19.10.16

Kendi Gerçeğini Aramak

Bazı insanlar gördükleri bir olumsuzluk karşısında çok aşırı tepki verirler.Mesela bir yangın görse,yahut bir kazaya rastlasa,yada denize düşmüş bir havyan görse..vb..vd…Kollarını açarak,seslerini yükselterek o hadiseyi duyurmaya çalışırlar…

Veya herhangi bir tehlike gelişmesi durumun da, o tehlikeli duruma dikkat çekerek, kimse zarar görmesin diye ellerinden geleni yaparlar…

Bazı insanlar da var ki; bizzat, vukua gelmiş olayın tam ortasında bir şeylere çare olmak için özveri ile koşuşturlar…

Bir kısım insanlar da lazım olan kanı vermek için gayret gösterirler…

Kısaca herhangi sıra dışı bir durum geliştiğinde, alışkanlık ve tek düzelik bozulduğunda o konunun meydana getirdiği etkiyi hisseden insanlar, kendi eğilimlerine göre tepki verirler. Ortaya çıkan durumla ilgilenerek samimiyetle dağınıklığı toplamak için emek sarf ederler.

Bu insani hissedişin bir derinlik algısı olsa gerek. Hissetmek, kendini sorumlu görmek, elinden geleni esirgememek, yapabilecekleri noktasında cömert davranmak gibi…

Bu insanlar sevilir.Takdir edilir..parmakla gösterilir.Çünkü onlar,bir durum değişikliğinde,bir tehlike sezisinde,hayatın tehdit edildiği bir anda kendilerini öne çıkartırlar.Geride kalmaz ve seyirci gibi durmazlar.Bazen kendi yaşamlarını hiçe sayanlar olur.

Sadet noktasına gelirsek:

Mesela bir insanı bir şehir gibi kabul etsek, çocukluğunun sokaklığından, gençlik caddelerine çıktığında, yaşı kemal noktasını bulduğunda, kendinde ve çevresinde olan değişiklikler, yitikler, boşalan yerlere gelenler, içindeki değişim, kazalar, kederler, sevinçler, yani ömrünün başına gelenleri nasıl değerlendirmeli. Kendi için nasıl bir özveride bulunmalılar.

İnsanın ilgisini çeken hadiselerin harici dünya da gelişenleri insanları, alakadarlık bağlamında içine dahil etse de hakikat itibariyle genelde insan o durumda geçici bir rol üstlenir.

Olay bittiğinde ilginin de finali de gelir.Ve sahne anılara paylaşılacak bir iz bırakır.Kişi ilgisi nispetin de bir kazanım elde eder.Belki yaşanmışlığına nitelik kazandırır.Ve ne olursa olsun,istisnai bir durum gelişmediği müddetçe o olayın hakikati hadiseyi bizzat yaşayanlara aittir.

Duvara çarpan,vücudun da yanık oluşan,merdivenden düşen..yani acıyı çeken,müdahil olandan çok farklı bir boyutta olayı algılar ve yaşar.

Müdahil olanın ilgisi bu anlamda ikincil bir alaka niteliği taşır. Ambulans geldiğinde biter gibi… Erdem açısından harika bir netice alır ve kahraman yoluna devam eder. Onu bekleyen hayatı yaşamaya devam eder.

Oysa insanın kendi içinde ne büyük değişimler olmaktadır. Ancak genel itibariyle kendisi ile bu denli samimi ilgilenmiyor sanki. Geçiştirme, öteleme, muhtemel riskleri başkalarına verme, ömründe olan değişimleri görmeme, sıkıntılardan çabuk kaçma isteği, derinlemesine düşünmeme gibi anti reaksiyonlar içinde kalıyor. Her gün yıprandığını, ömründen bir gün daha kaybettiğini, geri gelmeyecek zamanlar yaşadığını düşünmek istemiyor. Aklı ve kalbinin içine doğru bir yolculuk yapmaktan ve bu gemi nereye gidiyor diye sormaktan hep uzak kalmayı tercih ediyor.

Kendisi ile ilgilenmesi fikri doğduğunda bu düşünceden ve arkasından getireceği sorgulamalardan derhal uzaklaşma gayretine giriyor.

Bazı insanlar her gün sarhoş olmak için özel bir gayret gösterirler.

Kimileri eğlence olarak gördükleri ve sürekli yaptıkları işleri her gün sürdürürler.
Kimisi kumar oynar. Kimileri uyuşturucu kullanır. Fakat neden bunları yapıyorum diye sormaktan çekinirler. 

Eğer sormaya kalksalar klişeler önlerini kesecek ve aynı hayatı yaşamak boyunduruğuna sokulacaklardır.

“Dünyaya bir defa geliyoruz”

“Yaşamaya bak”

“Fazla düşünme”Vs..vb…

Yani fikrinin üstünü ört. Arayışını kör et. Merakını sustur. Kendini arama… Sanki bir insan tüm yaşadığı ve yaptığı boş işleri terk etse, eğlence ve oyalamaca sektörü iflas edecek.

Barlar, meyhaneler iş yapamayacak,

Şans oyunları oynanmayacak,

Uyuşturucu kullanılmayacak,

Cinayetler azalacak, bataklıklar kuruyacak vb. Sanki birileri bunu istemiyor ve ellerinde olan her şeyle düşünce uyuşmasını temin etmek için her şeyleri ile çalışıyorlar. İnsanın fikrine arayışına nefes aldırmayacak kadar çok gündem oluşturuyorlar. Ve insan kendiyle konuştuğu dili unutuyor. Hakiki ihtiyaçlarının sesini ve feryadını duymuyor. 

Ta ki; sermayesi bittiğinde onu terk eden tüketicilerin vefasızlığını ve aldandığını anlayana kadar. Kimileri için ise artık çok geç olabiliyor. Kendine olduğu yabancılığı onu dünya ve içindekilere karşıda yabancı konumunda tutuyor.Yani ne kendinin ne hayatın içinde olanların dillerini anlamıyor.Ya tekrar geri dönmek için çabalıyor ya da yalnızlık ile sığıntı bir şekilde hayatını noktalıyor.

Oysa insan kendini hayvandan ayıran niteliklerini ve yaşam koşullarını kıyaslayarak düşünse, insani, yani aklın gereği bir hayatı tercih etmek için bir isteği içinde bulabilir.

Taş gibi cansız olmadığını, bu dünyada bir görevi olup olmadığını fehmetse, eko sistemde sürekli bir sinerji ile çalışan varlıkların bir amaca hizmet ettiklerini anlayıp, dillerini çözebilir.
Monoton yaşantısını ele alsa, her gün güya farklı bir şey yapıyor gibi dünü unutarak güncellediği yaşam tarzını sorgulasa o tek düze idamdan kurtulabilir.

Belki o zaman içindeki kargaşaya kollarını kaldırarak dur diyebilir. Ya da şehri boşalmış dünyasındaki boşluğa neredesiniz diye bağırarak yitiklerini arayıp bir araya getirebilir.

Neden anlamlı ve erdemli, saygın şeyleri ölgün, anlamsız şeyleri canlı göstermeye çalışıldığını fark edebilir. Neden insanların kendilerinin hevesleri için bir birini tüketmeye çalıştığı görebilir. İkiyüzlülüğün ve beğenilme isteğinin, kendini kabullendirme ödünlerinin ne kadar zararlı olduğu idrakini kazanabilir.

Belki kendi içine olan yolcuğun ve derin dalışın ve sorgulamanın gerçek hayat olduğunu hissedebilir…
Hepimize iyi yolculuklar ve kendimiz için gerçeğimizi yaşamayı diliyorum…


İç Savaş

İnsanın kendi içindeki iç savaşla başa çıkması zordur. Doğrular, eğriler her şeyin kendine göre bir tanımı ve sağladığı etkisi vardır. İnsan her iki akımın karşında alıcı veya tepki gösteren bir iradeyle durur. Ve bu irade her zaman en kolay olan öneriyi kabul eder.
Hazzı peşin olan ve direk damak tadı oluşturan şeyler tercih sebebidir. Oysa her kolaylığın elde ettiği neticede iğreti bir konumdadır.
Mesela sürekli eğlenme, giyim kuşam, gezme tozma, yeme içme gibi tercihler olay mahallinden uzaklaşmakla birlikte boşluklar ve pozisyon değişiminden sıkıntılar bırakırlar. Yani kazanım olarak elde edilen sonuç havadır. Ve insan bu kullanımdan hayati önemi olan bir şey sermayeye sahip olamaz. Yaşandı ve bitti…
Ancak her biten şeyin insan üzerinde bıraktığı geçiş izleri unutulmaz. Ve o izdüşümü onunla ilgili duyguda kendine bir yer bulur. Vakti geldiğinde buradayım der. Niteliği ne ise onunla insanı karşılar. Bir zaman sonra ise, yani insanın heveslerine arzularına bakan ve onları tatmin için harcadığı özkaynağı tükendiğinde koskocaman bir hiçlik kucağına düşer. Gençliği, hislerinin canlılığı, tad alma duyusu, bıkkınlık, pişmanlık, doyumsuzluk, yetersizlik gibi taşıyıcı kolanlar yıkılmaya yüz tutmuştur.

İdraki yıpranmış, kalbi yorulmuş, aklı karışmış, ruhu sersemleşmiş ve boynunda bir tükenmişlik yaftası asılı olarak kendini bulur.

Eğer insan kendi tercihleri önünde bir gelir gider tablosu oluşturmaz, ne kazanır ne kaybederim diye bir durum değerlendirmesinde bulunmaz ve eğilimini bir kıymetli bir katkıdan yana yönlendirmez ise, kolay gelen şeyler peşin hükümlülükle ileride edilecek iflasın, görünüşteki şatafatıyla muhatabını avlamış olur.

Netice itibariyle insan kendi yol ayrımına geldiğinde,önündeki uzun sefer için insanlık heybesinde bulması gereken bir şeyler vardır.Bunlar ona ebedi olarak lazım olacak kumanyalar sayılırlar.Madem sonluluk hayatın bir gerçeğidir.Madem film biter..şarkı susar..resim eskir..yaz geçer kış gelir..madem çocukluk gençlikle,gençlik yaşlılıkla,yaşlılık ölümle yer değiştirir..insan uğrayacağı her durak için oraya uygun bir malzeme seçimi yapmalıdır.Yoksa bu yolculuğa lakayt kalmakla,o yolda yürünmeyecek düşüncesi bir vehimden ibarettir.İster hazırlıklı isterse hazırlıksız olsun herkes bu hendekten atlamak zorundadır.

Güçlenmiş iradeler, bilgi sahibi olmuş bir dimağ, açlığını gidermiş bir ruh arayışı, sevgi ve ilgiyi yönetebilmiş bir kalp, cehaletini mağlup edebilmiş bir ilmi titizlik, insanı mükemmel bir donanıma sahip kılar.

Kendinle savaşmak ne kadar zor olsa da, iyi ve kötünün irade önünde mihenge vurulması aklı tercih noktasında galip kılabilir. Geçici olan zevklerin yerine kalıcı ve kaliteli eylem ve sorgulamaların peşine düşen insanlarda nitelikli yaşam bir refleks haline gelebilir. Ve ayrıca savaşın zorluğunu unutturan ve mücadeleyi kutsayan şey ise zaferin kendisidir.

Evet, sevgili dostlar asıl özgürlük ve bağımsızlık; insani donanımın kendine has nitelikte bulunan işlerle meşgul olması ve kendini keşfetmesiyle mümkündür. Yoksa bir ömür kendine ninni söylemek, her şeyden kulağını ve gözünü kapamak en muhtaç olunan zamanda müflis bir teselliye insanı mahkûm eder… Velhasıl bir ömre yazık olur…

...

Son Perde

Varlık âlemini ve çevresini iki akım zapt altına almak için ellerinde olanı ortaya koyuyor. Bu iki akım bu zabt-ı rabt hadisesi için güdülecek güruhu kendine davet eder. Öneri ve tekliflerini sunarlar. Akımın birisi, tüm varlık âlemini güçlü bir iradenin kendinde bulunan nitelikleri sergilediği bir âlem olarak tarif eder. Bu tarifin akabinde ise bu teşhirdeki amaçtan söz eder. Bu amacın temelinde hüner sahibinin hünerini, estetiğini, sanatını, ilmini, akıl, göz, kulak, kalp, ruh ve duygularla donattığı bir kabiliyet tarafından görülmesini, incelenmesini, sanat, bilim, maksat ölçüleriyle değerlendirilmesini talep eder.
Bu müşahede, iradenin iddia ettiği malikiyet davasını tetkik edip, varlıklar arasındaki kesişme noktalarını arasında irtibat çizgileri çekip evet dediğinde. Var ediş ve var ediliş arasındaki köprü kurulmuş olur.
Bu noktada tesadüf reddedilir. Çünkü belirli oranlar, ölçüler, dengeler, sanat, uygunluk, iletken ilişkiler, varlıklar arası dayanışma, anatomik analiz, elementsel nitelik, ortaya çıkan eserin mükemmelliği gibi izlenimler, kasıtlı bir iradenin varlığını kabul eder. Bu iletken bağlantı tesadüfün çarpık sonuçlara, hatta tanımlanamaz neticeler ve yukarıda söz edilen irdelemeyi yapamayan bir düşüncenin, kendi eksikliği örtmek için kullandığı bir perde biçimidir manasında ele alınır.
Çünkü mükemmel dizayn edilmiş şeyler asla bir rastlantı ile ifade edilemez. Ve varlık âlemin var den iradesi, mülkün kendisinin olduğunu ve vücuda getirilen her şeyin, bir birine lazım ve gözetir bir yardımlaşma ile konumlandırıldığını. Bir ağacın meyve verebilmesi için ne kadar çok şeye gereksinim olduğunu ve ancak tüm bu ihtiyaçları bilen ve giderebilecek birinin hâkim kontrolü altında her şeyin her şey ile irtibatlandırıldığını ve sonuç için çalıştırıldığını ifade eder. Örneğin bir elmanın olabilmesi için; güneşin mesafesi, dünyanın dönüş hızı ve tüm yıldız ve gezegenlerin arasındaki hassas çekici ve itici güç dengesinin devam etmesi gerekli. Hava, su, ışık, toprak, uygun mevsim ve tüm bunların içeriğinde bulunan lazımların bir arada ahenkle bulunması olmazsa olmaz bir gerçek. Tüm bunlarla birlikte, akılsız, bilgisiz, elsiz, iradesiz, cansız bu öğelerin nasıl olur da her şeyi ile müşterisinin; tad alma duyusuna, koku alma duyusuna, göz zevkine, bedeninin yararına göre bir şey meydana getirsinler ve neden böyle bir şey yapsınlar. Düşünemezler, acıyamazlar, ihtiyacın ne olduğunu bilemezler.
Demek ki tün gereksinimleri maddi ve içsel nedenleriyle bilen birisi, sevgi dolu bir iradeyi göstererek hediyeler sunmuş. Ve bunun karşılığında verdiğini söylediği her duygu ve cihazın dilleriyle teşekkür almak istemiş. Akıl düşünecek, kalp sevecek, ruh tüm hisleri bu meyanda canlı tutacak, beden kendisi ile ilgili olan ikmallere şükür ile mukabelede bulunacak Ve tüm bu ibadetleri toplayan namaz ile yekün bir karşılık talep edilmiş. Bu iddia 124.000 Nebi ve Resuller ile ve onların bir kısmına verilen kitaplar ile ve bu silsilenin avenelerinden ilim sahibi olanların bayraktarlığını ile aynı kıstaslar ile delillendirilerek iddia edilmiş. Yani bu akım yaratıcı namına kâinatı yaratılmış, bir elden çıkmış şekliyle kabul ederek, bu kabulü ikrar etmiş. Verilen görevleri de almış ve uygulamış.
Kimi iyi uygulamış,kimi eksik..kimi güzel anlamış kimi tam anlayamamış,kimi üzerine düşmüş,kimi hiç böyle bir ihtiyaç hissetmemiş,kimi nedenler ve niçinlerin içeriğini kavramak için inancını sorgulaşmış,kimi hiç zahmet etmemiş.Kimi merak etmiş,kimi hiç etmemiş,kimileri körü körüne bir bağlılıktan çekinip,madem böyle bir iddia var.İddiacı iddiasını ispat etmelidir deyip,iddiacının neler söylediğini,neler vaad ettiğini öğrenmiş,kimileri ise kılını kıpırdatmamış.Yanlış anlayanlar,hiç anlayamayanlar,gayretsizler,isteksizler kolay hedef haline gelip.birazdan söz etmeye çalışacağımız ikinci akımın malzemesi ve iddia ettikleri davanın kötü örnekleri olmuşlar.Anlayanlar,anlamaya çalışanlar,iz sürenler ise hak gördükleri,doğru bildikleri,yeterli donanımları ile her şeyin doğrusu açısını göstermek için gayret etmişler.Ve bu mücadele ile bilinmişler,takdir edilmişler,tebriklerle anılmışlar.
İkinci akıma gelince onlar akıllarına sığıştıramadıkları her şeye tesadüf demişler.Ve tüm yukarıda söz edilen intizama dair her şeyin aslında bir rastlantı eseri olduğunu iddia etmişler.Tüm yapı taşları,nitelikleri,içerikleri,sonuçlarıyla amaçsız unsurlar olarak benimsenmiş.Kişisel duygu ve düşünceler ise hislerin tatmini yolunda kullanılmış.Allayıp pullayıp güzel göstermeye çalıştıkları dünyalarını sürekli sanal besiye almışlar.Oyuncular değişmiş,yenilerini bulmuşlar,bencilliğin içsel ve görüntüdeki tezahürüne karşı sonsuz bir oyalanma sebebi bulup,insanları kendilerini bir birlerine kabullendirmeye çalışan maskeli zavallılar hükmüne getirmişler.İnsani bir şey düşündürmemek ve bu noktada ürettikleri ürünlerin tüketiminden vaz geçilmemesi için yeni yeni gündem maddeleri bulmuşlar.Rekabet,dedikodu,hırs,kıskançlık,üstünlü k,farklılık,gösteriş gibi duyguları canlandıracak objeleri öne sürmüşler……Ve sırf tüketebilmek için,tüm düzeni basitleştirmek,tüm algıyı çürütmek için ellerinde bir şey olmadığından,kör hissiyat denilen aklı dinlemeyen,ölçümleme yapamayan,tembel,sorumluluktan kaçan,peşin olanı seven duyguları baştan çıkaracak sinir uçlarını elde tutarak;ye,iç,keyfine bak temel prensipli bir felsefe üretmişler ve ona bazı sözcükler ve sözcüklerle tanımlamalar getirmişler.
Hayat mücadeledir,büyük balık küçük balığı yutar,yükselmek için ezeceksin,her şeyi kendi varlığına ve çıkarına feda et..Kuvvetli olan haklıdır gibi özelleştirilen,imrendirilen,fikirsiz insanlara çekici gelen bir Pazar kurmuşlar.Onlar da müşterilerini davet ediyor.İçiriyor,uyutucu eğlencelere çağırıyor.Aklı devreden çıkaracak ,hisleri coşturacak ilgi merkezleri kuruyorlar.Filmler,diziler,moda,uyuşturucu içecekler,partiler ve yalan dizinleri vb. Sırf şu intizam ipleri,sanatlı yüzleri,yüksek gayeleri,yararlılıkları ile hayatın eline verilmiş gereksinimleri,ömür,yaşam ve ölüm gibi insanın her şeyini ilgilendiren bu dünyayı kabul etmemek için,ısrarla yanlış olana doğru demiş ve kendilerine yönelen insanları etkilemeye çalışmışlar.Akıllarını zora sokup kalplerini perişan etmişler.
Evet dostlar, bir şeyler bizi insanlığımız muhakemeli penceresinden uzaklaştırıp, hislerimize söylediği ninniler ile uyutuyorsa ve bizlerde o ninniler ile söylenen şeylere sahip çıkıp aynı ninnileri söylüyorsak, kulağımızı başka yerlere açmışsız ve sahil-i selametten epey açılmışız demektir.

İnsan dünyaya bir defa gelmiştir ve bir daha ebediyen gelemeyecektir. Bu tek perdelik oyunu iyi bir sahne ile kapatma dileğiyle…

...

Değişim

Alışıla gelmiş bir düzen hüküm sürdüğünde, monotonluk, tek düzelik, yeknesaklık insanı istila eder. Bu kuşatılış bir piton sessizliğinde ve her nefes verişte biraz daha daralan bir sıkılmayı netice verecektir. İnsanın manevi ölümü böyle gerçekleşse gerek.

Standart şeyler yapıyoruz, her günümüz ikiz kardeş ise bu kaçınılmaz son er veya geç başımıza gelecektir.

İnsanın bedeni yaşayışı kendisini bazı mekân ve zaman içerisinde sınırlasa da asıl özgür yaşam fikrin ve hayalin ruh genişliğinde bulduğu hayat olmalı. Bu hayatın hayatı olacak şeyler ise o yaşam kaynaklarına uygun gıdalar tarafından beslenmek, enerji almakla kendini gösterir.

Bunlar nelerdir dersek, belki birçok özlü söz, düşünce, nasihat, öğreti, sayfa sayfa, asır asır birçok şeyi karşımızda ansiklopedik olarak bulabiliriz.

Bir çok uzman,il kütüphaneleri,sağlık örgütleri,psikoloji dernekleri,psikiyatri servisleri vs vs vs..kelimeler,harfler ve daha niceleri.

Dokunmadan anlaşılmayacak,hissedilmeyecek bir sürü şey.Gerek doğru olsun,gerek yanlış,gerekse tamamen kişisel kanaat içersin veya bir idealin sağlı sollu ortaya koyduğu savları içersin,ya da bir dava kimliği olsun..veyahut içerisinde yüzlerce felsefenin gölgesi dolaşsın..eğer bir etkileşim veya eğilim gösterilmediği takdirde,pozitif ve negatif tüm olgular tüm iyi kötü sermayesi ile bir işe yaramayacaktır.

Elini uzatmak ne kadar gerekli..ne lüzumu var..iyi böyle..gölge etme başka ihsan istemem..böyle gelmiş böyle gider..battı balık yan gider gibi atalet ve gayretsizlik lügatinin ölümcül doğası yedi “verem” iklimiyle atalet devini emzirdikçe,İnsan ağırlaşan bir ömür elbisesi ve değerlerine dar gelen,kan akışını zayıflatan bir bezginlik kazanır.

Belki de her şey yolunda dır.Hayatı olduğu gibi yaşamak gereklidir.Bulduğundan fazlasını aramamak lazımdır.Üzümü ye bağcıyı ne yapacaksın gibi yaklaşımlar vurdum duymazlık asıl yaşamın neşesidir.

Ben anlamam öyle şeylerden ve hazır keyfimi de bozmam..bana dokunmayan yılanın canına sağlık,dünya yansa bir kalbur samanım yanmaz şekliyle tescillenmiş odunsu bir hayat görüşüne diyecek söz yoktur.

Ancak insan düşünce dünyasına uygun bir yaşam dairsine sürüklenmemek konusunda ve yetenekli değildir.Nasıl bir fikri yapıya sahipse aynı cinsinden bir dünyaya girecektir.Çünkü kaçınılmaz bir yükseklik ve alçaklık zaviyesi karşında durmaktadır.Yani hiç kimse olduğu yerde sabit kalamaz.Olaylar,çevresel etkiler,toplumsal eğilimler,hareketlilik çeşitleri,genel özel aksiyonlar her hayat oyuncusunu kendine uygun bir rolle sahneye davet eder.İyi oynanır veya oynanmaz..ne olursa olsun sahne zorunlu bir senaryonun gerekliliği ile düzenlenir.
Güneş doğar,orman yangınları çıkar,lastik patlar,dede ölür,köpek evden kaçar,kuş’u kedi yakalar,kan şekeri düşer,işler kesat gider vs vs vs..mutlaka bir yerinden tutulur hayat veya hayat bir yerinden kavrar isteksizliği…

Burada acı olan insanın kendi doğaçlamasının senaryoda bazı değişikliklere sebep olabilecek özelliğinin bilinmemesidir. Kimisi rolünü beğenmez, kimisi oynamaktan kaçınır, kimi yarım yamalak bir şeyler yapar, kimi öylece durur, kimisi de senaryoyu okur, sahneye çıkar ve çıkar çıkmaz objelere dokunur ve hissettikleri, girişimci düşünce yapısı oyuna kendinden bir şeyler katmasına neden olur.

Doğruları yanlışları,eksikleri gedikleri araştıran, veya her şeyin iyisini görmek,iyisiyle meşgul olmak gibi ya da her şey güzeldir’in gerçekçiliğini keşfedebilir bir heyecanın sahibi olarak,karışması ve karıştırması güzel ahlaktan sayılır bir Âdem vaziyetinde kabul edilir.Hayat böyle insanlar için sürekli deşifre olan yanını açar..öğrenmeye,yaşamaya bitmez tükenmez bir talep oluşur…

Genel olan; doğmak, yaşamak ve ölmek arasındaki bu hayat seçme yaşının gelmesi ve farkındalık olgunluğu bağlamında kişi için şekillenmeye başlar. İnsan ya yukarıda söz edilen gerçekçi senaryonun içerisindeki rolünü benimser, öğrenmek, katılmak ve tamamen var olan değerlere göre yaşamak adına bir merak ile bilgesel bir yolculuğa çıkar ya da beceriksiz ve isteksizliği için hazırlanmış suni ve sanal oyunlara kucak açar.

Bireysel hayatın şekillenmesi aklın ve muhakemenin gerçek mantık üzerindeki tercihleri ile pozitif anlamda oluşur.

Yani bir insan çevresine baktığında veya kendi ile ilgili somut olan ve nesnel yapıyı incelediğinde tüm her şeyin bir plan ve program dahilinde planladığını görür.Dünyanın konumu,yıldızların durumu,mevsimlerin içeriği,meyveler,sebzeler,hava,su,ışık,yağmur,bulu t,rüzgar,dağ,orman,deniz,hayvanlar ve bitkiler..kısa tüm hayatlı ve hayasız varlıklar sanatlı bir projenin eseri olarak etrafında durur.Birey bu evrensel organizasyonun içerisinde kendine açılan pencereden konumunu izlediğinde hayatının merkezinde kendisinin bulunduğunu ve tüm duyularıyla ilişkilenen dünyanın kendisi için hazırlanmış bir sahne olduğunu ve bütün gördükleri ile alakalı bir durumun söz konusu olduğunu anlar.

Her şeyin hayat için el ele verdiğini müşahede eder ve kendisinin ilgi ve alakadarlığı boyutunda görevleri ve işlevsel bir niteliği olduğunu keşfederek “ben geldim” der… Ömür dakikaları nesnel dünyanın arkasındaki soyut niteliği dokuyan bir haliçenin tik takları olur.

Bir iğne var ise bir usta,
Bir köy var ise bir muhtar,
Bir nizam var ise bu nizamı oluşturan,
Bir kanun var ise bir kanun koyan,
Bir sanat var ise bir sanatkâr,
Bir idare var ise bir hâkim,
Bir kendi kendine oluş mümkün değilse, bizzat oluşturan biri,
Bir yaratılmışlık söz konusu ise bir yaratan,
Bir güzellik var ise o güzelliği var eden bir güzel,
İşitmek varsa bir işittiren ve işiten,
Görmek var ise bir gördüren ve gören,
Hafıza var ise bir kayıt eden,
Bir kalem var ise, bir yazan muhakkak vardır der. Bu kabul ediş ve ikrar büyük değişimin başladığı hayatsal noktadır. İnsanın iki hayatını ilgilendiren güç kaynağı, perde arkasından, her görünen noktadan deşifre olmuş kimliği ile kendini sobeletir ve yakalatır. Çünkü var olmanın zorunlu nedeni var edilmekteki amacın bulunmasıdır. Var etmenin zorunlu nedeni ise var eden noktasında bulunmaktır. Eylem ve amacın barış ve uyum içerisinde buluşması ancak bir tokalaşma, karşı karşıya bir gülümseme ve daha iyi şartlara davet edilmekle neticelenir.

Belki de hayat; av ile avcı arasında görünüşte amansız bir mücadele aslında ise bir ünsiyet koşuşturması dır.

Evet Dostlar!

Değişim; kişisel oluşumun temel parçası. Görmek, anlamak, kavramaya çalışmak, uyum, doğru olanı kabul etmek, gelişimi izlemek, oyuna katılmak, öğrenmeye ve öğrendiği ile yaşamaya açık olmak değişimi mükemmelliğin oluşum süreci noktasında tanımlar.

Ancak birde, hayata karşı böyle durumda olamayan, şaşkınlık gösteren, görme yetisi zayıflamış veya oluşmamış, fakat alıcı, arayan, soran, bulunduğu konumdan sıkılan değişim peşinde olanlar vardır. Aslında bu insanlar en talihli olanlardır. Durumlarındaki basitliği, tek düzeliği, verimsizliği fark etmiş ve hayatını, doğru bir yaşam şekliyle yeni baştan şekillendirmek isteyen talihli insanlar. Çünkü kâinatta kişinin kendini sıfırla arzusu ile işleyen öyle bir müşfik düzen var ki; her kapısına gelen istekli ve içtenlikli devrimciyi adeta sultan yapar. Değişimin inkılâp başı olduğu bu nokta, basitlik kabuğunu kırmakla hayat hakkında farkına varılmaya başlanılan ahengi yaşamak arzusunun katılımcı potansiyelinin sahneye çıkışıdır.

Değerli Dostlar!

Özetle, konunun geldiği yer nazarında iki temel değişim ifade edilmiş. Birisi kişinin şahsiyetinin ve dünyasının şekillenmesindeki gelişim sürecini fark etmesi veya fark ettirildiğinde kabul etmesi ile oluşan ve insani mükemmellik yolunda başlayan bir değişim.
Diğeri ise; Yaşadığı şartlar içerisindeki konumunun basitliği ve tek düzeliğinden sıkılarak, anlamsızlıklarını görerek, geniş hayat dairesinde nefes almak ve vaziyetini değiştirmek için içtenliğini kullanıp, itiraflar ve sükûnet bağlamında büyük değişimin izini süren yorgun talihliler.

Bu iki kanat uçması gereken bir kuşun hem ümidini hem emniyetini gösteren bir resim olabilir.

Ancak bir üçüncü durum var ki; Konumuna ve durumuna kanaat etmiş. Kendini olduğu gibi benimsemiş. Pozisyonunu değiştirmekten çekinen insanlar. Ve suni insanların elleriyle yaptığı oyunların peşinde olan insanlar. Yenilenmek ve değişmek fikrinin esamesinin yanlarında olmadığı, cehalet örtülerini ilim zanneden, hayatını boş ve faidesiz işlerde heba eden, hevalarına kapılmış, pişmanlık nedir bilmeyen, öğrenmeye bir iştiyak, keşf etmeye bir meyil, doğru ve güzel yaşamaya bir şevk hissetmeyen, kendinde var olduğu mülahazasıyla iyilik yönlerine güvenen, sürekli kendini oyalatacak ve oyalanacak şeylerin peşinde olan, aklı geveze, kalbi susmuş, ruhu sersem insanların dünyası…

Değişim kendisini kabul etmekle zorlu olan alışkanlıklar dünyasından ayrılışı ve başka bir yapılanmayı ifade eden bir düşünce ve gayretli bir fiilin sembolü… İnsan her terk ettiği tiryakiliğinin ona geçici bir süre taciz ateşi açacağını bilse sabır etmekle bu saldırının mutlaka kesileceğini düşünse, mücadele için kendinde güç bulacaktır.

Belki de asıl gizli korku oluşacak bu ayrılık boşluğunun ne ile doldurulacağıdır. Bu korku nedeniyle birçok insan zarar gördüğü yerleri terk etmekten tüm mesuliyetlerine rağmen çekiniyorlar. Atlama zamanı gelen ve çakılmaya doğru giden uçaktan sırtlarında değişim isteğinin tevekkül paraşütü ile atlamıyorlar.

Boşluk, perişanlık, sefalet, iflas, çöküş, aldanış, günahın annesi olan kötü ruhlu şeytanın dizlerini dövmesine, gitme evladım kal demesine acıyıp yerlerinde kalıyorlar. Hayat apartmanının çatısında kör ebe oynuyorlar…

Değerli Dostlar! Değişmesi gerekenlerimiz için değişim günleri etkinliğini başlatalım..Ne dersiniz……………

Aklın yolu

Değerli Dostlar; evet, insan aldanır… Aldanmak, yanılmak, yanlış yapmak vs. tüm olumsuz gidişat beşeri durumlar olarak kabul edilir. Ve gerek örfi olsun gerek inanç açısından olsun, hatalı konumu idrak etmeye ve bağışlanma dileğine bağlı olarak, fiil ve sonuç toleranslı bir karşılık bulabilir.

Bu konu hakkında gerek inançlı olanlar, gerek çeşitli toplum kültürüne sahip kesimler, erdem işçileri vs.Failin durumuna göre,muhtelif bilgi ve çeşitli söylemlere sahiptirler.

Ancak hatalar, yaşını başını almışlar açısından genellikle bazı ölçülerle ele alınmaktadır. Bu ölçü ise; durumun farkına varma, sonucu idrak etme, şiddetli pişmanlık, itiraf, tekrarlamama ve sığınma çerçevesinde yapılanmıştır.

Kısaca biraz tanımlarsak;
Yapılan fiilin doğru bir fiil olmadığının farkına varmak,
Elde edilecek sonucun olumsuz içeriğini kavramak,
Akli ve vicdani pişmanlık hissetmek,
Yükümlülüğün ağırlığından kurtulma meyli ile itiraf etme isteği,
Temayül ettiği hedefi kanıksamak ve tekrarından korkarak dayanacak bir güç aramak…

Faalin yukarıda söz edilen yaklaşımı kendi elinden gelenlerdir. Bağışlama, temizleme, kabul etme suçun işlendiği makamın, muhakeme, prensip, adalet, mahiyet sıfatları ve karşılık verme iradesine bağlıdır.
Muhavere hedefimiz açısından meseleyi bu bağlamda genişletmeyeceğiz. Burada failin elinden gelen kısma temas eden hususları kısaca ele alacağız. Ölçü çerçevesinde belirtildiği gibi asıl olan durumun farkına varılmasıdır. Farkındalığı iletken kılıp diğer unsurlara yönlendiren şey ise tahlil ve teşhis esnasındaki SAMİMİYETTİR.

Ancak farkına varmak ve farkındalığı oluşturmak doğru çalışan bir aklın eseridir. Zekâ ise bu düğümü çözmek için çare sebeplerini aktif hale getiren analitik yapıdır. İrade ise kendini tanımlamış bu sonucu tüm yapı namına ilgili noktaya teslim eden yaklaşımı sağlar.

Doğru çalışmayan bir akıl kendini konumunu analiz edemez. Analiz edilemeyen durum ise kendisi için bir çözümcü veriye sahip değildir. Zeka verimsiz olarak akim kalır. İrade ise varlık eseri gösteremez.

Hatalar bağımsız ve yapanın yanına kalır negatifler değildir. Azmettiricileri, temayül tahrikleri, faalin ruh hali, eksiklikleri, donanımsızlığı, bilgisizliği, tembelliği, egosu gibi bir bileşen topluluğu gayet etkili bir şekilde bu oyunun içindedir.

Kişinin aleyhinde olan bu durumu lehine çevirmesi tamamen bilgi ile bağlıdır. Bilginin sonucu etkilemesi ise isteklilikle ilişkilidir.
Hatayı bilmek,
Kime ve neye karşı işlendiği alanı bilmek,
Nasıl davranacağını bilmek,
Ve buna istekli olma nedenlerinin bilincinde olmak..doğru şekilde bir yol takibini netice verir ve muhtemel olumlu sonuca da ulaştırır.
Yani hiçbir şey basit, adi ve ucuz elde edilmez. Yine hiçbir şey tahrip etmek kadar basit bir sermaye aldatmacasına sahip değildir.
Akıl etmek bir insaf ve nezaket yaklaşımıdır.
Doğruyu görmek mütevazı bir boyun eğiş sonucunda basiret olarak kazanılır.
Kusurunun farkına varmak, ancak kendi kusurlarıyla uğraşmakla kendini gösterir.
İtiraf edebilme, sonucun vahametini izan edebilen ve kurtuluş için çabalayan latifelerin iradeyi tetiklemesine bağlıdır.
Sığınma ise; zayıflığının altın ezilen insani özelliğinin eline, takat yettiremez, yitirdiklerini yerine koyamaz fakirliğini de vererek, korktuklarından emin olmak için, emin, kudretli, kavi, merhametli ve muktedir bir istimdat ve istinat dairesi bulmaktan ibarettir.

Kendi hatasını göremeyenler hakikati de göremezler..
Kendi kusurunu itiraf edemeyenler,başkalarının kusur ve hatalarıyla meşgul olurlar..
Hakikati göremeyen, olumsuz tahripkar şeylerle meşgul olanlar, egolarını şımartan kötü ahlak yapılarıyla bozgunculuktan lezzet almaya başlarlar.Ve tüm hayırlı duyargaları mühürlenir.Yüksek hisleri kaybolur,dibe doğru çekilmeye başlarlar..tüm ağırlıklarıyla başkalarına zarar veremeyecek bir derinliğine haps olur yalnızlaşırlar.Bedi’nin kavline göre,fenalık sakildir aşağıya doğru hareket eder.Yine bir manaya göre,başkalarının zarar görmemesi için kalpleri ünsiyetten tecrit edilir.Ki o muzır zararlı şeyler dışarıya çıkmasınlar...

Durum değerlendirme kabiliyetini kaybeden bir muhakeme, başka sebeplerin tesirinde kalan, her vehmin ve kurgunun elinde oyuncak olan, her akıntıya kapılan, heveslerinin esiri olmuş, cahil bir ahmaklık derekesine alçalır.

Varlık mahiyetini kavrayamayan, durumsal yapısını analiz ve tetkik edemeyen bir insan. Tüm mükemmelliğin kendi noksaniyetini idrak etmesi nispetine bağlı olan marifet dairesini keşf edemez. Manevi körlükle körkütük olur. Duygusuz, estetik anlayışından uzak, mutsuz, doyumsuz, bahaneci, müteriz bir saldırgana döner…

İşte akıl büyük bir nimettir. İnsanın noksanlıkları onu tam olana götürmek için yapılandırılmış eksiklikledir. Farkına varmak tümüyle hidayete mazhar olmak işidir. Marifet bilmek inceliğine kavuşmaktır.
El hâsıl kul insan olabilmek, imani bir zerafet ile işlemek ve şefkatle işlenmekle ilgilidir. Rahmetten istifade etmek başka, merhamete mazhar olmak başkadır…
………….
Ebü Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Rasülullah sallallahu aleyhi ve sellem:

"Müflis kimdir, biliyor musunuz?" diye sordu. Ashab:

- Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir, dediler. Rasülullah sallallahu aleyhi ve sellem:

"Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekat sevabıyla gelip, fakat şuna sövüp, buna zina isnad ve iftirası yapıp, şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu dövüp, bu sebeple iyiliklerinin sevabı şuna buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir" buyurdular.

Müslim, Birr 59. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyamet 2

Baki Selamlar



6.10.16

Ahmed Feyzi’nin müdafaasıdır ( 1948'li Yıllar …)

Afyon Ağırceza Mahkemesine, 

Sayın hâkimler, 

Bir din âlimi ile görüşmek, onun din hakikatlerine ait kitaplarını okumak ve yazmak ve din arkadaşlarının imdadına koşmak üzere dinine ve Kur’ân’ına ve Peygamberine (a.s.m.) hizmet etmek bir mü’minin vazifesi ve hakkı değil midir?
 Bizi bu hizmet-i diniyeden men eden bir kanun maddesi var mıdır?
Bazı cihetlerin zamanımızdaki küfrî ve gayr-i ahlâkî cereyanları tenkit etmesi bir suç mu teşkil ediyor?
Biz ne siyasetle, ne idare ile asla alâkası olmayan, yalnız dindar, saf halk kitlesiyiz. Bir insana hüsn-ü zan etmek ve kıymet vermek herkesin şahsî bir kanaatidir.
 Biz Bediüzzaman’ı zamanımızın en yüksek din âlimi biliyoruz.
Din hakikatlerini asla dalkavukluk yapmadan beyan ve ifade eden bir hakikat adamı biliyoruz.

Mücahid adını vermekliğimiz, memleketimizi tehdit eden ahlâksızlık ve imansızlık cereyanlarına karşı Kur’ân’ın sarsılmaz hakikatlerine dayanarak giriştiği müdafaa ve hizmet-i diniyesinden dolayıdır.
Din ve vicdan hürriyetinin hükümran olduğu bir memlekette vicdanî kanaatlerimizden mes’ul olamayız. Bundan dolayı da kimseye hesap vermeye mecbur değiliz. 

Âhirzamanda hadisin haber verdiği şahısların meselesine gelince: Bu mevzuları biz kendimiz uydurmadık. Bunların aslı dinde mevcuttur. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, bazı hadislerle, ümmet-i Muhammediyenin (a.s.m.) ömrünün 1500 seneyi pek geçmeyeceğini söylüyor. O zamana kadar da ümmet-i Muhammediyenin (a.s.m.) ve dünyanın hayatında mühim tesir yapacak büyük tarih hadiselerini, "kıyamet alâmetleri" diye haber veriyor.
Bunların şerri üzerine ümmet-i İslâmiyenin nazar-ı dikkatini celb ediyor.
Gaflet ve cehaletle bu şerlere dûçar olanların ebedî şekavet ve helâketle karşılaşacaklarını söylüyorlar.
Bunlara dair sayısız dinî bürhanlar mevcuttur.
Bizler Allah’a ve Resulüne ve Kur’ân’a inanmışız.

Şimdi bu imanın ve Peygamberin sıdkına olan bu itikadın neticesi olarak kendimizi helâk-ı ebedîden kurtarmak için çalışmayalım mı?
Etrafımızda olup bitenleri görmeyelim mi? "Acaba bu tehlikeli zaman gelmiş midir? Sakın bu tehlikelere düşen nesil biz olmayalım?" diye bunları mevcut dinî hakikatlere tatbik cihetlerini göstermeyelim mi?
Biz de, önümüzdeki müsbet delilleri ve vücud-u İlâhîye bizi sevk eden hakaik-i müberhene ve ilmiyeyi görmeyerek, sırf Avrupa dinsizliğini en büyük lâzime-i medeniyet ve şiar-ı irfan add ile dinimizi terk etsek, acaba helâk-i ebedîden bizi kim kurtaracak? Bunu düşünmeyelim mi?
Bu zihniyette olan, Kur’ân’dan ve onun hakaikinden üstün birşey tanımayan bir insan, sırf fâni cezalar korkusuyla kendini ebedî helâke atar mı?
Yahut fâni bazı kıymetlere değer verir mi?
Allah ve Resulüne ve dinine hizmet vazifesinden vazgeçer mi?
İşte bizi Bediüzzaman’a bağlayan hakiki âmiller bunlardır. Başka bir menba-i dinî var mı ki, biz ruhumuzun bu ezelî ihtiyaçlarını onunla teskin edelim? 

Sayın Savcı, bize kütüphaneleri dolduran binlerce Arapça ve bugünün ruhuna tercüman olamayan kitapları tavsiye ediyor.
Sayın Savcı ve onun gibi düşünenler, Risale-i Nur namı altındaki külliyat-ı ilmiyeyi ve hazine-i hürriyeti ve hakikat-ı âliyeyi beğenmeyebilirler, tenkit de edebilirler. Bu kendilerinin bileceği bir iştir.
Bizim şu veya bu esere rağbet etmemize ve ona kıymet vermemize karışamazlar.
Biz Risale-i Nur’u seviyoruz. Ve onu hakiki ve riyâsız bir din kitabı ve Kur’ân tefsiri biliyoruz. Kıymet ölçüleri ve hükümleri vicdanî bir takdir meselesidir. Buna kimse müdahale edemez.
Evet, biz Risale-i Nur Müellifinin daima ayn-ı hakikat dersi verdiğine kailiz. Kendisinin kabul etmemesi bizim bu kanaatimizi sarsmıyor. Ancak bizim kabul ettiğimiz, keramet-i kevniyesinden dolayı değil, Nurların dersinde harikulâde ve ekmel tezahürlerine şahit olduğumuz ve bütün cihan-ı irfana meydan okuyan keramet-i ilmiyesinden dolayıdır.
Tahsil hayatı üç aydan başka mevcut olmadığı halde bu kadar feyz-i ilim neşreden ve ilmin harikalarıyla en müntehâ mesâil-i ilmiye ve âliyede en yüksek mütefekkirleri dahi hayrette bırakacak bir mantık ulviyeti ibraz eden ve hayatının yarısından sonra öğrendiği bir lisanla bu kadar cazibedar bir tarz-ı beyan ve sürükleyici bir hareket izhar eden ve gayet feyyâz bir aşk ve heyecan terennüm eden bir derya-yı iman ve bir hazine-i tevhid ve bir umman-ı hikmet halinde coşan bir ikinci Bediüzzaman gösterebilir misiniz? 
·         Fâni zevâhirin âlâyişine ednâ bir meyil ve iltifat göstermeyen ve en küçük bir menfaat ve lezzete tenezzül etmeyen;

·         Levs-i fâninin ayağına dolaşan bütün yaltaklanmalarına asla kıymet vermeyen;


·         Kimseden birşey beklemeyen ve dilenmeyen ve kendisine arzedilenleri kabul etmeyen;

·         İffet ve ismetin en âlî örneklerini yaşatarak sabûrâne, mütehammilâne, her nevi mahrumiyetlere göğüs germek sûretiyle kendini hakikate ve envâr-ı Kur’âniyeye ve maarif-i Muhammediyenin (a.s.m.) izharına vakfeden;


·         Ve memleket ve milletin ıztırabatı karşısında pür-rahm ü şefkat ağlayan; kendine yapılan bunca ihanetlere rağmen etrafındakilerin saadetleri için hizmetinden asla vazgeçmeyen;

·         ihtiyarlığına ve bîkesliğine bakmayarak insanları gayyâ-yı cehil ve girdâb-ı inkârdan kurtarmaya, hasbî ve İlâhî bir cehd ile çalışan ve savaşan fazilet ve nur âbidesini Üstad addetmekliğimizi çok mu görüyorsunuz?
Kendisinin bu arz edilen keramet-i ilmiyesiyle beraber, sırf ahlâk ölçülerinin kaybolduğu böyle bir devirde gösterdiği bu misilsiz feragat ve istiğna ve şaheser-i ismet ve istikamet dolayısıyla yine bir enmûzec-i kemâl ve mihrab-ı fazilet olarak tanınmaya ve iktida edilmeye şâyândır. 

İşte biz Bediüzzaman’a ve eserlerine bu gözle bakıyoruz. Acaba mumaileyhe sırf imanımızdan neş’et eden bu bağlılığımız ve Kur’ân’ın ve beyanat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) küfür ve ahlâk hakkındaki şiddetli tevbih ve tezyiflerine bu imanımız dolayısıyla iştirakimiz, bizi levs-i fâni addedilen siyasetçi mi yaptı?
Yoksa yirmi beş seneden beri din hakikatlerini öğrenemeyen ve helâk-i mutlaka giden soyumuzun bir kısım evlâtlarına, onları helâk-ı ebedîden kurtarmak için, Allah ve Resulünden, hakikat ve Kur’ân’dan haber vermek, onların temiz ruhlarını mâsum vicdanlarını ıslah etmeye hiç ifsad denilir mi?

Sayın hâkimler, 

Biz asla siyasetçi değiliz. Biz siyaseti, bizim gibi siyaset ehli olmayana binbir çeşit veballer, tehlikeler ve mes’uliyetler taşıyan bir meslek biliriz. Fâni zevâhire de zaten kıymet vermeyiz. Dünyaya ancak rıza-yı İlâhîye bizi götüren hayırlı vechesiyle bakıyoruz. Bu itibarla siyaset peşinde koşmayı ve devlet mefhumuyla mübareze ithamını şiddetle reddediyoruz. Eğer böyle bir kasıt olsaydı, yirmi beş seneden beri ednâ bir tezahür olurdu. 

Evet, bizim menfî bir cephemiz, ahlâksızlığa ve imansızlığa müteveccih bir takbih tarafımız var. Bu sırf imandan ve Kur’ân’ın bu mevzular üzerindeki şiddet-i beyan ve azamet-i tevbihine bizzarure iştirakimizden ileri geliyor. Eğer bu esbab-ı mucibe, samimiyetin ve ihlâsın, hakikat ve safvetin bu tarz-ı beyanı size kanaat vermediyse, bize ne şekil isterseniz ceza veriniz. Lâkin unutmayınız ki, bugün altı yüz milyon insanın mensubiyetini taşıdığı Hazret-i İsa (a.s.) zamanının idarecileri tarafından sırf insanlığın saadeti için kalbi çarptığı ve emanet-i tebliği hâmil bulunduğu sebeplerle âdi bir hırsız gibi idama mahkûm edilmişti.
Biz hür söylediğimizden dolayı mâruz kalacağımız bu mahkûmiyeti iftiharla karşılayacağız. Ve sadece “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” nidasıyla dergâh-ı Kàdiyü’l-Hâcâta el açacağız.

Afyon Cezaevinde mevkuf
Ortaklar Bucağından
Ahmet Feyzi Kul


25.8.16

Zekâî’nin bir fıkrasıdır.

barla ile ilgili görsel sonucuÜstadım; Bir meydan-ı mücadele ve imtihan olan şu dünyanın her köşesinde beşere ders-i ibret olacak bir hâdise, bir nümune eksik değil...

Her yerde muhtelifü’l-mizaç insanlarda ayrı ayrı temâyülât-ı kalbiye bulunuyor. Hâdisat-ı dünyeviye içinde, en elîm olan şeyin,meslek-i uhreviye ve diniye perdesi altında vahşet ve hayvaniyet ruhlarıyla karşılaşmak olduğunu tecrübelerim ve müşahedelerim bana öğretiyor.

Evet, ehl-i iman için mucib-i teessür şeyler, kendisini ıslah-ı hale irca etmek üzere, ubudiyetle Hâlıkına yalvarırken, bir mülhidin uysal bir mahlûk gibi sokularak, birkaç zaman hileli etvar gösterdikten sonra, ruhunun çirkinliğiyle karşısındakine hücum ederek, kendine onu benzetmek istemelerini ve hattâ karşısındaki mü’min hakkında, sû-i zan ve sû-i tefehhüme düştüğünü görmektir.

Ah Üstadım; ne vardı, insanlar ya göründüğü gibi olsa, yahut olduğu gibi görünselerdi! Ehl-i irşad, ahkâm-ı Kur’âniyeyi tebliğ hususunda müşkilât çekmeyecek ve inkâr edilmeyecekti. Benim gibi henüz kendini ıslah edemeyenler de, bazı budalaların ruhlarında sâfiyet ve hüsn-ü insaniyet aramaya çalışmayacaktı.

Aziz Üstadım; inşaallah Cenâb-ı Hak, hak ve hakikatin güneş gibi yükseldiğini size ve bize göstersin. Bir zindan hayatına benzeyen, birçok mânevî mahrumiyetler içerisinde geçen şu günleri, sürurlu ve serbest günlere tebdil eylesin. Âmin.

Talebeniz

Zekâi

Barla Lahikası