıkları sınıfların statüsünü belirler.Düşük gelirlilerin harcamaları hep bir ihtiyaç ekseninde döner.Bu durum öyle bir hale gelir ki;ucuz olarak algılanan her şey bir ihtiyaçtır görüşüyle tüm gelirlerini sarf ederler.Orta gelirli olanlar yetinmek konusundan yoksundurlar ve sürekli ulaşabilmeleri kolay olan ihtiyaçları oluştururlar.Belli olan gelirlerini tüketebilecekleri bir çok gereksinimleri vardır..örneğin var olanın yenilenme zamanının geldiği gibi…Bu nedenle sürekli yükümlülük satın alırlar.Düşük ve orta gelirliler bu bağlamda sabit bir çerçeveye dahil yaşarlar.Muhtemelen kendilerinin önceliği dışında hiçbir kimsenin de işine yaramazlar.

Diğer taraftan gerçek zengin olanlar ise, yükümlülük değil varlık niteliği olan şeylere, yani sürekli getirisi olabilecek şeylere yatırım yaparlar. Bu nedenle iyi bir finans yönetimi ile sürekli kazanırlar. İstihdam oluştururlar, vergi verirler, sosyal sorumluluk projeleri ile topluma değer üreten, fayda sağlayan bir konumda bulunurlar.

Değerli Dostlar!

Ruhumuz bize verilmiş bir varlık,bir değer bir ana sermaye…Bir emanet..ölümlü bir bedende misafir bir cevher…Ruhumuzu basit şeylere ulaşmak adına heveslerimizin oyununa getirmemek önemli..ve yukarıda söz edilen orta gelirlilerin davranışı gibi,sürekli bir ihtiyaç sürekli bir meşguliyet ve ilgi alanları üretim,ebedi bu konumda kalınacak gibi yükümlü ve yorgun bir ruha sahip olmamalıyız.

Üçüncü olarak gerçek zenginlerin varlıklarını kollayıp, işlevsellik kazandırdığı sermayelerini yönetmekte gösterdikleri dikkat nevinden, bu sermayemizi kollayarak, gözeterek, doğru yatırımlara yönlendirerek sonsuza yakışır bir özvarlığa çevirme titizliği en akıllı bir yatırım şekli olsa gerek.

Değerli Dostlar,

Dünya da her şey bir hikmet ve ölçü ile bir karara bağlanmış..ebedi bir hayatın ürününü yetiştirmekte..ve bu mezraya ekilen her insan davranışlarına bağlı olarak,celp ettiği elementlerin tesirine göre sürgün vermektedir.Cennetin tuba ağacı ile cehennemin zakkumu bu ekeneğin mahsulüdür.

Üstad Bediüzzaman’ın bir ifadesiyle hasbi halimize nokta koyalım..Demiş ki;
………………….
Eğer insan, şu dar âlem-i arzîde, hayat-ı dünyeviye toprağı altında, o cihazât-ı mâneviyesini nefsin hevesâtına sarf etse, bozulan çekirdek gibi, bir cüz'î telezzüz için, kısa bir ömürde, dar bir yerde ve sıkıntılı bir halde çürüyüp tefessüh ederek, mesuliyet-i mâneviyeyi bedbaht ruhuna yüklenecek, şu dünyadan göçüp gidecektir.

Eğer o istidad çekirdeğini İslâmiyet suyu ile, imânın ziyâsıyla, ubûdiyet toprağı altında terbiye ederek evâmir-i Kur'âniyeyi imtisâl edip, cihazât-ı mâneviyesini hakiki gâyelerine tevcih etse, elbette âlem-i misâl ve berzahta dal ve budak verecek ve âlem-i âhiret ve Cennette hadsiz kemâlât ve nimetlere medâr olacak bir şecere-i bâkiyenin ve bir hakikat-i dâimenin cihazâtına câmi' kıymettar bir çekirdek ve revnaktar bir makine ve bu şecere-i kâinatın mübârek ve münevver bir meyvesi olacaktır.
……………..
Ey insan! Hayatın ağır tekâlifini omuzuna alıp zahmet çekme. Hayatın fenâsını düşünüp hüzne düşme. Yalnız dünyevî, ehemmiyetsiz meyvelerini görüp, dünyaya gelişinden pişmanlık gösterme……………….

Rabbimiz ebedi hayatımızın sermayesini muhafaza etmemizde bizimle olsun..Âmîn…


Selam ve dua