20.10.16

Yol Işıkları

Hayatın basit olmadığı ve anlamsızlık içermediği, evrenin yüzünde görülmektedir. Her şeyde gözetilen bir intizam ve düzenli işleyiş ve varlıkların tümünde bulunan oranlamalar önemli bir dikkati, titiz bir planlamayı ilan ediyor.

Varlık âlemini şuurlu, yani akıl edebilen, anlayabilen, idrak yeteneği, ölçme biçme kabiliyeti olanlar ile olmayanlar arasında ayırdığımızda, kargaşanın akıl sahiplerinin bulunduğu noktayı işaret ettiği gayet açık. Hayvanlarda da bir nevi tercih edebilme özelliği izlenebilmektedir. Yani irade nerede var ise kişisellik doğrultusunda kullanılıyorsa orada bir düzensizlik hâkim olmaktadır.

Yani uzun uzun sözün kısası,seçenekler üzerinden netice veren hayat,sonuçları itibariyle bir iradenin mahsulüdür.Her fiilin,başlangıcı,gelişmesi ve nihayetinde o hareket ile bağlı bir somut gerçek kendini göstermektedir.Yani karşılık bulunacak olan,yapılanın nevinden olacaktır..Yüzme bilmemek ve denize girmek sonucunda,yüzme bilmeyip denize girmek neticesinde boğulmak kaçınılmazdır..ve bu karşılık,bilgisizlik ve deniz nevinden boğulmakla ortaya çıkan bir sonuç olacaktır gibi…

Bu nedenle kendisinde tesadüfe yer olmayan hayat,fiil ve karşılık açısından bir tanımlamaya ihtiyaç duyduğundan,bilinçli bir programa tabidir.Ne yapılırsa nasıl sonuç elde edilir,ne yapılırsa başarılı olunur ve ne yapılmaz ise başarısızlık ve ne yapılırsa kazançlı çıkılır..ve tüm bu mücahedenin akıbeti nedir ve ne olacaktır gibi her şeyin açıklanması,tarif edilmesi ve üzerinde durulması gerçekleşmiştir.
İnsandan ne beklendiği,nereden gelip nereye gittiği ve bu dünyada ki işinin ne olduğu gibi yaşamanın en temel realitesi ve esasları da belirtilmiş..Mesela;İnsan hayvan gibi yaşayıp,keyif sürmek için dünyaya gönderilmemiştir..gibi..Ona verilen akıl ve cihazat ile,kendisini buraya gönderenin kim olduğunu bulmaya,tanımaya,bilmeye ve onun amaçları doğrultusunda hareket etmeye zorunludur.Bu zorunlu davranış bir itaat ve saygının ve de var olmak adına bir teşekkür ve bağlılığın göstergesidir.Bu karşılık verişin sonucunda ise,saygı göstermek,hatırlamak,teşekkür edilmesine mukabil ebedi bir hoşnutluk ile taçlandırılacaktır.

Aklı bu yönde kullanmayıp,tüm kabiliyetini hususi lezzeti,şahsi rahatı ve kendi arzu ve istekleri doğrultusunda yaşayanlar,amaç dışı bir hayat sürdürdüklerinden bulacakları karşılık,saygısızlık,itaatsizlik,şükürsüzlük neticesi nevinden olacaktır..yani en kısa ifade ile terk edilecekler ve elde ettikleri neticeler ile baş başa bırakılacaklardır.Burada ince bir nüanstan söz edebiliriz..şöyle ki;

Ne iyi bir harekette bulunmakta ne de kötü bir tercih yapmakta,sonuca giden yolda hiçbir durağanlık yoktur..yani iyilikte ,iyili sahipleri de sonsuzluk yolcusu olduğundan kendine ait değerler ile gelişmekte olduğu gibi,kötülük ve kötülük sahipleri de aynı oranda ve zıt bir karşılıkla tedenni etmekte alçalmaktadır.Bozmaksa daha çok bozmak,yıkmaksa daha çok yıkmak,kendi şahsi hayatını afete çevirmek ise daha çok afete çevirmek gibi..çünkü her iki yolculuğunda sonucu bir ebediyet konumu içermektedir..Sonsuzluk ,sonsuz derecede bir meyve verecek bir çekirdeği gerekli kılar..Cehennemde bulunan zakkum,cennette bulunan tuba ağacı gibi…İster küçük olsun ister büyük olsun her fiil ve düşünce bütününe dahildir..yani ortada kalmak yoktur…

Uyuşmak,hiç bir şey hissetmemek,endişelenmemek,düşünmemek,merak etmemek,ilgi duymamak,kayıtsız kalmak haddi zatında sahibine bir zararı yok gibi görünse de neticesi itibariyle ağır bir yüktür..çünkü tüm vazifesini yapanlar,bigane kalmayanlar,hareket halindeki tüm mevcudat,masnuat,eser-i sanat olan şeyler hak dava ederler..adalet ise bu noktada her konuyu mizana alır…

Değerli dostlar!

Yukarıda karşılık bulmak,yaptığı işin sonucuna,işi nevinden ulaşmak gibi konulara değinilmiş ve biraz daha yukarısında intizam ve nizama tabi,tesadüften uzak bir kainattan küçücük bahsedilmiş..sadet noktasında gelinmek istenilen nokta şudur:

İnsan tercihlerinde tarif edildiği üzere, doğru şeyleri tercih etmekte iradesini göstermeli ve önleyici tedbirlerin farkına varmalıdır. Her davranışın ve davranış biçiminin özelliğine göre karşılık bulacağı gözden kaçırılmamalıdır.

Başlangıç noktasındaki toleranslar, opsiyonlar o işin doğru olduğu anlamına gelmez. Her işin başlangıcında her hareketin ilk çıkış noktası sonucu göstermese de gelişme süreci geri dönüşü zor olan bir nihayeti belirler. Uzak durulması gereken her şeyden uzak durarak, yakın durulması gereken her şey yakın durarak neticeyi lehine çevirmek mümkündür…


Selamlar

19.10.16

Dinlence

Susmak bilmenin en son ulaştığı noktadır aslında..kalabalık kelimelerden kurtulmak ifadenin en doğrusunu bulmaktır mesela…

Marifet ve muhabbetin eninde sonunda kendini bir “Hu” zamiri ile ifade edebileceği gibi…

Durulma ve safileşmek güneşin karşısında buharlaşarak çiğ tanesi olmaktır.Benlik ve bencillikten uzaklaşan ve tebahür eden her hiçlik,elle tutulmaz,gözle seçilemez bir vücudu daimide var olmak anlamına da gelir de diyebiliriz.

Bu hiffeti yakalayamamak benlik gölgesi altında ezilmenin sebebini oluşturur.
Ben düşünmeliyim,
Ben güçlü olmalıyım,
Ben ayaklarımın üzerinde durmalıyım,
Bilmeli ve bilinmeliyim,
Önemsenmeliyim,
Kim O?
Benim ben……………..Küçücük mikroba mağlup olan kudretli ve hakir Sultan………

Oysa insan, ulaştıkça uzaklaşmalı kendinden, uzaklaştıkça ulaşmalı bensizliğe…

Tırtıl kelebek suretine tebdil edildiğinde terk ettiği zaman ve içinde bulunduğu mekânla ilgilense, kısacık ömründe belki de gökyüzünü göremez. İnsan bilsin bilmesin ömrü bir neticeye doğru gelişmektedir. Hayali, fikri kendini sabit bilse veya öyle tasavvur etse yahut gözlerini kapasa da bu değişmez. Yakın geleceği sonsuzluğun kapısında onu beklemektedir.Dolayısıyla her hadise bir anlam yükü olduğu gibi, her bilgi ve doğru düşünce de bir mananın devamını temin eder.

Her öğrenilen şey ve marifet kesbedilen konu veya başka türlü içsel kazanımlar insanı kendine yönelik bir ilgi bataklığına sürüklüyorsa, yükselebilmek için, dibe çöküş nedeni ağırlıklar kurtunulması gereken şeylerdir. Onlarca cilt kitabı yanında taşımak yerine, okuyup muhteviyatı bilmek gibi…

Hayat ve manası okunması gereken harflerden, kelimelerden, cümle ve satırlardan, az sayfalı ve de çok sayfalı içeriklerden oluşur. Bu kitabı okuyabilen, manasını alıp nakışlarını, süslerini, kışır ve kabuklarını bırakabildiğinde ve kendi ölçü aletlerinden de vazgeçebildiğinde özgürleşir. Sınır çizgilerini aşmamakla kendisini ilgilendirmeyen, söz geçiremediği, bir türlü düzeltemediği, kontrolü kendi elinde olmayan ve peşinden getiremediği şeyleri terk eder.

Yoksa kendini önemsememin ağırlığı, beğendirme külfeti, desinler düşüncesi, her şeyle ilgilenmek gibi boynuna astığı alakadarlık küfesi, beni sevsinler sikleti ve dünya hayatını ebedi zannetmek fikri ve yaşam biçimi hayat lezzetini kaçırır.

Çünkü;

Kendini ispat etme çabaları derin bir kuyudur.
Bilmiyorum diyememek, insanı maskara yapan bir tutumdur.
Olduğundan büyük görünmeye çalışmak, ahmakça bir mahkûmiyettir.
Başkalarının beğenisine göre davranmaya çalışmak ve davranışlarını ona göre ayarlamak divanece bir durumdur.

Feryadı duymayan ve elinden akıp giden şeylerin arkasında baka kalmak ve hayatı sadece bu âleme ait görmek acıların büyükçe bir kısmını oluşturur.
Bu gibi hallerde insanın her terk ettiği nefsanî amaç onu hafifleştirecektir. Eğer insan kendi isteklerini olduğu gibi kabul etse hiçbir direniş göstermese, küçük dünyası esaret altına girmiş demektir ve tonlarca leşi sırtında taşımak zorunda kalacaktır.

Demek ki insan kendi başına musallat ettiği şeylerin belasına uğrar. Oysa mülkü mülk sahibine bırakmak, kendini o’nun mülkünde memluk kabul etmek hakiki hürriyetin alfabesidir.

Yorgun olduğunu düşünen dostlarımız..bindiğimiz bu hayat gemisi,kaptanına güvenmek şartıyla hepimizi sahili selamete çıkaracak niteliktedir.Madem bu sefineye bindik,sırtımızdaki,hakimiyet ve tereddüt çuvalını güverteye bırakıp,üstüne oturarak etrafı seyredelim..Ne dersiniz?

Âdem yalnız kalınca...

Değerli Dostlar!

Âdemin ademle savaşında harici desteklerin yardımı ne kadar önemliyse, Âdemin kendi karşılama, savunma, yumuşatma, geri çevirme, kabul etme, kavrama, anlama, düşünebilme, yorumlama ve fikir üretme gibi akli olan manevra kabiliyetinin de yeterliliği, gelişmeye yönelik yapılanması önemlidir. Ve muhtemel en önemli olan da budur.


Kişinin olgunlaşmış kıstasları, gelen doğru ve yanlış durumları, riskleri veya yararları lehinde ve aleyhinde değerlendirebilecek konumda olması esas olan yaşam dinamiklerini yerli yerine koyabilir.

Çünkü doğru bilginin kaynağını korumak, dejenere olmaktan kendini korumuş bir toplum kültürüne sahip olmak pek kolay değildir. Bilginin ilmi olarak bir noktada kariyerini muhafaza edememesi onu cehaletin defterinde değişime uğratarak kıymetsizliğe, öyküye çevirebilir.

Toplumun maddi ve manevi tüketim alışkanlıkları kişisellik ekseninde tesirini göstermeye başladığında, fikrin iradi yapısı kırılmaya, özgün direnişi soft ve kırılgan bir pahaya inkılâp edebilir.

Malum zaman ve zeminin mizaçlar üzerinde etkisi vardır. Bu konuya inancın eylem literatüründe; azimet ve ruhsat denilir. Yani bir konunun asıl maksadı üzerine kararlı bir şekilde davranmakla, zorunlulukları ölçümleyip tölere edilebilir yanını ele almak arasında mesafe gibi.

Buna bir anlamda da tevil denilebilir. Belirli delilleri bir araya getirerek lehinde bir hükmü çıkarmak veya mazur bir duruma uygun bir elbise hazırlamak gibi. Bu konu her ne kadar zararı engellemek, uygun ve uyulabilir bir hale getirmek noktasında eylemi zarardan korumak adına değerlendirilse de zamanla kendi konumunu kaybedebilir.Yani kredi kartı kullanmaya başlamak gibi.

Bu tevil konusunda hassas bir nokta var. Ancak bu konu bizim konumuzla ilgili olmadığından ona bir atıfla işaret edip etraflıca değinmeyeceğiz. O da Müteşabihat denilen, yani benzeştirerek yapılan anlatılarda konuyu kavramak için kullanılan tevil yolu, teşbihi idrake yaklaştırır.

Evet, şahsi çıkarların söz konusu olduğu yerde, Etik olarak bazı engellerin yol kesmesine karşı çıkar eğiliminin konuyu yenilir yutulur hale getirmesini buna başka bir örnek olarak verebiliriz.

İhtiyacım var..Çıkış yolum yok..Herkes aynısını yapıyor..Kimse yanımda olmadı..Zararı küçük..vs vs vs.

Fakat bilinmez ki bu ruhsat denilen şey zamanla tavize ve değerlerin gerekli saygınlığını koruyamama durumuna doğru yol alır.

Bir anlamda müptelalık gizli olan bir his ve bağlılık enerjisini açığa çıkarmak ve onun akımına kapılmaktır. Bu nedenle kutsal öğretiler ve erdem eğitimleri, insanları bu kötü enerjiyi açığa çıkaracak etkinliklerden uzak tutmak konusunda baskındır.

Sadede dönersek, toplum; politik, ekonomik, kültürel olarak birçok etkileşime maruz kalabilir, kökleri yerinden çıkabilir ve kutuplaşmalar kültürel yapıyı hiçe sayabilir. Böylelikle insanın asıl meselesi ötelenebilir, merak ruhsatı taraftarlık duygusu dikkati başka yöne çekerek, Âdem başka bir sahnede kısacık ömrüne rağmen kurulan bu oyuna kendini kaptırabilir. İşte burada önemli olan kişisel yetkinlik, şahsi olgunluk ve bilgi donanımı elde edilen verileriyle konumunu muhafaza etmekte insana pozisyon belirleyici bir rol oynar.

Buna kısaca başkalarından bir şey beklememek ve başkalarını bizim beklentilerimize en iyi cevap verici olarak değerlendirmek doğru bir yaklaşım değildir. Mesela siyaset insan mutluluğunu temin edebilir mi? Politik manevralar ne kadar yaşam enerjisi verebilir? Tüm Sivil toplum kuruluşları bir araya gelse insanlığı genel olarak saadete ve huzura taşıyabilir mi? Tüm psikologlar, psikiyatriler bir araya gelse bir ruha ne kadar dinginlik ve sürdürülebilir bir güç sağlayabilir? Tüm falcılar en iyi yalanlarıyla bir araya gelseler, tüm hikâyeciler, şairler bir araya toplansalar kaç kişinin yastığa başını koyduğundaki emellerini, korkularını teskin edebilir?

Asıl enerji kaynağından uzaklaştığında ve siluetlere çarpıp gölgelere rast geldiğinde aydınlatıcı etkisini kaybeder. Aynalar suretlerin aslını gösterme noktasında sadece yansıtıcıdırlar.

Toplumla gelen şeyler, genel anlamıyla bizlere gelene kadar birçok kokuyu üzerine alan, tadları ve renkleri karışmış, görüntüsü bir şey ifade etse de aslında oyalamacı bir kimlik kazanarak gelir ve çığ gibi büyük manasız bir hüviyete bürünür. Ve insan yaşadığı toplumdan zarar görmeye başlar. Kimse bu büyünün bozulmasını istemez. Hiç kimse gerçek bir dünyanın varlığını düşünmek istemez. Çünkü oyalanmak ataletle öyle bir özdeşle hale gelir ki kendisini rahatsız edecek, ona bir sorumluluk yükleyecek hiçbir şeyle ilgilenmez.

Ve düşünebilen insanlar yalnızlaşır. Bu noktada üç kaçınılmaz hareket vardır.

Birincisi: Düşünceyi, aklı bir kenara bırakıp bu akıma kapılmak.

İkincisi: Kayıtsız kalmak ki bu da bir nevi ölümdür.

Üçüncü: Durumu kavrayıp içsel bir yolculuğa başlamak.

Burada asıl konu da budur. Kişi için, her şeyin ondan yüz çevirmesi ya da onun her şeyden yüz çevirmesiyle başlayan kendi kendine bir yolculuktur.

Âdemin yalnızlığı olarak görünen bu yolbaşı beklide onu tüm ihtiyaçlarına götürecek bir ayrım noktasıdır. Eğer insan düşünerek terk etmeye karar verdiği bir anlamsızlığa sahip olmuşsa onu manaya götürecek, anlama kavuşturacak bir gemiye binmiş demektir.

Değerli Dostlar!

Âdemin hayat yolculuğu tercihler ve bazen de zorunlulukla üzerine tesis edilmiştir. Bilmek öğrenmek, okumak düşünmek bu tercih ve zorunlu yol ayrımlarında lazım olan donanımı ifade eder. Hayatın yaşanılması veya bitmesi hep bu dağarcığın yeterliliği ile ilgilidir. İnsan bir gün hayatı ile ilgili çok önemli bir karar vermek durumunda kaldığında, onu zarardan koruyucu ve ona çözümcü olabilecek bir kararı ancak, aklının ve kalbinin heybesine yüklediği bilgi ve ondan doğan duygusal eğilimlerle ile verebilir.

İnsanın akıl ve kalp kütüphanesi boş olduğunda,kendi içinde kendi konum ve durumunu okuyacak bir satır yazı bulamadığında..çoğunluğun aktığı rehavet deresinin kıyısına atıldığında ,hayatı hakkında en büyük kararsızlığına imza atmış olur.

Değerli Dostlar! Bir önemli konu daha var ki; Her şeyin bittiği ve büyük yalnızlıkların başladığını yerlerde, Dua yukarıda söz ettiğimiz anlam gemisinin pusulasıdır. Manidar bir tükenmişlik ve bilinçli bir kimsesizlik kapısı bu anahtarla açılır.Belki de tüm dileklerimizi,korkularımızı,umutlarımızı,beklentil erimizi,çaresizliklerimizi ,gökyüzüne yüzünü dönmüş avuçlarımızın içine bırakmalıyız..ne dersiniz?

Âdem'in iyiliği...

Âdemin ademle mücadelesi varlık sebebi olarak ciddi bir kaliteyi ifade etmektedir. İnsan dışındaki varlıklarda görülen mükemmel ergonomi ve yaşam koşullarına uygunluk onların bir hazırlık sürecinden geçtikten sonra hayat sahnesine çıktıklarını gösteriyor.


Mesela balık yumurtadan çıktıktan sonra, bir kuzu doğumunun ardından, sanki yaşamlarına lazım olan şeylere göre hazırlanarak gelmişler. Balık hemen yüzer, kuzu ayağa kalkar ve koşmaya başlar.


Diğer tüm hayvanlar incelendiğinde bu yasanın insan dışındaki tüm varlıkları kapsadığı görünür.Kısaca hiçbir hayvan yaşam şartlarını en genel itibarla tecrübe ederek öğrenmez.Dünyaya gelmeden evvel neredeyse, adeta orada davranış gelişimini tamamlar ve öyle gelir.Kısa bir müddet annesi yanında olur..Kimisi için ise bu hiç söz konusu değildir.Kumsallardan denize koşan Karetta yavruları gibi…


Bundan anlaşılıyor ki; hayvanların yaşam görevleri düşünmek, fikir yürütmek, felsefe üretmek, gelişmek değil, sadece hayat sahnesinde onlara verilmiş rollerini oynamaktır. Ne geçmişten bir endişeleri ne de gelecekten bir korkuları olmadığından uzun süreli kederler içerisinde yaşamazlar. Ürün haline getirilecek bir koyunu işlemek için yere yatırsalar, kesim aletini boynuna dayasalar sonra bıraksalar o hiçbir şey olmamış gibi yem yemeye devam eder.


Fakat insan böyle değildir. İnsanın özelliklerine bakıldığında yukarıda söz edilen hiçbir şeyin onun yaşam koşullarıyla ilgisi yoktur. Belki insan yirmi yaşına kadar doğru ve yanlışı bir birinden ancak ayrıştırabilir. Ve tüm ömrünce öğrenmeye muhtaç bir varlıktır. Demek ki insan kendini değerlendirirken bu önemli farkı görmeli ve bu farklılığa göre bir yaşam tarzını benimsemelidir. Yani düşünmeli, akıl erdirmeli, kendiyle ilgili keşfin sınırlarını zorlamalıdır.


Yoksa aklı fikri, kalbi gibi organize bir duygu ve his ağı olsun ve o tüm bunlar sanki yokmuş gibi hayatını yemek içmek gibi bedeni lezzetlere göre yaşasa, çok kederli ve sorunlu bir hayatı olur. Çünkü aklın, hissin, kalbin içerisinde olan özelliklerin hayat alanları çok farklı ve yaşam potansiyelleri çok başka alanlara aittir.


Değerli Dostlar!


Âdem'in ademle (yokluk, karanlık) savaşında, hayatın tanımından önce âdeme kendini tanımının yapılması en doğru strateji olsa gerek.

İnsan kendinde bulunan özelikleri öğrenemediğinde, büyük bir kaynağı çok basit işlerde kullanmaya başlar. Bu nedenle de insan dünyanın en korkunç varlığı olabilmektedir. Korktuğunda da menfaati olduğunda da öldürebilen, asla bir duracak noktası olmayan, tatminsiz tahripkâr bir varlık olur. Kendi çıkarları için tüm insanların, çocukların, masumların ölmelerini göze alabilir. Eline bir güç geçtiğinde bunu zalimce kullanabilir.

Kişinin hayatın gerçeği ile ilgili bir nitelik algısı ve gerçek yaşam değerleriyle ilgili bir eğitimi yoksa..ya da yanlış bir bilgilenmeye sahip olduysa canavar bir hayvan olabilme kapasitesine sahiptir.


Konuya girişimizde hayvanların hayata gelişleri hakkında birkaç meseleye değinmiştik. Doğadaki faaliyetlerin geniş çerçevesi izlendiğinde, insanın müdahale etmediği, elini karıştırmadığı yerde “ekolojik denge”hükmünü uygulamaktadır. Buradan görüldüğü gibi çevre dengesi evrensel bir dayanışmanın eseridir. Evrende olan her şey görev olarak bir birine omuz verir ve hayata hizmet eder bir konumdadır.
İnsan evreni kendi şahsi menfaatlerine uygun kullanma dürtüsü ile hareket ettiğinde ise her yeri bir karışıklık ve kaos sarar.


İnsan bilinçli ve bilinçsiz olarak yaşam tercihini iki seçenek üzerinden yapar.
Birisi ya evrendeki dayanışmayı örnek alarak, yardımlaşma ve dayanışma tarafında olan insanların bulunduğu bir çevrede bulunacaktır. Ve bu çevrenin hayattan ve yaşamın kendi gerçeğinden el edilmiş kültürü ile düşünce tarzını oluşturacak ve yaşama ve alanlarına karşı sorumlu bir birey olarak yaşayacaktır.


Diğeri ise, hayatın sadece neticesinde gördüğü noktaya odaklanarak, sebeplerin ve planın temel yapısındaki evreleri pas geçerek sadece kendi menfaatine yarayacak şeylerin peşine düşecektir. Bunu için ırkçılık, maddi güç, silah üstünlüğü, arsızlık, merhametsizlik gibi olumsuz birçok yıkıcı his ve duygu yeterlidir. Kendi gibi düşünen insan görünümlü hayvanlarla beraber olacaktır. Genel itibariyle bu akıma liderlik yapan kötü ruhların elinde bir oyuncak olacak ve kötülük birikiminin faturalarının ödemesi geldiğinde bu feci bir son ile üzerine alacaktır.


Hayat ve sonrası çok değerli olduğundan yaşam sahnesine koyulan tercihler kendilerine göre birçok niteliği barındırırlar. Burada en temel mantık ve doğru tecrübe şudur ki;


“İyilik iyilik ve kötülük kötülük getirir.”


İnsan kendinde bulunan duygu ve düşünce cihazlarının yardımıyla iyilik tarafında ve iyilerle beraber olarak kendinde bulunan pozitif enerjiyi açığa çıkararak âdemi varlık sahasında güzel neticelerle tutabilir.


Kötülük ve kötü insan ve çevrelerde olmak ise yukarıdaki manzaranın tam tersi bir durumu netice verecektir.


Çünkü kötü olmanın bedeli çok ve maliyeti çok yüksektir.


Öncelikle ikiyüzlü olmak ve sonrası ile tüm kötülük uyumunu göstermek zorunda olmak vardır. En fazla rezillik yapabilmeli, en çok yakmak ve yıkmak eyleminde olabilmeli, hiçbir ahlaki değeri kabul etmeden tüm ahlaksızlığı yapabilmelidir. Tutunabilmek için çalabilmeli ve öldürebilmelidir.

En uç noktasından söz ettiğimiz bu zaviyenin ara sokaklarında ise iyi ve kötü duyguları tam gelişmemiş hangi yola geçeceği belli olmayan şaşkın ve çekingenler grubu dolaşmaktadır. Kötülük ve iyilik bu Araf yolcularını kendi dünyalarına davet eder. Aslında bu daveti oluşturan nedenin ana merkezinde, iyiliğin paylaşmak mizacı, kötülüğün daha fazla kötülüğe sahip olma karakteri vardır.


Ve hayat tercihlere göre şekillenir. Bu tercihlerden sonra sorumluluk seçeneği işaretleyen iradenindir.


Âdem varlık savaşını doğru şıkkı işaretleyerek, iyi şeylerin ardından giderek ve yalnızca iyi şeyleri gözlemleyerek ve bilerek, öğrenerek devam ettirmelidir.


Yoksa bu insan denen kıymetli varlığın başının üzerinde leş kargaları dolaşmaktadır.

Şu unutulmamalı sevgili dostlar!

İnsanın çok düşmanı vardır. İnsan için sonsuzluğa kavuşuncaya kadar bu düşmanlık asla bitmeyecektir. Ancak insanın güçlenmesi bu mücadeleyi onun zaferi noktasında sonuçlandıracaktır. Yoksa bomboş yaşamak her arzu ettiğini yapmakla oluşan bir barış zannı, etrafı sarılmış olmanın bir işaretidir. Bir piton yılanının avını öldürmesindeki aşamalı sıkmasına benzer. Hevesler, görenekler, hayranlıklar, keyif düşkünlüğü, kibir, bencillik, tahrip gibi kötü şeyler insanı yokluk ve karanlıklara götüren bir yakalanıştır.


İyi şeylerle meşgul olmak, iyilerle beraber bulunmak ise insanın cevherinde bulunan insani bir değeri açığa çıkarır. İşte manzara artık o nokta da berrak hayatın anlamı şeffaftır.


İyilerle,iyiliklerle beraber olabilmek dileğiyle……….

Kendi Gerçeğini Aramak

Bazı insanlar gördükleri bir olumsuzluk karşısında çok aşırı tepki verirler.Mesela bir yangın görse,yahut bir kazaya rastlasa,yada denize düşmüş bir havyan görse..vb..vd…Kollarını açarak,seslerini yükselterek o hadiseyi duyurmaya çalışırlar…

Veya herhangi bir tehlike gelişmesi durumun da, o tehlikeli duruma dikkat çekerek, kimse zarar görmesin diye ellerinden geleni yaparlar…

Bazı insanlar da var ki; bizzat, vukua gelmiş olayın tam ortasında bir şeylere çare olmak için özveri ile koşuşturlar…

Bir kısım insanlar da lazım olan kanı vermek için gayret gösterirler…

Kısaca herhangi sıra dışı bir durum geliştiğinde, alışkanlık ve tek düzelik bozulduğunda o konunun meydana getirdiği etkiyi hisseden insanlar, kendi eğilimlerine göre tepki verirler. Ortaya çıkan durumla ilgilenerek samimiyetle dağınıklığı toplamak için emek sarf ederler.

Bu insani hissedişin bir derinlik algısı olsa gerek. Hissetmek, kendini sorumlu görmek, elinden geleni esirgememek, yapabilecekleri noktasında cömert davranmak gibi…

Bu insanlar sevilir.Takdir edilir..parmakla gösterilir.Çünkü onlar,bir durum değişikliğinde,bir tehlike sezisinde,hayatın tehdit edildiği bir anda kendilerini öne çıkartırlar.Geride kalmaz ve seyirci gibi durmazlar.Bazen kendi yaşamlarını hiçe sayanlar olur.

Sadet noktasına gelirsek:

Mesela bir insanı bir şehir gibi kabul etsek, çocukluğunun sokaklığından, gençlik caddelerine çıktığında, yaşı kemal noktasını bulduğunda, kendinde ve çevresinde olan değişiklikler, yitikler, boşalan yerlere gelenler, içindeki değişim, kazalar, kederler, sevinçler, yani ömrünün başına gelenleri nasıl değerlendirmeli. Kendi için nasıl bir özveride bulunmalılar.

İnsanın ilgisini çeken hadiselerin harici dünya da gelişenleri insanları, alakadarlık bağlamında içine dahil etse de hakikat itibariyle genelde insan o durumda geçici bir rol üstlenir.

Olay bittiğinde ilginin de finali de gelir.Ve sahne anılara paylaşılacak bir iz bırakır.Kişi ilgisi nispetin de bir kazanım elde eder.Belki yaşanmışlığına nitelik kazandırır.Ve ne olursa olsun,istisnai bir durum gelişmediği müddetçe o olayın hakikati hadiseyi bizzat yaşayanlara aittir.

Duvara çarpan,vücudun da yanık oluşan,merdivenden düşen..yani acıyı çeken,müdahil olandan çok farklı bir boyutta olayı algılar ve yaşar.

Müdahil olanın ilgisi bu anlamda ikincil bir alaka niteliği taşır. Ambulans geldiğinde biter gibi… Erdem açısından harika bir netice alır ve kahraman yoluna devam eder. Onu bekleyen hayatı yaşamaya devam eder.

Oysa insanın kendi içinde ne büyük değişimler olmaktadır. Ancak genel itibariyle kendisi ile bu denli samimi ilgilenmiyor sanki. Geçiştirme, öteleme, muhtemel riskleri başkalarına verme, ömründe olan değişimleri görmeme, sıkıntılardan çabuk kaçma isteği, derinlemesine düşünmeme gibi anti reaksiyonlar içinde kalıyor. Her gün yıprandığını, ömründen bir gün daha kaybettiğini, geri gelmeyecek zamanlar yaşadığını düşünmek istemiyor. Aklı ve kalbinin içine doğru bir yolculuk yapmaktan ve bu gemi nereye gidiyor diye sormaktan hep uzak kalmayı tercih ediyor.

Kendisi ile ilgilenmesi fikri doğduğunda bu düşünceden ve arkasından getireceği sorgulamalardan derhal uzaklaşma gayretine giriyor.

Bazı insanlar her gün sarhoş olmak için özel bir gayret gösterirler.

Kimileri eğlence olarak gördükleri ve sürekli yaptıkları işleri her gün sürdürürler.
Kimisi kumar oynar. Kimileri uyuşturucu kullanır. Fakat neden bunları yapıyorum diye sormaktan çekinirler. 

Eğer sormaya kalksalar klişeler önlerini kesecek ve aynı hayatı yaşamak boyunduruğuna sokulacaklardır.

“Dünyaya bir defa geliyoruz”

“Yaşamaya bak”

“Fazla düşünme”Vs..vb…

Yani fikrinin üstünü ört. Arayışını kör et. Merakını sustur. Kendini arama… Sanki bir insan tüm yaşadığı ve yaptığı boş işleri terk etse, eğlence ve oyalamaca sektörü iflas edecek.

Barlar, meyhaneler iş yapamayacak,

Şans oyunları oynanmayacak,

Uyuşturucu kullanılmayacak,

Cinayetler azalacak, bataklıklar kuruyacak vb. Sanki birileri bunu istemiyor ve ellerinde olan her şeyle düşünce uyuşmasını temin etmek için her şeyleri ile çalışıyorlar. İnsanın fikrine arayışına nefes aldırmayacak kadar çok gündem oluşturuyorlar. Ve insan kendiyle konuştuğu dili unutuyor. Hakiki ihtiyaçlarının sesini ve feryadını duymuyor. 

Ta ki; sermayesi bittiğinde onu terk eden tüketicilerin vefasızlığını ve aldandığını anlayana kadar. Kimileri için ise artık çok geç olabiliyor. Kendine olduğu yabancılığı onu dünya ve içindekilere karşıda yabancı konumunda tutuyor.Yani ne kendinin ne hayatın içinde olanların dillerini anlamıyor.Ya tekrar geri dönmek için çabalıyor ya da yalnızlık ile sığıntı bir şekilde hayatını noktalıyor.

Oysa insan kendini hayvandan ayıran niteliklerini ve yaşam koşullarını kıyaslayarak düşünse, insani, yani aklın gereği bir hayatı tercih etmek için bir isteği içinde bulabilir.

Taş gibi cansız olmadığını, bu dünyada bir görevi olup olmadığını fehmetse, eko sistemde sürekli bir sinerji ile çalışan varlıkların bir amaca hizmet ettiklerini anlayıp, dillerini çözebilir.
Monoton yaşantısını ele alsa, her gün güya farklı bir şey yapıyor gibi dünü unutarak güncellediği yaşam tarzını sorgulasa o tek düze idamdan kurtulabilir.

Belki o zaman içindeki kargaşaya kollarını kaldırarak dur diyebilir. Ya da şehri boşalmış dünyasındaki boşluğa neredesiniz diye bağırarak yitiklerini arayıp bir araya getirebilir.

Neden anlamlı ve erdemli, saygın şeyleri ölgün, anlamsız şeyleri canlı göstermeye çalışıldığını fark edebilir. Neden insanların kendilerinin hevesleri için bir birini tüketmeye çalıştığı görebilir. İkiyüzlülüğün ve beğenilme isteğinin, kendini kabullendirme ödünlerinin ne kadar zararlı olduğu idrakini kazanabilir.

Belki kendi içine olan yolcuğun ve derin dalışın ve sorgulamanın gerçek hayat olduğunu hissedebilir…
Hepimize iyi yolculuklar ve kendimiz için gerçeğimizi yaşamayı diliyorum…


İç Savaş

İnsanın kendi içindeki iç savaşla başa çıkması zordur. Doğrular, eğriler her şeyin kendine göre bir tanımı ve sağladığı etkisi vardır. İnsan her iki akımın karşında alıcı veya tepki gösteren bir iradeyle durur. Ve bu irade her zaman en kolay olan öneriyi kabul eder.
Hazzı peşin olan ve direk damak tadı oluşturan şeyler tercih sebebidir. Oysa her kolaylığın elde ettiği neticede iğreti bir konumdadır.
Mesela sürekli eğlenme, giyim kuşam, gezme tozma, yeme içme gibi tercihler olay mahallinden uzaklaşmakla birlikte boşluklar ve pozisyon değişiminden sıkıntılar bırakırlar. Yani kazanım olarak elde edilen sonuç havadır. Ve insan bu kullanımdan hayati önemi olan bir şey sermayeye sahip olamaz. Yaşandı ve bitti…
Ancak her biten şeyin insan üzerinde bıraktığı geçiş izleri unutulmaz. Ve o izdüşümü onunla ilgili duyguda kendine bir yer bulur. Vakti geldiğinde buradayım der. Niteliği ne ise onunla insanı karşılar. Bir zaman sonra ise, yani insanın heveslerine arzularına bakan ve onları tatmin için harcadığı özkaynağı tükendiğinde koskocaman bir hiçlik kucağına düşer. Gençliği, hislerinin canlılığı, tad alma duyusu, bıkkınlık, pişmanlık, doyumsuzluk, yetersizlik gibi taşıyıcı kolanlar yıkılmaya yüz tutmuştur.

İdraki yıpranmış, kalbi yorulmuş, aklı karışmış, ruhu sersemleşmiş ve boynunda bir tükenmişlik yaftası asılı olarak kendini bulur.

Eğer insan kendi tercihleri önünde bir gelir gider tablosu oluşturmaz, ne kazanır ne kaybederim diye bir durum değerlendirmesinde bulunmaz ve eğilimini bir kıymetli bir katkıdan yana yönlendirmez ise, kolay gelen şeyler peşin hükümlülükle ileride edilecek iflasın, görünüşteki şatafatıyla muhatabını avlamış olur.

Netice itibariyle insan kendi yol ayrımına geldiğinde,önündeki uzun sefer için insanlık heybesinde bulması gereken bir şeyler vardır.Bunlar ona ebedi olarak lazım olacak kumanyalar sayılırlar.Madem sonluluk hayatın bir gerçeğidir.Madem film biter..şarkı susar..resim eskir..yaz geçer kış gelir..madem çocukluk gençlikle,gençlik yaşlılıkla,yaşlılık ölümle yer değiştirir..insan uğrayacağı her durak için oraya uygun bir malzeme seçimi yapmalıdır.Yoksa bu yolculuğa lakayt kalmakla,o yolda yürünmeyecek düşüncesi bir vehimden ibarettir.İster hazırlıklı isterse hazırlıksız olsun herkes bu hendekten atlamak zorundadır.

Güçlenmiş iradeler, bilgi sahibi olmuş bir dimağ, açlığını gidermiş bir ruh arayışı, sevgi ve ilgiyi yönetebilmiş bir kalp, cehaletini mağlup edebilmiş bir ilmi titizlik, insanı mükemmel bir donanıma sahip kılar.

Kendinle savaşmak ne kadar zor olsa da, iyi ve kötünün irade önünde mihenge vurulması aklı tercih noktasında galip kılabilir. Geçici olan zevklerin yerine kalıcı ve kaliteli eylem ve sorgulamaların peşine düşen insanlarda nitelikli yaşam bir refleks haline gelebilir. Ve ayrıca savaşın zorluğunu unutturan ve mücadeleyi kutsayan şey ise zaferin kendisidir.

Evet, sevgili dostlar asıl özgürlük ve bağımsızlık; insani donanımın kendine has nitelikte bulunan işlerle meşgul olması ve kendini keşfetmesiyle mümkündür. Yoksa bir ömür kendine ninni söylemek, her şeyden kulağını ve gözünü kapamak en muhtaç olunan zamanda müflis bir teselliye insanı mahkûm eder… Velhasıl bir ömre yazık olur…

...

Son Perde

Varlık âlemini ve çevresini iki akım zapt altına almak için ellerinde olanı ortaya koyuyor. Bu iki akım bu zabt-ı rabt hadisesi için güdülecek güruhu kendine davet eder. Öneri ve tekliflerini sunarlar. Akımın birisi, tüm varlık âlemini güçlü bir iradenin kendinde bulunan nitelikleri sergilediği bir âlem olarak tarif eder. Bu tarifin akabinde ise bu teşhirdeki amaçtan söz eder. Bu amacın temelinde hüner sahibinin hünerini, estetiğini, sanatını, ilmini, akıl, göz, kulak, kalp, ruh ve duygularla donattığı bir kabiliyet tarafından görülmesini, incelenmesini, sanat, bilim, maksat ölçüleriyle değerlendirilmesini talep eder.
Bu müşahede, iradenin iddia ettiği malikiyet davasını tetkik edip, varlıklar arasındaki kesişme noktalarını arasında irtibat çizgileri çekip evet dediğinde. Var ediş ve var ediliş arasındaki köprü kurulmuş olur.
Bu noktada tesadüf reddedilir. Çünkü belirli oranlar, ölçüler, dengeler, sanat, uygunluk, iletken ilişkiler, varlıklar arası dayanışma, anatomik analiz, elementsel nitelik, ortaya çıkan eserin mükemmelliği gibi izlenimler, kasıtlı bir iradenin varlığını kabul eder. Bu iletken bağlantı tesadüfün çarpık sonuçlara, hatta tanımlanamaz neticeler ve yukarıda söz edilen irdelemeyi yapamayan bir düşüncenin, kendi eksikliği örtmek için kullandığı bir perde biçimidir manasında ele alınır.
Çünkü mükemmel dizayn edilmiş şeyler asla bir rastlantı ile ifade edilemez. Ve varlık âlemin var den iradesi, mülkün kendisinin olduğunu ve vücuda getirilen her şeyin, bir birine lazım ve gözetir bir yardımlaşma ile konumlandırıldığını. Bir ağacın meyve verebilmesi için ne kadar çok şeye gereksinim olduğunu ve ancak tüm bu ihtiyaçları bilen ve giderebilecek birinin hâkim kontrolü altında her şeyin her şey ile irtibatlandırıldığını ve sonuç için çalıştırıldığını ifade eder. Örneğin bir elmanın olabilmesi için; güneşin mesafesi, dünyanın dönüş hızı ve tüm yıldız ve gezegenlerin arasındaki hassas çekici ve itici güç dengesinin devam etmesi gerekli. Hava, su, ışık, toprak, uygun mevsim ve tüm bunların içeriğinde bulunan lazımların bir arada ahenkle bulunması olmazsa olmaz bir gerçek. Tüm bunlarla birlikte, akılsız, bilgisiz, elsiz, iradesiz, cansız bu öğelerin nasıl olur da her şeyi ile müşterisinin; tad alma duyusuna, koku alma duyusuna, göz zevkine, bedeninin yararına göre bir şey meydana getirsinler ve neden böyle bir şey yapsınlar. Düşünemezler, acıyamazlar, ihtiyacın ne olduğunu bilemezler.
Demek ki tün gereksinimleri maddi ve içsel nedenleriyle bilen birisi, sevgi dolu bir iradeyi göstererek hediyeler sunmuş. Ve bunun karşılığında verdiğini söylediği her duygu ve cihazın dilleriyle teşekkür almak istemiş. Akıl düşünecek, kalp sevecek, ruh tüm hisleri bu meyanda canlı tutacak, beden kendisi ile ilgili olan ikmallere şükür ile mukabelede bulunacak Ve tüm bu ibadetleri toplayan namaz ile yekün bir karşılık talep edilmiş. Bu iddia 124.000 Nebi ve Resuller ile ve onların bir kısmına verilen kitaplar ile ve bu silsilenin avenelerinden ilim sahibi olanların bayraktarlığını ile aynı kıstaslar ile delillendirilerek iddia edilmiş. Yani bu akım yaratıcı namına kâinatı yaratılmış, bir elden çıkmış şekliyle kabul ederek, bu kabulü ikrar etmiş. Verilen görevleri de almış ve uygulamış.
Kimi iyi uygulamış,kimi eksik..kimi güzel anlamış kimi tam anlayamamış,kimi üzerine düşmüş,kimi hiç böyle bir ihtiyaç hissetmemiş,kimi nedenler ve niçinlerin içeriğini kavramak için inancını sorgulaşmış,kimi hiç zahmet etmemiş.Kimi merak etmiş,kimi hiç etmemiş,kimileri körü körüne bir bağlılıktan çekinip,madem böyle bir iddia var.İddiacı iddiasını ispat etmelidir deyip,iddiacının neler söylediğini,neler vaad ettiğini öğrenmiş,kimileri ise kılını kıpırdatmamış.Yanlış anlayanlar,hiç anlayamayanlar,gayretsizler,isteksizler kolay hedef haline gelip.birazdan söz etmeye çalışacağımız ikinci akımın malzemesi ve iddia ettikleri davanın kötü örnekleri olmuşlar.Anlayanlar,anlamaya çalışanlar,iz sürenler ise hak gördükleri,doğru bildikleri,yeterli donanımları ile her şeyin doğrusu açısını göstermek için gayret etmişler.Ve bu mücadele ile bilinmişler,takdir edilmişler,tebriklerle anılmışlar.
İkinci akıma gelince onlar akıllarına sığıştıramadıkları her şeye tesadüf demişler.Ve tüm yukarıda söz edilen intizama dair her şeyin aslında bir rastlantı eseri olduğunu iddia etmişler.Tüm yapı taşları,nitelikleri,içerikleri,sonuçlarıyla amaçsız unsurlar olarak benimsenmiş.Kişisel duygu ve düşünceler ise hislerin tatmini yolunda kullanılmış.Allayıp pullayıp güzel göstermeye çalıştıkları dünyalarını sürekli sanal besiye almışlar.Oyuncular değişmiş,yenilerini bulmuşlar,bencilliğin içsel ve görüntüdeki tezahürüne karşı sonsuz bir oyalanma sebebi bulup,insanları kendilerini bir birlerine kabullendirmeye çalışan maskeli zavallılar hükmüne getirmişler.İnsani bir şey düşündürmemek ve bu noktada ürettikleri ürünlerin tüketiminden vaz geçilmemesi için yeni yeni gündem maddeleri bulmuşlar.Rekabet,dedikodu,hırs,kıskançlık,üstünlü k,farklılık,gösteriş gibi duyguları canlandıracak objeleri öne sürmüşler……Ve sırf tüketebilmek için,tüm düzeni basitleştirmek,tüm algıyı çürütmek için ellerinde bir şey olmadığından,kör hissiyat denilen aklı dinlemeyen,ölçümleme yapamayan,tembel,sorumluluktan kaçan,peşin olanı seven duyguları baştan çıkaracak sinir uçlarını elde tutarak;ye,iç,keyfine bak temel prensipli bir felsefe üretmişler ve ona bazı sözcükler ve sözcüklerle tanımlamalar getirmişler.
Hayat mücadeledir,büyük balık küçük balığı yutar,yükselmek için ezeceksin,her şeyi kendi varlığına ve çıkarına feda et..Kuvvetli olan haklıdır gibi özelleştirilen,imrendirilen,fikirsiz insanlara çekici gelen bir Pazar kurmuşlar.Onlar da müşterilerini davet ediyor.İçiriyor,uyutucu eğlencelere çağırıyor.Aklı devreden çıkaracak ,hisleri coşturacak ilgi merkezleri kuruyorlar.Filmler,diziler,moda,uyuşturucu içecekler,partiler ve yalan dizinleri vb. Sırf şu intizam ipleri,sanatlı yüzleri,yüksek gayeleri,yararlılıkları ile hayatın eline verilmiş gereksinimleri,ömür,yaşam ve ölüm gibi insanın her şeyini ilgilendiren bu dünyayı kabul etmemek için,ısrarla yanlış olana doğru demiş ve kendilerine yönelen insanları etkilemeye çalışmışlar.Akıllarını zora sokup kalplerini perişan etmişler.
Evet dostlar, bir şeyler bizi insanlığımız muhakemeli penceresinden uzaklaştırıp, hislerimize söylediği ninniler ile uyutuyorsa ve bizlerde o ninniler ile söylenen şeylere sahip çıkıp aynı ninnileri söylüyorsak, kulağımızı başka yerlere açmışsız ve sahil-i selametten epey açılmışız demektir.

İnsan dünyaya bir defa gelmiştir ve bir daha ebediyen gelemeyecektir. Bu tek perdelik oyunu iyi bir sahne ile kapatma dileğiyle…

...